d. Kur’ân’ın Siyasî Meselelere Bakışı
Kur'ân, siyasî meselelerle ilgili olarak, evrensel nitelik taşıyan genel ilkelerin dışında herhangi bir belirlemede bulunmuş değildir Bu genel ilkeleri, işlerin ehline verilmesi , vahiyle belirlenmemiş konularda müşavere ile hareket edilmesi insanlar arasında adaletle hükmedilmesi, "Allah'a, Peygamber'e ve mü'min emirlere itaat edilmesi" bilinmeyen şeyin desteklenmemesi şeklinde sıralamak mümkündür. Kur'ân'ın istediği ahlâklı ve âdil toplum, Kur'ân'ın dikkat çektiği ilkeler doğrultusunda müslümanlar tarafından,sosyal değişme olgusu çerçevesinde şekillenecek olan siyasî sistemlerle idare edilecektir. Kur'ân, insanı ilgilendiren siyasî sorumluluğu, temel ilkeleri vererek insana bırakmıştır. Diğer taraftan, Kur'ân, insanlar arasında tek üstünlük ölçüsünün "takvâ" olduğunu Hucurât sûresinin 13. âyetinde çok açık olarak belirtmiştir: "Ey İnsanlar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz, sizin Allah katında en üstün olanınız, en müttakinizdir. (O'na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır). Allah bilendir, haberdardır". Bu ayette "birbirinizi kolayca tanıyasınız" şeklinde tercüme edilen Teârüf kelimesi "hem birbirini bilmek, tanımak, anlamak manasındadır, hem de karşılıklı yükselmek" Bakara sûresinin 148, Mâide sûresinin 48. âyetlerinde "Hayırlı işlerde birbirinizle yarışın" buyrularak "Allah katında en değerli insanın nasıl olacağına" dikkat çekilmektedir. "Allah katında en üstün olanınız en müttakinizdir" âyeti, Kur'ân'ın bütünlüğü içinde değerlendirildiği zaman, başta soy-sop olmak üzere, fakirlik-zenginlik, güzellik- çirkinlik gibi yapay değer ölçülerinin genel-geçer fonksiyonelliğini ortadan kaldırmaktadır. Bu çerçevede, "Eğer mü'minseniz, en üstün olanlar sizlersiniz" âyeti, gerek Sünnî anlayışta yer edinen "Kureyşlilik" meselesinin, gerekse Şiî anlayışın tipik özelliklerinden olan karizmatik "Ehl-i Beyt" kavramının vahyî temellerden yoksun olduğunu gözler önüne sermektedir. Hucurât sûresinin 11.âyetinde yapay üstünlük ölçülerine dayalı tavırlar kınanmaktadır: "Ey İmân edenler,bir kavim diğer bir kavmi istihzaya kalkmasın,mümkündür ki berikiler ötekilerden daha hayırlıdır..". Kur'ân, bir kimseyi peygamber olarak seçme yetkisinin sadece Yüce Allah'a ait olduğunu bildirmekte, sırf peygamberlik için yaratılmış bir kavim veya sülaleden bahsetmemektedir. "Hz.İbrahim'i ve aynı soydan Hz.İshak'ı peygamber kılan Cenab-ı Hak, bunların neslinden gelenlerin içinde, iyilerin de, zalimlerin de bulunduğunu bildirmektedir. Hz.Nuh'un ve İbrahim'in zürriyetlerinde peygamberlik ve kitap verilenler bulunduğu ifade edildikten sonra, aynı zürriyetin ekseriyetini fâsıkların teşkil ettiği beyan edilmektedir. Bir peygamberin babası Allah düşmanı olabildiği gibi, oğlu dahi babasına tamamen ters bir karekter belirtebilir: Hz.Nuh, gemiye binmeyip karada kalan ve helâk olacağı muhakkak olan oğlu hakkında, Cenab-ı Hakka: 'Şu oğlum,ehlimden' diyerek, rahmet niyazında bulunduğu zaman, şu ilâhî cevabı almıştır: 'Ey Nuh! o senin ehlinden sayılmaz, onun davranışı salih bir amel değildir'.
"Hz.İbrahim'e Cenab-ı Hak: 'Seni insanlara İmam (başkan) yapacağım' buyurduğu zaman, bu Peygamber:'benim zürriyetimden de' diyerek, kendi sülalesinden de imamlar gelmesi niyazında bulunmuş, fakat şu cevabı almıştır: 'Benim ahdim (vazife teklifim) zâlimlere erişmez'.
"Bu Kur'ânî delillerden anlıyoruz ki, peygamberlik makamı bir sülale imtiyazı değildir. Bu vazife o sülale mensuplarına herkesten farklı bir imtiyaz, ayrı bir fazilet sağlamaz. Peygamber çıkarmış bir kavim, sırf bu vâkıa dolayısıyle, öteki kavimler üzerinde hiç bir üstünlük iddiasına girişemez". Kur'ân'ın bu tavrı ortada dururken, sırf Hz.Peygamber içlerinden çıktı diye Kureyş kabilesine herhangi bir üstünlük atfetmek mümkün olmadığı gibi, Haşimoğullarına, ya da Ali b.Ebî Talib'in Fatıma'dan olan soyuna diğer insanlardan farklı özel bir konum belirlemek de mümkün değildir. "Hz.Peygamber'in mü'minler arasındaki mevkiine işaret eden bir âyette, ailesini teşkil eden kimseler olarak, sadece hanımları zikredilmekte, kızları, damadları ve diğer akrabalarıyla ilgili hiçbir hususî hükme yer verilmemektedir. Peygamber mü'minlere, kendilerinden daha yakındır, zevceleri de -başkalarına nikahları haram olan- anneleridir'. Hz.Peygamber ve zevcelerinden ibaret olan aile halkına Kur'ân-ı Kerîm Ehlu'l-Beyt demekte ve bu tabir içine başka alınmasına da imkân bulunmamaktadır". Diğer taraftan, Hz. Peygamber'in özellikle Medine döneminde siyasî ve idarî tatbikatına baktığımız zaman,onun insanları görevlendirirken ön planda tuttuğu en önemli özelliği ehliyet olduğunu görmekteyiz. Hz.Peygamber, insanlara görev verirken, ne onların Kureyşli olmalarına, ne de Haşimoğullarından olmalarına dikkat etmiştir. Önemli olan bir işi başarabilecek kabiliyete sahip bir müslüman olmaktır
Hazırlayan : Prof.Dr.HasanONAT