kayseri escort ankara escort izmir escort antalya escort bursa escort istanbul escort

Etiketlenen üyelerin listesi

Sayfa 2 Toplam 2 Sayfadan BirinciBirinci 12
Toplam 14 adet sonuctan sayfa basi 11 ile 14 arasi kadar sonuc gösteriliyor
  1. #11
    Escobar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Kurucu Admin
    Üyelik tarihi
    29.Haziran.2014
    Mesajlar
    6,641
    Mentioned
    4202 Post(s)
    Tagged
    87 Thread(s)
    b.b.c.c. Hz. Ali ile Muaviye Arasındaki Mücadele’nin Mezheplerin Doğuşundaki Etkisi

    Hz.Osman'ın öldürülmesinden sonra, Hz.Ali, hilafet makamına getirilmiştir. Ancak, Ali'nin, çoğunluğun desteğini almış olmasına rağmen, Müslümanların birlik beraberliklerini sağlamadığını görmekteyiz. Muaviye, Şam'da, Ali'ye bey'at etmeyi reddetmiştir. Talha, Zübeyr ve Aişe, Osman'ın intikamı adı altında Ali'ye karşı ayaklanmış ve Cemel Savaşı olmuştur. Bazı Müslümanlar da, "hangi tarafın haklı olduğunu bilmediklerini" ileri sürerek tarafsız kalmayı tercih etmişlerdir. Muaviye, Osman'ı Ali'nin öldürdüğünü ile sürerek, onun kanını talep adı altında, Ali'ye karşı bayrak açmıştır. Şam Ümeyye Camii'nde Osman'ın kanlı gömleği ve karısının kesik parmakları sergilenerek, kitleler Ali'ye karşı ayaklanmaya çağrılmıştır. Öyle zannediyoruz ki, Muaviye'nin bu politik tavrının arka planında tarihî Emevî-Haşimî mücadelesinin aranması pek yanlış olmaz. Muaviye'nin Osman'ın kanını talep perdesi arkasına sakladığı iktidar hırsı, kabilecilik zemininde, onu iktidara sürüklemiştir. Tartışmayı, Ali-Muaviye mücadelesi olarak değil de, kabilecilik zemininde Ali-Osman tartışması halinde yürütmesi, onun politik dehasının ilginç bir ürünü olarak kabul edilebilir. Muaviye'nin tavrı, Müslümanları Sıffin Savaşı'nda karşı karşıya getirmiştir. Savaş'ın seyri esnasında Kur'an sayfalarının mızrakların ucuna takılması, bir grubun Ali'yi, savaşın sonucunun hakemlere havale edilmesi konusunda zorlaması, Hakem Olayı'nı hazırlamıştır. Hakem olayının sonunda, Hariciler adı verilen yeni bir oluşumun başladığını görmekteyiz. Bütün bu olaylar, daha sonraki mezheplerin oluşmasında etkili olacak pek çok problemin su yüzüne çıkmasına sebep olmuştur. Büyük günah meselesi, imamet meselesi, amel-iman bütünlüğü meselesi bunların başında gelmektedir. Bu dönemde ortaya çıkan siyasî tartışmalar, daha sonra ortaya çıkan mezheplerin bu konularda tavır belirlemelerine yol açmıştır. Bu olaylarla ilgili tartışmalar, asırlar boyu Müslümanların kafalarını meşgul etmiştir. “Erken dönem idealizasyonu” bu olayların Müslümanları nasıl rahatsız ettiğinin bir göstergesidir. Olayları anlayamayanlar, olayların geçtiği dönemi idealize ederek tartışma dışına çekmeye çalışmışlardır. Kaos ortamı, Haricîleri, “karizmatik bir toplum” oluşturma noktasına doğru sürüklemiştir.

  2. #12
    Escobar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Kurucu Admin
    Üyelik tarihi
    29.Haziran.2014
    Mesajlar
    6,641
    Mentioned
    4202 Post(s)
    Tagged
    87 Thread(s)
    b.b.d. İslâm’ın İnsana Tanıdığı Düşünce Özgürlüğünün ve Kur’ân’ın Bazı Özelliklerinin, Mezheplerin Doğuşundaki Etkisi

    İslâm insan için, insanın dünyâ ve ahiret mutluluğu için gelmiş bir dindir. İnsanın insanlığını gerçekleştirebilmesi için gerekli olan yüksek evrensel değerler, Kur'an'la insanlığa sunulmuştur. Kur'an, insanın Allah'ın halifesi olduğunu bildirmektedir . Göklerde ve yerde olan her şey, Allah'ın halifesi olan "insan"ın emrine verilmiştir; insanın madde üzerinde tasarruf hakkı vardır. Kur'an, ısrarla,"insan"ın düşünmesini, aklını kullanmasını, ibret almasını istemektedir. Düşünen insan, ister istemez farklı görüşlere, farklı değerlendirmelere gidecektir. İslâm, hiç bir alanda, insan düşüncesine ket vurmamıştır. İnsanın olduğu her yerde, akıl önplanda olmak durumundadır. Vahyin muhatabı, vahyi anlayacak olan akıldır. İslâm'ın akıllı olan kimseleri, sorumluluk üstlenecek yaşa geldikleri zaman sorumlu tutması boşuna değildir. İşte, İslâm'ın akla sınır koymaması, ısrarla insanın düşünmesini, aklını kullanması istemesi, mezheplerin doğuşunda etkili olan hususlardan birisidir. Her insan başlı başına bir dünya olduğuna göre, her insanın farklı düşünme, farklı anlama hakkı her zaman vardır. İnsanın yapısından, dinin her zaman diliminde yeniden anlaşılma zaruretinden kaynaklanan görüş ayrılıkları, bir zenginlik belirtisidir. Bu, insanoğlunun fikrî gelişmesinin, çevresini bir dünya haline getirme arzusunun sonucudur. Ancak, görüş ayrılıkları, eleştiriye kapalı bir zeminde kurumlaşmaya başladığı zaman, zenginlik olan farklılıklar, insanların birbirlerini anlamalarını güçleştiren ciddi engeller haline gelebilmektedir. Eleştiriye kapalı zeminlerde oluşan düşünce gelenekleri, insanın özgürce düşünmesini, neredeyse imkansız hale getirmektedir. Bu durum, düşünce özgürlüğünün kötüye kullanılması demektir. Kur'an, insanların kendisine yaklaşması konusunda hiç bir ön şart getirmemiştir. Kur'an'a eğilen her insan, kendi yeteneklerine, bilgi birikime, kültürüne göre, ondan bir şeyler anlamak durumundadır. Sağlıklı sonuçlara ulaşabilmek için, Kur'an'a "bütüncü bir yaklaşımla" bakmak gerekmektedir. Ne var ki,"bütüncü yaklaşım" her zaman kolayca yakalanabilecek bir husus değildir. Bu sebepten, bazı Müslümanlar, zaman zaman, bazı Kur'an âyetlerini alarak, onları kendi görüşleri doğrultusunda,yanlış bir şekilde delil olarak kullanma yoluna gitmişlerdir. Mezheplerin doğuşunda ve görüşlerinin sistematize edilmesinde bu duruma sıkça rastlamak mümkündür. Vahiylerin üslûbu ve Kur'an'da bulunan "müteşabihler" adı verilen ve ancak Kur'an'ın bütünlüğü içinde anlaşılabilecek olan bazı âyetler de, din anlayışında farklılaşmalara sebebiyet vermiştir. Kur'an'da "Allah'ın eli", "Allah'ın yüzü" gibi bazı deyimler geçmektedir. Bazı müslümanlar, bunlardan hareketle Allah'ın insan gibi elinin, yüzünün ve diğer organlarının bulunduğunu ileri sürmüşler ve buna bağlı farklılaşmaların içine düşmüşlerdir. Diğer taraftan, "Kur'an'ın İslâm'ı", evrenseldir; bütün zamanların ve mekanların dinidir. İslâm'ın bu özelliği, onun her zaman diliminde, çağın getirdiği birikimden de yararlanılmak suretiyle yeniden anlaşılmasını ve yorumlanmasını bir anlamda zorunlu hale getirmektedir. Ne var ki, bu her zaman böyle olmamıştır. Müslümanlar, özellikle hicrî üçüncü asırdan sonra, "ictihat kapısının kapandığı" ya da "ictihat yapacak ehil kimselerin bulunmadığı" şeklinde birtakım İslâm'ın özü ile bağdaşmayan görüşlerin arkasına sığınarak, İslâm'ın evrenselliğine zarar veren anlayış biçimlerinin içine düşmüşler ve belli bir zaman diliminde oluşan anlayış biçimini evrenselleştirerek daha sonraki asırlara taşıma yoluna gitmişlerdir. Böylece İslâm,anlayış planında, kısmen de olsa dondurulmuş olmaktadır. İslâm'ın belli bir zaman diliminin özelliklerine göre şekillenmiş olan anlaşılma biçimi, sadece o dönem insanını mutlu kılabilir. Bunu diğer asırlara taşımak, ister istemez, dinin özü ile bağdaşmayan çarpık oluşumlara yol açmaktadır. Çünkü, dondurulmuş olan anlayış biçimi, sosyal değişme olgusu ile izah edilebilecek yeni oluşumlar karşısında yetersiz kalmak durumundadır. İslâm'ın belli bir dönemi ilgilendiren anlaşılma biçiminin dondurulmuş olması, hem itikat alanındaki zenginleşme sürecini durdurmuş, hem de İslâm'ın hayatla bütünleşme, insanı mutlu kılma imkânını azaltmıştır. Böylece, İslâm alimlerinin muayyen bir zaman diliminin özelliklerine göre biçimlenmiş olan görüş ve düşünceleri de tabulaştırılır hale gelmiştir. Bir âlim ne kadar büyük olursa olsun, içinde yetiştiği kültürün ürünü olmaktan öteye gidemez. Tabu haline getirilen görüş ve düşünceler de, bir yandan gelecekteki daha sağlıklı olması muhtemel oluşumları engellerken, diğer yandan da, İslâm'ın anlayış planında insan fıtratı ile uyumunu zedelemeye başlamıştır. Sonunda, "Kur'an'ın İslâm'ı"ndan ayrı bir Müslümanlık ortaya çıkmıştır. Başka bir deyişle, İslâm ve Müslümanlar, örtüşme noktaları pek de fazla olmayan farklı alanlarda kalmıştır. İslâm, bir din olarak Hz.Peygamber'in sağlığında tamamlanmıştır. Böylece, insanlığın din ihtiyacını karşılamak durumunda olan evrensel ilkeler, tartışılamayacak bir biçimde yerlerini almıştır. Ne var ki, tarihi akış içerisinde Müslümanlar, İslâm'ın evrensel ilkelerini esas alarak, içinde yaşadıkları zaman dilimine göre, vahyî öze uygun anlayış biçimini geliştirmeye çalışacakları yerde, hayatın bütün ayrıntılarını bir anlamda dinleştirmişlerdir. İnsana özgü olan,zamana ve zemine göre değişmek durumundaki birtakım ayrıntıların din haline getirilmesi, zamanla, şartların da zorlamasıyla, dinin özüyle uyum sağlayamayan oluşumlara yol açmıştır.

  3. #13
    Escobar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Kurucu Admin
    Üyelik tarihi
    29.Haziran.2014
    Mesajlar
    6,641
    Mentioned
    4202 Post(s)
    Tagged
    87 Thread(s)
    b.b.e. Mezheplerin Doğuşunda İslam’ın Geniş Bir Coğrafyaya Yayılmasının ve Başka Kültür- Medeniyetlerin Etkileri

    Kültürel etkileşme, insanın sosyal bir varlık oluşunun getirdiği sonuçlardan birisidir.Tarih boyunca,güçlü kültür ve medeniyetler,daima zayıf kültür ve medeniyetleri etkisi altına almıştır.Bunun yanında,bir kültüre ait birtakım motifler,zaman zaman,hem başka kültürleri etkilemiş,hem de o kültürün içinde bazı yeni oluşumlara yol açmıştır.Mezheplerin oluşumunda kendisini gösteren farklılaşmaların bir kısmı da muhtelif kültür unsurlarının etkisiyle vücut bulmuştur. İslâm Mezheplerinin doğuşuna etki eden kültür unsurlarını ararken, işe, Cahiliyye dönemi Arap kültüründen başlamakta fayda vardır. İslâm dini, doğuş döneminde arap kültüründen gelen,İ slâm'a aykırı olan unsurları dışlamış; fakat, İslâm'a ters düşmeyenler konusunda, ya sessiz kalmış ya da onu benimsemiştir. İslâm'ın dışladığı unsurlardan bir kısmı zamanla tekrar etkin olmaya başlamıştır. Meselâ kabilecilik İslâm'ın hoş görmediği, reddettiği bir kültür unsurudur. Buna rağmen, Hz.Peygamber'in vefatını müteakip ortaya çıkan olaylarda hemen,yeniden etkisini hissettirmeye başlamıştır. Hz.Osman'ın halife olmasıyla birlikte,bu kabileciliğin bütün ağırlığı ile tekrar su yüzüne çıktığını görmekteyiz. Hariciliğin doğuşunda en önemli etkenlerden birisi olan "Kureyşin Merkezî otoritesine tepki" , bu kabilecilik anlayışının ilginç ve değişik tezahürlerinden birisidir. Bazı araştırıcılar,Hariciliğin doğuşunda etkili olan sebeplerden birisi olarak "Bedevî Arapların yerleşik hayata geçiş sürecinde karşılaştığı güçlüklerden" sözetmektedirler Bu durum da bize, yine İslâm Öncesi Arap kültürünün izlerinin hatırlatmaktadır. Diğer taraftan,Arapların tarihî kabilecilik anlayışına bağlı olarak ortaya çıkan siyâsî olaylar, Arapların diğer kavimlere üstten bakışları de ister istemez,yeni müslüman olanların muhtelif alanlarda birtakım farklılaşmaların içine girmelerine sebep olmuştur. İslâm'ın geldiği ortamda,özellikle Medine'de yaşayan Yahudiler ve bunların sahip oldukları bir Yahudi kültürü vardır.İslâm'ın yayılma sürecinin hızlanması ile birlikte, anlayış planında Yahudi kültürünün fevkalâde etkili olduğunu görmezlikten gelmek mümkün değildir. Hızla yayılan İslâm,bir yandan oturma sürecini devam ettiriken,diğer yandan da o dönemin üç büyük medeniyeti olan Mısır,Roma ve Sasanî medeniyeti ile yüz yüze gelmiştir. Bilhassa hicrî ikinci asırdaki mezhebî oluşumlarda,bu üç medeniyetin de derin izlerini bulmak imkan dahilindedir.Her şöyden önce,İslâm'ın yayılması ile birlikte,bu üç medeniyete mensup insanlar müslüman olmuşlardır.Bunlar,eskiden mensup oldukları dine ve kültüre ait unsurları,ister istemez din anlayışlarına yansıtmak durumunda kalmışlardır.Hicrî ikinci asırda tarih sahnesine çıkan Şiîlik,daha çok Sasanî medeniyetinin ve Fars kültürünün izlerini taşımaktadır. Şia'nın imamet nazariyesinin temelinde,"yarı tanrı kral" kültünün yattığı söylenebilir. Bu kültürde varolan karizmatik lider anlayışı, Hz.Ali'nin ve soyundan gelen imamların yanılmaz, hatasız, günahsız mâsum kimseler oldukları şeklinde ifadesini bulmuştur. Şiilikteki "ızdırap çekme" motifinin de Hıristiyan kültürüyle irtibatlandırılması mümkün gözükmektedir. Öte yandan, gerek Şiilikte,gerekse Sünnî anlayışta kendisini gösteren Mesih-Mehdi inancının da, daha çok Yahudilikten ve Hıristiyanlıktan etkilenerek şekillendiğini söylemek, pek yanlış olmasa gerektir. Çünkü, Kur’ân’ın inanç esası olarak belirlediği hususların arasında, bir “mesih-mehdi” inancı yoktur. Kur’ân, kendisinin “mehdî” olduğunu belirtmektedir. Diğer taraftan, mezheplerin doğuşunda, iktisâdî ve coğrafî amillerin de etkili olduğu bilinmektedir. İktisâdî unsurlar, tarihin her döneminde,sosyal hayatın tabiî akışında etkili olmuştur.

    c. Mezheplerin Genel Çerçevede Kur'ân'a Bakışları Din anlayışındaki farklılaşmaların kurumlaşmaları sonucu oluşan mezhepler, içinde yaşanılan sosyo kültürel ortamın etkisiyle, özellikle inanç noktasında diğer Müslümanlardan kendilerini ayıran hususları zamanla önplana çıkartmışlardır. Mezheplerin doğuşuna yol açan farklılaşmaların başlamasında, Kur'ân'ın insan aklına tanıdığı geniş hareket alanının, Kur'ân'ın birtakım özelliklerinin etkili olduğu kuşkusuzdur. Düşünen insanlar, ister istemez bazı konuları farklı anlayacak, farklı yorumlayacak ve farklı değerlendireceklerdir. Ancak, Kur'an, ısrarla, insanların bilmedikleri şeyin ardına düşmemelerini zanla hareket etmemelerini, konuştukları zaman delillere dayanmaları gerektiğini hatırlatmaktadır. Kur'ân, samimiyetle kendisine yaklaşanları bir ölçüde terbiye etmekte, onların keyfî hareketlerini sınırlamaktadır. Bu doğrultuda düşünecek olursak, düşünen Müslümanların Kur'ân'la organik bağları devam ettiği müddetçe, farklılaşmaların kurumlaşmasına yol açacak oluşumlardan ister istemez uzak kalacağını söyleyebiliriz. Çünkü Kur'ân, insanları hep birden "Allah'ın ipine sarılmaya çağırmaktadır Kur'ân, insanların serbestçe düşünmelerine imkân sağlayan, ancak görüş ayrılıklarının kurumlaşmasını, insanların birbirlerine düşman hale gelmelerini önleyen, evrensel boyuta sahip bir zemin hazırlamıştır. Teorik olarak, Kur'ân'a yaklaşıldıkça, derin görüş ayrılıklarının en aza inmesi gerekeceği söylenebilir. Ne var ki, aynı Kur'ân'a inanan Müslümanlar, Kur'ân'ı bile kendi görüşleri için delil olarak kullanmaktan pek çekinmemişlerdir. Görebildiğimiz kadarıyla, Müslümanlar, inanç ve gönül dünyâlarını Kur'ân'a göre şekillendirecekleri yerde, Kur'ân anlayışlarını kendi görüşleri ve arzuları istikâmetinde şekillendirmeyi tercih etmiş gibidirler. Mezheplerin Kur'ân'a bakışları da, daha çok kendi görüşlerinin genel çerçevesinde şekillenmiştir. Bütün mezhepler, hangi zaman diliminde ortaya çıkmış olurlarsa olsunlar, kendilerini Hz.Peygamber dönemiyle irtibatlandırabilmek için çok özel bir gayret sarfetmişlerdir. Mezheplerin lehinde veya aleyhinde Hz.Peygamber'e bir şeyler söyletme gayreti bunun çarpıcı bir delilidir. Hz.Peygamber'in sağlığında ne Hariciler, ne Şia, ne Mu'tezile, ne Mürcie vardır. Fakat, bu mezheplerin taraftarları, kendilerinin hak mezhep olduklarını ispatlayabilmek için, ya da karşılarında yer alan mezheplerin bâtıl mezhep olduklarını gösterebilmek için, Hz.Peygamber'e birtakım sözler söylettirmekten geri durmamışlaradır. Diğer taraftan, hemen hemen bütün mezhepler, kendi görüşlerinin doğruluğunu ortaya koyabilmek, düşünce ve davranışlarını meşruiyet zeminine oturtabilmek için, çok rahat bir şekilde Kur'ân'ı kullanmışlardır. Bu durumun, bir fıkradaki, namaz kılmayışını Kur'ân'la temellendirmek isteyen, "Kur'ân, namaza yaklaşmayın (lâ tekrabu's-salah) buyuruyor" diyerek delil bulmaya çalışan, âyetin devamının okunması istendiğinde "Ben hafız değilim" diyen zihniyete çok benzediğini belirtmekte fayda vardır.

  4. #14
    Escobar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Kurucu Admin
    Üyelik tarihi
    29.Haziran.2014
    Mesajlar
    6,641
    Mentioned
    4202 Post(s)
    Tagged
    87 Thread(s)
    d. Kur’ân’ın Siyasî Meselelere Bakışı

    Kur'ân, siyasî meselelerle ilgili olarak, evrensel nitelik taşıyan genel ilkelerin dışında herhangi bir belirlemede bulunmuş değildir Bu genel ilkeleri, işlerin ehline verilmesi , vahiyle belirlenmemiş konularda müşavere ile hareket edilmesi insanlar arasında adaletle hükmedilmesi, "Allah'a, Peygamber'e ve mü'min emirlere itaat edilmesi" bilinmeyen şeyin desteklenmemesi şeklinde sıralamak mümkündür. Kur'ân'ın istediği ahlâklı ve âdil toplum, Kur'ân'ın dikkat çektiği ilkeler doğrultusunda müslümanlar tarafından,sosyal değişme olgusu çerçevesinde şekillenecek olan siyasî sistemlerle idare edilecektir. Kur'ân, insanı ilgilendiren siyasî sorumluluğu, temel ilkeleri vererek insana bırakmıştır. Diğer taraftan, Kur'ân, insanlar arasında tek üstünlük ölçüsünün "takvâ" olduğunu Hucurât sûresinin 13. âyetinde çok açık olarak belirtmiştir: "Ey İnsanlar! Doğrusu Biz sizleri bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi milletler ve kabileler haline koyduk ki birbirinizi kolayca tanıyasınız. Şüphesiz, sizin Allah katında en üstün olanınız, en müttakinizdir. (O'na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır). Allah bilendir, haberdardır". Bu ayette "birbirinizi kolayca tanıyasınız" şeklinde tercüme edilen Teârüf kelimesi "hem birbirini bilmek, tanımak, anlamak manasındadır, hem de karşılıklı yükselmek" Bakara sûresinin 148, Mâide sûresinin 48. âyetlerinde "Hayırlı işlerde birbirinizle yarışın" buyrularak "Allah katında en değerli insanın nasıl olacağına" dikkat çekilmektedir. "Allah katında en üstün olanınız en müttakinizdir" âyeti, Kur'ân'ın bütünlüğü içinde değerlendirildiği zaman, başta soy-sop olmak üzere, fakirlik-zenginlik, güzellik- çirkinlik gibi yapay değer ölçülerinin genel-geçer fonksiyonelliğini ortadan kaldırmaktadır. Bu çerçevede, "Eğer mü'minseniz, en üstün olanlar sizlersiniz" âyeti, gerek Sünnî anlayışta yer edinen "Kureyşlilik" meselesinin, gerekse Şiî anlayışın tipik özelliklerinden olan karizmatik "Ehl-i Beyt" kavramının vahyî temellerden yoksun olduğunu gözler önüne sermektedir. Hucurât sûresinin 11.âyetinde yapay üstünlük ölçülerine dayalı tavırlar kınanmaktadır: "Ey İmân edenler,bir kavim diğer bir kavmi istihzaya kalkmasın,mümkündür ki berikiler ötekilerden daha hayırlıdır..". Kur'ân, bir kimseyi peygamber olarak seçme yetkisinin sadece Yüce Allah'a ait olduğunu bildirmekte, sırf peygamberlik için yaratılmış bir kavim veya sülaleden bahsetmemektedir. "Hz.İbrahim'i ve aynı soydan Hz.İshak'ı peygamber kılan Cenab-ı Hak, bunların neslinden gelenlerin içinde, iyilerin de, zalimlerin de bulunduğunu bildirmektedir. Hz.Nuh'un ve İbrahim'in zürriyetlerinde peygamberlik ve kitap verilenler bulunduğu ifade edildikten sonra, aynı zürriyetin ekseriyetini fâsıkların teşkil ettiği beyan edilmektedir. Bir peygamberin babası Allah düşmanı olabildiği gibi, oğlu dahi babasına tamamen ters bir karekter belirtebilir: Hz.Nuh, gemiye binmeyip karada kalan ve helâk olacağı muhakkak olan oğlu hakkında, Cenab-ı Hakka: 'Şu oğlum,ehlimden' diyerek, rahmet niyazında bulunduğu zaman, şu ilâhî cevabı almıştır: 'Ey Nuh! o senin ehlinden sayılmaz, onun davranışı salih bir amel değildir'.
    "Hz.İbrahim'e Cenab-ı Hak: 'Seni insanlara İmam (başkan) yapacağım' buyurduğu zaman, bu Peygamber:'benim zürriyetimden de' diyerek, kendi sülalesinden de imamlar gelmesi niyazında bulunmuş, fakat şu cevabı almıştır: 'Benim ahdim (vazife teklifim) zâlimlere erişmez'.
    "Bu Kur'ânî delillerden anlıyoruz ki, peygamberlik makamı bir sülale imtiyazı değildir. Bu vazife o sülale mensuplarına herkesten farklı bir imtiyaz, ayrı bir fazilet sağlamaz. Peygamber çıkarmış bir kavim, sırf bu vâkıa dolayısıyle, öteki kavimler üzerinde hiç bir üstünlük iddiasına girişemez". Kur'ân'ın bu tavrı ortada dururken, sırf Hz.Peygamber içlerinden çıktı diye Kureyş kabilesine herhangi bir üstünlük atfetmek mümkün olmadığı gibi, Haşimoğullarına, ya da Ali b.Ebî Talib'in Fatıma'dan olan soyuna diğer insanlardan farklı özel bir konum belirlemek de mümkün değildir. "Hz.Peygamber'in mü'minler arasındaki mevkiine işaret eden bir âyette, ailesini teşkil eden kimseler olarak, sadece hanımları zikredilmekte, kızları, damadları ve diğer akrabalarıyla ilgili hiçbir hususî hükme yer verilmemektedir. Peygamber mü'minlere, kendilerinden daha yakındır, zevceleri de -başkalarına nikahları haram olan- anneleridir'. Hz.Peygamber ve zevcelerinden ibaret olan aile halkına Kur'ân-ı Kerîm Ehlu'l-Beyt demekte ve bu tabir içine başka alınmasına da imkân bulunmamaktadır". Diğer taraftan, Hz. Peygamber'in özellikle Medine döneminde siyasî ve idarî tatbikatına baktığımız zaman,onun insanları görevlendirirken ön planda tuttuğu en önemli özelliği ehliyet olduğunu görmekteyiz. Hz.Peygamber, insanlara görev verirken, ne onların Kureyşli olmalarına, ne de Haşimoğullarından olmalarına dikkat etmiştir. Önemli olan bir işi başarabilecek kabiliyete sahip bir müslüman olmaktır

    Hazırlayan : Prof.Dr.HasanONAT

Sayfa 2 Toplam 2 Sayfadan BirinciBirinci 12

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu anda 2 kullanıcı bu konuyu görüntülüyor. (0 kayıtlı ve 2 misafir)

Benzer Konular

  1. Mezhep Ne Demektir? İtikatta Mezhep Nedir?
    Konu Sahibi Nartaneside Forum Dini Hikayeler
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 24.Aralık.2017, 12:34
  2. Nedensellik Kavramı
    Konu Sahibi Nartaneside Forum Sosyoloji
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 24.Eylül.2017, 19:06
  3. Doğuş - Yeniden Doğuş (2014)
    Konu Sahibi Peri Forum Türkçe Şarkı Sözleri
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 24.Aralık.2014, 20:21
  4. Namus Kavramı
    Konu Sahibi aSk Forum Serbest Bölge
    Cevap: 4
    Son Mesaj : 20.Ekim.2014, 16:24
  5. Zaman kavramı.
    Konu Sahibi JankAt Forum Serbest Bölge
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 11.Ekim.2014, 16:19

Bu Konu için Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  
gaziantep escort bayan gaziantep escort sesli sohbet seks hikaye onwin venüsbet giriş tipobet365 sahabet karabük escort ordu escort kars escort kocaeli escort izmit escort edirne escort ısparta escort karabük escort manisa escort adana escort
ankara escort ankara escort ankara escort bayan escort ankara çankaya escort kızılay escort kızılay escort ankara eskort ankara escort çankaya escort ankara otele gelen escort kayseri escort istanbul escort avrupa yakası escort çapa escort şirinevler escort avcılar escort beylikdüzü escort