mam Zeyd ve Mezhebi
İmam Zeyd (80 122 H.)
Îmam Zeyd´în Doğumu Ve Gençliği
İmam Zeyd Mücadele Alanlarında.
Hîşam B. Abdîlmelîk´e Karşı İsyanı
İmam Zeyd´in Savaşa Girişi Ve Şehîd Oluşu.
Savaştan Sonra.
İmam Zeyd´in Şahsiyet Ve Karakteri
İmam Zeyd´in Görüşleri
1- Siyasete Dair Görüşleri
2- Usûlu´d-Dln (Akaîd)´e Dalr Görüşleri
İmam Zeyd´in Fıkhı
El-Mecmu´ Adli Eserî
El-Mecmu´ Nasıl Yazıldı .
İmam Zeyd´in Fıkıh Ve Hadîsinin Genel Görünüşü.
İmam Zeyd´e Göre Aklın Görevi
İmam Zeyd´den Sonra Zeydiye Fıkıhının Durumu.
İMAM ZEYD ve MEZHEBİ[1]
İmam Zeyd (80 122 H.)
Hicrî birinci yüzyılın ikinci yarısının sonuna doğru Peygamber Şehrinde; kalbi İmanla dolu, nuru yüzünü heybet Ve celâl ile ay-dınlatan biri yaşıyordu. Bütün Medine onu seviyor, gelip geçenler onun adını ve üstünlüğünü anıyordu. O, mütevazı olduğu için yük-seliyor, insanlara kıymet verdiği için onlar da kendisini yüceltiyor, zayıfları sevdiği için de bütün insanlar onu seviyordu. Fakirlerin derdine ortak olur, yetimlere babalık şefkati gösterirdi. İşte bu zat; Hz. Hüseyin´in kılıçların ağzından kurtulan biricik oğlu Ali Zeynelâbidin idi. O şehidler babası ve Kerbelâ´daki korkunç zulmün ye-re serdiği Hz. Hüseyin´in nesli, işte bu zat ile devam etmiştir.
O, bu acıklı sahne üzerine durmadan ağlar ve üzüntüsünü bir türlü gideremezdi. Çünkü, Ehm Beytin bütün sevgili evlâtları öldü-rülmüş, böylece o, yalnız başına yaşamak zorunda kalmıştı. Bu ko-nuda kendisi bir kere şöyle söylemiştir:
Yakub (A.S.), Yusuf için gözleri kalana kadar ağlamıştır. Hal-buki o, Yusuf´un ölüp ölmediğini bilmiyordu. Ben ise, Ehl-i Beytim-den 10´dan fazla insanın bir kuşluk vakti gözlerimin önünde boğaz-landığını gördüm. Siz, onların acısının gönlümden gideceğini mi sa-nıyorsunuz
Ali Zeynelâbidin, ruhî elem ve üzüntüleri içerisinde bir merha-met kaynağı olmuş ve gönlü onunla dolup taşmıştır. O, cömert idi, borçluların borcunu öder, muhtaçların yardımına koşardı. Affet-mek, iyilikte bulunmak onun en büyük vasfıydı. Ondan şöyle bir olay rivayet edilir: Bir gün bir câriye ibriği eline almış, abdest al-ması için ona su döküyordu. Câriye, ibriği Ali Zeynelâbidin´in üze-rine düşürdü ve yüzünü yaraladı. Ali Zeynelabidin, kmayıcı bir edâ ile başını cariyeye doğru kaldırdı. Bunun üzerine câriye şöyle söyledi: Allah, Kur´an´da, «Öfkelerini yenenler» buyuruyor. O, öfkemi yendim dedi. Câriye, «İnsanları affederler» buyuruyor, dedi. O, se-ni affettim dedi. Câriye, «Allah, ihsan sahiplerini sever»[2] dedi. O da, sen, Allah yolunda hürsün, cevabını verdi.
İşte Ali Zeynelâbidm Hicaz ülkesinde, özellikle Mekke ve Medi-ne´de böyle asalet, büyüklük, merhamet ve iyilikseverlikle tanınmış-tır. O, halife çocuklarının ulaşamadığı bir dereceye yükselmiştir. Saltanatı olmadığı halde herkes ona saygı gösterirdi. Çeşitli yollar-dan rivayet edildiğine göre Hişam b. Abdilmelik, halife olmadan ön-ce hacca gelmiş, Kabe´yi tavaf ediyordu. Haceru´I-Esved´i eliyle se-lâmlamak için ne kadar çabaladiysa da kalabalıktan buna muvaf-fak olamadı. Nihayet kendisi için bir minber yapıldı ve onun üzeri-ne oturdu. Etrafını Şamlılar çevirmişti. Tam bu sırada Ali Zeynelâbidin belirip Haceru´I-Esved´i selâmlamak için yaklaşınca, halk, onun yolunu tam bir saygı ile açtı. O güzel bir kıyafet içerisinde va-karlı bir haldeydi. Hişam, küçümsiyerek, bu da kim » diye sordu. Orada bulunan şâir Ferezdak ileri atıldı ve şu kasidesiyle onu tanıttı:
İşte bu; ayak sesini bütün Hicaz´ın tanıdığı,
Beytullahm, Haramı Şerif ve çevresinin bildiği,
Allah´ın kullarının en hayırlısının oğludur.
İşte bu; takva sahibi ve tertemiz olan sancak,
Gördüğü zaman kendisine Kureyş´in
Cömertlikle fazilet kaynağı dediği kişidir,
Ki senin «Bu da kim » sözün eksiltmez onun kadrini,
Tanımazlıktan geldiğini senin Arab da iyi tanır, Acem de...[3]
Ali Zeynelâbidin, kendisini fıkıh ilmine ve hadîs rivayetine ver-miştir. O, tabiîlerden de hadîs rivayet etmiştir. Ehl-i Beytin fikir mi-rasını da muhafaza etmiştir. Ondan îbni Şihab ez-Zühri, hadis, riva-yet eder ve onu takdirle anardı. O, siyasetten uzak durdu ve tama-men kendisini İslâm ilmine verdi.
Onun çağında şiîlerin sapıkları (Gulât-i Şia) mevcut idi. Onlar-la karşılaştığı zaman tutumlarını tenkid eder ve onlan hakikat yo-luna çağırırdı. Rivayet edildiğine göre Irak´dan gelen bir topluluk onun etrafına oturmuş, Ebu Bekr ve Ömer (R.A.)´i kötü sözlerle anmışlardı. O, bunlara şöyle haykırdı: «Söyleyiniz, siz kimsiniz Yurt-larından ve mallarından uzaklaştırılan, Allah´ın fazlım ve yüksek rızâsını istiyen, Allah ve Resulünün yolunda koşan ilk muhacirler-den inisiniz » Onlar, hayır dediler. O, «Siz yurdu ve îmanı daha ön-ce tutmuş olan, kendilerine gelen muhacirleri sevenlerden misiniz » dedi. Hayır, dediler. O, bunun üzerine onlara şu cevabı verdi: Ken-diniz itiraf ettiğinize göre siz ne onlardan, ne de bunlardansınız. Ben tanıklık e´derim ki siz Allah´ın şu âyetindeki üçüncü zümreden de değilsiniz: «Onlardan sonra gelenler; Rabbimiz, bizi ve İmanda bizi geçen kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde İman edenlere karşı bir kin bırakma, derler.»[4] Bundan sonra onlara, benden uzaklası-nız; Allah lâyıkınızı versin, derneğinizi dağıtsın, siz İslâm ile alay ediyorsunuz ve îslâm ehli değilsiniz, dedi.[5]