İmam Mâlik(93 179 H.)

Soyu, Doğumu Ve Gençliği

İlim Tahsîlî

Îlim Tahsîlîndekî Gayreti

Tahsil Ettiği İlimler.

Hocaları

Medine´de Re´y Fıkhı

Îmam Mâlikin Ders Vermeye Başlayışı

Ders Verme Usûlü.

İmam Mâlikin Şahsiyet Ve Karakteri

1- Hafıza Ve Zekâsı

2- Sabır Ve Tahammülü.

3- Îhlâsı

İmam Mâlik Ve Kadılar:

4- Firaseti

5- Heybeti

İmam Mâlikin Yaşayışı Ve Geçim Kaynağı

Hükümdarlarla Îlişkisî

Mihneti

Vefatı

Görüşleri

İman Meselesi

Kader Meselesi

Kebîre Meselesi

Kur´ân-I Kerîmin Yaratılmış Olup Olmaması Meselesi

Kıyamet Günü Allah´ın Görülüp Görülmemesi Meselesi

Siyaset Ve Hilâfet Meselesi

İmam Mâlikin Fıkıh Ve Hadîsi

Kitab.

Sünnet

Medînelîlerin Amelî

Sahâbî´nin Fetvası

Kıyas, Îstihsan Ve Masâlîh-Î Mürsele.

Seddü´z-Zerâyi´

Eserleri

El-Muvatta´ Adlı Eseri

Mâliki Mezhebi´nin Gelişmesi Ve Yayılışı

Mâlikî Mezhebinin Yayıldığı Yerler.




İMAM MÂLİK ve MEZHEBİ[1]

İmam Mâlik(93 179 H.)


Irak´ta Küfe Mescidinde Ebu Hanife´nin ders halkaları vardı. Onun etrafını, metod ve istinbat ettiği fer´î fıkıh meselelerini gele-cek nesillere nakleden talebeleri sarmakta idi. Fıkhî görüşleri tale-beleri tarafından gelecek nesillere nakledilen en eski fakih, belki de odur. Buna muvazi olarak Medine´de de başka bir ders halkası var-dı. Bu halkayı başka bir İmam teşkil ediyor, onun etrafını da fıkıh ve hadis öğrencileri sarıyordu. O, ders halkasını, Peygamber (S.A.) in Mescidinde teşkil etmeyi ve aynı zamanda Emîru´l-Mü´minîn Ömer b. el-Hattab´ın, müslümanlann dâvalarını halletmek ve devlet işleri-ni düzenlemek için oturduğu yerde oturmayı tercih etmişti. Hicrî II. yüzyılın II. yarısında Peygamber´in Mescidine girenler burada yaşlı, top sakallı, kumral yüzlü, Uzun boylu ve heybetli bir üstadla karşılaşırdı. Etrafını çevreleyenler, heybetinden dolayı onun yüzüne doğrudürüst bakamazlardı. İşte bu zat, Hicret Yurdu´nun îmam´ı Mâlik b. Enes idi. Allah ondan razı olsun![2]



Soyu, Doğumu Ve Gençliği


En sağlam rivayetlere göre İmam Mâlik, 93 H. yılında Medine´-de Yemen kabilesine mensup Arab asıllı bir ana - babadan doğmuş-tur. Babası Yemenli Zû Asbah kabilesine mensup olup adı Enes b. Mâlik b. Ebî Âmir el-Asbahi´dir. Annesi de, yine Yemen´in Arab kabi-lelerinden el-Ezd kabilesine mensup olup adı Âliye Binti Şureyk el-Ezdiyye´dir.

İmam Mâlik´in dedesi Mâlik, Yemen´in bir valisinden gördüğü zulüm üzerine Msdîne´ye gelip yerleşmiş ve Kureyş´e mensup olan Benî Teym b. Murra kabilesiyle hısım olmuştur. Sonra bu kabile mensuplarıyla dostluk (velâ´) akdetmiş ve gerekince kendisine yar-dım etmelerini sağlamıştır. Mâlik ailesi, Medine´ye yerleştikten son-ra bu aileye mensup olanların çoğu kendisini ilim, hadîs, sahâbîlerin haber ve fetvalarını rivayete vermiştir. İmam Mâlik´in dedesi büyük tabiîlerdendi. Ondan, oğlu, yani İmam Mâlik´in babası Enes ve Ebu Süheyl diye anılan Nâfi´ birçok rivayetler yapmıştır. Bura-da adı geçen Ebu Süheyl, rivayete en çok önem veren biri olup îbni Şihp,b ez-Zühri´nin hocaları arasındadır. Gerçi îbni Şihab yaşça on-dan pek farklı değildi. İbni Hacer´in «Fethu´1-Bârî» sinde aynen şöy-le denilmektedir: «Ebu Süheyl Nafi´ b. Ebî Enes b. Mâlik b. Ebî Âmir, İsmail b. Ca´fer´in hocasıdır. O, Zührî´nin de hocaları arasında olup Zühri´nin talebeleri de ona yetişmiştir. Yani Ebu Süheyl, Zührî´den sonra vevat etmiştir.[3]

O halde İmamamız, ilim ve hadis rivayetiyle meşgul olan bir ailede doğup büyümüştür. Gerçi babası, rivayet bakımından dedesi Mâlik ile amcası Ebu Süheyl´in seviyesinde değildi. Buna göre onun gençliğinde ilim ve rivayete yönelişi, başka bir sanata meyletmeyi-şi, hattâ kendisini tamamen ilme verişi normal birşeydir. İmam Mâ-lik´in «Nadr» isminde bir kardeşi vardı ki o da hadis tahsil etmiş, tâbiîn´in bilginlerinden ayrılmamış, onlardan ilim öğrenmiştir. İmam Mâlik, rivayete yöneldiği zaman kardeşinin şöhretine binaen Ahu´n-Nadr (Nadr´m kardeşi) diye biliniyordu. Daha sonra kendi şöhreti kardeşini bastırdı ve tersine Nadr, Ahû-Mâlik (Mâlik´in kardeşi) di-ye anılmaya başladı.

Onu, hem aile muhiti, hem de umumî çevresi ilme ve ilim tahsi-line yöneltiyordu. Çünkü yaşadığı muhit, Uz. Peygamber´in hicret ettiği, şeriatın vatanı, nurun kaynağı, ilk İslâmî hükümlerin vaz´edil-diği, Uz. Ebu Bekr, Ömer ve Osman devirlerinde İslâm´ın merkezi olan Peygamber Şehri Medine idi. Uz. Ömer devri, Kur´an ve Pey-gamber´in Sünnetinden istinbat edilen İslâmî hükümler üzerinde itti-fak hâsıl olan bir devirdir ki, bu hükümler, aynı zamanda İslâmi-yet´in gölgesinde gelişen medeniyetler için çok yararlı olmuştur.

Medine, Emevîler devrinde de şeriatın merkezi ve âlimlerin mer-cii olmaya devam etmiştir. Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Zübeyr ile Abdulmelik b. Mervan´ın istişare ettiği bir sahâbî idi. Abdullah b. Ömer bunlara: «Eğer meşveret yapmayı istiyorsanız hicret ve sünnetin yurdundan ayrılmayınız», diye yazmıştır. Ömer b. Abdil-aziz, diğer ülkelerdeki müslümanlara sünnetleri öğretmek için, Me-dînelilere de yanlarında bulunan ve geçmişlerden kendilerine inti-kal eden şeyleri sorup öğrenmek içih yazılar yazmıştır.

İşte İmam Mâlik´in gençliğinde Medine bu durumda idi. Yâni hicret yurdunun İmamı, bu Peygamber Şehrinin ve kendisini ilme sevkeden aile muhitinin gölgesinde yetişmiştir.[4]



İlim Tahsîlî


İmam Mâlik, önce Kur´an-ı Kerîm´i hıfzetmiş ve ailesine, amcası ve ağabeyi gibi, kendisinin de ilim meclislerine gidip okumasını tek-lif etmiştir. Ailesi de onun bu isteğini müsbet karşılamış ve bu hu-susta kendisine en çok annesi ilgi göstermiştir. Annesine, ilim tah-sili için gitmek istediğini söylediği zaman O, kendsne en güzel elbi-seleri giydirmiş, sarığını sarmış ve: «Şimdi git, oku ve yaz...» de-miştir. Annesi sadece Mâlik´in kıyafetine önem vermemiş, aym za-manda onun tahsil edeceği hocaları da seçmiştir. O, oğluna;´«Rabîa1 ya git, onun ilim ve edebini öğren», derdi. Bu Rabia, Medine´de re´y ile meşhur olan büyük bir fakihtir. Annesinin bu teşvikiyle İmam Mâlik, Rabiatu´r Re´y´in derslerine devam etmiş ve genç yaşında on-dan re´y´e dayanan fıkhı öğrenmiştir. Hattâ bir çağdaşı; «Mâlik´i, Rabia´nın ders halkasında gördüm, kulağında askıküpe (şenf var-dı), demiştir[5].

Bundan sonra Mâlik, daldan dala konan ve her istediği ağacın, meyvesinden faydalanan bir kuş gibi, bütün âlimlerin meclislerine gidip gelmiştir. Fakat onun yanından hiç ayrılmadığı, kendisine dai-ma mürşidlik yapan bir hocası olması gerekirdi ki O, İbni Hürmüz´ü böyle bir üstad olarak kabul etmiş ve yanından ayrılmamıştır. Genç bir talebe olan Mâlik, hocasına karşı büyük bir hayranlık ve mu-habbet duyar ve onun ilmini takdir ederdi. O, hocası hakkilicla şöy-le der: «İbni Hürmüz´ün derslerine onüç sene devam ettim. Ondan öyle ilimler öğrendim ki, bunların bir kısmını halkdan hiç kimseye söylemiyorum. O, hava ehlini red bakımından ve insanların ihtilâf ettikleri şeyler hususunda onların en bilgini idi.» Mâlik, hocasının edebiyle edeplenmiş, onun ilim ve hikmetini ögrenniaştir. O, bu hu-susta der ki: «İbni Hürmüz´ün şöyle dediğini ismini: Bir âlim, ta-lebesine «lâ edrî bilmiyorum» demeyi miras olarak bırakmalıdır. Tâ ki böyle söylemek, onların ellerinde sığınacakları bir vâsıta ol-sun. Onlara bilmedikleri bir şey sorulduğu zaman «lâ edri bilmi-yorum» diyebilsinler.» Mâlik´in talebelerinden îbni Vehb; «İmam Mâlik, kendisine sorulan şeylerin çoğuna «bilmiyorum diye cevap verirdi», demiştir.

İşte İmam Mâlik´in böylesine tesirinde kaldığı îbni Hürmüz, Ab-durrahman b. Hürmüz olup el-A´rac " topal» lakabıyla meşhurdur. O, Haşımîlerin azatlısı idi. Muhaddis ve kıraat ehli tabiîlerden-dir. Ebu Hureyre, Ebu Said el-Hudrî, Muaviye b. Ebî Süfyan gibi sahâbîlerden rivayet etmiştir. Kendisinden de ez-Zührî ve Ebu´z-Zinad gibi birçokları rivayet etmiştir. îbni Hürmüz, 117 H. yılında vefat etmiştir.[6]



Îlim Tahsîlîndekî Gayreti


İmam Mâlik, ilim tahsili için her türlü gayreti göstermiştir. Ça-ğındaki bütün bilginlerden faydalanmış ve ilim uğrunda hiçbir şe-yini esirgememiştir. Bu uğurda her türlü meşakkate katlanmış ve bütün varını yoğunu harcamıştır. Hattâ tahsil uğruna evini dahi sat-mıştır. O, hocalarının hiddetine katlanır, şiddetli sıcak ve soğuklar-da onların yanına gidip ilim öğrenirdi. Kendisi şöyle der: «Ben, öğ-le vakitlerinde Nâfi´a gelirdim. Güneşten korunmak için hiçbir ağaç bulamazdım. Dışarı çıkacağı zamanı gözetlerdim. Dışarı çıkınca onu bir an için terkeder ve görmemiş gibi davranırdım. Sonra önüne ge-çer, kendisine selâm verir ve yine onu terkederdim. Nihayet o içeri girince ben de arkasından girer ve kendisine; İbni Ömer şu mesele-ler hakkında nasıl düşünüyordu diye sorardım. O da, bu sorularımı cevaplandırırdı. Fakat, daima hiddetli idi.»[7]

Adı geçen Nafi´, Abdullah b. Ömer´in, azatlısı olup onun ilmini, Peygamber´den yapmış olduğu rivayetleri, sahâbîlerin amelini ve özellikle Emîru´l-Mü´minîn Ömer el-Faruk´un tatbikatını nakletmiştir.

Yukarıdaki ifadeden, İmam Mâlik´in güneşin sıcağına nasıl kat-landığını, hocasının hiddetinden nasıl korktuğunu, ondan Abdullah b. Ömer´in ilmini öğreninceye kadar nasıl sabır gösterdiğini anlıyabiliriz. Hocasına yük olmamak ve onu, sorularına cevap vermek hu-susunda bıktırmamak için nasıl titizlik gösterdiğini görmekteyiz. O, Uzun zaman hocasını bekliyor, onunla karşılaşınca selâm veriyor, sonra susuyor ve daha sonra soruyordu.

İmam Mâlik, îbni Şihab ez-Zührf den de ders almak hususunda çok gayret gösterirdi. O, Said b. el-Müseyyib gibi birçok tabiîlerden de ilim tahsil etmiştir, Saîd b. el-Müseyyib ile görüşmek için de, Nâfi´ ile görüşmek için gösterdiği gayreti göstermiştir. İbni Şihab ile görüşmek için de aynı şekilde davranırdı. îbni Şihab ile görüşmek için onun boş vakitlerini kollar ve sakin bir atmosfer içerisinde on-dan istifade ederdi.

İmam Mâlik´den şöyle rivayet edilmiştir: «Bir bayram günüy-dü. Kendi kendime, bugün îbni Şihab boş olur dedim ve camiden çı-kıp onun kapısında bekledim. O, cariyesine: Bak kapıdaki kimdir dedi. Câriye kapıya baktı ve senin aşkar kölen Mâlik´dir, dedi. O da: Onu içeri al, dedi. Ben içeri girince: Sanırım ki daha evine gitmemiş-sin, dedi. Evet gitmedim, dedim. Yemek yedin mi diye sordu. Hayır, dedim. Yemek ye, dedi. Yemeğe ihtiyacım yok, dedim. Öyle ise ne istiyorsun benden dedi. Bana hadis anlaİmanızı istiyorum, dedim. Yazı yazacak sahîfelerini çıkar, dedi. Ben de çıkardım ve bana kırk tane hadis rivayet etti. Biraz daha rivayet etmesini söyledim. Bu ka-dar yeter. Bu hadisleri riavyet edersen sen de hafızalardan sayılır-sın, dedi.»[8]

İmam Mâlik, görüldüğü gibi işe rivayet ilmiyle başlamıştır ki bu, Peygamber (S.A.)´in hadislerinin ilmidir. Daha sonra sahâbîle-rin fetvalarını öğrenmek ve tesbit etmekle uğraşmış ve fıkhî görüş-lerini de bu temeller üzerine kurmuştur. Uz. Peygamber´in hadîs-i şeriflerine çocukluğundan beri saygı duyardı. Hattâ o, ayakta hadîs rivayet etmekten sakmırdı. «el-Medârik»te anlatıldığına göre kendi-sine; bize Amr. b. Dinar´dan anlat, diye sorulduğunda şöyle demiş-tir : «Onu hadîs rivayet ederken gördüm. İnsanlar ayakta onun söy-lediklerini yazıyorlardı. Ben Peygamber (S.A.)´in hadîsini böyle ayakta yazmayı uygunsUz buldum.» O, bir gün hocası Ebu´z-Zinad´a hadis rivayet ederken raslasmış ve halkasma katılmamıştır. Daha sonra onunla karşılaşınca hocası; Bizim halkamıza niçin oturmadm diye sormuş, Mâlik de şu cevabı vermiştir: «Yer dardı, Peygamber (S.A.)´in hadîsini ayakta dinlemek istemedim.[9]



Tahsil Ettiği İlimler


İmam Mâlik, önce hadîs ve sahâbîlerin fetvalarını öğrendi. Fa-kat, bununla yetinmeyip hadîs ve rivayet ilminin yanında îslâmla ilgili bütün ilimleri tahsil etti.

Onun çağında akaid etrafında tartışmalar çoğalmıştı. Hâricile-rin kendilerine göre bir din ve akide anlayışları vardı. Keysaniyye, İmamiyye ve Zeydiyye gibi şiî fırkaların da kendilerine göre ayrı ay-rı görüşleri vardı. Mu´tezilîler de, akide ile ilgili nass´ları kendileri-ne has metodlarla açıklıyorlardı. Daha başka birçok fırkalar vardı ki bunların bir kısmı, kendilerine islâm adını verdikleri halde, îs-lâmiyetten büsbütün Uzaklaşmışlardı.

Fikrî bir önderlik yapmak isteyen herkesin, bütün bu görüş ve anlayışları bilmesi ve tesbit etmesi gerekiyordu, İşte İmam Mâlik, bütün bunları îbni Hürmüz´den öğrenmişti. Nitekim bunu kendisi anlatır. Gerçi o, öğrendiği şeylerin tamamını talebelerine intikal ettirmemiştir. Öyle anlaşılıyor ki İmam Mâlik, ilmi iki kısma ayırı-yordu :

a) Bütün insanlara anlatılan mevzûlarla ilgili olan bilgiler: Bu kısma giren bilgiler, hiç kimseye zarar vermez, her insan aklı bunları öğrenip faydalanabilir. Bunlar, Peygamber (S.A.)´in hadis-leri, sahâbüerin fetvaları ve bunların halka açıklanması gibi husus-lardır.

b) Herkese anlatılmayan ve seçkin kimselere mahsus olan bil-giler : Bu türlü bilgilerin bir kısım kimselere faydasından çok za-rarı dokunmaktadır. Bunlar, çeşitli fırkaların görüşleri ve bu görüş-ler arasında sapık olanların reddedilmesiyle ilgili hususlardır. Bu ihtilaflı meselelerle ilgili hususları herkes anlayamaz veya bir kıs-mı yanlış anlar. Hattâ bunları reddetmek için uğraşırken bir kısım insanlar, bu sapık görüşlere kendilerini kaptirabilirîer...

îlmin üçüncü bir kısmı daha vardır ki, bu Uzun bir tahsilden sonra açıklanabilir. O da, re´ye dayanan fıkıh olup çeşitli meseleler hakkında fetva verme melekesidir. İmam Mâlik, ancak vuku bul-muş bir mesele üzerinde fetva verirdi. Vuku bulma ihtimali olsa dahi, vuku bulmamış olan meselelere cevap vermezdi.

İmam Mâlik´in, biraz önce söylediğimiz gibi hadîs´e bağlı ola-rak tahsil ettiği ilim, sahâbîlerin ve kendisinin yetişemediği tabiî-lerin fetvalarıdır. Uz. Ömer´in fetvalarını, Abdullah b. Ömer´in fet-valarını, Zeyd b. Sabit, Abdurrahman b. Avf, Osman b. Affan ve Peygarmber (A.S.)´den öğrendikleri şeyleri açıklayarak fetvalar ve-ren diğer sahâbîlerin fetvalarını öğrenmiştir. Elbette bu sahâbîler, vahyin gelişine şahit olmuş. Peygamber CS.A.)´i gözleri ile görmüş ve O´nun hidâyet nurundan bizzat faydalanmış kimselerdir. İmam Mâlik; Said b. el-Museyyib, el-Kasım b. Muhammeb, Süleyman b Yesâr gibi sahâbüerin fıkhını yakından bilen, anlayan ve tetkik eden büyük tabiîlerin fetvalarına da çok önem vermiştir.

İmam Mâlik, hadîs-i şeriflerin yanında sahâbî ve tabiîlerin fık-hını öğrenmekle yetinmemiş, aynı zamanda re´ye dayanan fıkha da yönelmiştir. Medine´de Yahya b. Said ve Rabîatu´r-Rey diye bilinen Rabîa b. (Ebî) Abdirrahman gibi re´y taraftarı fakîhlerden ders okumuştur. Öyle anlaşılıyor ki Medine´deki Eabîa ve diğer re´y taraftar fakîhlerden intikal eden re´y. Iraklı fakîhlerin re´yine benzememek tedir. Iraklı fakîhlere göre re´y, kıyasa dayanmaktadır. Onlara gö re kıyas da, hakkında nass bulunmayan bir meselenin hükmünü aralarındaki ortak ve hükme esas teşkil eden illet sebebiyle, hakkın da nass bulunan bir meseleye mukayese ederek açıklamaktır. Rabîe ve diğer Medineli fakîhlere göre re´yin esası, nass´larla çeşitli mas-lahatları bağdaştırmaya dayanmaktadır. Bu itibarla el-Medârik´de aynen şöyle denilmektedir: «İmam Mâlike: Siz, Rabîa´nın meclisinde kıyas yapar ve bu konuda birbirinizden daha çok fikir beyan eder miydiniz diye sorulduğunda, O, Vallahi hayır, demiştir.[10]

Bundan anlaşılıyor ki İmam Mâlik, kıyas ve fer´î meselelerin yer aldığı re´y ile fazla uğraşmamıştır. Hatta O, olmamış meselele-ri olmuş gibi ele alıp hükümlerini açıklamaktan ibaret olan «takdirî fıkıh»´dan hoşlanmazdı. Bu türlü fıkıh, Irak´da daha çok olup kı-yastan, meselelerin hükmüne esas teşkil eden illetlerin araştırılma-sından ve bu illetlerin bulunduğu meseleleri aynı hükme bağlamak-tan ileri geliyordu.

İşte îmam Mâlik, ilim tahsiline koyulduğu zaman en çok Pey-gamber (S.A.)´in hadîsleriyle ilgili olan rivayet ilmiyle meşgul ol-muş ve bu1 ilmi güvenilir kaynaklardan tahsil etmiştir. O, Peygam-ber ve sahâbîlerden rivayet edenleri (râvîleri) araştırır, bunlardan fakih olan güvenilir Csika) kimseleri tesbit ederdi. îmam Mâlik, râ-vîleri tanımak, onların aklî güçlerini ve fıkhî derecelerini kavramak hususunda güçlü bir firaset sahibi idi. Onun Allah kendisinden razı olsun şöyle dediği rivayet edilir: «Bu ilim, din ilmidir. Bunu aldığınız kimselere dikkat ediniz. Peygamber´in mescidinin direk-lerini işaret ederek şu sütunların yanında «Peygamber (S.A) şöy-le buyurdu...» diyenlerden yetmiş kişiye ulaştım. Bunların hiçbirin-den bir .şey almadım. Bunlardan, ancak kendisine Beytu´1-Mal ema-net edilebilecek kişi emîn bir kimse olabilir. Fakat, onların hiçbirisi buna ehil [11]değildi.[12]



Hocaları


Güvenilir râviler, Peygamberimizin şöyle buyurduğunu söyle-mişlerdir: «İnsanlar, ilim tahsilinde devenin karaciğerine benzer-ler. Onlar Medîneli bir âlimden daha bilgin diğer bir rivayete göre daha fakîh bir âlimi bulamazlar.» Mâliki Mezhebinde olanlar bu hadîs-i şerifin, İmam Mâlik hakkında vârid olduğunu ileri sürerler. Buradaki «Medîneli bir âlim» sözü ile İmam Mâlik´in kasdedildiğini söylerler. Biz ise, bu hadîs-i şerifi daha geniş mânâda kabul ediyor ve bununla Medine´deki ilmin üstünlüğünü, buradaki âlimlerin de-rinliğini ve çokluk bakımından imtiyazlı olduklarını açıklamak, İmam Mâlik´i de içine alan fikrî bir çevreye sahip oluşu itibariyle Medine´nin şerefini göstermek istiyorUz. Emevîler devri ile Abbasîle-rin ilk devirlerinde Medine´nin ilim bakımından üstünlüğü tarihî bir gerçektir. Hulefâ-i Râşidîn devrinde Medine, sahâbilerin, özellikle onlardan ilk İslâm´a girmiş olanların karargâhı idi. Çünkü Uz. Ömer, ihlâslarmın üstünlüğü, ilimlerinin derinliği sebebiyle onları Medi-ne´de alıkoymuştur. Peygamber (S.A)´in mübarek ilminin hâmili olan bu sâhâ-bîîerin savaşlarda ölüp gitmelerine gönlü razı olmayan Hz. Ömer, onları yanında alıkoymuş ve görüşlerinden faydalanmış-tır... İşte bu yüzden onların ilmi, Hz. Osman ve Hz. Ali devrinde bâ-zıları çeşitli İslâm ülkelerine dağılıncaya kadar Medine´de kalmış-tır.

Emevîler devri gelince; âlimler, diğer şehirlerdeki fitnelerin çok-luğu ve vahyin merkezi olması, Peygamber (S.A)´in mübarek cis-mini sinesinde bulundurması hasebiyle Medine´ye sığınmışlardır. Ayrıca sahâbîlerden hayatta kalanlarla, bunlardan ölmüş olan bil-ginlerin ilim ve rivayetleri burada idi. Tabiîlerin de çoğu Medine´de oturuyordu. Irak, Şam ve diğer memleketlerde bulunan tabiîler, sa-yıca Medine´dekilerden çok daha az idiler. Emevîler devrinin sonu-na doğru âlimler çeşitli fitnelerden ve tahtları sallantıya düşen hü-kümdarların baskılarından kaçıp Hicaz´a geliyorlardı. Daha önce de gördüğümüz gibi Irak fukahasımn başı olan İmam Ebu Hanîfe, ca-nını kurtarmak için Mekke´ye sığınmış ve altı yıl Beytullah´ın mü-caviri olarak kalmıştır.

İmam Mâlik, zekî ve kavrayışlı bir genç olarak böyle bir muhit-te yetişmiş, işare´t ettiğimiz yüz kadar büyük bilginden ilim tahsil etmiştir. O, buradaki bütün düşünce metodlarını öğrenmiştir. Hattâ İmam Ca´fer-i Sâdık´m meclislerini de kaçırmazdı. el-Medârik´de kendisinden aynen şöyle nakledilmektedir:

«Ca´fer b. Muhammed´e gelirdim. O çok şakacı ve güleç yüzlü idi. Yanında Uz. Peygamberin adı anılınca yüzü sararırdı. Ona Uzun zaman devam ettim. Her görüşümde onu ancak üç şeyden biri ile meşgul bulurdum: Ya namaz kılar, ya oruç tutar veya Kur´ân okurdu. Abdestli olmadan Uz. Peygamber´den hadis rivayet etmez-di. Mânâsız sözleri hiç ağzına almazdı. O, Allah´dan korkan zâhid ve âbid âlimlerden idi. Yanma geldiğim zaman yastığını alır, mutlaka bana ikram ederdi...»[13]. İmam Mâlik, onun ve diğer hocalarının faziletlerini burada Uzun Uzun.anlatır.

İmam Mâlik, Medine´deki bütün sahâbîlerin rivayet ve fetvala-rı ile Uz. Peygamberin sözlerini toplamak için büyük bir gayret göstermiştir. O, Uzun zaman îbni Hürmüz´den ayrılmadığı halde Me-dine´nin öteki bilginlerinden de ilgisini kesmemiştir. Kendisi Me-dine´de ilim tahsil ettiği bilginlerin silsilesini şöyle anlatır:

«îbni Şihab ez-Zührî´nin şöyle dediğini işittim: Biz bu ilmi Ravza-i Mutahhafa´daki insanlardan aldık. Onlar: Said b. el-Mûseyyib, Ebu Seleme, Urve, el-Kasım, Salim, Hârice, Süleyman ve Nafi´dir... Sonra onlardan îbni Hürmüz, Ebu´z-Zinad, Rabîa, el-Ensâri ve bir ilim denizi olan îbni Şihab rivayet etmiştir. Bunların hepsi yukarı-da adı geçenlerden okumuşlardır.»[14].

Bu gösteriyor ki îmam Mâlik, îbni Hürmüz, Ebu´z-Zinad, Rabîa, Yahya b. Said el-Ensârî ve İbni Şihab ez-Zührı´den tahsil görmüş-tür.

Daha önce de söylediğimiz gibi İmam Mâlik, Abdullah b. Ömer´-in fetvalarıyla onun, babası Uz. Ömer´den naklettiği şeyleri ve azat-lısı Nâfi´in rivayetlerini biliyordu. O, bu yolla Uz. Ömer, Zeyd b. Sabit, Abdullah b. Ömer ve benzeri sahâbîlerin fıkhına dayanmak-tadır.

İmam Mâlik´in yukarıda adlarını andığı bilginler, sahabe ve ta-biilerin fıkhını rivayete önem vermekle beraber, onların rivayet ve-ya re´y´e dayanan fıkha karşı gösterdikleri ilgi değişiktir. Meselâ, Abdullah b. Ömer´in azatlısı Nâfi´, Ebu´z-Zinad ve îbni Şihab ez-Zührî´nin fıkhı daha çok rivayete, buna mukabil Rabia ve Yahya b. Said gibi fakihlerin fıkhı da daha çok re´y´e dayanmaktaydı. Îbni Hürmüz´e gelince, onun hakkında îmam Mâlik´in rivayetleri arasın-da fazla bir şey bulamıyorUz. Lâkin İbni Hürmüz´ün, İmam Mâlik üzerinde kuvvetli bir etkisi olduğu muhakkaktır. Öyle görünüyor ki O, İbni Hürmüz´den îslâm kültürü, akaid ve fırkalara dair konular-da çok faydalanmıştır. Buna yukarıda da dokunmuştuk. Fakat ibni Hürmüz, kendisinden rivayet edilmesini istemezdi. Bu yüzden o, İmam Mâlik´i, rivayet senedinde kendisini anmaktan menetmiş, Uz. Peygamber´den bir şey rivayet edilirken yanılmış olması korkusuy-la kendi isminin şöhret bulmamasını istemiştir.