İmam Şafiî (150 204h.)
Doğumu Ve Nesebi
Gençliği Ve Yetişmesi
İmam Mâlikin Himayesinde.
Vazifeye Tâyin Edilişi
Mihneti
Şafiî´nin İlme Tekrar Dönüşü.
Beytü´l-Harâm´â Gelîşî
Bağdad´a Tekrar Gelişi
Bağdad´tâ Kısa Bîr Îkâmeti
Şafiî Mısır´da.
Şafiî´nin İlmi
Îlme Yönelişi Ve Çağı
Şafiî´nin Şahsiyet Ve Karakteri
1- İdrâk Ve Hafıza Gücü.
2- İfade Gücü.
3- Basiret Ve Fîraseti
4- Îhlâsı
Şafiî´nin Görüşleri
Hilâfet Hakkındaki Görüşü.
Şafiî´nin Fıkhı
Şafiî Fıkhının Kaynakları
1, 2- Kîtab Ve Sünnet:
Şafiî´nin Sünneti Müdâfaası:
3- İcmâ´
4- Sâhâbîlerîn Sözleri
5- Kıyas.
Şafiî´nin Îstihsân´ı Îbtali
Şafiî´nin Usûl-İ Fıkıh Çalışmaları
Şafiî´nin Mezhebi
Şâfii Mezhebinde Tahric.
Şafii Mezhebinde Müctehîdler.
Şafiî Mezhebinin Yayılışı
İMAM ŞAFİÎ ve MEZHEBİ[1]
İmam Şafiî (150 204h.)
Hicri II. asrın son yıllarında Beytullah´ı ziyarete gidenler, tavaf sırasında etrafa göz atınca, esmer benizli ve boyu Uzuna yakın bir delikanlı ile karşılaşır, genç ve yaşlı talebeleri onun etrafında hal-kalanmış görürdü. Bu delikanlı onlara, fakîh ve muhaddislerden dinlemeye alışık olmadıkları bir üslûpla şer´î hakîkatları anlatıyor-du. Irak gibi re´y fıkhının hâkim olduğu ülkelerden gelenler de, Me-dine gibi muhaddislerin fıkhının hâkim olduğu yerlerden gelenler de aynı durumla karşılaşıyorlardı.
Hac ibâdeti için ve bu arada hadîs bilgisini artırmak maksadıy-la buraya gelen İmam Ahmed b. Hanbel, îmam .Şafiî´yi görmüş ve arkadaşı îshak b. Râhûye (Râhveyh)´ye: «Birinin dersini dinledim, ondan daha akıllı hiçbir kimse görmedim.» demiş ve onu alıp gö-türmüştür. Arkadaşı kendisine; İbni Uyeyne ve emsalinin hadîsini bırakıp bu delikanlıyı mı dinleyelim diye sorunca Ahmed b. Han-bel şöyle cevap vermiştir: «Bu delikanlının aklından faydalanmaz-san onun yerini tutacak başka birini bulamazsın. Âli hadîsi kaçırır-san, nazil hadîsi de kaçirmazsm ya!»[2].
îşte bu delikanlı îmam Muhammed b. İdrîs eş-Şâfiî el:Kuraşî´dir. Usûl-i Fıkıh ilmini kurup ilk önce tedvin etmek ve esaslarını açıkla-mak şerefine ulaşan odur. Kendinden sonraki nesiller, ilmi, ondan miras olarak almışlardır.[3]
Doğumu Ve Nesebi
Bütün rivayetler, İmam Şâfii nin 150 H. yılında Gazze şehrin-de doğmuş olduğunda birleşir. O, kıyas İmamı ve Irak fakîhlerinin başı olan İmam Ebu Hanîfe´nin vefat ettiği sene dünyaya gelmiştir. Bâzı yazarlar hayâle kapılarak, Şafiî´nin, Ebu Hanîfe´nin öldüğü ge-ce doğduğu ve böylece yeryüzünün fıkıh İmamlarından hiçbir za-man hâli kalmadığı düşüncesini uyandırmak istemişlerdir. Böyle bir iddia, herhangi bir temele dayanmadığı gibi bir fayda da sağlamaz.
İttifakla rivayet edildiğine göre Şafiî´nin babası Kureyş kabile-sine mensup olup Peygamber (S.A.V.)´in dedesi olan Hâşim´in kar-deşi Muttalib oğullarına dayanır. Onun şeceresini tarihçilerin çoğu şöyle anlatır.- Muhammed b. îdrîs b. Abbas b. Osman b. Şâfi´ b. Sâ-ib b. Ubeyd b. Abdiyezid b. Hâşim b. Muttalib b. Abdimenaf. Bu sil-silede alman Muttalib, Abdumenaf m dört. oğlundan biridir. Abdumenaf´uı oğulları şunlardı: 1 Muttalib, 2 Hâşim, 3 Abduşems Bu Emevîlerin dip dedesidir , 4 Nevfel Bu da Cübeyr b. Mut´im´iri dedesidir .
Peygamber (S.A.V.) Efendimiz´in dedesi^Abdulmuttalib´i yetişti-ren, adı geçen Muttalib´dir. Muttalib oğulları hem câhiliye, hem de islâm çağmda Hâşim oğullarının yardımcısı idiler. Hattâ Kureyşli-ler, Mekke´de insanları Allah yoluna çağıran Peygamber´e yardım ettikleri ve Peygamber´e karşı kendilerini desteklemedikleri için Ha-şimîlerle bütün münasebetlerini kestikleri zaman, Muttalib oğulla-rı Hâşimîlerle birlik olmuşlar, Şi´b[4] de yaşamışlar ve Hâşimîlere uygulanan zulüm ve işkenceye onlar ila aynı şekilde katlanmışlar-dır. Yalnız Uz. Peygamber´in amcası olan Ebu Leheb, bu boykot sı-rasında Kureyşlilere katılmıştır.
Bu sebeple Peygamber (S.A.V.), Muttalib oğullarına da Hâşim oğulları gibi ganimetten hisse ayırmıştır. Rivayet edildiğine göre Peygamber Efendimiz, Hâşim oğullan gibi Muttalib oğullarına da ganimetten hisse verdiği zaman Umeyye ve Nevfel oğulları da aynı şekilde hisse talep etmişlerdir. Cübeyr b. Mut´im bu konuda şöyle bir rivayette bulunmuştur:
Peygamber (S.A.V.), Hayber´de elde edilen ganimetlerden Hâ-şim oğullan ile Muttalib oğullarına «Akrabalığı olanlarda ayrılan hisseleri verince ben ve Osman b. Affâri gidip; Yâ Resûlullah, dedik, onlar Hâşim oğulları olarak senin kardeşlerindir. Üstünlükleri inkâr, edilemez. Çünkü, Allahu Teâlâ, seni onların içinden seçmiştir. An-cak sen, Muttalib oğullanna da hisse verdiğin halde bizi bıraktın. Biz ve Muttaliboğulları akrabalık yönünden aynı derecedeyiz. Bu-nun üzerine Peygamber (S.A.V.) şöyle buyurdu: «Çünkü onlar hem câhiliye, hem de islâmiyet devrinde bizden ayrılmadılar» ve iki eli-nin parmaklarını birbirine geçirerek, «Hâşim oğulları ile Muttalib oğulları bu bakımdan aynıdırlar» diye ilâve etti.
Şafiî´nin anası Yemenli olup Ezd kabîlesindendir. Kureyş kabi-lesine mensup değildir. Oğlunun yetişip olgunlaşmasında onun bü-yük bir payı vardır.[5]
Gençliği Ve Yetişmesi
Şafiî, Rureyşli bir babadan doğmuş, fakat beşikte iken onu kay-betmiş ve bu yüzden fakir olarak büyümüştür. Annesi, oğlunun ne-seb ve kendisini belki ihtiyaçtan kurtaracak olan hukukunun Ku-reyşlilerce tanınmayacak şekilde zayi olacağından korkmuştur. Bu sebeple oğlunu MekkeTdeki makamına sahip kılmak için gayret sar-fetmiştir. Hatîb Bağdadi, «Tarihu Bağdad» adlı eserinde Şafiî´ye da-yanan bir senedle şöyle rivayet eder:
«Ben Yemen´de doğdum[6]. Anam, hukukumun zayi olmasın-dan korktu ve bana; ailenin yanına gidip onlar gibi olman daha iyi-dir; çünkü ben nesebini kaybedersin diye korkuyorum, dedi ve yol hazırlığımı yaptı. Ben de Mekke´ye geldim. O zaman yaklaşık ola-rak on yaşımda idim. Bir akrabamın yanına indim ve ilim tahsiline başladım.»
Buna göre diyebiliriz ki: İmam Şâfii çocukluğunda, yüksek bir soya mensup olduğu halde fakir ve yetim çocuklar gibi yaşamıştır.. Yüksek soya mensup olan fakir çocuklar, gençlik çağlarında genel olarak bir eğitim bozukluğu olmazsa, soylarının tesiriyle yüksek işlere yönelirler. Şafiî´nin eğitiminde herhangi bir bozukluk veya gay-ri tabiîlik olmadığı için kendi özünden gelen bir insiyakla yüksek hedeflere yönelmiştir. Fakirliğine rağmen yüksek bir soya mensup oluşu, kendisini insanlara yaklaştırmış, cemiyete karışmasını sağla-mış ve böylece içinde yaşadığı ortamın duygularına o da katılmış-tır.
Şüphesiz bütün bunlar Şafiî´nin ruhunu içtimaî bir terbiye ile geliştirmiştir. Bu terbiye sayesinde O, insanlarla kaynaşmış, cemi-yeti ve halkın duygularını yakından tanıyabilmiş tir. Çünkü cemiyeti yakından tanımak; toplumu ilgilendiren, toplumla ilgili muamelele-ri, toplumu´tanzim ve ferdler arasındaki ilişkileri sağlam esaslara göre tesis etmekle uğraşan kişiler için zarurîdir. Keza, şeriatı tefsir ve şeriatın hükümlerini çıkarıp ölçülerini ortaya koyma işi, cemi-yeti yakından tanımayı gerektirir.
Şafiî´nin ruhunda yüksek işler yapma istidadı mevcuttu. Anası da oğlunu Gazze´den Mekke´ye gönderirken onu bu yola teşvik et-miş ve gerekli sebepleri hazırlamış, Şafiî de, ileride hedefine ulaş-mıştır.
Şafiî, önce Gazze´de iken ilim tahsiline başlamış ve Kur´an-ı Ke-rîm´i hıfzetmiştir. Mekek´ye gelince de büyük hadis üstadlanndan Peygamberin hadislerini tahsile koyulmuştur. O, hadis-i şerifleri hem yazmak, hem de ezberlemek için büyük gayretler´ gösteriyor-du. Hadîsleri elde ettiği şeylere yazıyordu. Bazan onları saksı üzerine, bazan da deri üzerine yazıyordu. O, hükümet konağına gidip öteki yüzüne yazı yazmak için kullanılmış kâğıt isterdi.
Henüz çocuk yaşta, iken tahsilini ilerletince, Arapçada derinleş-mek cihetine gitti; böylece şehir ve kasabalardaki yabancılarla mey-dana gelen karışma yüzünden Arap dilini tahrip eden yabancı keli-melerin tesirinden kurtulmaya çalıştı. Bu maksatla Şafii, çöle gitti ve HUzeyl kabilesinin içinde yaşadı. O, bu konuda şöyle der: «Ben Mekke´den çıktım, çölde Hüzeyl kabilesinin yanma gittim. Bu kabi-lenin yaşayışını ve dilini öğrendim. Bu kabile, Arapların dil bakı-mından en fasihi idi. Onlarla birlikte gezdim, dolaştım. MeMçe´ye döndüğüm zaman birçok rivayet ve edebiyat bilgilerine sahip oh us-tum.»
İmam Şafiî çöldeki haber, rivayet ve şiirleri ezberlemiş, Hüzeyl kabilesinin şiirinde ihtisas sahibi olmuştur. Hattâ câhiliye ve ilk îs-lâm asrının sanat ve edebiyatını rivayet eden el-Asma´î der ki: «Huzeyl kabilesinin şiirlerini Muhammed b. İdris isimli bir Kureyş gen-ci sayesinde düzelttim.».
Şafiî, çölde bulunan iyi şeylerin hepsini öğrenmiştir. O, Arapçayı öğrenip incelerken aynı zamanda ok atmayı da öğrenmiş; hat-tâ bu konuda en yüksek mevkii ihraz etmiştir. Öyle ki on defa ok atsa hepsim hedefe isabet ettirirdi. Onun, bâzı talebelerine şöyle söylediği rivayet edilir: «Benim için iki mühim şey vardı: Biri ilim, diğeri de ok atmak. Ok atmak hususunda onda - on isabet kaydedecek bir dereceye geldim.» İlim konusunda bir şey söylememiş, fakat hazır bulunanlardan birisi; «Vallahi, sen, qk atma maharetinden da-ha çok ilme sahipsin.» demiştir. Bundan anlaşılıyor ki İmam Şafii, çağının en üstün eğitimi ile yetişmiştir. Bundan sonra kendisini bü-tünü ile ilme verip Mekke´deki fakih ve muhaddislerden fıkıh ve ha-dis tahsil etmiştir. Nihayet Mekkeîi gençler arasında parmakla gös-terilmeye lâyık olmuştur. Süfyan b. Uyeyne, Müslim b. Hâlid ez-Zen-cî gibi bilgin ve hadîsçiler, onu özel olarak koruyup gözetmiş ve tak-dir etmiştir.[7]
İmam Mâlikin Himayesinde
Delikanlı, yirmi yaşına değdiği zaman fetva verecek´ ve hadis rivayet edecek bir mertebeye ulaşmıştı. Fakat onun ilim tahsilindeki gayreti, Mekke´nin surlarını aşmış ve bu şehrin ötelerine doğru Uzanmaya başlamıştı. Çünkü, ilmin hudut ve ülkeleri yoktur. Bu arada Medine´nin İmamı Mâlik b. Ene´s´in adı Şafii´ye ulaşmıştı. Zîra, bu büyük İmamın adı o derecede etrafa yayılmıştı ki, gelip gi-denler hep onu anıyorlardı. Bu durumda Şafiî´nin gayreti ondan ilim tahsiline yönelmiş ve bu yüzden o, Medine´ye gitmek mecburi-yetinde kalmıştır.
Fakat Şafiî, İmam Mâlik´in yanına eliboş gitmek istememiştir. Yani dağarcığına îmam Mâlik´in ilminden de bir miktar koymuştu. , Şöyle ki; İmam Mâlik´in meşhur bir kitabı vardı. İsmi hertarafa yayılan bu eser el-Muvatta´» idi. Şâfü, bu eseri Mekke´de birisin-den emanet olarak alıp okumuştu. Medine´ye gitme arzusu üzerine bu kitabı defalarca okuyup îmam Mâlik´in fıkhına ünsiyet kazan-mış ve onun rivayetteki yüksek derecesini öğrenmİşte
Şafiî, yola çıkmaya karar verince İmam Mâlik´le karşılaştığın-da kendisine kolaylık göstermesi için Mekke Valisinden Medine Va-lisine bir mektup almıştır.
Mu´cemu´l-Üdebâ, adlı kitabında Yakut el-Hamevî bu mektup ve Şafiî´nin înıairi Mâlik´le karşılaşma hikâyesini bizzat İmam Şafiî´-den naklen şöyle anlatır:
«Mekke Valisinin hUzuruna girdim ve ondan Medine Valisine bir mektup aldım. Medine´ye gelip bu mektubu valiye sundum. Va-li, onu okuduktan sonra şöyle dedi: Benim için Medine´den Mekke´-ye kadar yaya ve yalınayak gitmek, Mâlik b. Enes´in kapısına git-mekten daha kolaydır. Ben, onun kapısında dikilmek kadar hiçbir zillet görmedim. Bunun üzerine ben de; Allah valinin işini rasgetir-sin, çünkü Vali dilerse onu hUzuruna çağırabilir, dedim. Vali de; heyhat! Nola ben ve maiyetim, binitlerimize binsek ve üzerimize kır-mızı toprak bulaşsa da bâzı arzularımızı elde etsek! dedi. Vallahi onun dediği gibi oldu. Üzerimize kıpkırmızı toprak bulaştı. [Bir müd-det gidip Malik´in evine vardıktan sonra) bîr adam ilerledi ve kapı-yı çaldı. Bunun üzerine dışarıya siyah bir câriye çıktı. Vali, ona; Efendine benim kapıda olduğumu söyle, dedi. Câriye içeri girdi ve biraz gecikti. Sonra dışarı çıkıp şöyle söyledi: Efendim size selâm ediyor ve diyor ki: Valinin bir meselesi varsa bir şeye yazıp ver-sin, cevap verelim. Hadîs için geldiyse, hadîs meclisinin gününü bi-liyor, gitsin. Bunun üzerine Vali, cariyeye; Ona söyle, yanımda Mek-ke Valisinden kendisine yazılmış mühim bir mesele ile ilgili bir mek-tup vardır, dedi. Câriye içeri girdi. Sonra elinde bir kürsü (sandal-ye) ile dışarı çıktı ve onu bir yere koydu. Az sonra îmam Mâlik, heybet ve vakarla içeriden çıktı: Uzun boylu ve değirmi sakallı idi. Sonra yerine oturdu... Vali mektubu ona takdim etti. Onu okudu ve: «Bu şahsa durumuna göre muamele et, ona hadîs öğret ve iyilikte bulun.» sözlerine gelince mektubu elinden bıraktı ve: «Sübhânallâh, Allah´ın Resûlü´nün ilmi vâsıtalarla mı öğretilir oldu » dedi. Valiye baktım, onunla konuşmaktan çekiniyordu. Ona doğru yak-laştım ve: Allah işinizi rasgetirsin. Ben şöyle bir kimseyim; maksa-dım, durum ve hikâyem şudur... dedim. Sözümü dinledikten sonra bana iyice baktı... Onun kuvvetli bir firâseti vardı. Adın nedir di-ye sordu, Muhammed´dir, dedim. Ey Muhammed, dedi, Allah´dan kork, günahlardan sakın. Çünkü senin ileride büyük bir şânm ola-caktır. Allah senin kalbine bir nûr vermiştir. Onu mâsiyetle söndür-me. Sen yarın buraya gelirsin, seni okutacak olan da gelir.»
Bu çağlarda hadîs rivayetinde gelenek şöyle idi: Hadîs tahsil eden kimse, hadîs rivayet ettiği veya hadîs okuduğu üstaddan. bir hadîs kitabı alır, onu yazar ve rivayet.ederdi. Bunun için Şafiî,"er-tesi gün gelmiş ve yanında da İmam Malik´in hUzurunda okumak üzere onun el-Muvatta´ adlı kitabını getirmişti. Şafiî bu kitabı oku-maya başlayınca, onun güzel okuyuşu İmam Malik´in çok hoşuna gitmiştir. Şafiî, kitabı fazla okumaktan çekinirse, îmam Mâlik, oha; Devam et, ey delikanlı, derdi. Bu sebeple Şafiî, el-Muvatta´ kitabını İmam Malik´in huzurunda birkaç gün içerisinde okuyup bitirmiştir.
Şafiî, Hicaz fakîhlerinin başı olan İmam Malik´in yanından ay-rılmamış ve onun himayesinde yaşamıştır. Bununla beraber arasıra çöle gidip Arap kabilelerini tetkik eder ve bir müddet onlarla dü-şüp kalkardı. NitekînTânnesini ziyaret etmek ve onun öğütlerini din-lemek için arasıra da Mekke´ye giderdi. Annesi de asalet, güzel an-layış ve olayları takdir kabiliyetine sahipti. Buna göre Şafiî´nin, arasıra hocasının yanında kalmadığını söyleyebiliriz.[8]