Biz kadınlardaki konuşma takıntısının bir diğer sebebi de, uzun ve derin sessizliklerden son derece rahatsız olmamız. Bu tür sessizlikler genelde ilişkinin ilk başlarında -iki taraf birbirini yeterince iyi tanımadığı için- ve uzun zamandır süren ilişkilerde -iki taraf birbirini fazla iyi tanıdığı için- ortaya çıkar. Bizse boşlukları birtakım gevezeliklerle, olmadı, mızıldanıp kapris yaparak doldurmak için insanlık dışı bir efor sarf ederiz. Yeter ki şu sessizlik bozulsun, yeter ki konuşmuş olalım. Hâlbuki erkekler, paylaşım için her zaman kelimelere gerek olmadığını gayet iyi bilirler. Zaten onlar gündelik hayatlarında da o kelimeleri gayet ekonomik kullandıkları için, sessizlikten rahatsız olmaz, hatta zevk alırlar. Gerçekten de iki kişinin plajda oturup hiç konuşmadan dalgaların müziğini dinlemesi ya da bir kafede karşılıklı kitap okuması büyük bir zevktir. Bu tür sessizlikler, o iki kişinin kendi dünyalarına dalıp birbirlerinden koptukları anlamına gelmez; çünkü aslında birbirlerinin yanında olduklarını bilirler, bunu duyumsar ve bundan mutluluk duyarlar. Sessizliği paylaşmak, güzel bir sohbet kadar zevklidir ve eğer biz de bu zevki keşfedersek, birlikte olduğumuz erkekle ilişkimize farklı bir boyut ekleyebiliriz. Bu arada, hayatımızdaki o özel insanla iletişim kurarken dikkate almamız gereken bir başka noktayı da belirtmeden geçmeyelim: dinlemeyi bilmek. Karşı tarafın sözünü kesmeden, onun düşüncelerini toparlamasını sabırla bekleyerek, ağzından çıkanlara odaklanarak dinlemek, gerçekten dinlemek. Erkeklerin gözünde hiçbir kadın, onları dinlemeyi bilen bir kadın kadar çekici olamaz. Buna alışık olmadıkları için, o kadını nadir bulunur değerli bir taş gibi görürler.