Bir gazeteci için bazı fotoğraflar ‘tarih’ demektir.
Bazen tek bir kare fotoğrafla bir dönemi anlatırsınız; savaşların özetini çıkartır, ülkelerin profilini çizer, devletlerin gücünü, siyasilerin kararlılığını gösterir, dünya kamuoyunun dikkatini çekersiniz...
Tıpkı foto muhabiri Nick Ut’a Pulitzer ödülünü kazandıran o tek bir kare fotoğrafta olduğu gibi.
Üzerlerine yağan bombalardan dehşet içinde kaçan, korkmuş çocukların arasında çırılçıplak küçük kız çocuğu... Bu fotoğraf bir gazetecilik başarısıydı ve aynı zaman da Vietnam savaşında sivillerin üzerine bomba yağdıran Amerika’yı ve dönemin savaş politikalarını en iyi özetleyen fotoğraf olarak basın tarihine geçmişti...
Peki bir terör örgütünün kaçırdığı ya da rehin aldığı bir kişinin fotoğraflarını örgüt flamaları altında, bizzat örgütün kendisi servis eder, medya da bunu yayımlarsa bu bir gazetecilik başarısı sayılabilir mi? Ya da şöyle soralım: Bir terör örgütünün servis ettiği bazı fotoğrafların yayımlanması medya etiği açısından uygun mudur?
Aldo Moro örneği
Hatırlarsanız 1978’de İtalya’da dönemin Başbakanı Aldo Moro, hapishanedeki teröristlerin serbest bırakılması gerekçesiyle kaçırılmış, iki ay rehin tutulduktan sonra öldürülmüştü. Dünya kamuoyu; Kızıl Tugayları, rehin aldıkları Moro’yu ‘Brigate Rosse’ flamaları altında fotoğraflarını çekip basına servis edince tanıdı. Dünya medyası ise Moro’yu öldüren Kızıl Tugaylar’ın üzerinde bir gölge gibi duran derin devlet ilişkilerini, İtalyan gizli servisi ile bağlantılarını hiçbir zaman çözemediği gibi sadece fotoğraflarını yayımlamakla kaldı. Fakat dünyanın hiçbir yerinde de Türkiye’deki gibi; Moro’nun fotoğraflarını yayımladığı için meslektaşlarını hain ilan edengazeteciler, basını cenazesini izlemesini yasaklayan siyasiler, bu fotoğrafı yayımladığı gerekçesiyle basını teröre yardım etmekle suçlayan yargı olmadı.
Terör fotoğrafları
Charlie Hebdo saldırısı ise en yeni örnek olarak karşımızda duruyor. Türkiye’de özellikle sosyal medyada ürkütücü bir dille katliamı onaylayan binlerce ileti haber ve yazı benzer tehlikelerle yine hâlâ karşı karşıya kalabileceğimizin de resmini çizmişti.
Türkiye medyasının bir bölümü Charlie Hebdo saldırısını yayımlamakla kalmadı. Teröristin yerde yaralı polise kurşun sıktığı anı gösteren fotoğrafları birinci sayfalarından yayımladı. Şimdi bunu yapan medya, örgütün flamaları ve silahıyla servis ettiği savcı Mehmet Selim Kiraz’ın fotoğraflarını yayımlayan meslektaşlarını terör medyası olarak sunuyor. Bu durum; meslek etiği ilkelerini, kendi siyasi duruşuna göre yorumlama becerisine sahip, ahlaken sorunlu bir medyaya sahip olmak değilse nedir?
Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın adliyede makamında rehin alındığı sırada görüntülerin yayımlamasını bir terör örgütünün propagandasına dönüşmemesi için, ailesine travma yaşatmamak için meslek etiği açısından yayımlanmaması gerektiğine ilkesel olarak inanıyorum. Fakat şuna da inanıyorum; terör örgütünün propagandasına yer vermeyecek şekilde kullanıp kullanmadığını tartışabiliriz ama kendi meslektaşlarımızı teröre hizmet ediyor gibi hedef gösteremez, onları sorumlu tutamazsınız. Hele ki; bunu gazeteci kimliğinizle açıklamaya kalkışmak bu mesleğe yapılmış hakarettir.
İlkesel kararlar
Bugün geleneksel medya düzeni artık yok. Haber anında yayılıyor. Bloglar, portallar ve sosyal medya araçları kendisini bu ilkelere bağlı saymadığı için bu tür olaylarda medyanın ortak bir ruhla hareket etmesini de bekleyemeyiz.
Ancak Milliyet Genel Yayın Yönetmeni Fikret Bila’nın dediği gibi; belki de basın bu tür olaylara karşı en azından ilkesel olarak ne yapılabileceği konusunda bundan sonraki süreçte ortak karar mekanizmaları oluşturmalı.
Bu öneriyi önemsiyorum. Çünkü mesleki değerlerin çöktüğü ama yerlerine neyi koyacağımızı bilemediğimiz sürece bu tür kaos ortamlarında ortak ilkesel kararlar oluşturamazsak bu tartışmalar ve medyanın birbirini hedef gösteren çirkin söylemleri sürüp gidecek gibi görünüyor.
Buna artık izin vermemeliyiz. Medya bunu kendi arasında tartışabilir ama siyasetin ve yargının bu konuya dahil olması üzüntü vericidir.








EMİN AKTAR VE LİCE HABERİ
Bir yıl önce Lice davası haberinde Diyarbakır eski Baro Başkanı Emin Aktar’ın fotoğrafı, öldürülen Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın diye kullanıldı o zaman düzelttik... Ama bir yıl sonra yine Lice haberi ve Emin Aktar yine aradı. Şikâyetini espriyle dile getirdi: “yaşadığımı kanıtlamak için dava mı açayım” dedi. Dava açmayacak elbette ama Milliyet yazı işleri arşivi açıp bu fotoğrafı düzeltmezse Lice davası bitinceye kadar bu yanlışlık da sürecek gibi görünüyor. İki dönem Diyarbakır Baro Başkanlığı yapan, faili meçhul cinayetlerle ilgili sık sık kamuoyunu bilgilendirmesi amacıyla görüşüne başvurduğumuz Emin Aktar’dan özür dileriz

Yazar: Belma Akçura