istanbul Çağlayan Adliyesi’nde Savcı Mehmet Selim Kiraz ve iki militanın ölümüyle sonuçlanan rehine krizinin ardından hala yanıt bekleyen birçok soru var. Hem güvenlik hem de operasyonla ilgili... O nedenle adliye güvenliğini “özel” den aldık “polise” verdik ya da sadece avukatları zayıf halka göstererek “onlar da aranacak” demekle bu “dosya” kapanmaz... Özellikle de operasyon açısından. Çünkü; düğmeye yukarıdan gelen talimatla basıldığı ve de özel harekatın yapması gereken operasyonun terör birimince gerçekleştirildiğine dönük iddialar söz konusu... Ayrıca şehit savcının vücudundan çıkan mermi sayısıyla ilgili çelişkili bilgiler nedeniyle kafalar karışmış halde...
İşte bu durumda da öncelikle bu konulara açıklık getirilmesinde yarar var. Yıllarca doğuda terör ve özel harekattan sorumlu il emniyet müdür yardımcılığı yapan bugün İstanbul’da görevli bir emniyet müdürü şöyle diyor:
“Olayda polisin büyük zaafiyeti açık. Çünkü bunlar sıfır kilometre militan değil, yakın takipte olan adamlar ama polis eylem öncesindeki kızışma ortamını(telefon trafiği, gidilen yerler gibi)yakalayamamış...
Bu kadar görüşüldükten sonra militanlar ikna edilebilirdi. Operasyon kararını örgüt propagandasından duyulan rahatsızlık ya da ‘teröriste taviz yok’ talimatı gibi polisin acele davranarak vereceği rapor da hızlandırabilir. Şöyle ki, bu gittiğin yoldan geri dönülmeyecek bir eylem. Onun için örgüt canlı bomba olarak seçilmiş insanları kullandı. Bu adamların kimlikleri belli olduktan sonra (istihbaratçı ses tonundan, kaşından gözünden hemen anlar) polis ‘bunlar ikna edilemez, kesin rehineyi öldürecekler’ diye rapor vermiş olabilir. Eğer silah sesi üzerine başlatılan bir operasyonsa da diyecek bir şey yok. Militanlar birbirlerini vurmayacağına göre harekete geçilmesi çok doğal.”
Gelelim deneyimli müdürün operasyonu kimin yapması gerektiği ya da yaptığına yönelik tartışmalarla ilgili yorumuna:
“Özel harekatın yapması gerekir. Eskiden terör şubesine rehine kurtarma konusunda özel eğitimveriliyordu. Ama daha sonra rehine kurtarma, uçak kaçırma gibi olaylar için özel harekat devreye girdi. Çünkü hepsinin ayrı eğitimi ve taktiği var. Örneğin rehine kurtarma eğitiminde temsili bir fotoğrafa (önde rehine arkada eylemci) 7 bin atış yapılır. Çünkü rehineyi kurtaracağım derken öldürebilirsin. Operasyon Çağlayan gibi kapalı ve rehinenin bir yere kaçamayacağı 10 metrekarelik bir alandaysa bu daha da zor. Çünkü içeri girdikten sonra 3 saniye vaktin var. Her yer delik deşik olur...”
‘Hukuk değil emirname’
Yeniden görülen Balyoz Davası’nda 236 sanık beraat etti. Yani delil olduğu iddia edilen belgelerle yıllarca özgürlükleri elinden alınan, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarına çarptırılan askerler aynı belgelerin “delil vasfına sahip olmadığı” gerekçesiyle aklandı. Şimdi sırada haksız yargılayanların yargılanmaları ve tazminat davaları var. Yaşanan ve gelinen noktayla ilgili İstanbul Barosu’nun eski başkanlarından Yücel Sayman’ın yorumu şöyle:
“İnsanlar yargılandı mahkum oldular sonra birden bire mahkumiyetler ortadan kalktı beraat ettiler. Hukukun olmadığı bir yerde bunları hukuki açıdan değerlendirmek mümkün değil. Hukuk dünyasında aynı belgelerle mahkumiyet, beraat olmaz. Bu hukuk değil bir emirname düzeni. Bir emirname çıkarıyorsun makum oluyorlar. Bir başka emirname daha çıkarıyorsun beraat ediyorlar. Bunlar hukukla izah edilecek
şeyler değil.”
Sandığa ‘engel’ olmasın
Engelli ve yaşlı maaşlarının alımını zorlaştıran 2013’deki yasa değişikliğiyle yüzlerce engellinin maaşı kesilirken, bunlardan neredeyse hepsine ödeyemeyecekleri miktarda cezalar verildi, ödeyemeyenlere de hazine dava açtı. Ancak son günlerde bu durumun aksine denetimlerde biraz yumuşama varmış... Bunun her seçim öncesinde yaşanan bir ritüel haline geldiğini belirten Engelliler Konfederasyonu Başkanı Av. Turhan İçli, seçim sonrasında ise denetimlerin sıklaştığına dikkat çekerek, şöyle diyor:
“Önce dağıtıyorlar sonrasında ‘kural dışı verilmiş’ diyerek kesiyorlar, hatta borçlu çıkarıyorlar. 2008’de borçlu çıkarılan engelli sayısı 81 bindi. Haciz memurları kapıya dayanmya bşlayınca af çıktı. 2011 öncesi ve sonrasında da aynısı yaşanınca bir af daha çıktı. 2013’den bu yana da denetimler sıklaşmaya başlamıştı. Şimdi yine bir genelgeyle ‘fazla sıkmayın’ denildi.”
Peki ama neden? Sorunun yanıtını İçli veriyor:
“9 milyon engelli, aileleriyle birlikte yaklaşık 30 milyon dolayında bir nüfusu temsil ediyor. Bu nüfusun üçte ikisi, yani 20 milyonu seçmen. AKP, bu 20 milyon seçmenin en az 15 milyonunun oyunu alarak iktidarını sürdürüyor.
Yazar: Tunca Bengin