Halk dilinde “Aktaş” ve “Patal” olarak da anılan lületaşı, büyük zahmetlerle yerin metrelerce altından çıkarılarak elle işlenip sanat eserine dönüşür…
Kuyudan kutuya bin bir emekle zahmetli bir yolculuk yapan lületaşı, raflarda yerini alana kadar bakın ne aşamalardan geçiyor
Bir Alman mineralog (E. F. Glocker) tarafından 19. yüzyıl ortalarında fark edilen lületaşı ilk olarak sepyolit olarak adlandırılmıştır. Sepiolit ismi mürekkep balığının Yunanca ismi olan ‘sepyon’dan etkilenilerek verilmiştir. Lületaşının Almanca ismi, mineralin yoğunluğuna atıfta bulunarak ‘Meerschaum’ (deniz köpüğü) olarak kullanılmıştır.
Toprak içinde, geniş damarlar içinde serpilmiş çakıl kümeleri halinde bulunan lületaşının ana maddesi hidratlaşmış magnezyum ve silisyum içerikli kaya parçalarıdır.
İşlenmesi kolay beyaz renkli, gözenekli bir mineral olan lületaşının dünyada en çok bulunduğu yer Eskişehir’dir. Kalite bakımından sıra malı, birim malı, parçalı pamuklu, taneli dökme ve çeltiz dökme gibi beş cinse ayrılan lületaşı; Fransa, Yunanistan, İspanya ve Güney Afrika ile ABD’de de az miktarda bulunmaktadır.
Emici bir yapıya sahip oluşundan dolayı ağızlık ve pipo yapımında birinci sınıf malzeme sayılan lületaşı, tütünün meydana getirdiği nikotini bir filtre gibi emdikçe zamanla sarımsı bir renk alır.
Ülkemizde ilk bulunduğunda devlet tarafından işletilen lületaşı ocakları, daha sonra özel sektöre devredilmiştir. Günümüzde, lületaşının bol miktarda bulunduğu Eskişehir’in Sepetçi ve civar köylerinde 300′den fazla lületaşı ocağı bulunmaktadır. Çıkarılan taşlar, yine aynı bölgede mevcut bulunan atölyelerde işlenmektedir.
Lületaşı Nasıl İşlenir?
Arkeolojik çalışmalar, lületaşının yaklaşık beş bin yıl öncesinden bilindiğini ve değişik amaçlarla kullanıldığını göstermiştir. Günümüzde kile benzer beyaz ve krem renkli, gözenekli, yumuşak dokulu lületaşı işlenerek dekoratif süs eşyalarına dönüştürülür.
Ülkemizde lületaşı 1940’lı yıllarda işlenmeye başlanmış ve 1950’li yıllardan itibaren de el sanatı olarak gelişim göstermiştir. Ustaların hayal gücü ve el maharetiyle 1970’li yıllardan bu yana ürün yelpazesi oldukça genişlemiştir.
Lületaşını çıkarmak için 20-25 metre derinliğinde kuyular açılır ve derine inildikçe kaliteli ve beyaz taşlar bulunur. Lületaşının bulunduğu damara halk arasında “yolak” adı verilir. Topraktan çıkarılan yumru taşlar büyüklüğüne göre cılız, orta taş, taneli ve pamuklu olarak sınıflandırılır.
Lületaşı işlenirken sırasıyla çırpma, saykal, kaba alımı, yontma, kabartma, zımparalama, cilalama, tandırlama, ıslak aba, yağlı aba ve parlatma işlemlerinden geçirilir. Yapılacak işe göre temizlenmiş olarak gelen taş genellikle hafif nemli olur. Çalışma sırasında veya beklendiği için taş kurursa tekrar ıslatılır. Lületaşı ilk önce kaba bıçakla işlenmeye başlanarak belirsiz bir model oluşturulur.
Daha sonra iş bıçağı ile form ortaya çıkarılır. Sıyırgı denilen bir aletle düzeltmeler ve rötuş işlemi yapıldıktan sonra göz bıçağı ile gözler oluşturulur. Tüm işler bitince kuruması için bir fırına sokulur. Daha sonra zımparalanır, kaynar balmumuna atılır en sonunda ise cilalanıp kadife ile parlatılır.
İncelik isteyen ve ustalığın ortaya çıktığı bu süreçler sonucunda lületaşı pipo, sigara ağızlığı, tespih, kolye, yüzük, bilezik, broş, küpe, saç tokası, anahtarlık, satranç takımı, biblo, kutu ve benzeri ürünlere dönüşür.
Lületaşının Bulunuşu ile İlgili İlginç Hikaye
Efsaneye göre bir çoban koyunlarını otlatırken yerde beyaz bir taş bulmuş. Taşı eline alıp incelemiş. Sonra çakıyla bir parçasını yontmuş. O anda taş dile gelip ‘Yapma canımı acıttın’ demiş ve çobanın elinden fırlayarak yerdeki deliğin içine düşmüş. Çoban elleriyle toprağı eşeleyip taşı bulmaya çalışmış. Ancak aşık olduğu sese ulaşmak isteyen çoban, derin bir çukur kazmış. Köylüler ondan günlerce haber alamayınca delikanlıyı aramaya koyulmuşlar. Sonunda yerin yedi kat dibinde dar bir kuyuda boğulmuş olarak bulmuşlar. Birkaç parça lületaşını elinde sımsıkı tutuyormuş.
KÖSTEBEKNAME
Yer uzak gün sıcak çok zaman evveli
Yola koyulmuş yörenin bir yiğidi,
Öğleyin gölgede katık ekmek yerken
Köstebek bir taş çıkarmış derinlerden
Kar beyaz kadın teni kadar yumuşak
Okşar gibi çakıyla yontmuş pür merak
Taş elinden fırlayıp önünde durmuş
Deniz köpüğünden güzel bir kız olmuş
Mahsun gözleri buğulu sesi kırgın
Ah demiş,yiğidim bana nasıl kıydın?
Hiç beklemeden taşa dönmüş yeniden
Süzülüp gitmiş köstebek deliğinden
Deliye dönmüş o anda delikanlı
Tutuşmuş yüreğinde kızın hayali
Başlamış yeri elleriyle eşmeye
Kaçan sevdanın ardından yetişmeye
Yol bekleyenleri habersiz kaygılı
Günlerce aranmış garip delikanlı
Cansız bulunmuş bir daracık kuyuda
Bir topak Ak taş sımsıkı avucunda
Talat ÜRERSOY