Sabancı Üniversitesi kapılarını açtığında yıl 1999’du. O günden bugüne nice mezun verdi üniversite, çok önemli başarılara imza atan. Onlar arasında yer alan Görsel Sanatlar ve Görsel İletişim Tasarımı Programı’nı seçenler, Güler Sabancı’nın ifadesiyle ‘Türkiye’de sanat eğitimine öncü yaklaşımlar getiren sağlam bir bilimsel temel ile yenilikçi sanat eğitiminin bir araya geldiği’ bir ortamda yetiştiler. İşte dünün öğrencisi, bugünün profesyonel sanatçıları olan bu gençlerEmirgan’da Sabancı Müzesi’nde buluştular bu hafta. “Buluşma... Reunion” sergisi kapsamında müzede sergilenen eserleriyle. Aslında onlar birbirileriyle biz de onlarla buluştuk, Türkiye’de ve dünyada önemli galerilerde sergiler açan, bienallere katılan, dünyanın dört bir yanında misafir sanatçı programlarına kabul edilen tam 20 sanatçımızla. Ki onlar üniversitenin ilgili bölümünün verdiği 110 mezun arasından uluslararası bir jürinin titiz çalışmasıyla sergiye seçildiler.








Müzede sergilenen eserlerin her biri özel bir derinliğe sahip. Ortak noktaları da bu. Her birinin söyleyeceği farklı bir söz var hayatta karşılığı olan, anlam kaygısına iyi gelen, çok boyutlu... Hayran kalmamak, etkilenmemek mümkün değil. Bir köşe yazısının sınırları içine sığdırabileceğim beş tanesini seçtim; gerçekten çok zorlanarak, aklım diğerlerinde de kalarak.
İlki Berke Soyuer’in “Lima Sendromu” adlı işi. Yaklaşık 4 bin tane jiletin birbirine zımba teliyle tutturularak hazırlanan bir yerleştirme. Tavandan sarkıtılan bu jilet şeritlerine bakarken, insan kendi bedenine zarar verme ve intihar kavramıyla yüzleşiyor. Bu yüzleşme ihtimaller ve imgelem düzeyinde sürekli yaratılan bir gerilimle sağlanıyor.
Tan Mavitan’ın “Tank” adlı işinde gerçek boyutlu bir tank, kapitoneyle kaplanmış. Kapitone, Türkiye’de bürokratik iktidar sembolü zira devlet kurumlarında kapı kaplamalarda, sümen takımlarında ve panolarda kullanılan bir kumaş türü. Sanatçı bir savaş aracına ironik bir şekilde kapitone ile yumuşaklık kazandırıyor bu işte. Bir tür kamuflaj olarak da okunabilir. Zira Mavitan’ın tankı, devletin ve ordunun bireyi ve toplumu yıldırma kapasitesine gönderme yapıyor.
Erdem Taşdelen “Love is...” adlı işinde ‘love is’ ile başlayan değişik janrlardaki şarkı adlarını, süreleriyle birlikte gösterdiği bir yerleştirmeye imza atıyor. Sanatçı bu işiyle farklı aşk şarkıları üzerinden aşkın ne olabileceğine dair felsefi bir eksiklik halini ortaya koyuyor.
Meriç Algün Ringborg “Ödünç Alınmamış Kitaplar Kütüphanesi”nde, Sabancı Üniversitesi Kütüphanesi’nin ödünç kitap istatistiğini çıkarıyor. Yerleştirmesinde hiç ödünç alınmamış kitapları bir kütüphane içinde sergiliyor. Çok okunan kitaplar çok daha fazla kişi tarafından okunur. Uzun kuyruklar daha çok insan çeker. Eser, bu hiyerarşik düzeni bozuyor. “Okunmamış kitaplar, evet çok kötü olabilecekleri gibi, büyük ve umut dolu kapılar da açabilir insan hayatına” dedirtiyor.
Elif Süsler ise “Dünyanın En Hüzünlü Şarkısı” adlı işinde gerçeküstü bir atmosfer yaratıyor. Siyasetçiler, arka kapak güzelleri gibi tanıdık medya figürleri başsız halde yağ tenekelerinden oluşan kaygan bir zeminde dans ediyor. Onların bu hazin dansını inceleyerek çağa tanıklık ediyoruz.
Velhasıl, destekçilerinden birinin www.milliyet.com.tr olduğu Emirgan’daki bu çok özel buluşmaya katılın mutlaka. Her biri diğerinden başarılı genç sanatçıların estetik mesajlarının verdiği hazzı kolay kolay unutamayacaksınız.