Yeryüzünün en merhametlisi Peygamberimiz (s.a.v) ve engelliler
Her toplumda olduğu gibi Peygamberimiz döneminde de engelli kimseler bulunmaktaydı. Resûlullâh -sallallâhu aleyhi ve sellem- sağlam insanların engellilere davranışlarını düzenleyen ahlâkî prensipler getirmiştir. Nitekim bir hadis-i şerifte görme engelliye yol gösterme, sağıra ve dilsize laf anlatma sadaka olarak değerlendirilmiştir:
"Âmâya rehberlik etmen, sağır ve dilsize anlayacakları bir şekilde hitap etmen, muhtaç bir kimseyi ihtiyacını tedarik etmesi için gerekli yere götürmen, derman arayan dertlinin imdadına koşman, koluna girip güçsüze yardım etmen, konuşmakta güçlük çekenin meramını ifade edivermen, bütün bunlar sadaka çeşitlerindendir..." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/168-169)
Bu dönemdeki engelli sayısını tam olarak bilememekle birlikte azımsanamayacak derecede engelli olduğu söylenebilir. Özellikle görme ya da bedenî bir engeli bulunan sahabe arasında isimleri Müslümanların çoğu tarafından bilinen, Abdurrahman b. Avf, Amr b. Cemuh, Muaz b. Cebel,Amr b. Tufeyl, Habbab b. Eret, Imran b. Husayn, Abdullah b. Ümmü Mektum gibi sahabenin meşhurlarının olması da bu kanaati desteklemektedir. Bunlar arasında otuz yıl kronik bir rahatsızlıktan dolayı yataktan kalkamayan ama halinden şikâyet etmeyen İmran b. Husayn gibi sahabeler olduğu gibi, Efendimiz'in (s.a.v) ahirete irtihalinden sonra bir gözünü kaybetmiş Abdullah b. Mes'ud ve Ebû Süfyan gibi sahabeler de vardır. Bu arada ortopedik engelli sahabelerin çoğunun savaşlarda aldıkları ok ve kılıç darbeleriyle bu hâle geldikleri unutulmamalıdır.
Yine dikkatlerden kaçmaması gereken bir husus da, engelli sahabelerin kimler olduğunu düşündüğümüzde aklımıza pek fazla bir ismin gelmeyişidir. Bu durum bize sahabenin Allah'tan gelen her şeyi rıza ile karşılayıp, herhangi bir isyan tavrı sergilemeden İslâm'a hizmet etmeye ve toplum içinde faydalı bir unsur olmaya çalıştıklarını göstermektedir. Mesela, Muaz b. Cebel'in ayağındaki sakatlığın pek çok kimse tarafından bilinmediğini söyleyebiliriz. Oysa Hz. Muaz, Efendimiz (s.a.v) tarafından o günün şartlarında oldukça uzak sayılabilecek olan Yemen'e gönderilmiş ve dine hizmet etmekten bir an geriye kalmamıştır.
“Peygamberimiz (s.a.v.), engelli sahabelere hususi ilgi ve şefkat göstermiş,
onları toplumun faydalı bir unsuru haline getirmiştir.”
Meselâ, Bilal-i Habeşî ile birlikte Hz. Peygamber'in (s.a.v) müezzinliğini de yapmış olan ve Peygamberimize kendisi hakkında ayet inen (Abese 80 /1-12) Abdullah b. Ümmi Mektûm âmâ oluşu yanında evinin mescide uzaklığını ve kendisini mescide götürecek kimsesinin bulunmayışını da mazeret göstererek, namazı evinde kılabilmek için Allah Resûlü'nden (s.a.v.) müsaade istemişti. Resûlullâh ise: "– Sen namaz için ezân okunduğunu işitiyor musun?" diye sordu. O, "Evet." cevabını verince, Peygamber Efendimiz (s.a.v.): "– O halde davete icabet et, cemaate gel" buyurdu. (Müslim, Mesâcid 255; Ebu Dâvûd, Salât 46) Bu rivayet, cemaatle namazın ne derece önemli olduğunu göstermekle birlikte,Peygamberimiz'in âmâ bir zatı toplumdan tecrit etmeyerek onu cemaat içinde bulunmaya teşviki de bilhassa dikkat çekicidir. Bu hadiseden, İslâm'ın görme engelli kimselere cemaate devam hususunda ruhsat tanımadığı sonucu da çıkarılmamalıdır. Nitekim Peygamber (s.a.v) Efendimiz, görme engelli bir sahabe olan İtban b. Mâlik'e evinde imamlık yapmaya müsaade etmiştir. Bu hususta Abdullah b. Ümmi Mektum'un sahabenin ileri gelenleri arasında bulunması, ilk Müslümanlardan olması, müezzinlik yapması gibi özelliklerinden dolayı cemaat arasında bulunmasının önemli olması hususu göz ardı edilmemelidir. Çünkü o, engelli sahabeler arasında âdeta sembol bir isim durumundadır. Onun ısrarla toplum içerisinde aktif olarak bulunması kendisinden sonra gelen benzeri kimselere müspet örnek teşkil edecektir. Bunun yanındaHz. Peygamber değişik vesilelerle Medîne dışına çıktığı zaman, Abdullah b. Ümmi Mektûm'u yerine cemaate namaz kıldırması için vekil olarak bırakmıştır. Bu görevin kendisine on üç defa verildiği nakledilmektedir. (İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-ğâbe, 4/264.)
“Günlük hayatını kolaylaştırmak sadaka, iş imkânı sağlamak sosyal sorumluluk”
İslam dini merhameti, muhtaçlara yardım elini uzatmayı ister. Peygamberimiz (s.a.v.) “İnsanlara merhamet etmeyene Allah merhamet etmez”(Müslim, Fedâil, 66) buyurmuştur. Engelliye merhamet etmek demek, onu eğitmek ve ona edindiği mesleğe uygun bir iş vermek demektir. Çünkü dinimizde insan enerjisinin israfı, israfların en kötüsüdür. Herkes kabiliyet ve kapasitesine göre eğitilerek üretme katkıda bulunmalıdır. Aksi takdirde zaman ve insan gücü değerlendirilmemiş olur. Nitekim Peygamberimizin bu konuyla ilgi örnek davranışları saymakla bitmiyor.
“Peygamberimiz Engelli sahabe ile pazarda satış yapıyor”
Efendimizin, bazı bedenî kusurları olduğu için, toplum içinde bulunmaktan tedirgin olan ve bu yüzden çölde yaşamayı tercih eden Zahir isminde bir sahabeye çölden bazı meyve ve çiçekleri, şifalı bitkileri toplattırıp, Medine pazarında beraberce pazarlamayı önermesi ilginçtir. Pazardaki alışverişlerde Zahir’e yardımcı olan Peygamberimiz etrafına da “Zahir bizim çölümüzdür, biz de onun şehriyiz” diyerek sürekli iltifatlarda bulunmuştur. (Tirmizî, Şemâil, 120, Beyrut, 1406.)
Peygamberimiz, bizlere ikazını Asr-ı Saadet zamanında yapmış!
“Cüzamlılara uzun süre bakmayın!”
Toplumun içinde engelliler olduğu gibi bazı kimselerin yakınları arasında da değişik seviyede engelliler bulunabilir. Toplum olarak engellilere Peygamberimizin ahlakını örnek alarak sevgi, ilgi ve şefkatle davranmak esas olmalıdır. Yine Peygamberimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) tavsiyesi istikametinde, rahatsız edecek bir şekilde engelli kimselere uzun süre bakmamak gerekir. Zira Peygamberimiz, "Cüzzamlılara uzun süre bakmayın." (Heysemî, Mecmeu'z-Zevâid, 5/100-101.) buyurmaktadır. Peygamberimizin bu sözü, cüzzamlı kimselere, dolayısıyla bedenî bir kusuru bulunan kimselere rahatsız edecek şekilde bakılmaması gerektiğini göstermektedir.
“Akıl melekesi tam olmayan sahabeye Peygamberimizin davranışı”
“Bir keresinde bir bedevi mescidin önüne devesini bırakır. Özel durumu herkesçe malum olan Nuayman’a birkaç sahabe, şöyle bir teklif getirir: “Sen şu deveyi kesiversen de onu yesek! Et yemeyi çok özledik. Nasılsa Resulullah onun bedelini öder”. Nuayman, bu sözlerden hemen etkilenerek deveyi keser. Bedevi dışarı çıkınca kıyameti koparır. Peygamberimiz durumu anlar ve Nuayman’ı bir hendeğin içinde gizlenmiş olarakbulur. Onu hendekten çıkarır ve “Bunu niçin yaptın” yerine “Bu yaptığını sana yaptıran nedir?” der. Nuayman da kendini savunurcasına, “Benim yerimi sana gösterenler var ya, ey Allah’ın Resulü! İşte onlar bu işi bana yaptırdılar.” der. Peygamberimiz onun yüzündeki tozlarını hem siler hem de tebessüm ederek onun gönlünü alır ve bedevinin devesinin bedelini öder.”( İsabe, III/570; İstiab, III/575 (Rabia b. Osman’dan).
Engellilik hali, insanın temel fonksiyonları açısından eksiklik olsa da, insanî yönden bir kusur değildir. Erzurumlu İbrahim Hakkı'nın
"Harâbât ehline hor bakma şâkir / Defineye mâlik virâneler var"
dizeleriyle, dış görünüşü itibariyle önemsenmeyen veya engelli pek çok kimse, zengin ve diri bir gönül yapısıyla Allah katında çok değerli olabilir. Geçmiş milletler arasında, özellikle zihinsel engellileri şeytan ve cinlerin musallat olduğu kimseler olarak görenler ve bu sebeple ateşe atıp yakanlar olmuştur. İslâm, bu ve benzeri insanlık dışı her türlü hareketi yasaklamış ve hiçbir şahsın yaşama hakkının engellenemeyeceğini belirtmiştir. Ne yazık ki günümüzde Ülkemizde bile kimi engelliler zincirle ahırlarda hapsediliyor ve onlardan utanılıyor.
Allah Resulü: “Muhakkak ki Allah, dünyada insanlara azap edenlere, azap eder” buyurmuştur. Bu sebeple düşküne ve engelliye azap olacak hususlar düşünülerek giderilmesi lazımdır. Şehir planları, yollar, parklar, vasıtalar ve umumi yerlerde engellilere uygun yapılaşmaya gidilerek onları sıkıntılardan kurtarmak gereklidir. Bu konuda engellilerin fikirleri de alınmalıdır.
UNUTMAYALIM Kİ “HER SAĞLIKLI İNSAN BİR ENGELLİ ADAYIDIR”
KUTLU DOĞUM HAFTASINI LAYIKIYLA GEÇİRMEK TEMENNİSİYLE
DOLUNAY DERNEĞİ ENGELLİLER BİRİM BAŞKANLIĞI