itiraf edelim ki CHP hepimizi şaşırttı... Önce “emekliye çift ikramiye” gibi mahallelerde, kahvelerde kulaktan kulağa yayılan parlak bir fikir; ardından “önseçim” rüzgârı; “Milletçe Alkışlıyoruz” reklamı ve dün de Kemal Kılıçdaroğlu’nun sunduğu seçim vaatleri...
Anamuhalefet partisi, ilk defa gündemin peşinden giden değil de “gündem yaratan” bir performans sergiledi. Kimse alınmasın, kızmasın ama geleneksel CHP kurultayları, “Faşizme karşı omuz omuza” kıvamında toplu şikâyet ayinleri olarak geçerdi. (Yanlış anlamayın. Memlekette şikâyet edecek çok konu var ancak; seçmen aynı zamanda “Ülkeyi yönetebilirim” garantisi istiyor.)
Ama o da ne! Bu kez anamuhalefet partisi, bu defa ezber bozarak mazot fiyatından HSYK’nın nasıl reform edileceğine dair dan dan somut önerilerle çıktı karşımıza.
Kılıçdaroğlu’nun sunduğu metinde, “Aile sigortası”, “Asgari ücretin 1500 TL’ye çekilmesi”, “YÖK’ün kaldırılması”, “%10 barajının lağvedilmesi” gibi ekonomi ve özgürlüklere dair “elle tutulur” politikalar var.
Gerçi malum; seçim bildirgeleri aslında kısa-dönemli göz boyama işidir. Alın tüm partilerden son 12 yılın seçim bildirgelerini, hepsi de birbirinden güzel vaatler içerir.
Ama bu kez CHP açısından asıl fark yaratan durum, partinin ilk kez seçmene “iktidara talibiz” mesajını vermesidir. CHP geçen seçimde akademis-yenlerin raporlarına dayalı “Şu-bu olmalı” diyen sıkıcı dosyalar hazırlamıştı. Bu sefer profesyonel bir reklam ekibiyle çalışıyor olmanın farkı ortada.
Bu yüzden Kılıçdaroğlu’nun sunumundaki en önemli bölümler “İlk 100 günde yapacak-larımız” ve “İlk 1 yılda yapacak-larımız.” “İlk 100 gün” tamamen Amerikan siyasetinden alınmış bir kavram; ancak buraya oturmuş.
Çünkü, doğruya doğru, CHP’nin bu seçimde yıkması gereken, iktidar partisinin iyi-kötü yerleştirmeyi başardığı “İki koyun güdemez” algısı. İşte tam da bu yüzden dünkü profesyonel organizasyon görüntüsü, iyi hazırlanmış ve temiz reklam
malzemeleri, partinin ekonomiyi iyi çalıştığına dair yaratılan hava, anamuhalefet için hayati.
CHP, Deniz Baykal döneminde “Türkiye laiktir laik kalacak” sonra Kılıçdaroğlu’yla “Faşizme karşı omuz omuza” sloganının partisi oldu. İkisi de sosyolojik olarak seçmenin ihtiyaç ve arzularıyla örtüşmüyordu. Şimdi ise “Yaşanabilir bir Türkiye” diyor ve ilk kez zamanın ruhunu yakalamış gözüküyor.
Bu çıkış, CHP’ye yarar. Belki oy patlaması yapmaz ama son 1 yılda kaybettiği 1-2 puanı geri alır, HDP ve MHP’ye yönelişin önüne geçer.
ERMENİLER ÖLÜMÜ HAK MI EDİYOR?
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın hafta sonu “Ermeniler yüzlerce Müslüman’ın kanına girerek tehcirin kapılarını bizzat kendileri araladılar” sözünü üzüntüyle okudum. Hatta önce inanamadım, açıp internetten görüntüyü izledim.
Tehcir, kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşan ve en muhafazakâr tahminlere göre bile 900 binAnadolu Ermenisinin köyünden, yerinden, yurdundan Suriye çöllerine sürgün edilmesidir. Ermeni isyanı, Doğu’da ufak bir coğrafyadayken, tehcir politikası İstanbul dışında neredeyse bütün Anadolu’yu kaplamıştır. Tehcir edilenlerin bir kısmı, daha Deyrizzor çölüne varmadan, bir kısmı da orada ölmüştür. (Ermeni erkekler, tehcir öncesinde “askere alınmış”, onların da ciddi bölümü çalışma kamplarında ya da çeteler tarafından öldürülmüştür.) O dönem o kadar insan katledilmiştir ki, yol kenarlarındaki cesetlerin yarattığı görüntü ve sağlık sorunları bile mahalli idareler ve merkezi hükümet arasındaki yazışmaların konusudur. Bu yüzden tehcire imza
atanlar, Osmanlı’da bile daha sonra idamla yargılanmıştır.
(Van’da yaşananları saymazsak, tarihsel anlamda Ermenilerin Müslümanlara yönelik katliamları ise, çoğunlukla 1915 sonrası gerçekleşen olaylardır. Neden-sonuç ilişkisi Erdoğan’ın anlattığının tersidir.)
Dedim ya, Cumhurbaşkanı’nın sözleri beni dehşete düşürdü. Ve soramadan edemedim; eğer Ermeni kadın, yaşlı ve çocuklar tehciri hak ettiyse, Cumhurbaşkanı geçen yıl yayınladığı bildiride neden tehcirin “gayri insani” olduğunu söylemiştir?
[email protected] | Aslı Aydıntaşbaş