Sorunlarını İstanbul'un, Ankara'nın bol yıldızlı otellerin konferans salonları ve lobilerinin göz kamaştırıcı ışıkları altında tartıştığımız ya da tartıştığımızı zannettiğimiz; sorunlara çözüm ürettiğimiz ya da çözüm ürettiğimizi zannediyoruz. Sorun bu oryantalist bakışımızda.
Susan Sontag'ın 'Başkasının acısına bakmak' kitabından hareketle, Televizyon karşısında, gazetelerde çaresiz ve acı içerisinde kıvranan insanların görüntülerine ve resimlerine sadece bakmak kopan çığlıkları duymamak, insani duruşumuzu da belirginleştirecektir.
Acı; bireyin dünyayla ilişkisini ve dünyayla ilgili deneyimini sorgulayarak, kişisel ve toplumsal anlamların sorgulandığı, bilincin ortaya çıktığı bir algı taşır. Başkalarının acısının şiddetini anlayabilmek, diğerinin çektiği acıyı paylaşabilmek ve hissedebilmek aslında başkasının bedeninin yerine kendi bedenini koymak olarak da algılanabilir. Yani empati yapmak olarak da anlamlandırılabilir.

Burada üzerinde durulması gereken aynı zamanda acının beden üzerinde bıraktığı iz ve o izin düşünsel yaşamda bıraktığı travmadır. Acıyı anlayabilmek, hissedebilmek ve diğerinin acısını uzaktan seyretmek insan olmak ya da olmamakla ilgili durumumuzu da belirginleştirmektedir. Başkasının acısına bakmak insanın tüm boyutlarını özel yaşamı, toplumsal ve kültürel kökleri ama aynı zamanda çevresindeki ilişkilerin kökleriyle ilintilidir.

Asıl derdimiz başkasının acısını anlamak değil, hissetmektir. Başkasının acısına bakmanın, sanat galerisinde sergilenen resimlere bakmaktan daha fazla şey ifade etmektedir. Acılara maruz kalmış bedenlere bakarken, bakmak eyleminden daha fazlasını yaparak nedenlerini araştırmak ve sorunların çözümüne katkı sunmak gibi bir durum söz konusudur. Başkasının acısına bakmak aynı zamanda bir politik duruşu da anlatmaktadır. Baktığımız acıların düşüncemizde şekillenmesi aynı zamanda bakışımızla da ilgilidir. Dünyaya bakışımız, algılayıp yorumlayışımız, bizim acılar karşısındaki duyarlılığımızın şiddetinin göstergesi olabilmektedir.

Sahada yaşanan pratik ve teorik deneyimleri yaşamsal ve düşünsel dünyamıza taşıyamadığımız sürece, sorunların tespiti, çözüm önerileri ve yöntemleri başarısız olmaya mahkumdur.

İçselleştirdiğimiz 'önyargı'larımıza rağmen, hangi coğrafya da yaşarsak yaşayalım, hangi etnik, dinsel, dilsel, sosyal-kültürel değerlere sahip olursak olalım; tekerlekli sandalyelerimizle, asalarımızla, koltuk değneklerimizle aynı kaderi paylaşıyoruz.

Barış içerisin birlikte yaşamak için, bir diğerini kendimize benzetmek yerine, farklılıklarımızı kabul etmekle mümkündür. Aslında hepimiz karşımızdakine göre 'öteki'yiz dir. 'Öteki' olanın 'öteki'nin acısına bakmak yerine, 'öteki'nin acısını yüreğinde hissetmelidir. İnsan hakları aktivistlerinin insanın insanileştirilmesi gibi zor ve evrensel bir görevi vardır. Acıları, insan hakları penceresinden bakarak ve insan hakları için politikayı ön plana çıkararak dindirebiliriz. Aksi takdirde yarın bakılan olmayacağımızın garantisi yoktur.