Bir toplumun saygınlığı özürlülerine ve mağdurlarına gösterdiği önemle ölçülür...
Dünya nüfusunun yüzde 10'unu ülke nüfusumuzun ise yaklaşık yüzde 12'sini yani 9 milyon beşyüzbin vatandaşımızı yakından ilgilendiren bu konuda inisiyatifler ve STK'lar muhakkak birşeyler yapıyorlar. Ancak hala ötede beride dilenen, avuç açan ve oldukça mağdur durumda olan engelliler hakkında ne yazıkki toplumsal duyarlılığımız olması gerekenin oldukça altında...
Bir çoğu yatağa veya sandalyeye bağlı yaşama tutunmaya çalışan bu insanları gördüğümüzde birçoğumuzun başını çevirerek geçtiği muhakkak... Biraz acımasız gelebilir ancak durum gerçekten bu. Son çalışma yasasına göre kurumlarda özürlü istihdamının da zorunluluktan çıkarılmış olmasıyla birlikte kaderlerine ve dilenmeye terkedilen engelliler toplumla barışmanın, toplumun aktif bir parçası olmanın arayışları içindeler...
Küçük çaplı bir araştırma ile aslında STK anlamında onlarca derneğe ve oluşuma sahip olduklarını görebiliriz. Böyle örgütlü olsalar da maalesef erişilebilen özürlü/engelli sayısı sınırlı ve sorunlarının çözümleri noktasında gerekli açılımları yakalayabilmeyi başarabilmiş değiller. Devletin yapacakları bir yana vatandaş olarak bizler neler yapıyoruz, yapmalıyız düşüncesinden hareketle yazıyorum bunları. Herşeyin devletten beklenmesinin yanlışlığını yinelemenin gereği yok. Etrafımızda bize çok yakın tanıdıklarımızdan başlayarak ellerinden tutsak bu toplumsal sorunla yüzleşsek neler olmaz ki?
Maalesef her alanda olduğu gibi suistimallere de açık bu yaranın tedavisi yine fertlere yani bizlere düşüyor. Vatandaş olarak yapabileceğimiz şeylerin en önemlisi onlara ilgi göstermek, yardımcı olmaktan öteye geçmese de bu onlar için o kadar değerli ve paha biçilmezki...
Bence sadece şunu düşünmek yetiyor: Ya ben olsaydım...
Engelsiz bir yaşam herkesin hakkı...
Unutmayalım ki engellilerin önündeki engelleri koyan bizleriz...