Tarifi en zor duygulardan biri herhalde anneliktir. Yine belki de hayatta üstlendiğimiz en zor görevlerden biri de annelik olarak değerlendirilebilir.

Hamilelik döneminden çocuğunuzla ilk karşılaşmanıza, onun günden güne büyümesine kadar bir ömür boyu süren bir ilişkiden söz ediyoruz.

Önce insanın fizik yapısında bir dönüşüm oluyor, bedeninizde ayrı bir varlık taşıdığınızı öğreniyorsunuz. Ancak bir annenin üstesinden gelebileceği sancılı bir doğum yaşıyorsunuz.
Size küçük, gözleri yumuk bir canlı getiriyorlar. İçinizi anlatılmaz duygular kaplıyor. Hele onu sizin göğsünüzün üzerine bıraktıkları ilk an, onun kokunuzu ala ala sizi tanıması. Minicik bir canlının hayatta kalma dürtüsüyle size sarılışı, ilk emzirmenin sizi ve bebeğinizi kan ter içinde bırakan telaşı.

Tüm bunlar taşıdığınız sorumluluğun kafanıza bir daha hiç çıkmamacasına kazınmasına, gönlünüzde hiç kaybolmamacasına yer edinişine neden oluyor.

Onun ilk hareketleri, ilk gülüşü, kısacası her anı bir olay haline geliveriyor yaşantınızda. Konuşmanızın, düşünmenizin, hareketlerinizin, ilişkilerinizin odak noktası bebeğiniz oluyor.
Ve bir gün herhangi bir nedenle bedeninizin bir kısmını kullanamaz hale geliyorsunuz.
Bu evde iş yaparken, yolda yürürken, arabayla bir yere giderken, işyerinizde her hangi bir nedenle geçireceğiniz kazayla olabilir. Veya ani gelişen bir hastalığın ürünü olabilir.
Bir anda yaşamınızın kalan kısmını “engelli” bir insan, ama ondan ötesi engelli bir “anne” olarak sürdürmek gerçeğiyle karşılaşabilirsiniz.

Belki pek bilinmiyor, ülkemizdeki engellilerin büyük çoğunluğunu süreklilik kazanmış hastalar oluşturuyor. Diğer engel türleri ki en çok da ortopedik engelliliğin nedenlerinin başında ise kazalar ve yine hastalıklar geliyor.

Tuhaf ama kaza denilince bizim ülkemizde bunun anlamı göz göre göre gelen türler her halde ilk sırayı alır. Yani aslında kaza değil, bile bile yapılmış hataların kurbanlarıyız çoğumuz. Bunu ancak yaşadıktan sonra oturup düşündüğümüzde anlıyoruz.
Türkiye’de engelliğin aslında büyük çoğunlukla önlenebilir nedenlerle meydana geldiğini anladığımızda hep geç kalmış olmanın acısını taşıyoruz. İşin daha kötüsü, toplum olarak gördüğümüzü hemen unutuyoruz, yani ders almayı da pek bilmiyoruz.

Sonuçta binlerce insan kişisel olarak veya toplum olarak kendi koyduğumuz kurallara uymamanın ağır bir bedelini ödüyoruz. Ve maalesef “akıllanmamakta” kararlı görünüyoruz.
Genç bir annenin, çocuğunun kendisine en çok ihtiyaç duyduğu bir zamanda engelli kalmasının ne demek olduğunu anlatmak kolay değil.
Doğuştan engelli olan biri ile sonradan, hele ilerleyen bir yaşta engeli olmak bir biriyle kıyaslanmayacak duygular yaratıyor.

Doğuştan engelli bir kişi, gelişimi boyunca bir takım becerileri beraberinde ediniyor, bir çok sorunu küçük yaşta kendini eğiterek çözebiliyor.

Buna karşılık sonradan engeli olan, bedeninin bir kısmını veya önemli bir kısmını kullanamayan bir insan için yeni ve alışılması hiç de kolay olmayan bir yaşam başlıyor.
Önce kendinizle, çevrenizle, başınıza gelen olayın nedenleri, niçinleriyle kavga ediyorsunuz. Herkes size düşman gibi görünüyor, herkesi yaşadığınızın sorumlusuymuş gibi düşünüyorsunuz.

Kimi zaman kendinize küsüyorsunuz. Yapmak isteyip de yapamadıklarınız sizi hayata bağlayan her bir bağı zorluyor.
Öte yandan bir anne olduğunuzu, hayatının geri kalanında sizin desteğinize ihtiyacı olan çocuğunuza karşı sorumluluklarınız sizi kıskıvrak sarıyor. Yapamayacağınızı, çocuğunuzu besleyip, büyütemeyeceğinizi düşünmeye ve korkmaya başlıyorsunuz.

Bir başkasının, bu sizin en yakınınız olabilir; eşiniz, anneniz, kardeşleriniz olabilir yardımına muhtaç olarak çocuğunuzu büyütmeye kendinizi alıştırmaya çalışıyorsunuz.

Hareket yeteneğini büyük oranda kaybetmişseniz, çocuğunuz sizden her yardım isteğinde, yatağında acıktığı veya altını kirlettiği için ağladığında, daha kötüsü hasta olduğunda ona koşamamanın ne demek olduğu nasıl anlatılır ki?

Çocuğunuzun evin dışındaki sosyal yaşamında, parkta, okulda herhangi bir yerde yanında her an olamamak nasıl bir acıdır, tarif edilebilir mi?

Ülkenizde hükümetler, yerel yönetimler, özel veya kamu kurumları kurallara uygun yollar, binalar, araçlar yapmadıkları için evinize hapsolmuşsanız, çocuğunuzla evinizin dışında nasıl ilişki kurabilirsiniz?

Onun sevinçlerini, başarılarını nasıl tanık olur, üzüntülü anlarında yanında hemen nasıl destek olabilirsiniz?

Bunları hep sizin yerinize birilerinin yapması, ne kadar yakınınız olsa da kabul edilir değil. İnsana anneliğini eksik hissettiren, hatta bazen kahrettiren şeyler.
Derken çocuğunuz büyüyor, ilişkinizin olması gerekenden farklı bir biçim alıyor. Çocuğunuz görüyor ki siz de aslında bakıma ihtiyaç duyan bir kişisiniz. Bir süre sonra çocuğunuzun çocuğu olmaya başlıyorsunuz.

Bu durum genellikle çok ilerleyen yaşlarda normaldir, hani insan yaşlanınca yeniden çocuklaşır diye. İşte o yaşlılık dönemlerinde büyüyen çocuklar annelerine, babalarına çocukları gibi davranmaya başlarlar.

Bu ilişki engelli annelerde ve elbette babalarda çok erken bir dönemde görülür. Çocuklar küçücük yaşlarında küçücük omuzlarına düşen ağır sorumluluğu taşımaya çalışırlar. Kimi çok iyi, kimi ağır aksak bu yükü sırtlanır gider.

Erken yaşta, değişik bir olgunluk, sorumluluk bilinci gelişir. Siz anne olarak onu elinizden geldiğince doğrudan veya dolaylı takip ederken, o da sizi izlemeye çalışır.
Engelli anne olmak ülkemizde zoru başarmanın adıdır. Hatta imkânsızı başarmak da diyebiliriz.

Ve bunda engelli annelere destek veren annelerin, teyzelerin, yeğenlerin ve elbette çocuklarınızın büyük payı vardır.

Binnur Semiz
Türkiye Sakatlar Derneği Yönetim Kurulu Üyesi, omurilik felçlisi bir kız annesi