Türk ruhunun en saf ve engin yaratılışının eseri olan Türk dili, asırlar boyunca ileri medeniyetlerin taşıyıcısı ve milli kültürümüzün biricik koruyucusu olmuş, belli başlı özellikleri sebebiyle de bağımsız dünya dilleri arasına girmiştir.
Türkçenin ele geçen en eski yazılı örnekleri 5. yüz yıl ve sonrasına ait ise de Türk diline bağlı olarak gelişen bir yazı dilin bulunduğu hakikattir. Ele geçen yazı dilinin örneği olacak derecede büyük ve okunabilir en eski metinler ise Orhun Kitabeleri ’dir. (Moğolistan’da bulunmuş olan 6 satırlık Çoyr yazıtı ise tarihi bilinen en eski metindir. İlteriş Kağan’a katılan bir askeri anlatan bu metin 687-692 arasında yazılmış olmalıdır.)
Türkler eski zamanlardan beri bir birlerinden çok uzak ve farklı coğrafyalarda ve değişik medeniyetlerin tesiri altında yaşadıkları için aralarında dil hususunda lehçe ve şive bakımından bir takım ayrılıklar olmuştur.
Tarihi Çin yazılı kaynakları çok eski devirlerde bile bu tür dil farklılıklarımızın olduğunu haber vermektedir. Bu farklılıklar, yazılı bir edebiyatın vücuda getirilmemiş olması ve bu toplulukların sürekli olarak bir birleri ile münasebette bulunmamaları sebebiyle zaman içerisinde büsbütün derinleşerek kopma noktasına gelmiştir.
“Dilde Birlik” bugün için çok yeni bir siyasi hedef olmakla beraber Türkler arasında daha önceki dönemlerde gerçekleşmiştir. Bunu, 8. yüzyılın ilk yarısında Göktürk alfabesiyle yazılan Orhun kitabeleri ’nden anlamaktayız. Çünkü, bu kitabeler en az bin yıllık bir geçmişi olan bir alfabeyle yazılmış ortak bir yazı dilini sergilemektedir.
Türkçe yazı dilinin ana gramer yapısını ihtiva eden bu kitabeler, 12-13. yüzyıla kadar, Doğu Avrupa ve Balkanlardan, hatta Macaristan’dan Güney Sibirya’ya ve Moğolistan içlerine kadar uzanan bir sahada oturan Türkler tarafından hem de çok farklı lehçe ve şivelerle konuşmalarına rağmen, okuyabilmekteydi. Keza 10. yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlanan Arap harfleri de 20. yüzyıla kadar, Türk dünyasının ortak alfabesini oluşturdu.
Türk Dil Birliği fikri, siyasi manada ilk defa Kırım Türklerinden olan Gaspıralı İsmail tarafından Türk Birliği Ülküsü ’nün ilk basamağı sayılarak “Dilde, fikirde, işte birlik” şeklinde ortaya atılmış ve yine onun tarafından bütün Türk ellerine hitap eden “Tercüman-ı Ahval-ı Zaman” adlı bir gazete çıkarılarak ve Türk dünyasının her tarafında Usûl-i Cedit okulları açtırılarak ortak bir Türk dili yaratılmaya çalışılmıştır.
Gaspıralı İsmail kendini bu yüce ülküye adayan yalnız bir insan olmasına rağmen gerek hayattayken ve gerekse vefatından sonra bütün Türk dünyasında yankılar uyandıran işler başarmış büyük bir şahsiyettir. Türk Birliği hususunda değerli fikirler ileri sürmekle kalmamış bunları hayata geçirmek için pek çok çilelere katlanmıştır.
“Türk. kültür seviyesini yükseltmek, eski ve geri kalmış zihniyet ve müesseseleri yıkmak ve Türk milleti arasında ortak bir kültür kurmak” gerektiği fikrinde olan Gaspıralı İsmail “…Rusya’da bulunan Türklerin ilerlemek için kendi okullarında çocuklarına çağdaş ilim ve sanatları ana dilleriyle öğretmeli bunun yanı sıra kendi dillerinde kitap, dergi ve gazeteler yayınlamalıdırlar…” diyerek bu fikrin ne şekilde ve nasıl gerçekleştirilebileceği hususunda bugün için de hala geçerli olan önerilerde bulunur.
.
Gaspıralı İsmail, yazılarında en çok Türkler arasındaki “Dil Birliği” meselesine önem vermiş ve bu husustaki fikirlerini sürekli kaleme almıştır. “Bütün Türk lehçelerinde ortak olan. kelimeleri esas almak suretiyle zengin bir Türkçe oluşturmak mümkündür. Fakat, Rusya Türkleri Rusça ‘dan, Türkiye Türkleri Avrupa dillerinden kelime almaktan özellikle kaçınmalı, yeni kelimeler mutlaka ortak Türkçeden alınmalı veya türetilmelidir…” diyen Gaspıralı İsmail daha sonraları Ziya Gökalp tarafından da ileri sürülüp savunulacak olan “İstanbul şivesinin ortak edebi dil olarak benimsenmesi” gerektiğine işaret eder. Azerbaycan Türk aydınlarından Hüseyinzade Ali Beğ de aynı yıllarda Azerbaycan’da başyazarlığını yaptığı Füzuyat Mecmuası’nda “…Türkler arasında Anadolu lehçesi edebi dil olarak kabul edilmelidir…” fikrini işlemektedir.
Türk tarihi incelendiği zaman Türklerin bugüne kadar bir çok değişik alfabe kullanmak suretiyle çeşitli verimler oluşturdukları görülür. Bunlara şöyle bir göz atacak olduğumuzda Orhun, Uygur, Arap, Sogd, Mani, Süryani, Grek, Slav, Gürcü, Tibet, Brahmi, Nesturi, İbrani, Gotik, Ermeni, Sanskrit, Prakit ve Latin alfabelerini kullandıklarını görürüz.
Türk toplulukları bugün dünya küresi üzerinde bir kuşak oluşturacak şekilde belirli bir coğrafyaya yayılmış olmakla beraber bu kuşağın belli bölümlerinde farklı alfabeler kullanılmaktadır.
Türk aydınlanma hareketinin öncülerinden olan Gaspıralı İsmail’in “Dilde, fikirde, işte birlik” şeklinde özetlediği Türk Birliği Ülküsü ‘nün ilk ve en önemli adımı özelliğini taşıyan “Dilde Birlik Ülküsü” bugün için Türk dünyasında yaşanan köklü siyasi değişimler sebebiyle gerçekleşme aşamasına gelmiştir. Türk dünyasını oluşturan devlet ve topluluklar, bu hususta harıl harıl çalışmalar yapmakta ve peş peşe kararlar almaktadırlar. (1991’de Azerbaycan, 1993’de Türkmenistan ve Özbekistan, 1994’de Karakal Pakistan Lâtin alfabesine geçme kararı almıştır. Öte yandan Kırım Türkleri ile Gagavuzlar da Lâtin alfabesine geçerek bazı süreli yayınlarını yeni alfabeyle basmaya başlamışlardır. Hedefi, Türkçeyi dünyadaki bütün Türklerce anlaşılır, okunur ve yazılabilir haline getirmek olan Türk Dil Birliği Ülküsü, öylelikle Türk dil ve kültürünün bütün alt şubelerini de birleştirecektir.
Bu konuda, Türk dili ve kültürünü diğer Türk topluluklarına göre daha iyi korumuş ve hayata geçirmiş olan ve hemen her yönden Dünya Türklüğü ’nün öncülüğünü yapan Türkiye’nin etrafında birleşip bütünleşmelidir. Latin alfabesinin bütün Türk ellerinde kabulü yönündeki bu tercihler, lider Türkiye’nin bu konudaki büyük bir birikim ve tecrübe sahibi olması yanında dünyadaki ilim ve tekniğin gelişmesinin Latin alfabesi doğrultusunda olduğu gerçeği karşısında akıllıca ve isabetli bir karar olmuştur..
Latin alfabesinin kullanılması, bugün lehçe ve şive farklılıkları sebebiyle bir birlerini anlamakta güçlük çeken Türklerin, (ki, bugüne kadar yapılan hain’ ane çalışmalar neticesi oluşmuş 20 yazı dili vardır: Türkiye Türkçesi, Gagavuz Türkçesi, Azerbaycan Türkçesi, Türkmen Türkçesi, Kırım Tatar Türkçesi, Karaçay-Malkar Türkçesi, Nogay Türkçesi, Kumuk Türkçesi, Kazan Tatar Türkçesi, Başkurt Türkçesi, Kazak Türkçesi, Karakalpak Türkçesi, Kırgız Türkçesi, Özbek Türkçesi, Uygur Türkçesi, Altay Türkçesi, Hakas Türkçesi, Tuva Türkçesi, Saha (Yakut) Türkçesi, Çuvaş Türkçesi.) gerek doğudaki (Türkistan) ve gerekse batıdaki (Türkiye) edebi dilleri anlamasını ve telafuzunu kolaylaştıracaktır.
Yalnız, Arap alfabesinde bulunan ve bugün kullandığımız 29 harf içinde karşılıkları bulunmayan harfler için alınan tavsiye niteliğindeki karara mutlaka uyulmalıdır. Bunların kullanılmasıyla diğer Türk lehçe ve şiveleri ile aramızdaki bir engel daha kalkmış olacaktır. Dolayısiyle, 1928 yılında yapılan “Harf inkılabı” sırasında işlenen etimolojik hatalar da böylelikle telafi edilmiş olacaktır.
Türkiye’de alfabe konusu o günün şartlarında siyasi bir mesele olarak ele alınmış, kullanılmakta olan Arap alfabesi plansız programsız bir şekilde hem de ilgili ilim adamlarının katkısı gözetilmeden bir gecede ansızın kaldırılmıştır. Bu da maalesef bugün kullandığımız alfabedeki bir takım eksiklik ve yanlışlıklara sebep olmuştur.
Neticeten, Dil Birliği, Büyük Türk Milleti olarak yaşamamız için gerekli şartlardan biri ve hatta ilkidir. Alfabe birliği ise bunun gerçekleşmesi yolunda ilk adımdır. Bu sebeple Türkiye’nin ve Türk topluluklarının mutlaka bu konudaki ilmi programları takip etmeleri gereklidir. Alfabe meselesi, siyasi çekişmelere alet edilemeyecek kadar önemlidir.