Türklerde Dua…………………………………………………………………………………………………………
1.1. aç- tabirinin dua manasıyla kullanılması………………………………………………………………………..
1.2.Baş aç- tabirinin şikâyet ve beddua manasıyla kullanılması……………………………………………….
1.3.Baş aç- tabirinin dua ve beddua manasıyla kullanılması edebî metinlerde…………………………..
2.Eski Türklerde Defin Törenleri ve Yas……………………………………………………………………………….
3.BaşaçDeyimi Üzerine……………………………………………………………………………………………………..
4. Sonuç……………………………………………………………………………………………………………………… ….
Kaynakça……………………………………………………………………………………………………………… …………………………………………………
Ø. Giriş
Tarihî Türkiye Türkçesi ve başka tarihî devre metinlerinin bazılarında baş aç- ifadesi geçmekte ve geçtiği yere göre bazen dua, bazen de yas ile ilgili bir motif olarak kullanılmaktadır. Bu araştırmada söz konusu tabirin veya deyimin neş’et ettiği bir takım âdetlerin kaynaklardaki kalıntıları gözden geçirilmeye çalışılacaktır. İslâmî kültürde ne dua ederken, ne de yas tutarken baş açılmadığına göre bu motifin altındaki inanç temellerini İslâmlık öncesi eski Türk inanışlarında aramanın yerinde olacağı kanaatindeyiz. Ancak gayemiz zamanla deyimleşerek dildeki yerini alan baş açma âdetinin orijinine inmek değildir. Bunun muhal ve gereksiz olduğunu düşünüyoruz. Bununla birlikte, bir takım deyim ve tabirlerin altında yatan âdetleri, davranış biçimlerini bilmek tarihî metinleri daha iyi anlamamıza yardım edecektir.
1. Eski Türklerde Dua
Eski Türklerin dini ile ilgili araştırmalar genellikle bu ismi alan toplulukların akraba kabul edildikleri başka toplumların dinleri üzerindeki araştırmalarla beraber yürütülmektedir. Başka bir ifade ile Eski Türklerin dini denildiğinde aslında eski Moğolların ve başka Altay kavimlerinin de dinleri söz konusu edilmiş olur (ROUX, 6). Böylece bu toplumların her birine ait tarihî kaynaklar diğerleri için de referans olarak kabul görmektedir. Ancak söz konusu toplumların inanç sistemlerinin tedkiki, kaynak yetersizliğinden dolayı, oldukça güç bir sahadır. Çoğu zaman birbirinden çok farklı türdeki kaynaklarda kırıntı halinde bulunan bilgilerin bir araya getirilmesiyle bütünün ne olduğu anlaşılmaya çalışılmakta, bazen hâlâ kadim devirlerin inançlarını sürdürdüğü kabul edilen bazı muasır toplumların inanç ve ayinlerinden yola çıkılarak geçmişe dair fikir yürütülmekte, hatta Anadolu’da yaşayan müslüman Türkler’in inanışlarının eski Türklerin inanışlarına dair Sibirya ve Altaylardan daha iyi malzeme sağlayacağı bile düşünülmektedir (ROUX, 33). Abdülkadir İnan’ın Tarihte ve Bugün Şamanizm (III. Baskı, Ankara 1986) adlı kitabında ve Makaleler ve İncelemer (2 cilt, TTK Yay., Ankara 1987 ve 1991) isimli eserine derc edilmiş bulunan çeşitli makalelerinde bu kalıntılara dair zengin örnekler vardır.
Bizim bu çalışmada Eski Türklerin dini derken göz önünde bulundurduğumuz, Şamanizm veya Gök-tanrı inancı olarak kabul edilen inanç sistemleridir. Bu inanç sisteminin kaynaklardan tespit edilebilen ferdî veya içtimaî, düzenli bir ibadet şekli yoktur. Hatta bir ibadetinin olup olmadığı bile çok açık değildir. Çeşitli ayinler din adamlarının (şamanların) yönettiği sihrî törenlerden ibarettir. Bir kısım ikincil kaynaklarda tespit edilen “teslim ve itaat sembolleri” de bu çeşitli ayinlerin kalıntıları olmalıdır. Bu makalenin konusunu teşkil eden “baş aç-” tabirinin de böyle bir teslim ve itaat sembolünden çıktığını düşünmek yanlış olmaz. Zira dua etmek doğrudan doğruya bir hâkim güce teslim olma, itaat etme manası taşıdığı gibi, yas tutma da böyle bir teslimiyetten çok uzak düşünülemez, çünkü ölüm karşı konulamayan bir kudreti en kuvvetli şekilde hissettiren bir hadisedir.
1.1. Baş aç- tabirinin dua manasıyla kullanılması
Eski Türklerde dua’nın keyfiyetine dair açık seçik bir bilgi günümüze kadar gelmemiştir. Ancak çeşitli tarihî kaynaklar, bu toplumlarda şu ya da bu şekilde dua edildiğini zikretmektedirler. Roux, duanın “rastlantıya bağlı ve dönemsel” olduğunu ifade etmektedir. (s. 195-198). İnsanlar türlü zamanlarda ve türlü olaylar karşısında çeşitli semboller vasıtasıyla bir “aşkın güç”e yalvarmaktadırlar. Bu sembollerden biri de, bizim kanaatimize göre, başın açılmasıdır.
Şamanizmle ilgili kaynaklar, dua ederken bir itaat sembolü olarak baş açmayı zikretmemişlerdir (İNAN 1986, BULUÇ, ROUX). Ancak, kaynak göstermemekle birlikte, O. Turan Şamanizm’de muntazam ibadet ve ibadethanelerin bulunmadığını, istenildiği veya ihtiyaç duyulduğu zaman baş açıp, yüzü ve elleri gök yüzüne çevirip Tanrıya dua edildiğini belirtiyor (TURAN 1978, 108-109, 114).
Türk-Moğol imparatoru Cengiz’in Tanrıya yalvarırken başını açtığını biliyoruz. Mo-ğolların Gizli Tarihi’nde bu ibadet şöyle tasvir edilmiştir:
“(Merkitlerin elinden kurtulan Temucin Burhan (dağlarından) inerek yumruklarıyla göğsüne vurdu ve şunları söyledi:
……………….
……………….
Hayatım kurtuldu.
(Bu esnada) büyük korku da geçirdim.
(Bundan sonra) Burhan-haldun için
Her sabah tapınmalıyım,
Bunu neslim ve
Neslimin nesli böyle bilsin!..
Temucin bu sözlerle kemerini boynuna ve şapkasını koluna asarak güneşe karşı döndü ve eliyle göğsüne vurarak güneşe karşı dokuz defa diz çöküp tövbe ve istiğfar etti.”
A. İnan bu başlığını (külâhını) çıkarma âdetini eski Türklerdeki teslim ve itaat sembolleri arasında zikretmektedir (İNAN 1987a, 333). Bu, Cengiz’in davranışında da görüldüğü gibi, duanın, yani ibadetin unsurlarından biridir. Burada başka bir insana değil, “ilâh”a itaat söz konusudur ki, bu da ibadetten başka bir şey değildir.
Cengiz, Harizmşahlar imparatorluğuna karşı savaşa girişmeden önce de bir tepe üzerine çıkmış, başını açmış, kemerini boynuna bağlamış (itaat maksadı ile) ve yüzünü yere koyarak üç gün üç gece zafer için Tanrıya dua etmişti (TURAN 1978, 108-109).
B. Spuler, İran Moğollarında yeni seçilen hükümdara hemen biat edildiğini, Şamanî olan bu Moğollarda bunun dinî bir bayram (herhalde tören) olduğunu belirtiyor. Saltanatın varisi belli olduktan sonra devlet ricali başlıklarını çıkarırlar, kemerlerini çözerek omuzlarının üstüne koyarlardı (SPULER, 286-287 ve 288). Bu bilgiye nazaran, Tanrıya ibadet ederken baş açmanın, hükümdara itaati göstermek manasını da kazandığı düşünülebilir.
Bu bilgiler bize Cengiz’in dahil olduğu şamanist kültürde dua (veya ibadet) edilirken baş açmanın, ibadetin bir rüknü olduğunu, zamanla bunun bir itaat sembolü manasını da kazandığını gösteriyor.
Tarih olarak daha eski olmakla birlikte Müslüman Türk toplumuyla ilgili olduğu için daha sonraya aldığımız haberler, Selçuklu sultanı Alparslan’ın da dua esnasında başını açtığını göstermektedir. O. Turan Sultan Alparslan’ın Malazgirt savaşından önce başını açıp dua ettiğini kaydetmektedir (TURAN, 1978, a.y.). Ravzatu’s-safâ bu hadiseyi şöyle anlatıyor:
“Öğle vakti gelince cehennem ateşi gibi bir yel Müslüman ‘ların üzerine esmeye başladı. İslâm ordusu suyu ellerinde tutarak düşmanı onu kullanmaktan men ettikleri için onlar da susuzluktan kıvranmaya başladılar. Sultan bunu haber alınca attan inerek başlığını çıkardı, kuşağını çözdü ve alçak gönüllülükle “Ey Tanrım! Bu günahkâr kulunu, günahlarından dolayı cezalandırma, senin sâlih kullarına kefil olan bu âciz kulundan merhamet ve yardımını esirgeme. Senin dinine bağlı olanlar üzerine gelen bu kavurucu yelin yönünü düşman tarafına döndür” dedi. Sultan uzun bir yakarışta bulundu ve ordunun ileri gelenleri de Sultana uyarak ağlamaya başladılar.”
Sultan Alparslan’ın dua ederken başını açmasıyla ilgili bir başka kayıt ölümünden sonra ismi etrafında oluşan menkıbelerin birinde geçmektedir. Rivayet edildiğine göre: “Hora-san çölünü geçerken askerlerin susuz kalması Sultan Alparslan’ı muztarip etmiş ve otağına çekilmiş, “başını açıp” Allah’a sığınmış, az sonra yağan bol yağmur sayesinde asker ve hayvanlar telef olmaktan kurtulmuştur.” (TURAN 1969, 149-150)
Şamanî inançlara bağlı olan Cengiz’in Burhan dağına tapınırken (dua ederken) başlığını çıkarması ve kemerini boynuna asmasıyla İslâm sultanı Alparslan’ın Allah’a dua ederken başı-nı açması ve kuşağını çözmesi [ve belki boynuna asması; bu konu kaynaklarda zikredilmemiş-tir] bu âdetin aynı inanç sisteminden kaynaklandığını düşündürmektedir.
O. Turan, Akşemseddin’in İstanbul muhasarasından önce başını açarak Allah’a dua ettiğini kaydetmekte, ancak kaynak zikretmemektedir (TURAN 1978, s.109).
Akşemseddin gibi bir İslâm velisinin İslâm öncesi sembolleri kullanarak dua etmesini yadırgamamak gerekir. A. Gölpınarlı, sûfîlerde bir işin olması için edilen duada başı açmanın, baştaki tacı çıkararak Tanrıya yalvarmanın bir gelenek olduğunu zikretmekte, buna örnek olarak da Sultan Veled’in bir yağmur duası esnasında başını açmasını göstermektedir (GÖLPI-NARLI, 46-47). Bahsedilen hadise şöyledir:
“…Bir yıl, Konya başkentinde yağmur kıtlığı oldu…Birkaç defa yağmur duasına çıktılar, fakat hiç yağmur yağmadı… Nihayet…Sultan Veled’in eteğine yapış-tılar. Sultan Veled… gözlerinden yaşlar akıtarak ayağa kalktı, medresenin kapı-sından ta mukaddes türbeye kadar yalınayak gitti. Mübarek başını açarak baba-sının kabrinin karşısında durdu… Sonra Sultan Veled dualar edip sarığını başına koydu… Bütün arkadaşlar da terler ve yağmur suları içinde başları ve ayakları çıplak bir halde semâ ederek gittiler…” (Menâkıbu’l-Ârifîn, 247-249).
1929 yılında Soma’da tespit edilen yağmur duası merasiminde duaya katılanların başlarının açık olduğu zikredildiği gibi Kastamonu’da da yağmur duasına katılanlar dua esnasında başlarını açmaktadırlar. Anadolu’da yağmur dualarında bir çok şamanî unsurlar yaşa-makla birlikte, dua esnasında başın açıldığına dair başka bir kayıt yoktur (Acıpayamlı, 1963, 1964).
Hristiyan olan Çuvaşlarda da yağmur duası esnasında başlar açılmaktadır (GÖZAY-DIN, 44-48).
Bugünkü Rusya Federasyonu içerisinde Hakas Muhtar Cumhuriyetinde yaşayan ve Şamanist inanış ve âdetleri devam ettirdikleri bildirilen Beltir Türkleri arasında 1913’de tespit edilen bir Gök Tanrıya kurban sunma töreninde, ibadeti yönetenin başı kapalı olduğu halde bütün halkın başlarını açtıkları zikredilmektedir (MANGAŞEV, 215-222) Beltirlerde yaşayan bu âdet, şamanî topluluklarda ibadet ederken baş açmanın, ibadetin rükünlerinden olduğunu gösteren canlı bir belgedir.
Bu bilgiler açık olarak gerek gayri müslim, gerekse Müslüman Türkler arasında dua esnasında baş açma âdetinin yakın zamanlara kadar sürdüğünü göstermektedir. Burada dikkat çeken bir husus, bu haberlerin bilhassa yağmur duası etrafında yoğunlaşmasıdır. Onay (s.68), bazı duaların baş açık yapılırsa kabul olunacağı itikadının halk arasında bulunduğunu, bu cihetle de yağmur duasının baş açık yapıldığını zikreder. İslâmî gelenekte, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) sünnetinde yağmur duası esnasında başın açık bulundurulduğuna dair bir bilgi olmadı-ğına göre, Müslüman Türklerdeki bu davranışı İslâm öncesine ait haberlerle birleştirmek uygun görünüyor.