Mehmet AÇATürk destancılık geleneği üzerine Anadolu sahasında yapılan araştırmalarda Gök Tanrıcılık, Şamanizm, İslam, Göçebe ve Yerleşik Toplum Şartları, İslam Öncesi ve İslamî Dönem Türk Destanları, Alp Tipi, Alp-Eren (Gazi) Tipi gibi bazı anahtar kavramların ön plana çıktığı görülmektedir. Bütün bu anahtar kavramlar, Türk toplumunun tarih boyunca tarihî, sosyal, iktisadî ve coğrafî şartlara bağlı olarak geçirmiş olduğu evreler ve bu evrelerin sözlü gelenek üzerindeki etkileriyle doğrudan bağlantılı olarak ortaya çıkmışlardır.Türk destancılık geleneği incelemelerinde araştırıcılar, yukarıda sıralanan anahtar kavramlar çerçevesinde destanları belirli sınıflamalara tabi tutmuşlardır. Bu sınıflandırmalarda da öncelikle Türk toplumunun girmiş olduğu dinler, dahil olduğu medeniyet daireleri ve yayılmış olduğu coğrafyalardaki diğer toplumlar tarafından uğratıldığı kültürel etkilenmeler dikkate alınmıştır. Tabiatıyla, toplumun geçirmiş olduğu bütün evreler ve yaşadığı değişiklikler, doğrudan bir insan yaratması olan sözlü ürünlerde de yansımasını bulmuştur. Bir dönem Gök Tanrıcı bir inanç sistemine sahip olan Türklerin önemli bir kısmı, ilerleyen dönemlerde İslam dinine dahil olup yerleştiği Ön Asya coğrafyasına adapte oldukça destanlarda ifade bulan düşünce ve inanç kalıplarında doğal olarak bazı değişiklikler gözlenir olmuştur. Oğuz Kağan destanının Uygurca nüshasında yer alan Oğuz tipiyle Reşideddin tarafından Fars dilinde kaleme alınan Oğuzname’deki Oğuz tipi arasında İslam ve Ön Asya coğrafyasından kaynaklanan bazı ideolojik ve sosyal farklılıklar meydana gelmiştir. Öyle ki, bu bazı farklılaşmalar, bir takım folklorcuyu İslam öncesi Türk destanlarıyla İslamî dönemde teşekkül eden Türk destanlarını mukayese ederken bazı eksik ya da yanlış yargılara bile sürükleyebilmiştir. İslam öncesi destanlarda kuru bir cihangirlik ya da sadece güç ve tahakküme dayalı cihan hakimiyeti ideolojisinin hakim olduğu, İslamî dönemde teşekkül eden destanlarda ise yüce bir ideal (İla-yı kelimetullah, nizam-ı âlem) uğruna yaşanan mücadelelerin yer aldığı, bazı kaynaklarca altı çizilerek dile getirilmiştir. Halbuki ideoloji başta olmak üzere, meydana gelen değişikliklerin özde değil de çoklukla kabukta olduğu dikkate alınmış olsa idi, yapılan bazı değerlendirmelerin eksikliği daha başlangıçta görülecekti. Bunun için de geçmiş Türk topluluklarıyla günümüz Türk topluluklarının düşünce ve inanış sistemlerinin destanlar, inanmalar ve mitolojik araştırmalar vasıtasıyla mukayeseli bir şekilde ele alınması gerekmektedir(1).Türk destancılık geleneğini incelemede Anadolu sahası Türk araştırıcılarının bazı tespitleri eksik yapmalarında ve araştırmaların doyurucu bir noktaya gelememesinde, her halde diğer Türk bölgelerinde günümüzde de çok canlı bir şekilde yaşatılmakta olan destan geleneklerinin incelenememesi, araştırmaların istenen ölçüde mukayeseli bir şekilde yapılamaması etkili olmuş olsa gerektir. Gerçekleştirilen incelemelerin bugüne kadar bilinen klasik tasnifler içinde yer alan ve daha çok Türklüğün batı koluyla ilişkilendirilen destan metinleriyle sınırlı kalması, Altay, Hakas, Tuva, Şor, Saha, Kırgız, Başkurt, vs. Türk boylarına ait destan metinlerinin incelenememesi ve yukarıda adı zikredilen ortak-büyük Türk destanlarıyla mukayese edilememesi, Türk toplumunun binlerce yılı kapsayan tarihsel bir süreçte meydana getirdiği destancılık geleneğinin geçmişi ve bugünüyle bir bütün olarak ele alınmasını geciktirmiştir. Bunda da, adı geçen Türk bölgeleriyle uzun yıllar boyunca yaşanan kopukluk, Anadolu ve diğer Türk sahalarındaki Türk araştırıcılarının yapılması gereken bu çalışmalar için gerekli hazırlıkları yapamaması ve en önemlisi de Rus ve Batılı türkologların ortaya koyduğu verileri, bütüncül ve mukayeseli yaklaşımları doğurabilecek olan Türk merkezli bir türkoloji mantığını tam anlamıyla oluşturup yeniden eleştirel bir şekilde ele alamaması etkili olmuştur(2).Türk destanları üzerine yapılan değerlendirmelerde, İslam öncesi Türk destanlarının baş tipi olan alp ile İslamî dönem Türk destanlarının baş tipi olan alp-eren (gazi) üzerinde zaman zaman mukayeseler yapıldığı görülmektedir. Elbette ki bu mukayeseler, Türk ulusunun geçirdiği evreler ve bu evrelerin onun sözlü ve yazılı yaratmalarındaki etkilerinin ortaya konulması açısından son derece gereklidir. Anadolu sahasında alp ve alp-eren (gazi) tipleri üzerine en kapsamlı çalışmayı Mehmet Kaplan yapmıştır ve onun değerlendirmeleri, kendisinden sonra gelen pek çok araştırıcı tarafından bir çıkış noktası olarak kabul edilmiştir (3). Kaplan’ın alp tipi için Oğuz Kağan ve Köroğlu destanlarından ve alp-eren (gazi) tipi için de İslamî dönem destanlarından yola çıkarak yaptığı tespitleri, Türk destancılık geleneği ve bu geleneğin ortaya çıkardığı tipler üzerine Anadolu sahasında yapılmış kıymetli araştırmalardandır. Kaplan, değerlendirmelerini kendi dönemine kadar yapılan çalışmalar ışığında gerçekleştirmiştir ve o günden bugüne gerek Türk destancılık geleneği üzerine ve gerekse Türklerin eski ve yeni dönemlerindeki inanç ve düşünce sistemleri üzerine Anadolu ve diğer Türk bölgelerinde önemli çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmalar ve diğer Türk gruplarının destanlarına ait metin neşirleri sonucunda Kaplan’ın adı geçen tipler, özellikle de alp tipi üzerine yaptığı tespitlerini yeniden gözden geçirmek, onlara yeni katkılarda bulunma zarureti doğmuştur. Kaplan, özellikle de alp tipinin en yüksek noktasını temsil eden Oğuz Kağan’dan yola çıkarak yapmış olduğu değerlendirmelerinde, diğer Türk gruplarının kahramanlık destanlarındaki alpların yansımalarını ve özellikle de eski Türk toplumunun inanış ve düşünüş sistemlerini dönemin araştırma şartları ve kendisinin bir folklorcudan ziyade bir edebiyatçı olması sebebiyle fazlasıyla ele alamamıştır.Burada, doğduğunu söylediğimiz zaruret çerçevesinde, alp kavramı üzerinde özellikle de Oğuz Kağan’dan yola çıkarak bazı değerlendirmeler yapılacaktır. Bu değerlendirmeleri yaparken de destanları teşekkül ettiren ve destanlardaki alp tipini harekete geçiren Türklüğe ait inanç ve düşünce kalıpları esas alınacaktır. Yukarıda da söylediğimiz gibi, alp tipi etrafında ortaya konulacak olan görüşler, ileride alp ve alp-eren (gazi) tipleri arasında yapılacak yeni mukayeseler açısından da son derece önemli sonuçların ortaya çıkmasını sağlayacaktır.Türklerin İslamiyet’ten önceki dönemlerdeki inanç sistemi üzerinde bugüne kadar bilim adamları tarafından pek çok şey söylenmiştir. Türklerin en eski ve en köklü inanç sistemi ortaya konmaya çalışılırken Gök Tanrıcılık, tabiat ve atalar kültü, Şamanizm, Toyinizm, Totemizm gibi kavramlar ön plana çıkarılmıştır. Pek çok Rus ve Batılı araştırıcıyla onların Türk kökenli takipçilerinin ileri sürdüğü Çok tanrılı inanç sisteminden yaşanan değişimler ve etkilenmeler neticesinde Orta Doğu menşeli tek tanrılı inanç sistemine geçiş görüşü, Türklerin dinî tarihini inceleme çalışmalarında genellikle hâkim bir görüş olarak ortaya çıkmıştır(4). Fakat, meseleye Türk toplumunun sözlü ve yazılı ürünleri ile yabancı ulusların yazılı kaynaklarında yer alan Türklerle ilgili malumatlardan ve en önemlisi de mitolojik verilerden yola çıkarak yaklaşan sayısı pek o kadar çok olmayan bir takım Türk araştırıcı, Türkler arasında en eski ve millî olma vasfına sahip inanç sisteminin Gök Tanrıcılık olduğunu ortaya koymuştur. Bunun yanı sıra tabiat ve atalar kültleri de bu inanç sistemini çevreler bir durumda Türkler arasında son derece yaygın bir şekilde var olagelmiştir. Bugün için en sağlıklı ve akla yatkın görüş, Türklerin çok Tanrılı bir inanç sisteminden tek Tanrılı inanç sistemine geçmedikleri, aksine, çok eski devirlerden itibaren tek bir Tanrı olan ve insanları yaratıp kıyamet günü onları yargılayacak olan Kök Teñri’ye inandıklarıdır. Tanrı, her şeyin üzerindedir ve ancak onun rızası ile her şey olmaktadır. Onun tanrısal özelliklere sahip olan yardımcıları (Peygamberler ve melekler) vardır ve onlar Tanrı’nın buyrukları doğrultusunda insanlara nasıl olmaları ve yaşamaları gerektiğini öğretmişlerdir (5). Hiçbir şey yokken o vardı, ancak o istedikten sonra onun iradesiyle kâinat ve insanlık yaratıldı. Tanrı yaratan, yaşatan, yargılayan; ebedi ve sonsuz olan, her şeyi gören ve bilen, vs. vasıflarıyla her şeyin üstündedir. O göğün dokuzuncu katında kendisinin yarattığı ışık dünyasında, yani, Cennet’te oturmaktadır. Eski Türkler arasındaki Tanrı’nın birliği ve her şeyin ancak onun istemesiyle olabileceği inancı, şayet Türk mitolojisi (Yaratılış, Tufan ve Kıyametle ilgili metinler, tabiat ve atalar kültü, vs.) ve Kök Türk yazıtları yeniden gözden geçirilirse görülecektir. Oğuz Kağan destanının Uygurca nüshasında ulusunu birleştirip yücelten, fethettiği bütün bölgelere barış ve huzuru götüren, kısacası kaosu yaşayan yer yüzünü tekrar kozmos haline dönüştüren, yer yüzünde Tanrı’nın kurduğu nizâmı yeniden tanzim eden Oğuz’un ülkesini oğulları arasında paylaştırdıktan sonra ulusu toplayarak düzenlediği toy sırasında başını göğe kaldırıp Ben Gök Tanrı’ya borcumu ödedim! (6) demesiyle Hz. Muhammet’in, İslamı yaydıktan sonra ümmetini toplayıp onlarla vedalaştığı Veda Hutbesi’nde halka peygamberlik görevini yapıp yapmadığını sorması ve halkın da peygamberlik vazifesini yerine getirdiği şeklinde bir cevap vermesi üzerine göğe parmağını kaldırıp üç kez Şahid ol yarab! demesi arasında pek öyle bir fark olmasa gerek. Çünkü her iki şahsiyet de kendi uluslarını birleştirmiş, kaos içinde yüzen dünyayı, Tanrı’nın kurallarını (Oğuz’un temsil ettiği dünya görüşünde töreyi) yeniden yer yüzüne hâkim kılarak kozmosa kavuşturmuşlardır(7). Destanın her iki nüshasında da Oğuz’un daha doğumundan itibaren bizzat Tanrı tarafından gönderildiği vurgulanmaktadır. Tanrı tarafından yer yüzüne gönderilmiş ve bu çerçevede sıradan insanlarda olduğu gibi bir doğum olayı gerçekleşmemiştir. Uygurca nüshada, Oğuz’un evlendiği kızların su, ağaç ve dağ kültleri ile birlikte ele alındığı görülmektedir. Karılarından birisi, bir ışık hüzmesi içinde gökten inerken diğeri de bir ağaç kovuğunda Oğuz tarafından bulunmuştur. Oğuz’un evleneceği ve altı evlat sahibi olacağı kızlar, bizzat Tanrı tarafından Cennet’ten gönderilmişlerdir. Çünkü, kutsal ağaç, kutsal su ve kutsal dağ doğrudan Tanrı’nın Cennet’i ya da katı ile ilgilidir. Kutsal ağaç ve dağların zirveleri Cennet’e kadar uzanırken kutsal akarsular da Tanrı’nın Cennet’inden gelip tekrar oraya dönmektedir. Bunda da büyük ve kutsal akarsuların kutsal dağlardan kaynaklanması etkili olmuştur. Başı Tanrı’nın Cennet’ine varan kutsal dağın tepesinden, yani, Tanrı’nın katından indiğine inanılan kutsal akarsular, Tanrı mekânından gelip yine onun mekânına dönmektedir. Nitekim, Anadolu’da Hıdırellez kutlamaları sırasında genç kızların dileklerini bir kâğıda yazıp akarsulara atmaları da doğrudan bu inançla bağlantılı olsa gerektir(8).Türk kahramanlık destanlarında yer alan alp tipini, Türk topluluklarının çok geniş bir coğrafyaya yayılmaları ve tarihsel süreçte farklı gelişimler sergilemeleri sebebiyle iki ana grupta ele almak mümkündür. Kuzey ve Güney Sibirya bölgelerinde yaşayan Türk topluluklarına nazaran Batı Türklerinin (Oğuzların) çok daha erken dönemlerde büyük devletler kurabilecek seviyeye gelebilmeleri sebebiyle, Oğuz Türklerinin destan geleneğinde yer alan alp tipinin devlet kurma ve dünyaya nizam verme düşüncesine erken dönemlerde sahip olduğu görülmektedir. Türk destan geleneği içinde alp tipinin en yüksek noktaya ulaştığı Oğuz Kağan’da bu devlet kurma ve dünyaya nizam verme düşüncesi çok gelişmiş bir şekilde yansıtılmaktadır. Batı, kuzey ve doğu Türklerinin destancılık gelenekleri arasında bir geçiş dönemi arz eden Manas destanında, bu ara coğrafya ve geçiş döneminin özelliklerini görmek mümkündür. Oğuz’da yurdu ve halkı düşmana karşı savunma ve özgürlüğü yeniden kazanma zorunluluğu söz konusu değilken, Manas’ta öncelikle esaret altına giren Kırgız topluluğunu esaretten kurtarma ideali ve bu idealin gerçekleşmesiyle birlikte Oğuz’da olduğu gibi, bir büyük devlet kurma ideali ortaya çıkmaktadır(9). Meydana gelen bu farklılıkların sebeplerini, Türk gruplarının çok geniş bir coğrafyada birbirinden farklı gelişim süreci yaşamalarında aramak gerektiğini düşünmekteyiz. Kuzey ve Güney Sibirya Türk gruplarının kahramanlık destanlarında bahadırların, daha çok yurtlarını işgâl eden komşu hanlara karşı mücadele yürüttükleri görülmektedir. Türkistan coğrafyasında da Kıpçak gruplarının ilerleyen dönemlerde Çin, Kalmuk, Moğol ve Rus baskınlarına karşı savunma pozisyonuna geçtikleri de bilinen bir husustur. Bu bölgelerdeki Türk gruplarının yaşamış oldukları tarihi olaylar, tabiatıyla destanlarda terennüm edilmiş ve destanlardaki bahadır tipleri de tarihî olayların seyrine göre şekillenmişlerdir.