Dilbilimcilerinin yaptıkları dil atlaslarına göre Türk dili Ural-Altay dilleri grubuna bağlıdır. Türk-Moğol-Tunguz dillerini kapsayan Altay grubu Türkçe’yi iki dalda toplamıştır:
1- Avrupa Türkçe’si
2- Asya Türkçe’si
Bilindiği gibi Türk tarihinin bilinen yazılı aşamasında Türkler, Anayurt olan Orta Asya’dan, Batıya iki koldan yürümüşlerdir:
Hazar’ın ve Karadeniz’in kuzeyinden Avrupa’ya geçen Türkler orada Avrupalı toplumlar arasında erimişler, dilleri Batıda özel biçimler almıştır. Avrupa Türkçe’si dediğimiz Türkçe işte budur ki, zamanla tamamen değişmiştir.
İkinci kol Türk göçleri Hindistan, İran, Mezopotamya üzerinden Afrika’ya ve Anadolu üzerinden tekrar Avrupa’ya yönelmiştir.
Orta Asya’da kalanlarla birlikte bu ikinci grup Türk lehçelerini de iki ana kola ayırıyoruz:
a) Gök Türkçe,
b) Uygurca.
Bunlardan Gök Türkçe, Oğuz Türkçe’si olarak Anadolu ve Azeri lehçelerine, Uygurca ise Hakaniye Türkçe’si olarak Çağatay lehçesine ayrılır.
Bunlarla birlikte, Orta Asya’dan ayrılmayan Türklerin de Çuvaş, Yakut, Özbek, Kırgız, Kazak vb. lehçeleri konuştuklarını görüyoruz.
Türk Dil Ve Edebiyatının Belli Başlı Aşamalarını Nasıl Sınıflandırabiliriz?
Türk tarihinin geniş akışı içinde Türk dil ve edebiyat tarihini şu dönemlere ayırmak mümkündür:
1- En eski Türk dili ve edebiyatı
2- İslâmlıktan önceki Türk dili ve edebiyatı
3- Geçiş dönemi Türk edebiyatı
4- İslâmlık etkisindeki Türk dili ve edebiyatı
5- Batı etkisindeki Türk dili ve edebiyatı
6- Bağımsız Türk dili ve edebiyatı.
En Eski Türk Dili ve Sözlü Edebiyatını Nasıl Öğrenebiliyoruz?
Türk yazı diline ait en eski eserlerin tarihi MS. V-VI. yüzyıllara rastlamaktadır. Bunlar Yenisey Kırgızlarının mezar taşlarıdır.
Bu mezar taşlarından ve 725 yılında dikildiği sanılan Orkun yazıtlarından önceki Türk dil ve edebiyatını, yabancı eski kaynaklara yansıyan, ya da sonradan Türkler tarafından derlenerek yazılan eski sözlü edebiyat olarak tanımlıyoruz.
Bu sözlü edebiyatı bize nakleden yabancı kaynaklar şunlardır:
a) Çin kaynakları
b) Moğol kaynakları
c) İran kaynakları
d) Rus kaynakları
e) Batı kaynakları
f) Göktürk, Uygur, Oğuz kaynakları
g) Kaşgarlı Mahmut’un (Divan-ü Lügât-it Türk ile Yusuf Has Hacib’in (Kutadgu Bilig)i.
En Eski Sözlü Edebiyatımızın Örnekleri Nelerdir?
Bunlar, orijinal yazılı metinleri ele geçmeyen, yabancı kaynaklarca ve sonradan Türkler tarafından derlenen (sözlü metinler)dir. Belli başlı olanları şunlardır:
1) Destanlar, savaş ve kahramanlık olayları, mitoloji
2) Koşmalar, güzelleme niteliğindeki doğa övgüleri, aşk şiirleri
3) Ağıtlar
4) Atasözleri
Bunlardan Göktürk-Çin savaşlarına ait bilgilerle, Oğuz Kağan Türeyiş ve Göç destanlarını Çin kaynaklarında bazı Oğuznameleri, Cengiznameleri ve destanların bir kısmını Moğol kaynaklarında (Revidüddin-Cami-ül Tevarih, Ebül Gâzi Bahadır Han – Şecere-i Terakime vb) Türk-İran savaşlarını ve Alp Er Tunga destanını (Afrasiyab) İran kaynaklarında (Firdevsi-Şehname) buluyoruz.
Kaşgarlı Mahmut’un bir dil sözlüğü, antoloji niteliğindeki Divan-ı Lügat-it Türk’ü atasözleri, şiir ve destan derlemeleri ile doludur ve sözlü edebiyatımızın güzel örneklerini saklamaktadır. Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig’i bir siyasetname niteliğinde olup en eski yönetim biçimlerinden ve sözlü, siyasal, askeri Türk edebiyatından metinler aktarmakta, öğütler derlenmekte, şiirler sunmaktadır.
Eski Türk dilinin inceliği, olgunluğu her iki eserde de yaşatılmıştır.
Bunlardan başka Rus ve Batı bilginleri, Türkologlar en eski Türkçe üzerinde cidden ilginç araştırmalar ve incelemeler yapmışlardır. Bu çalışmalara ısrarla devam ediliyor.
En Eski Edebiyatımızın Belli Başlı Konuları Ve Bilinen Destanları Hangileridir?
Yaradılış, Alp Er Tunga (Saka), Oğuz Kağan (Hun), Bozkurt, Ergenekon (Göktürk), Türeyiş, Göç (Uygur) destanlarıdır. Ayrıca bir yığın masal, şiir, atasözleri…
En Eski Sözlü Edebiyatın Günümüze Kadar Yaşamasının Sırrı Nedir? Sözlü Eski Edebiyatın Bu Gerçeği Bize Ne Öğretir?
Halka dayanan, halka sinmiş, halkın derdiyle dertlenmiş, haliyle hallenmiş bir edebiyatın yüzyıllar boyunca yaşadığını görüyoruz. Halk, sanatın ve edebiyatın da derin kaynağı, engin denizidir.
Halktan kopmuş akımların ne kadar “yapma” oldukları beş on yıl içinde eriyip gittikleri düşünülürse, yazılı metinlere sahip olmadığı halde sözlü en eski edebiyatın yaşama sırrı anlaşılır.
Bu bize edebiyatın halka dönük olması zorunluluğunu öğreten ilginç gerçeklerden biridir.