Aslı Erdem


Bilkent Üniversitesi Bankacılık ve Finans bölümü


Dil insanların anlaşma aracı olarak kullandıkları işaretler dizgesi diye tanımlanır; fakat dili sadece bir anlaşma aracı olarak yanlış olur, çünkü eğer öyle olsaydı dünyada tek bir dil kullanılırdı. Oysa bugün her ulusun kendine özgü bir dili vardır.Yani dil aslında toplumsal bir üründür.Toplumun içinden gelen, onun kültür ve uygarlığının çekirdeği olan bir “öz”! Bu yüzden dilin bozulması veya yitirilmesi gerçekte “öz”ün yıpranmasıdır.


Bir dil yabancı sözcüklerin saldırısına uğramaya başladıkça, yabancı devletlerin saldırısına uğramış bir devlet gibi bağımsızlığını kaybetmeye başlar. İnsanlar gün geçtikçe yabancı sözcük kullanmadan derdini anlatamaz hale gelir. Bu da, bilginin, kültürün, düşüncenin yabancılaşması, yabancıya bağlı kalması, kişinin özgürlüğünü yitirmesi demektir Bu nedenle dil her ülke için bağımsızlığın simgesidir.
Bu arada ulusal dil, elbette içinde hiçbir yabancı öğe bulunmayan dil demek değildir. Dünyadaki bütün ulusların dillerinde az çok başka dillerden gelip yerleşmiş kelimeler vardır. Önemli olan “dili kendi haline mi bırakmalı, yoksa ona yön ve hız mı vermeli?” sorusuna doğru bir yanıt bulmaktır. Aslında insanlar tarih boyunca yaşayışlarında yeri olan hiçbir şeyi kendi haline bırakmamışlar; toprağı gübrelemeye, ağacı aşılamaya, çocuğu eğitmeye, hastayı iyileştirmeye, toplumu yönetmeye ihtiyaç duymuşlardır. Tüm bunları yapmaya neden gereklilik duyuyorsak dile yön ve hız vermeye de onun için gereklilik duymalıyız.


Son yıllarda Türkçe batı kaynaklı dillerin etkisi altına girmiştir. Bunun en büyük sebebi toplumca bunu önlemekte yeterli duyarlılığı gösteremeyişimizdir. En üzücü tarafı ise bu kelimelerin çoğunun özenti, gösteriş, bilgili görünmek gibi arzuların etkisiyle dilimize yerleşiyor olmasıdır. Bugün toplum arasında, “konuşurken ne kadar yabancı sözcük kullanırsan o kadar önemli insan oluyorsun” gibi bir hissiyat mevcut. Oysaki durum bunun tam tersidir. Yabancı sözcükler anlamayı güçleştirdiği için iletilmek istenen ya geç algılanmakta ya da hiç anlaşılamamaktadır. Aslında konuşmada ne kadar öz bir dil kullanılırsa anlatılanlar da o kadar geniş bir kitleye ulaşabilir. Bugün haberlerde, tartışma ve iktisat programlarında katılımcı ve sunucuların kullandıkları dil oldukça sade ve anlaşılır bir dil olsaydı, teknik terimler’in mümkün olduğunca önerilmiş Türkçe karşılıkları kullanılmaya çalışılsaydı ortaokul çağındaki bir çocuk bile bunları dikkatle dinlerdi; çünkü anlardı. Oysa bugün sorsanız bu dallarda biraz bilgisi veya ilgisi olmayan kişiler bu tip programları oldukça sıkıcı bulmaktadır. Tüm yurdu ilgilendiren oldukça önemli konuların tartışıldığı bu programları bu konularda zaten bilgi sahibi olan insanların dinlemesi ise toplumun yerinde saymasına sebep olur, ya da yarım yamalak anlayanları “bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olmaya” götürür.
Aslında Türkçe zenginleşmeye çok açık bir dildir. Toplumumuzun Türkiye’si ve Türkçe ’si konusunda bir aşağılık duygusu içinde olmasa bu konuda yapılan çalışmalar daha çok ses ve fayda getirirdi. Türkiye’nin en önemli bilim adamlarından biri olan Oktay Sinanoğlu kitaplarında Türkçe ile bilim yapmanın çok zevkli olduğunu söylemektedir(Bkz. Oktay Sinanoğlu, Büyük Uyanış).


Ulu önder Atatürk ise yabancı dillere özenmenin eğitim sitemine etkilerinden bahsederken şunları söylemektedir: “Asırlardan beri milletimizi idare eden hükümetler eğitimi geliştirme arzusunda olduklarını söyleye gelmişlerdir. Ancak bu amaçlarına erişebilmek için Doğu’yu ve Batı’yı taklitten kurtulamadıklarından, sonuç olarak halkımız da cehaletten kurtulamamıştır.”
Bugün dünyanın büyük devletleri arasında dili sömürgecilikte bir silah olarak kullanan hedef aldıkları ülkeleri uzun yıllar içinde dile hücum ederek parçalamaya çalışanlar bile vardır.
Bir zamanlar “Gaelic” adında bir yerel dili olan İrlandalıların bugün İngilizce konuşmasının yanı sıra bazılarının kendilerini de İngiliz sanması bu konudaki örneklerden sadece biridir.


Fakat tarihin akışı içinde dilleri yabancı yola sapmış uluslar içinde doğru yönü bulmayı başaranlar da olmuştur. Örneğin bir zamanlar Fransızca, İngilizce’nin yoğun saldırısına uğradığı dönemlerde Fransızca’yı yabancılaşmaktan kurtarmak için başbakanlığa bağlı bir Fransız Dilini Koruma ve Yayma Yüksek Kurulu kurulmuştur. Bu kurul Türkiye’de yürütülen başarılı dil düzenlemesi hakkında bilgi almak üzere Milli Eğitim Bakanlığımıza başvurur. Bakanlık da Türk Dil Kurumu’ndan bu konuda bir rapor istemiştir. Fransız Dilini Koruma ve Yayma Yüksek Kurulu aldığı bilgi üzerine bu konuda şunları yazar : “Türkiye Cumhuriyeti’nde dil konusu, kurucusunun kılavuzluğu ve verdiği hızla ülkenin baş sorunları arasına girmiş ve çok iyi düzenlenip yürütülerek başarılı bir sonuca ulaşmıştır.”
Bundan daha eski kaynaklarda Türkçe’nin büyüklüğü bir yana gerekliliği ve önemi bile vurgulanmaktadır. Örneğin dilimizin en zengin hazinesi, ilk Türkçe sözlük olan Divan-ı Lügat-it Türk’ün önsözünde Kaşgarlı Mahmut şunları yazmaktadır: “…Büyük din bilginlerinden işittim ki Peygamberimiz ‘Türk dilini öğreniniz; çünkü onların egemenliği sürekli olacaktır’ buyurmuştur. Bu hadis doğru ise, Türk dilini öğrenmek bir din buyruğudur; doğru değilse akıl bunu gerektirir.”
Aslı Erdem


“Milli his ile milli dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir.Dilin Milli ve zengin olması milli hissin gelişmesinde oldukça etkilidir.”


“Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”
M.K.Atatürk


“Kaynak: 1 – Dil Gerçeği, Ömer Asım AKSOY, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1982
2 – “Bye Bye” Türkçe, Oktay SİNANOĞLU, Otopsi Yayınları, 4. Basım – Şubat 2002″