Şiddet, otorite sağlamak amacıyla güç ve baskı uygulayarak insanların bedensel veya ruhsal açıdan zarar görmesine neden bir davranış türüdür. Şiddet sadece kaba kuvvet içeren davranışlar değildir. Aşağılamak, tehdit etmek, ekonomik özgürlüğünü kısıtlamak, ihmal, tecavüz, zorla evlendirmek de cinsel ve psikolojik şiddettir.

Şiddeti, uygulanışı ve uygulandığı kişiler açısından üç ana başlık altında toplayabiliriz:

1-Fiziksel Şiddet

Aile içi şiddetin en sık uygulanan biçimidir. Sarsma, hırpalama, tokat atma, dayak atma, bireye cisimler atma, duvarlara vurma, saçından tutup yerlerde sürükleme, itme, sopa ve odun ile dövme, ellerini kollarını bağlama, zorla cinsel ilişkide ve tacizde bulunma, kesici ve delici aletlerle üzerine yürüme, bunları kullanarak kişiyi yaralama, ateşli silahlar kullanma, kişileri öldürme gibi durumlar fiziksel şiddet uygulamalarıdır. Bunlara ek olarak görülen bir fiziksel şiddet türü olan ihmal daha çok çocuklar ve yaşlıların maruz kaldığı istismar türüdür. İhmal, şiddet uygulayan kişinin şiddete maruz kalan kişinin sosyal ve maddi ihtiyaçlarını gidermemesi, bunları sağlamada yetersiz davranması olarak kendisini gösterir.

Evlilik içi ırza geçme (kişinin rızası olmadan cinsel ilişkiye zorlama), başka kişilerle cinsel ilişkiye zorlama, cinsel yönden aşağılama, cinsel organlara zarar verme olarak açıklayabileceğimiz cinsel şiddet de fiziksel şiddetin bir parçasıdır.

2-Duygusal (Psikolojik) Şiddet

Kişiye bağırma, başkaları önünde küçük düşürme, gururunu incitme, hakaret etme, kişiyi fiziksel şiddet uygulamakla tehdit etme, kişinin duygu ve düşüncelerini açıkça ifade özgürlüğünü elinden alma, kendi gibi düşünüp davranmaya zorlama, kişinin hareket özgürlüğünü kısıtlama, kendi aile bireyleriyle veya arkadaşlarıyla iletişimin yasaklama, kişinin istediği gibi giyinme özgürlüğünü kısıtlama gibi fiziksel bir baskı olmaksızın uygulanan ve ruh sağlığını bozucu eylemlerin tümü duygusal şiddet kapsamındadır.

3-Ekonomik Şiddet

Kişilerin çalışma ve gelir sağlama özgürlüklerinin ellerinden alınması, mal alıp satmalarının engellenmesi, gelirlerine el konulması, gelir sağlamak üzere çalıştırılmaya zorlanması, zorla çalıştırma ve gelirine el koyma gibi eylemlerdir.

Şiddet türleri arasında psikolojik ve cinsel şiddet ekonomik şiddete göre daha travmatik sonuçlar doğurur. Psikolojik ve cinsel şiddete maruz kalan kişiler özsaygısını yitirir, kendisine ve çevresine güvenini kaybeder ve sürekli korku duyarlar.

Şiddetin döngüsel bir yapısı vardır. Bu döngü birbirini takip eden üç aşamadan oluşur: gerginlik, patlama ve özür. Ve tekrar gerginlik, patlama ve özür. Bu döngüsellik kırılmadığı müddetçe artarak yaşanır. Zaman zaman sonuçları yaralanmalara hatta ölümlere yol açan bir kısırdöngüdür. Şiddet uygulayan kişi gerginliğin artması evresinde kızgınlığını kontrol edememe yönünde sinyaller vermeye başlar. Şiddete uğrayan kişi bu dönemde bir şeylerin yolunda gitmemeye başladığını hisseder. Patlama evresinde şiddet uygulayan kişi sözlü, fiziksel ya da cinsel olarak karşısındakine saldırır. Bu saldırı süresi kısa veya uzun olabilir, hatta günler sürebilir. Patlama evresini özür takip eder. Özür evresinde şiddet uygulayan kişi şiddete maruz kalandan özür diler, affedilmek ister, bir daha olmayacağına dair sözler verir.

Bazen özür evresi yaşanmayabilir ve gerginliğin artması-patlama ikilemi devam edip gider. Bazı kişilerin ise şiddeti ne zaman uygulayacakları belli olmaz, beklenmedik bir zamanda ön belirti vermeden patlayabilirler.

Gerginliğin artması döneminde her iki taraf da etkin çatışma çözme yöntemlerine başvurursa bu kısırdöngü kırılabilir.

Şiddet modelleyerek öğrenilen bir davranış biçimidir. Şiddet kuşaktan kuşağa aktarılır. Şiddet uygulayanların büyük bir bölümünde çocukluk döneminde aile içi şiddete maruz kalma ya da aile içi şiddete şahit olma gözlemlenmektedir. Şiddet uygulayanların büyük bölümünün, çocukluk dönemlerinde doğrudan şiddet görmediği, büyürken anne babaları arasındaki şiddete tanık oldukları gözlemlenmektedir. Çocuk için özdeşim nesnesi olan biri (örneğin baba), aile içinden bir başkasına, yineleyici biçimde şiddet uyguluyorsa, çocuğun saldırganla özdeşimi, doğrudan şiddete maruz kalan çocuğun özdeşiminden daha kolay olabilmektedir. Kuşaktan kuşağa aktarılan, her zaman basitçe şiddetin kendisi değil, bu durumu çevreleyen duygusal atmosferdir. İçselleştirilen öfke, korku ve çökkünlük duyguları, kişinin tutum ve davranışlarını yaşam boyu etkileyebilmektedir. Şiddet ve ihmal sonucu oluşan intrapsişik yapı, çoğu kez yine çeşitli biçimleriyle şiddeti doğuran bir saldırganlık kaynağı oluşturmaktadır.

Şiddetin nedenleri ise çok çeşitli ve karmaşıktır. Şiddetin nedenlerini biyolojik, psikolojik ve sosyal olmak üzere üç ana başlıkta inceleyebiliriz.

1-Kadına Yönelik Şiddetin Biyolojik Nedenleri:

Erkeklik hormonu testesteronun şiddet kullanma eğilimini arttırdığı yönünde tezler vardır. Erkeklerde saldırgan davranışların yaşla birlikte düşüş göstermesi, testesteron hormonunun şiddet uygulamada etkili olduğunu düşündürmektedir. Ayrıca şizofreni ve alt tipleri gibi psikotik durumlar ve kişilik bozuklukları da –antisosyal, narsistik – şiddeti yükseltebilmektedir.

Madde kullanımı – uyuşturucu, uyarıcı, alkol – ise diğer bir biyolojik nedendir.

2-Kadına Yönelik Şiddetin Psikolojik Nedenleri:

Şiddete maruz kalan kadınlar, şiddet görerek yaşamayı seçmek istedikleri için seçmezler. Şiddet uygulayan erkeklerin büyük bir bölümü, aile birliğinin ilk dönemlerinde şiddete yönelmez. Evlilik ilişkisi derinleşmeye başlayıp, kuvvetli duygusal bağlar oluşmaya başladığında, şiddet eğilimleri kendini gösterir. İlk şiddet atağı, şiddete maruz kalan kadın için kötü bir sürpriz olur, ama hiç bir şekilde şiddet eğilimi olarak yorumlanmaz. Ancak gerçek, şiddetin doğasının zaman içinde arttığıdır. İlk yaralanmalar hafif ve önemsiz olarak kabul edilir ve şiddete maruz kalan kadın, şiddet uygulayan kocasının aslında kendisine zarar verme kastı taşımadığına inanır. Eşine karşı duygularında önemli bir değişiklik olmaz. Ancak zaman geçtikçe, şiddet yaşamın döngüsel bir parçası olmaya başlar. Şiddetin boyutu yükseldiğinde, şiddete maruz kalan kadının duygusal bağları giderek zayıflamaya başlar. Ancak eşini terk etmesi durumunda daha büyük bir şiddet atağı ile karşılaşma korkusu oluştuğu için ve buna aile, sosyal çevre ve sosyal kurumlardan destek alamama korkusu da eklenince, şiddete maruz kalan kadın, yıkıcı bir evliliğin içinde hapsolur. Şiddeti uygulayan kişiler, uyguladıkları bu şiddet karşısında elde edecekleri kazancın, şiddetin maliyetinden daha fazla olduğunu düşünürlerse, şiddeti uygulamaya devam ederler. Erkekler niçin kadınları döverler? Çünkü bunu yapabilirler.... Erkekler için eşlerini dövmenin kazançları; duygusal baskıları ortadan kaldırmak, hayal kırıklıkları için bir çıkış yolu bulmak ve kendi isteklerinin gerçekleşmesini garanti altına almaktır. Buna karşılık maliyet oldukça düşüktür. Çünkü: Kadınlar gerek fiziksel, gerek sosyal, gerekse ekonomik açıdan yetersiz olduklarından buna karşı koyamazlar. Toplum bu olguya aile içi özel mesele gözüyle bakar ve koruyucu toplumsal örgütlerin çabası da sınırlıdır. Şiddeti uygulayan kişinin karşılaşabileceği en ciddi maliyet, eşin boşanma yoluyla kaybedilmesidir ki, bu da çoğu kez şiddet uygulanmasının arttırılması yolu ile kontrol altına alınır.

Kişilerin şiddete başvurmalarının nedenlerini kısaca şöyle sıralayabiliriz:

Duygusal baskı ve sorumluluklardan kurtulma
H ayal kırıklıkları için çıkış yolu bulma
İsteklerini gerçekleştirme
Empati yeteneğinin olmaması
Aile içi şiddetin olduğu bir ailede büyüme

3-Kadına Yönelik Şiddetin Sosyal Nedenleri:

Şiddet uygulama ve şiddete maruz kalma öğrenilen bir davranıştır. En önemli öğrenme kaynağı ise, şiddeti uygulayan kişinin kendi ailesidir. Çocukluk ve gençlik dönemlerinde, aile içi şiddetin uygulandığı bir ortamda yetişenlerin, şiddet gösterme eğilimine sahip oldukları bulgulanmıştır. Ayrıca şiddetin, toplum tarafından paylaşılan bir değer yargısı (“kızını dövmeyen dizini döver”, “kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin” anlayışları ve annesini, kız kardeşini döven erkek çocuğunun itibar görmesi gibi) olarak kabul edilmesi ve kuşaktan kuşağa aktarılması da sosyal bir neden olarak kabul edilmektedir. Toplumların sahip oldukları iletişim becerilerinin zayıflığı, duygu ve düşüncelerin kışkırtıcı biçimlerde ifade edilmesi alışkanlığı, bilinçsizce yapılan suçlamalar, hatalı namus ve ahlak anlayışları da şiddetin sosyal nedenleri arasında sayılabilir. Yoksulluk, eğitimsizlik, hayat karşısında başarısız olmak, beklentilerin ve kazanılmış niteliklerin yoksunluğu, kadınların sosyo-ekonomik bağımlılığı, kadının mesleğinin ve gelirinin erkekten daha iyi olması gibi sosyo-ekonomik baskı unsurları da şiddet uygulanmasına neden olabilir.

Şiddetin etki ve sonuçlarını da üç ana başlıkta toplamak mümkündür:

1-Şiddetin fiziksel etkileri ve sonuçları vücudun çeşitli yerlerinde oluşan yara, bere, morluk, şişme, sıyrık, kesik, kanama, yanık, kırıklar, göz ve beyin hasarları, iç organ yaralanmaları, bütün bunların sonucunda gelişen çeşitli hastalıklar, kalıcı sakatlanmalar ve nihayet ölümdür. Şiddet cinsel alana yönelik fiziksel şiddetse, cinsel organlarla ve hastalıklarla ilgili bedensel etkiler de ortaya çıkar.

2-Şiddetin psikolojik etkileri ve sonuçları, fiziksel etkilerinden çok daha önemlidir. Fiziksel etkilerin bir çoğu bir süre sonra tedavi edilebilir ve ortadan tamamen kaldırılabilir, ancak psikolojik etkiler hem zor tedavi edilir hem de tedavisi çok uzun sürer. Şiddete maruz kalan kişilerin bir kısmı hayat boyu psikolojik destek almak zorunda kalırlar. Şiddete maruz kalan kadınların psikolojik bozukluk geliştirme açısından daha büyük tehlike altında oldukları bilinmektedir. Şiddete uğrayan kadınların ilk şok ve inkar dönemini atlattıktan sonra, şiddete şiddet ile karşılık verme ve daha sonra da depresyon ve kendini suçlama tutumu takındıkları gözlenmektedir. Dövülen kadınlar bu dönemde çaresizliği öğrenmektedirler. Bilişsel bozukluklar, kendini küçük ve önemsiz görme, sosyal hayattan uzaklaşma, özgüven ve özsaygıyı kaybetme gibi etkiler görülmektedir. Cinsel bakımdan fiziksel şiddete uğrayanlarda oluşan etkiler ise daha ciddidir. Depresyon, korku, çeşitli kişilik bozuklukları, bağımlılık yapan maddelere yönelme, kendini suçlu hissetme, utanma, cinsel işlev bozuklukları, uyku bozuklukları kendine zarar verme girişimlerinde bulunma ve özkıyım eğilimi bu kişilerde görülen psikolojik etkilerin en önemlileridir.

3-Şiddetin sosyal etkileri ve sonuçlarına gelince, bir toplumda şiddet yaygınsa, bu toplumun bireylerinin büyük bölümünün beden ve ruh sağlıkları bozuk demektir. Beden ve ruh sağlığı bozuk toplumlarda cinayetler, cinnetler ve özkıyımlar artar. Özellikle toplumumuz için önem taşıyan ve kurbanlar açısından oluşan diğer bir çok önemli sosyal etki de, namus uğruna şiddete maruz kalmış olan kadınların toplum tarafından dışlanması, istenmemesi, bu kişilere, kirletilmiş, işe yaramaz gözüyle bakılması, bu kişilerin toplum içine kabul edilmeyerek yalnızlığa itilmeleridir.

Şiddete eğilimi olan ve uygulayan kişilerin özelliklerine bakacak olursak, şiddet uygulayan kişiler:

Kendi ihtiyaç ve isteklerinin daha önemli olduğuna inanır ve istekleri yerine gelmediğinde aşırı tepki gösterirler
Gerçekçi olmayan beklentileri vardır
Sorunları için başkalarını suçlama eğilimindedirler
Dürtüseldirler
Yanlış davranışlarını kabul etmezler
Sıklıkla terk edilme, kayıplar, yardımsızlık, bağımlılık, güvenlik duygusunda azalma, mahremiyet ile ilgili sorunlar yaşarlar
Kişilik bozukluğu tanısı alanlarda şiddet uygulama davranışı yüksektir
Engellenmeye karşı düşük tolerans gösterirler (kolayca sükunetini kaybederler)
Şiddet uygulanan ailelerde büyümüşlerdir.
Kendi davranışları ile ilgili inkar, küçümseme, iddiacı ve yalana yönelme şeklinde bir tutum içindedirler
Şiddet konusundaki görüşlerine herkesin katıldığını ve şiddetin günlük hayatla baş etme yollarından biri olduğu görüşündedirler
Empati yapma yetenekleri zayıftır
Sıklıkla kendilerini ‘özel’ olarak görmekte, koruyucu ve bakım verici olarak özel ilgiye hakkettiklerini düşünmektedirler
Kıskançlık ve yoğun kaybetme korkusu yaşarlar
Başkalarının davranışlarını kontrol etmek isterler
Aşırı alıngandırlar
Düşük benlik algısı ve saygısı (dışarıya karşı aşırı güvenli bir görünüm verebilirler, hatta buna kendileri de inanabilirler, ama gerçekte olumsuz benlik algısına) sahiptirler
Ani duygudurum dalgalanmaları vardır
Davranışlarının başkaları (özellikle şiddet uyguladıkları kişiler) üzerindeki olumsuz etkilerini görmezden gelir ve kabul etmezler
Aile kurumu içindeki veya toplumdaki cinsiyet ayırımcılığı kalıplarında yararlanırlar. Kadın ve erkek davranışları konusunda katıdırlar (cinsiyet rolleri)
Alkol veya madde bağımlılığı, ruhsal rahatsızlıklar gibi şiddeti arttırabilecek diğer etkenlerden birine de sahip olabilirler.

Şiddete maruz kalan kadınlar aşırı korku, korktuğu zamanlarda başlayan titreme krizi, ani seslere karşı aşırı tepki, çarpıntı, öfke patlamaları, içten içe aşırı kızgınlık ve intikam alma isteği, ürkeklik, sessizlik, çekingenlik, uyku sorunları ve korkulu rüyalar görme, halsizlik, bitkinlik, baş dönmesi ve ayakta duramama, unutkanlık, umutsuzluk, çaresizlik duygusu, geleceğe yönelik plan yapamama, karar verme güçlüğü, aşırı mutsuzluk, yaşamdan zevk alamama, perdeleri açma korkusu, sokağa yalnız çıkamama, güvensizlik, kendini sevmeme, kendinde bir sorun olduğuna inanma veya her şey için başkalarını suçlama, düzgün cümleler kurmakta zorlanma, konuşurken göz iletişimi kuramama, donuk bakma, sık ağlama krizleri, suçluluk duyguları, şiddetle bağlantılı olarak kendini suçlama, duyguların ani değişimi, karışık duygular, uğradığı şiddeti gizleme ya da daha önemsiz gösterme gibi özellikler gösterirler.

Şiddet gören kadın,

Korkar: Korku, şiddete maruz kalan kadının en baskın duygusudur. Korku uyku düzenini etkiler; uykusuzluk ve kabuslara yol açar. Bu safhada kadın yardım almayı ister ama erkeğin müdahale eden kişilere de zarar vereceğinden korktuğu için şiddeti gizleme eğilimine girer.
Benlik saygısını yitirir: Sürekli şiddete maruz kalmanın en belirgin sonucu kadının özsaygısı düşer. Kadın kendisine takılan "çirkin, aptal, beceriksiz, kötü anne, pasaklı, geri zekalı …" gibi sıfatları benimsemeye başlar. Yaşamı üzerinde kontrolü kaybetme duygusu yaşar ve karar vermekte zorlanır.
Baskıyı içselleştirir: Bir kişinin kendisinin daha önemsiz olduğuna ve kötü davranılmayı hak ettiğine inanması, karşısındaki kişinin şiddet uygulamaya devam etmesini kolaylaştırır. Bu durumda kadın tüm hatanın kendisinde olduğunu kabullenir.
Kendini suçlar: Şiddete maruz kalan kadın sıklıkla kendini suçlar ve erkeği şiddet uygulaması için tahrik ettiğine inanır. Şiddet uygulayan erkeklerin neredeyse tamamının iddiası da budur. "Neden ille dayak aranıyorsun?" "Dediğimi yapsaydın dayağı da yemezdin?" Kadın elinden geldiğince erkeğin istediği gibi davranmaya gayret eder. Şiddeti hakkettiğine ikna olur. Oysa şiddetin kadının davranışları ya da kişiliği ile bir ilgisi yoktur.
Karmaşık duygular hisseder: Saldırgan eş her zaman saldırmaz. Uzun aralıklarla sevecen ve ilgili bir koca olabilir. Bu durum kadında karmaşık duygulara yol açar. Şiddet yüzünden evliliğini bitirmek istemez. Öte yanda gelecek kaygısı da duyar.
Yalnızlık çeker: Şiddete maruz kalan kadın, çocuklarının ve yakınlarının güvenliği için sessiz kalmayı tercih edebilir. İçinde bulunduğu durumdan utanır ve başkalarından yardım isteyemez. Ayrıca kocası; arkadaşları ve ailesi ile görüşmelerini de kontrol ettiği için toplumsal desteği azalır. İçine düştüğü yalıtılmışlık duygusu durumunu gerçekçi bir gözle değerlendirmesini engeller. Böylece erkeğe olan bağımlılığı artar.
Eşinden umudunu kesmez: Şiddete maruz kalan kadın içinden sürekli erkeğinin bir gün değişeceği ve hayal ettiği gibi biri olacağı umudunu taşır.
Duygulanım bozukluğu yaşar: Şiddete maruz kalan kadının duyguları ani olarak değişir- ağlarken güler, gülerken öfke patlaması yaşar.
Öfkelidir: Şiddete maruz kalan kadın kızgınlığını genellikle şiddet kaynağına değil başkalarına -sıklıkla çocuklarına yöneltir. Şiddetin gerçekleştiği anlardan yıllar sonra bile kadının içindeki öfke canlılığını koruyabilir ve hafif bir kışkırtmayla öfkesini başkalara yönlendirir. Kadının intikam alma isteği öylesine güçlü bir hal alabilir ki, bu ihtiyaç tüm yaşamını yönetebilir.

Şiddete maruz kalan ve bizlere başvuran kadınlar en sık depresif bozukluk (%52) ve anksiyete bozukluğu (%22) tanısı alırlar.

Kadınlar maruz kaldıkları şiddeti örtbas eder ve şikayetçi olmazlar. Kadına uygulanan şiddete toplumsal ön yargılarla yaklaşan bakış açısı, şiddete maruz kalan kadını korumaktan çok eylemin varlığını ve sürekliliğini destekler niteliktedir. Cinsiyetçi rollerin şiddeti kabul edişi, toplumsal normların sürekliliğinin bir sonucu olarak kabul edilebilir. Bu kabullenişi “öğrenilmiş çaresizlik” ile açıklamak mümkündür.

Öğrenilmiş Çaresizlik; 1960’ ların başlarında deneysel psikolog Dr. Martin Seligman’ın insanlardaki ‘ kaçma içgüdüsü’ ile ilgili bilgi edinmek için yürüttüğü hayvan deneyleri neticesinde oluşmuş bir terimdir. Bir deneyde kafesin sol tarafına elektrik kabloları döşendi. Kafese konan bir köpek sol tarafa her ayak basışında elektrik çarpmasına maruz kalıyordu. Köpek sağ tarafta kalmayı çabucak öğrendi. Sonra kafesin sağ tarafına aynı amaçla elektrik verildi, ve sol taraf elektrikten arındırıldı. Köpek kısa sürede uyum sağladı ve kafesin sol tarafında kalmayı öğrendi. Ardından kafesin tabanı tümüyle elektrik kabloları döşendi, öyle ki köpek ne şekilde kalırsa kalsın mutlaka elektriğe maruz kalıyordu. Köpek önce kafası karışmış gibi davranışlar gösterdi ve sonra panikledi. Sonunda ‘ vazgeçti’ ve uzanıp yattı, elektrik akımlarını kabullendi ve artık onlardan kaçmaya ya da onları yenmeye çalışmadı. Ama deney bitmemişti. Sonra kafesin kapısı açıldı. Bilim adamları köpeğin koşarak dışarı fırlayacağını umdular, ama o kaçmadı. Öylece elektrik akımlarına maruz kalarak yatmaya devam etti. Köpek artık çaresizliği öğrenmişti.
Deneye kadınlar açısından bakıldığında durumun farklı olmadığı görülür. Şiddete maruz kalan kadın şiddet ve sarsıntılara alışır. Kadın kendisine uygulanan her tür şiddete uyum sağlar. Direnme gücü yok olur. Direnmenin bedeli vardır. Bu bedeli ödemektense, kadın sessiz kalmayı tercih ederek hayatını bir şekilde devam ettirir. Aslında bedeli kendisini feda ederek ödüyor olduğunu bilmeden…
Kadınları kendilerine zarar veren eşleri ile birlikte kalacak şekilde etkileyen bu durum, şiddetin normalleştirilmesidir. Bilim adamlarının ‘ öğretilmiş çaresizlik ‘ dedikleri olay budur.

Kadına yönelik şiddet türleri ve evde görülme sıklığına istatistiksel olarak bakacak olursak:

Erkeğe yönelik şiddet genellikle evin dışından gelirken, kadınlar daha çok aile bireylerinin ya da eşlerinin uyguladığı şiddete maruz kalırlar. Yani kadınlar çoğunlukla kendilerini istismar edenlere duygusal ve ekonomik olarak bağımlıdırlar.
Türkiye'de aile üyelerinin kadınlara uyguladığı şiddet, hakaret ve kadınları ekonomik ihtiyaçlarından yoksun bırakmaktan dayağa, cinsel şiddetten cinayete geniş bir yelpazededir. Türkiye'de kadına yönelik şiddetin en uç noktada yaşandığı boyut "namus cinayetleri"dir. Türk Ceza Kanunu'nda yapılan son değişikliklerle namus cinayetleri "nitelikli adam öldürme" kapsamına alındı ve müebbet hapis cezası uygulaması getirildi.

"Dünya Sağlık Örgütü (WHO)'nün 2002 yılı raporlarında belirtilen tahminlere göre tüm dünyada üç kadından biri yaşamlarının bir döneminde dövülmekte, cinsel ilişkiye zorlanmakta ve diğer yollarla taciz edilmektedir. Tacizi yapan kişi genellikle kendi ailesinden biri ya da tanıdığı bir kişidir.

Prof.Dr. Faruk Kocacık’ın 2004 yılındaki bir araştırmasında görüşülen 695 kadının % 54'ü ailelerinde şiddet gördüklerini, şiddet gördüğünü söyleyenlerin % 35,2'si en az 4 yıl ve daha fazla zamandır şiddete maruz kaldıklarını söylemiştir. Şiddete uğrayan kadınların gördükleri şiddet türüne göre; kadınların % 42,3'ünün dayak % 40,1'inin tehdit ve küfür, % 12,6'sının yaralama, % 3,2'sinin cinsel taciz ve tecavüz, % 1,4'ünün eve kapatma ve % 0,4'ünün öldürülme tehdidi ile karşı karşıya kaldıkları anlaşılmıştır. Bu grubun % 40,4 'ünün evlerinde, çocuklara karşı da şiddet uygulandığı saptanmıştır.

Pınar İlkkaracan’ın 2000 yılında Türkiye'nin doğu ve güneydoğusundaki çeşitli kentlerde yaptığı bir araştırma kadınların % 45,7'sine kocalarının seçiminde danışılmadığını ve % 50,8'inin rızaları olmadan evlendirildiğini ortaya koymaktadır.

Ayşe Gül Altınay ve Yeşim Arat’ın toplam da 18 ay süren ve 2006-2007 yılında yaptıkları Türkiye’de Kadına Yönelik Şiddet araştırmasının son derece çarpıcı sonuçları vardır.

Araştırmanın niceliksel ayağında ise toplam 1800 evli kadınla 56 ile dağılmış yerleşim

yerinde (il, ilçe ve köy) yürüttüğümüz alan araştırmasında, kadınların eşlerinden yaşadıkları şiddetle ilgili deneyimlerini ve görüşlerini tespit etmeyi hedefledik. Bu araştırmanın en önemli bulgularından biri her üç kadından birinin fiziksel şiddet gördüğü, bir diğeri de her on kadından dokuzunun dayağı haklı görmediği olmuştur.

Toplumsal cinsiyete dayalı şiddet, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının var olan potansiyellerini gerçekleştirmelerinin önündeki en önemli engellerden birisi olmaya devam etmektedir. Özellikle kız çocukları ve kadınlar, çekirdek aile içinde, geniş aile bağlamında, sokakta, okulda ve iş hayatında fiziksel, ekonomik, psikolojik ve cinsel şiddete maruz kalmakta; yaşanan şiddetin kız çocuklarının okuyamamasından kadınların toplumsal hayata etkin katılamamalarına, kadınların çocuklarına uyguladıkları şiddetin artmasından istenmeyen evliliklere, sakatlıklardan ölümlere kadar çok kapsamlı sonuçları olmaktadır. Namus adına işlenen cinayetler bu şiddet türünün en ölümcül ve görünür biçimlerinden biridir. Ancak daha az görünür biçimleriyle de kadına yönelik şiddet, Türkiye'de yaşayan milyonlarca kadının bedensel ve ruhsal bütünlüğünü tehdit etmektedir. Aile içi şiddet, özellikle koca şiddeti, kadınların yaşamlarının “belirleyici bir boyutunu” oluşturmaktadır (Bora ve Üstün 2005, 18).

Evlilik: Kocalarından boşanmış veya ayrılmış kadınlarda fiziksel şiddet deneyiminin % 78 gibi çok yüksek bir orana ulaştığını görüyoruz.

Evlilik ve dayak ilişkisine dair ikinci bir çarpıcı bulgu, hangi şartlarda tanışıp evlenildiğinin yaşanan fiziksel şiddeti belirleyen faktörlerden birisi olması: Kendileri tanışıp anlaşarak ailelerin onayıyla evlenenlerin % 28’i, görücü usulüyle evlenenlerin % 37’si en az bir kez fiziksel şiddete maruz kalmaktayken, bu oran kendileri tanışıp anlaşarak ancak ailelerin onayını almadan evlenenlerde % 49’a çıkmaktadır.

Cinsel şiddete uğradığını söyleyenlerin % 67’si aynı zamanda fiziksel şiddete de maruz kaldıklarını ifade etmektedirler. Şiddet türleri arasında geçişlilik olması, cinsel şiddetin genel tahakküm ilişkisinin bir biçimi olarak yaşandığını göstermektedir.

Şiddet yaşamak ve yaşatmak ile çocukken şiddete maruz kalmak veya tanık olmak arasında azımsanmayacak bir ilişki görülmektedir. Çocukken veya gençken babalarından dayak yemiş olanların, eşlerinden dayak yeme oranı % 48 iken, babalarından dayak yememiş olanların eşlerinden dayak yeme oranı % 28’dir. Anneden dayak söz konusu olduğunda bu oranlar sırasıyla % 41 ve % 29’dur.

Bir kadının eşinden dayak yeme riskini en fazla artıran etkenin kendi annesinin babasından dayak yemesi olduğunu söyleyebiliriz. Bu kadınlar, dayak yemeyenlere oranla iki misli daha fazla risk altındalar. Kısacası çocukken tanık olunan şiddet, erkeklerin şiddet uygulama olasılığını, kadınların da şiddete maruz kalma olasılığını iki kat artırıyor görünmektedir.

Altınay ve Arat’ın raporun şöyle özetlemek mümkün:

Şiddet deneyimi:

• Her üç kadından biri eşinden dayak yediğini söylemektedir.

• Eşinden dayak yiyen kadınların yarısı bu durumdan daha önce kimseye bahsetmediklerini ifade etmektedirler.

• Yükseköğrenim görmüş altı erkekten biri eşine fiziksel şiddet uygulamaktadır.

• Kadınların aileye kocalarından daha çok gelir getirmesi, dayak riskini en az iki misli artırmakta, bu durumda olan her üç kadından ikisi fiziksel şiddete maruz kalmaktadır.

• Çocukken tanık olunan veya maruz kalınan şiddetin, erkeklerin şiddet uygulama olasılığını, kadınların da şiddete maruz kalma olasılığını iki kat artırdığı gözlenmektedir.

• Kendileri tanışıp anlaşarak ailelerin onayıyla evlenenlerin % 28’i, görücü usulüyle evlenenlerin % 37’si en az bir kez fiziksel şiddete maruz kalmaktayken, bu oran kendileri tanışıp anlaşarak ancak ailelerin onayını almadan evlenenlerde % 49’a çıkmaktadır.

• Öğrenim düzeyi arttıkça fiziksel şiddet gördüğünü söyleyen kadınların sayısı azalmaktadır. Okuma yazma bilmeyen kadınlar arasında en az bir kez dayak yediğini söyleyenlerin oranı

% 43 iken, yüksek öğrenim görmüş kadınlar arasında bu oran % 12’dir. Ancak bu rakamları yorumlarken yüksek öğrenim görenlerin yaşadıkları şiddeti paylaşmak konusunda daha ketum davranıyor olabilecekleri dikkate alınmalıdır.

• Alışverişe çıkmaktan aileleriyle görüşmeye kadar kadınların attıkları her adım kocanın iznine tabi görünmektedir: Her 10 kadından yalnızca biri başka bir şehre/köye eşlinden izin almadan gidebilmekte, üçü eşinden izin alma ihtiyacı duymadan ailesini ziyaret edebilmekte veya alışverişe/çarşıya gidebilmekte, dördü eşinin iznine tabi olmadan komşu/arkadaş ziyareti yapabilmektedir.

• Türkiye’deki kadınların yarıya yakını Medeni Kanun’da yeniden düzenlenen mal rejiminden habersizdir. Görüşülen kadınların % 43’ü 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’dan da haberdar değillerdir.

• Devletin sorumlulukları bağlamında en acil ihtiyaç şiddet mağduru kadınların korunmasıdır. Bu konuda devlet kurumları çok yetersiz kalmaktadırlar.

Şiddet görmüş kadınlar depresyon tedavisinin yanı sıra Travma Sonrası Stres Bozukluğu tedavisi de görmelidir. TSSB yaşayan kişinin tedavisinde farmakoterapi ve davranışçı-bilişsel psikoterapi birlikte uygulanmalıdır. Terapide şiddete maruz kalmış kişi, travmatik olayla ilgili yasadığı hisleri ifade etmede ve anlatma da cesaretlendirilerek gelecekle ilgili planlar yapması kuvvetle desteklenmelidir. Bireysel terapi ile birlikte grup ve aile terapilerinin önemi büyüktür. Kişide organik bir engel yoksa, işine dönmesi terapi açısından önemlidir. Kronikleşme eğilimi gösteren dirençli hastalarda uzun süre psikoterapi gerekli olabilir.

Kadına yönelik şiddetin çözümü çok geniş bir yelpazede mümkün. Toplumun her kesiminde çok derin bir bilinçlenmeye ihtiyaç var. Elbette devlet üstüne düşeni yapmalı, gerekli kanun ve düzenlemeler ile gerekli yaptırımları oluşturmalı. Ancak toplum bu konuda eğitilmediği, çocuklar küçükken kesilen kurbanların kafaları ile top oynamamayı, bilgisayar oyunlarında öldürülenlerin bonus olmadığını, güçlünün güçsüze söz geçirmek zorunda olmadığını, otoritenin şiddet demek olmadığını, iletişimin itişip kakışmaktan ibaret olmadığını öğrenmediğimiz müddetçe şiddetin önüne geçmek mümkün olmaz. Kadın bağımsızlaşmadıkça, erkek kadın ile eşit olduğunu, en önemlisi de kadın erkekle eşit olduğunu kavramadıkça, şiddete çözüm bulmak mümkün olmayacak.