“Geldin masaya oturdun ve böldün hayatımı bir milat gibi…” dediğin bir insan var mı hayatında?
Hiç bir ‘mucize’ gelip oturdu mu yanı başına? O ana kadar bütün bildiklerini unutturabildi mi? Sıfırladın mı her şeyi?
Dünya üzerinde milyarlarca insan varken sadece ‘tek’ bir insanın bütün bunları yapabiliyor olması sana da çok tuhaf gelmiyor mu? Her şeyi değiştirme gücüne sahip, sanki bir süper kahraman. Peki hatırlıyor musun o günü?
Gelip yanı başına oturduğu o günü? Söyleyebilir misin bana neredeydi? Ne zamandı? Kalbin pır pır etmiş miydi? Yoksa o gün çok mu uzak? “Aşk büyüdü, aşk!”
Kocaman oldu aşk. O ‘aşk’ın adını göğsüne sakladın mı? O küçücük şey kalbine konduğunda O’nu sulayıp büyüttün mü? Yüzünü güneşe çevirdin mi?
Yoksa hiçbir şey yapmadan rüzgârın yapraklarını tek tek savurmasına göz mü yumdun?
Tükettin mi her şey gibi o mucizeyi de?
Sanki bulması çok kolaymış gibi bir kalemde sildin mi? Doya doya dörtnala sevişmek varken günübirlik yüzeysel sevişmeleri mi tercih ettin? Öyleyse yazık, çünkü“Aşklar da bakım istiyor öğrenemedin gitti.”
Aşk dilendin mi peki hiç? O’nunla mutlu olamayacağınızı bile bile mutsuzluğa dilendin mi?
“Kim istemez mutlu olmayı ama ben seninle mutsuzluğa da varım” dedin mi?
Eminim eğer aşık olduysan mutsuzluğa da kocaman bir ‘eyvallah’ çekmişsindir.
Sahi asıl soruyu sormayı unuttum. Sen hiç aşık olmuş muydun?
Aşk bir mucize gibi gelip hayatına, içindeki minicik kız çocuğuna konmuş muydu?
Peki sen “Ee madem geldin, hoş geldin” diye buyur etmiş miydin O’nu içeri?
Açmış mıydın kapılarını sonuna kadar? Ben açmıştım ama geç öğrenmiştim ki “Okyanusta ölmezmiş de insan, gider bir kaşık ‘sevda’ da boğulurmuş…” Sen de boğulmuş muydun?
Bata çıka, nefesin kesilene kadar yüzmüş müydün? Peki kara görünmeyince ne yapmıştın? Bir taş gibi ağır ağır batmış mıydın sen de?
“ve sevda darağacında elimi çeksem senden olacağım, çekmesem kendimden…” diyerek vazgeçtin mi en sevdiğinden? “Vazgeçmek özgürlüktür” deyip, ilerledin mi? Tepetaklak oldun mu hiç?
Dünya başına yıkıldı mı? Ama en sonunda ‘kendin’in herkesten ve her şeyden daha kıymetli olduğunu anlayıp yoluna devam etmeyi tercih ettin mi?
Peki vazgeçip sessizce gittikten sonra “sesinde söylemediğin sözcükler” birikti mi? Söyleyecek çok şey olmasına rağmen sustun mu?
“Bazen ne olacak söyle gitsin, sonra söyleyince ne olacak sus bitsin” dedin mi?
Bütün yaşananlardan sonra yaşarken imkânsız olduğunuzu anladın mı hiç?
Aynı şehirde, aynı yerlerde olduğunuzu bile bile bir imkânsızlıktan bahsediyorum. Avcunun içine alıp doya doya öptüğün o yüz sana da mı çok uzak gelmeye başladı?
Ne de olsa artık “Aynı şehirde sen varsın, O var, siz yoksunuz.” Bunu kabullendin mi? Ama sonra gülüşü geldi mi aklına?
“Yine gelsen yine severim seni” dedin mi için ağlaya ağlaya?
Büyük üstad Cemal Süreya boşuna dememiş;
“İki şey: aşk ve şiir mutsuzlukla beslenir biri biri ona dönüşür.” diye.
Aşık olan anlar O’nu. Bir yara daha kalbimizin medarı iftiharı olduğunda, mutsuzlar kervanına kocaman bir ‘merhaba’ ile katıldığımızda O’nun “Sevda Sözleri” koşar yardımımıza. O’nun her sözünde insan kendi hikâyesinden bir şeyler bulur. Bizim söyleyemediğimiz, kalbimizden çıkıp dilimizin ucuna gelen hisleri O kelimelere döker. Onlar da bize arkadaş olur, dinginleştirir usul usul.