ellerini kimse görmesin diye koynuna gömmüş, denizin dibinde ağzındaki sigaranın bitmesini bekliyordu. gözleri ışıl ışıl, küçücük bedeniyle tam ortasına oturmuştu gecenin. uzun uzun izledim. sigara bitti. ellerini yavaşça, kimsenin görmediğine emin olmak için etrafına bakarak çıkardı sakladığı yerden. cebinden paketi çıkarıp bir sigara daha yaktı. o an göz göze geldik kendisiyle. tedirgin olmasını beklerken, gülümsedi birden. sol elini kaldırıp, yemyeşil, apaydınlık bir sesle ‘’merhaba arkadaş!’’ diye bağırdı. duydum. bana söylendiğinden emin olmak için etrafıma bakındım. kimse yoktu. evet, banaydı o çiçekli merhaba. yine de sustum. başını tekrar denize çevirip ‘’senin de kimsen yok değil mi?’’ dedi, ‘’senin de canın acıyor. arkadaşların birer birer döküldü dallarından. sen de sıkıldın evde oturmaktan ve dışarı çıktın, belki bi boka yarar diye. ama olmadı değil mi? olmaz. olmuyor arkadaş. en iyisi ölmek, geberip gitmek şu kahrolası yalnızlıktan. senin canın ölmek çekiyor, biliyorum. ama kimseye diyemiyorsun, değil mi? hayat onlara göre çok güzel çünkü. olsun be arkadaş. artık yalnız değilsin. bir iki saate ölmüş olacağım ama yine de bir arkadaşın var artık. ölü de olsam, başkalarına anlatırsın. kendine anlat en çok da. çünkü bu hayatta yalnız olmadığını bilmeye, başkalarından çok senin ihtiyacın var. seni seveceğim arkadaş, kendine iyi bak.’’

diyecek bir şey bulamadım o an, sarhoştum. ve hayattaki tek arkadaşım, bir iki saat içinde ölecekti. eve gidip balkona çıktım. bir sigara yakıp avazım çıktığı kadar bağırdım: ‘’merhaba arkadaş, merhaba!’’