XV. asra kadar İslâm dünyasının, ilmin çeşitli dallarına katkısı dikkat çekicidir. Cebir, kimya gibi tabirlerden de anlaşılıyor. Sadece ilim değil, sanat, ticaret, siyaset gibi sahalarda da bu katkı inkâr edilemez seviyededir. Ne oldu da, İslâm dünyası ilmi üstünlüğünü Avrupa lehine kaybetti? Bu düşüşün sebepleri nelerdir?





Avrupalıların tezi, bu düşüşe İslâm âlimlerinin menfi tavrı yol açmıştır. Eş’arî ve Gazâlî gibi âlimler olmasaydı, İslâm dünyasında da keşif ve buluşlar olabilirdi. Batı, skolastik felsefenin üstesinden gelmiş, Doğu ise gelememiştir. Kastettikleri şey aslında Eş’arî’nin, Mutezile’ye, Gazâlî’nin de filozoflara karşı duruşudur. Halbuki Gazâlî’nin ardından da ilmî disiplinde hep yükselen bir aktivite vardır. Din âlimleri ile ve felsefeciler arasındaki münakaşalar da, rasyonel bilimler üzerine değil; dinin hakikatini anlama hususunda idi.


XVI. asırdan sonra, İslâm dünyası ve Batı arasındaki fen sahasındaki farkın giderek arttığı doğrudur. Fakat buna Müslüman âlimlerin muhalefetinin sebep olduğunu söylemek desteksizdir. Bu bir arz ve talep meselesidir. Politik ve ekonomik gücü azalan İslam dünyasında, fen ve teknolojiye ihtiyaç duyulsaydı, müslümanların altın çağı boyunca olduğu gibi, rasyonel bilimler fasılasız ilerlemeye devam ederdi. Çok sayıda matematikçi, astronom, fizikçi, mühendis ve diğer bilim adamları bu devirde cemiyetin ve devletin ihtiyaçlarını karşılıyorlardı.


Batı dünyasının tenkit ettiği ikinci husus, medreselerin ilahiyat ve hukuk tedrisatına ağırlık vermesidir. Halbuki İslâm dünyasında rasyonel bilimlerin tahsili ayrı yapılırdı. Astronomi ve matematik; bu ilimlerdeki kitaplarla donatılmış kütüphanesi olan ve rasata dair âletlerin devamlı kullanıldığı rasathanelerde, matematikçi ve astronomların yanında; tıp ise, olması gerektiği gibi, bir hastahanede öğrenilirdi. Bu sebeple politik ve ekonomik düşüş zamanında, ihtiyaç nisbetinde, hukuk ve ilahiyat tedrisatı devam etti; rasyonel bilimlerin tedrisatı ilerlemedi. Modern zamanda Batı ile entegrasyonun kaçınılmaz olduğu düşünülünce, bu bilimlerin tedris edildiği modern mektepler kuruldu.


İbni Haldun, bunu politik ve ekonomik sebeplere bağlar ve ‘ilim, zengin cemiyetlerde gelişir’ der. Bir belde zayıflar, tesirini kaybeder ve nüfusu azalırsa, maddî olarak desteklenmediklerinden, meslekler de yok olana dek azalır. Bağdat, Kurtuba, Kayruvan, Basra ve Kûfe gibi İslam’ın ilk asrındaki kalabalık ve refah içindeki şehirler, medeniyet ve ilim merkeziydi. Nüfusları azalıp, refah düşünce, medeniyet ve ilim de kaybolarak, İran, Türkistan gibi diğer İslâm beldelerine kaydı. Bilimin parlaması, ekonomik faaliyetlerin ve teknik ilerlemelerin arttığı zamanlarla çakışır. Takip ettiği yol, ticaret ve sanayinin, Mısır ve Mezopotamya’dan Yunanistan’a, Endülüs’ten Rönesans İtalya’sına, oradan Hollanda’ya ve sonra sanayi inkılâbı İngiltere’sine doğru takip ettiği yol ile aynıdır. Cemiyet çöküşe geçince, ilim de durgunlaşır ve kaybolur. İlim, refah ve emniyet ister.


XV. asır sonunda ilim ve fen, daha fazla ilerlemenin çok zor, hatta imkânsız olduğu bir noktaya ulaşmıştı. Bu devre kadar, zaten ne İslâm, ne de Ortaçağ Avrupa’sında ciddi fennî ilerlemelere rastlanır. Böyle bir silkelenme için, eski düzenin yıkılması lâzımdı. İşte Avrupa’nın keşifler yoluyla zenginleşmesi ve nüfusunun artması bunu temin etti.






Düşüşün sebepleri


1-Toprağın Yapısı: İslâm beldelerinin çoğu, az miktarda yaşanabilir yeri bulunan, çorak veya yarı-çorak topraklardan, bozkır veya çöllerden müteşekkildir. Emevî ve Abbasîler, sulama sistemlerine ehemmiyet verdiler; ziraî inkılâbı gerçekleştirdiler. Merkezî hükümet zayıflayınca, sulama tesisleri de ihmal edildi. Moğol istilâsından sonra da tarlalar çoraklaştı veya bataklıklara dönüştü.


2-Göçebeler: Merkezî idare zayıfladığında, göçebeler üstün geldiler; düzensizlik ve anarşiye sebep oldular. Sulama sistemlerinin tahrip olması ve sulanan toprakların otlaklara veya bataklığa dönüşmesi ile göçebeler kontrolleri altındaki sahaları arttırdı. XIII. yüzyıldan modern çağa kadar Irak ve Suriye’deki nüfusun azalmasına yol açtı.


3-Tabiî Âfetler: Ortaçağ’da İslâm beldelerindeki tabiî âfetler, sosyal ve ekonomik çöküntüye sebep oldu. 968’de Nil nehrindeki düşük su seviyesi ciddi kıtlığa yol açtı. 600 bin insan öldü. Kıtlıklar ve sârî hastalıklar bunu takip etti. Ortaçağ’ın en büyük felâketi Kara Ölüm (Veba) Avrupa’dan çok, İslâm dünyasını mahvetti. Mısır, Suriye ve Irak’ın nüfusu üçte birine düştü. Ziraî istihsal ve sanayi çöktü. Askerî güç de buna paralel olarak zayıfladı.


4-Coğrafi Mevki: Coğrafî pozisyonu, İslâm beldelerini Haçlı seferlerinden, modern zamanlara kadar, devamlı olarak dış tecavüz veya müdahalelere hedef yaptı. Doğu ile Batı’nın tam ortasında, üstelik düz mevkiiyle İslâm beldeleri, her cihetten müdafaasız idi. Japonya ve Britanya gibi adalar, bu bakımdan stratejik avantaja sahipti.


5-Haçlılar: Kudüs ve mukaddes beldelerin müslümanlardan alınması maksadıyla 1096-1291 arasında İslâm dünyasına yedi Haçlı seferi tertiplendi. Ele geçen şehirlerdeki Müslüman nüfusa katliam yapıldı. Buralara işgal ordularının askerleri ve onlarla beraber gelen maceracılar, tüccarlar ve yolcular yerleştirildi. Psikolojik katalizör olarak dinin kullanıldığı seferlerin arkasında ekonomik sebepler vardı. Avrupa nüfusu artıyordu. Buradaki 38,5 milyona mukabil, İslâm topraklarındaki nüfus 12,5 milyonu geçmiyordu. Haçlı seferleri, emperyalizmin ilk tecrübesi idi. Batı Avrupa’daki nüfus ve istihsal arttı. Kârlardaki artış, sermaye birikimine yol açtı. Haçlı seferleri, Venedik, Piza ve Cenova gibi Kuzey İtalya’nın büyük deniz şehirlerinin genişlemesi için muazzam fırsatlar sağladı. Buna mukabil, iki asır süren Haçlı seferlerine göğüs germe ve onları kovma gayretleri, mahallî ekonomiyi çökertti ve Arap şehirleri zayıfladı.






6-Moğollar: Müslüman dünyası Haçlılarla meşgulken, Doğu’dan korkunç bir istilâ daha geldi. Cengiz, göçebe Moğolları birleştirdi ve İslâm topraklarına saldırdı. 1220’den itibaren İslâm şehirleri düştü; taş üstünde taş bırakılmadı. Bağdad’ın işgaliyle Abbasî Halifeliği yıkıldı. Bu, İslâm medeniyetindeki altın çağın sonuna işaret etti. Bu istilanın en yıkıcı tesiri nüfus azalmasıydı. Bağdat’ta katledilenlerin sayısı 2 milyona yakındır. Nüfus, onda birine düştü. Yüzbinlerce kitap saklayan kütüphaneler de bu felâketlerden nasibini aldı.


7-Ticaret Yolları: Keşifler yüzünden, İpek Yolu gibi ticarî yollar ehemmiyetini kaybetti. Avrupa ve İslâm toprakları arasındaki gelir dağılımı ciddi derecede değişti. Milletlerarası ticaret merkezi, Akdeniz ve Hindistan’dan, Baltık ve Atlantik’e kaydı. İslâm beldeleri de dâhil olmak üzere sömürgeler, hammadde üreticisi hâline geldi. Avrupa, sömürgeler sayesinde sanayi inkılâbını gerçekleştirdi.


8-Kapitülasyonlar: Memlûk ve Osmanlı sultanları, yabancılara tanınan imtiyazların ekonomiye fayda sağlayacağını düşünmüşlerdi. Siyasî gücün zayıflamasıyla, kapitülasyonlar geri tepen silah oldu. Yabancı ekonomik hâkimiyete yol açtı. Daha ucuz Avrupa mamulleri pazarları istila etti. Küçük sanayi çöktü.


9-Askerî Müdahaleler: Ekonomik güçsüzlüğün farkına varan Müslüman hükümdarların, ıslahat projeleri, Avrupa’nın önce içeride destekledikleri darbeler ve dış askerî müdahaleler ile akamete uğratıldı.


10-Aşırı Genişleme: Müslümanlar, yüksek idealler peşinde koşarak geniş sınırlara eriştiler. Ancak bunu elde tutacak nüfus ve maddî güce sahip değildiler. Nüfusun güç ile doğru nisbette olduğu XIX. asrın ortasında Osmanlı İmparatorluğu’nun nüfusu 17 milyon iken, Batı Avrupa’nın nüfusu 190 milyondu. Rusya ve Doğu Avrupa’nın nüfusu 274 milyondu. İngiltere 30, Fransa 37, İspanya-Portekiz 20, İtalya 24, Almanya 32, Avusturya 32 milyondu.


(Bu mevzuda Prof. Dr. Ahmed Yusuf Hassan'ın, “Factors Behind the Decline of Islamic Science After the Sixteenth Century” adında güzel bir makalesi vardır. )