Ingiliz dilinde igne deligi (pinhole), fotograf literatüründe ise karanlik oda ya da karanlik kutu (camera obscura) adiyla anilan fotograf teknigi oldukça basit bir ilkeye dayanir. Söz konusu ilke, bugünkü bilgilerimize göre, yaklasik olarak milattan önce besinci yüzyildan beri bilinmektedir. Çinli düsünür Mo Ti, deneysel gözlemleri sonucunda, karanlik bir ortama açilan küçük bir delikten giren isigin disarida bulunan isikli nesnenin tümüyle basasagi bir yansimasini meydana getirdigini yazmisti.
Isik isinlari ile arastirmaci insanin zeka piriltisinin çakismasi, kuskusuz, Mo Ti ile sinirli kalmadi. MÖ 4. yüzyilda Aristo; 10. yüzyilda ise isik isinlarinin dogrusal yayilimi ilkesini bulan Ibn Al-Haytam; 15. yüzyilda Leonardo da Vinci ve Paolo Toscanelli; 16. yüzyilda Gemma Frisius ve 19. yüzyilda Sir David Brewster karanlik bir ortama açilan igne deliginden sizan isigin giziyle ilgilendiler.
Sir David Brewster'in karanlik oda/kutu teknigiyle 1850'lerde elde ettigi ilk fotografik görüntüler, izleyen yillarda Crookes, Spiler, Abney gibi isimler tarafindan gerek malzeme gerekse teknik açisindan gelistirildi.
Karanlik oda/kutu teknigiyle yapilan fotograf çalismalari, günümüzde de film ve kart malzemeleri disinda 19. yüzyil sonundaki teknigin aynisi ile yürütülmektedir.
Gerek teknik, gerekse tanim çok basittir: Karanlik oda/kutu fotografi, objektifsiz fotograftir. Bilinen fotograf makinalarindaki objektiflerin yerini, 0,25-1 mm çapindaki bir delik alir. Isik bu delikten geçer ve karanlik ortam saglayan kameranin içinde bulunan isiga duyarli yüzey üzerinde bir görüntü olusturur.
Bu teknik için kullanilan kameralar küçük ya da büyük olabilir. Deniz kabuklarindan, sekerleme, kola hatta kibrit kutularindan ya da eski buzdolabi, karavan gibi iri hacimli nesnelerden ya da isik geçirmezligi saglanmis bir odadan kamera olarak yararlanmak mümkündür. Basit bir ilke olarak, isik geçirmeyen her kapali ortam, bir igne deliginden sizan isikla camera obscura'ya dönüsebilir.
CAMERA OBSCURA
Isik yalnizca hayatin degil, sanatin da kaynagi. Varolusun bu ele avuca sigmaz çocugu, karanlik çaglardan bu yana ele geçirilmek isteniyor . Kimi zaman elmaslarda ya da kristallerde aranan bu hakimiyeti, karanlikta aramayi düsünebilen ilk kisi Aristo'dur. Bir igne deliginden geçecek kadar sinirli isik demetinin, geçtigi yerdeki nesneleri hafizasinda barindirarak sirlarini karanlik bir odanin duvarina açacagini da ondan baska kim düsünebilirdi ki ? Bu antik çag bilgesinin açtigi igne deliginden sizan isik , yüzyillar sonra bir rönesans çilgininin yüzüne düstü. Leonardo usta, isik ile karanlik arasindaki antik bagintiyi yeni çaga tasidi . Hiç kuskusuz , tarih , varolanin disindakini arayan çilginlarla dolu. Yari saman yari çilginlardan biri de Joseph Nicephor Niepce idi . Bu isik tutkunu , 1826 yilinda, isigi kagit üzerine hapsetmeyi basardi. Bu isik ve zaman hapishanesine , fotograf adi verildi . Fotografin tarih içindeki serüveni , fotografin zaman içindeki serüveninden çok daha öncelere uzanmakta. Ne ki , kimi yari çilgin yari samanlar günümüzde de yasamlarini sürdürüyorlar. Ve onlar hala igne deliginden sizan isigin pesindeler. Iste, Aristo' nun verdigi adla camera obscura yani karanlik kutu fotograflari bu sayede karsimiza çikiyor. Farkli bir isik , farkli bir perspektif , farkli bir dünya sunarak