Tanrı'm, hayatımı öp ki geçsin!
Yazılan her satır yokluğuna delil olarak kullanılabilir.
Bir sabah uyanırsın ve her şey yerli yerindedir ölmüşsündür.
Üç ölümün bir hayatı götürdüğü rüyasının bittiği yerde, anlarsın;
her ölümde hayatın parmağı biraz vardır!
Bazı şiirlere nasıl başlayacağını bilemiyor insan,
bazı şehirlerden nasıl gideceğini...
Ama bazı şiirler Mayıs'la başlar
ve bazen Mayıs herkesten önce terk eder,
bazı şehirleri...
Yaşamak diyorlar, yaşa diyorlar bilmiyorsun,
az olsun ölmesem!
Ve elbet her yağmur tanesi geri dönecektir, düştüğü buluta.
Ama bilirsin, bazı yağmurlar hiçbir yere yağar!
Hiçsen de insansın, boğulabilirsin suda,
bir balıksan susuzlukta!
Ah! Hiçbir yaranın kabuğu benzemiyor bir diğerine!
Seni tanısaydım eğer, seni tanısaydım...
Sana aşktan bahsedebilirdim,
beni tanısaydın mesela sana zehirli çiçeklerden ve metal mavisinden
ve kırık saçlarımdan şiirler örebilirdim.
Neyse ki Mayıs şimdi, duymuyorsun;
avuçlarımda kuş sesleri!
Kuşlar diyorum, kuşlar...
Konmayacak satırlarıma!
Çıplağız çünkü, sevişemeyiz bu yüzden.
Çünkü dini aşktır sevişmenin, dili her zaman vücut değil.
Yalnızız, korkağız, karanlığız biraz,
biraz yok, hiç biraz.
Demek istiyorum ki giyinsem senin yalnızlığını sığmayacak kadar yokum,
diyorum ki soyunsam yalnızlığımı,
ürker çıplaklığın.
İşte bu yüzden, yarımız, yitiğiz,
arasak bulamayız kendimizi,
doğuramayız öldürdüğümüz yerden birbirimizi.
Ayak izlerini takip edersen bir şiirin,
adım adım Eylül'e gittiğini görürsün.
Çünkü her şiir kaçacak bir hüzün arar kendine,
Tanrı'nın kucağından içime düşen bir çocuk gülümsemesi gibi...
Ben ki o çocukların ölüsünü öptüm hep,
öpüşlerim kırılırken ölümün dudaklarında,
en çok da kendi ölümüme güldüm.
Öyle bir hayat ki
gülüyorum ölmekten!
Şimdi ne desem yağmur biraz, ne desem iç çekiş...
Ağrı ağrı toplanıyor kelimeler,
boğazımda cam kesiği.
Ah! Can kesiği bu sonbahar...
Yerden göğe kadar soyunduğum hayatta,
çıplaklığım baştan ayağa ölüm.
Yüzüm; İntiharengi
ki intihar, ölememektir.
Tanrı'm, hayatımı öp ki geçsin!
Böyle zamanlardı işte, alıp Tanrı'yı karşıma,
öleceğim güne ben karar veririm dediğim.
Bir avuç günü geçmiş imgeyi yutup,
şiir şiir kustuğum...
Kendini de kusabilse insan içinden!
O gün Tanrı'yla yollarımızı ayırdık.
Sonrası dinim benim, sonrası ölüm
dirim, sonrası anadilim, susmak;
- Dilimin ucuna tecavüz eden küfürleri bir nefeste yutma sanatı.
Ki bir kere düştün mü suskuya, hiçbir çığlık duramaz karşında!
Şimdi sana bakmasam, göremiyorum kendimi.
Ah! Görseydim,
bir de görseydim seni!
Kendi karanlığımda kaybolmak bu,
biri açsa içimdeki ışığı, biri açsa...
Ayaklanır içimin ölüleri!
Ve diriminde iç mezarlarımın, yiter giderim yıkıntılarında karanlığımın.
Bilirim çünkü her neyse öldürdüğüm,
beklemekte beni öldürmeyi...
Bilmez çünkü, ben yalnızca sevdiklerimi içime gömerim.
Bazen bir şey olur
ve ne olduğunu anlayana kadar o şeyi unutursun.
Bir şey unuttuğunu hatırlamak gibi.
Sus diyebilsen şimdi bana, dur diyebilsen yüz dönüp çığlıklarıma
Tanış derim, bu Eylül sessizliği...
Ki avuçlarımda kuş cesetleri!
Şiirden dize kaçırır gibi...
Tüm söylenenleri unut gitsin,
çünkü sen Mayıs'tan ve maviden,
yağmurdan ve Eylül'den daha güzelsin.
Adı'n biraz Sylvia dilimde, Wirginia biraz...
Biraz Marilyn ya da Dalida.
Bir şiirin sonunda ölüme terk edilmiş gibi...
Sahi, sen kimsin?