Dandanakan Savaşı (1040)
Mesut Han, 1038’deki ağır mağlubiyetin ardından İki yıl süren bir hazırlık neticesinde çoğunluğu atlı süvarilerden oluşan 100.000 kişilik bir ordu hazırladı. Gazne Ordusu Selçuklu ordusuna nispetle oldukça büyük ve kabalalıktı. Gazneli Mesut, ordusunun başında sefere çıkarak 16 Ocak’da Nişabur Şehrine ulaştı. Savaşı Nişabur üzerinden kurgulamıştı ancak Sarah savaşında ağır tahribata uğrayan ve halkı çevre şehirlere göç eden Nişabur şehri yiyecek ve temiz su sıkıntısı içerisindeydi. Kalabalık ordusunun yiyecek ve içecek ihtiyacını karşılamak amacıyla çevre illerden erzak tedariki yapmaya çalışsa da yeterli olamayınca Merv şehrine ilerlemeye karar verdi. Selçuklular Gazne Ordusunu ilerleme esnasında hem vur-kaç taktikleriyle yoruyor ve yavaşlatıyor, hem de erzak tedariki için lojistik hareketlerini baltalıyordu.
Gazne ordusu hem kalabalık olduğu için yavaş ilerliyor, hem de açlık, susuzluk ve yorgunluk nedeniyle zayıf düşüyordu. Nihayet Merv şehrinde konuşlu bulunan Dandanakan kalesi önünde karşı karşıya geldiler. Gazne ordusu Dandanakan kalesine doğru ilerlemekteyken Selçuklu ordusu ilk taarruza başladı. Taarruza rağmen kaleye ilerlemeye devam eden Gazne ordusu, hem Selçuklularla hem de susuzluk, açlık ve yorgunlukla mücadele ediyorlardı. Dandanakan kalesine girerek savunma savaşı yapmak Gazne ordusu için önemli bir avantaj sağlayacaktı ancak Kaleye girmeleri ve kuşatılmaları halinde dışarıyla bağlantıları kesilecek, artan su sıkıntısı katlanılamaz bir hale gelecekti. Bunun üzerine kaleye sığınarak savunma savaşı yapmak yerine Ordunun su sıkıntısını gidermek için birkaç kilometre daha güneyde bulunan Su kuyularına doğru ilerlemeye karar verdiler. Selçuklu ordusu Gazneliler üzerindeki taarruzlarını şiddetlendiriyor ve baskısını arttırıyordu. Gazne ordusu ise hem Selçuklulara karşı koymaya çalışıyor hem de su kuyularına doğru ilerlemeye çalışıyorlardı.
Bu keşmekeş içerisinde düzeni ve disiplini bozulan Gazne ordusu, Selçukluların planlı ve ısrarlı taarruzları karşısında tutunamayarak sayıca fazla ve güçlü olmalarına rağmen ağır kayıplar vererek yenik düşmeye başladılar.
Savaşın sonunda ağır bir yenilgiye uğrayan Gazne ordusu savaş meydanından düzensiz şekilde çekilmeye başladılar. Gazneli Mesut, bu mağlubiyetten sonra otoritesini yitirmiş, askerlerinin saygısını ve bağlılığını kaybetmişti. Kendisine bağlı küçük bir birlik ile Hindistan’a doğru ilerleyerek hem Selçuklulardan hem de kendi askerlerinden kaçmaya başladı. Bu kaçış hareketiyle Selçuklulardan kaçmayı başarabilmişti ancak kendi askerlerinden kaçamayıp askerleri tarafından öldürüldü.
Büyük Selçuklu Devleti’nin Tarih Sahnesine Çıkışı
Tuğrul Bey, Dedesi Selçuk Bey’in 960 yılında ilk ateşini yaktığı Büyük Selçuklu Devletini 77 yıl sonra, 1037 yılında tüm dünyaya ilan ederek Türk Tarihi’nin en önemli kilometre taşlarından biri olacak tarihsel süreci başlatmış oldu. Tuğrul ve Çağrı kardeşlerin birlikte yönettiği Selçuklu Beyliği Samanilerin yıkılmasıyla yerleşik halde yaşadığı coğrafyada güçlenmiş, Gazne Devletinin hâkimiyet altına aldığı Horasan bölgesinden yayılarak Dönemin en büyük Türk Devletlerinden biri olan Gazne Devletini mağlup ederek Nişabur kentinde Büyük Selçuklu Devletinin bağımsızlığını ilan etmişlerdi (1037).
Selçukluların Gazne Sultanı Mesut Han’ı iki savaşta da ağır bir mağlubiyete uğratması üzerine otoritesi sarsılan Mesut Han Selçuklulara karşı kesin bir zafer kazanmak arzusuyla giriştiği Dandanakan Savaşında da mağlup olunca hem savaşı hem de saltanatını kaybetmişti. Dönemin en büyük Türk Devleti olan Gazne Devleti, Mesut Han’ın yokluğunda sahipsiz kalarak zayıflayacak ve yıkılarak tarih sahnesinden çekilecektir. Aynı tarihlerde bölgedeki diğer bir Türk Devleti olan Karahanlıların ise kısa süre sonra zayıflaması ve zamanla bölünerek yıkılması Selçuklu Devletini Türk Dünyasının yegane gücü haline getirecektir.
Dandanakan Savaşını kazanan Selçuklular, Mesut Han’ın geri dönmeyerek saltanatına sahip çıkmamasını bir fırsat olarak değerlendirip Gazne Sarayına girerek Gazne Devletinin hazinesini savaş ganimeti olarak aldılar. Selçuklular artık hem geniş bir bölgeyi hakimiyetleri altına almış hem de Gazne Ganimetleriyle hazinesini doldurmuştu (1040).
1041 yılına gelindiğinde Selçukluların hakimiyet alanları Horasan, Merv, Fergana, Tohoristan ve Zemindaver şehirlerini içine alan geniş bir coğrafya ya ulaşmıştı. Artık bir beylik değil bağımsız bir devlet olarak anılan Büyük Selçuklu Devleti, toprakları üzerinde hakimiyet kurduğu Gazne Devleti üzerinde otorite kurmuş, hakimiyet alanlarını batıya ve kuzeye doğru genişletmek için sınır komşusu oldukları Karahanlılar Devleti ile karşı karşıya gelmişti. Ancak Karahanlı Devleti, Selçukluların Horasan’ı sahiplenmesi nedeniyle iç karışıklıklar yaşanmaya başlamıştı. Zira Horasan, Karahanlılar için büyük öneme sahipti. Karahanlıların uzun süredir Gazne Devletinden almak için uğraştıkları Horasan, Selçukluların hakimiyet alanına girince Karahanlılar bu başarısızlığın sorumlusu olarak saltanat ailesini hedef aldı ve ülke ikiye bölündü (1042).
Türk Dünyası artık Büyük Selçuklu Devleti’nin başını çektiği bir döneme giriyordu. 1040’lı yıllarda bölgedeki demografik yapıya baktığımızda Türk Tarihinin Dünya Tarihinde ne denli önemli bir satır başı olduğunu daha iyi anlayabiliyoruz. Zira 11. Yüzyılda varlığını devam ettiren 6 Türk Devleti bulunmaktaydı. Karahanlılar Marveaünnehir’de, Peçenekler Kuzey Karadeniz’de, Uzlar Balkanlarda, Kapçaklar ise Kafkasların doğusu ve Karadeniz’in Kuzey’inde, Gazneliler Hindistan-Pakistan bölgesinde, Selçuklular ise İran-Türkistan coğrafyasında Tarih’e yön vermekteydiler. Bu devletlerin en güçlüsü ve en uzun ömürlüsü elbette Büyük Selçuklu Devleti olmuştur.
Tuğrul ve Çağrı Bey’ler, Büyük Selçuklu Devletinin kurduktan sonra Selçukluların hakimiyet alanlarını genişletmek için yoğun seferler düzenlemekteydiler. Doğuda Gazne Devleti üzerine düzenledikleri seferler 1050 yılına kadar devam etmiş, Karahanlılar ise Büyük Selçuklu Devletinin üstünlüğünü kabul ederek iyi ilişkiler içerisine girmişti. Doğu ve Kuzey cenahlarda otorite kurulmuş, sıra batı sınırlarının genişletilmesine gelmişti. Artık hedef İran coğrafyasıydı. Tarihte az görünür bir süratle gerçekleşen bu seferler, art arda ve mutlak galibiyetlerle İç Asya ve Orta Doğu’yu Türk Yurdu haline getirmeye başladı. 1041’de Kirman’a taarruz eden Selçuklular, 1042 yılında Harezmşahlar üzerine taarruz etmiş, aynı yıl Kakuveyhiler’i mağlup ederek Hazar Denizine kıyısı bulunan Cürcan şehrine girerek bölgede hakim olan Ziyariler ve Misafiriler’i mağlup etmiş, birkaç ay sonra da Hamedan ve İsfahan şehirlerini alarak hakimiyet sınırlarını Hazar Denizinin güney hattına kadar ilerletmişlerdi.
Yalnızca bir yıl içerisinde 1200 Km uzunluğunda, 1.100.000 Km² lik bir coğrafyayı Büyük Selçuklu Devletinin topraklarına dâhil etmeyi başaran Tuğrul ve Çağrı Bey’ler, Büyük Selçuklu Devleti’ni cihan devleti haline getirdiler. Yalnızca 1042 yılında gerçekleştirilen seferlerde hakimiyet altına alınan topraklar günümüz Türkiye’sinin yüz ölçümünden daha fazladır.
Tuğrul ve Çağrı Beyler önderliğindeki Büyük Selçuklu Devleti’nin önlenemez ilerleyişi bölgedeki dengeleri tümüyle değiştiriyordu. Selçukluların akınları 1050’li yıllarda tekrar başladı. 1051 yılında Şiraz, 1052 yılında Umman, 1054 yılında Tebriz, Hille, Musul ve Diyarbakır, 1056’da Huzistan şehirlerini ele geçirdiler. Büyük Selçuklu Devleti artık İran coğrafyasının tam anlamıyla hakimi durumuna gelmişti. Ülkenin sınırları Batıda Bizans, Kuzeyde Gürcistan, Güneyde Abbasiler, Doğuda Kaşmir hattına ulaşmıştı. Yalnızca 20 yıl gibi bir süre içerisinde Asya’nın dörtte birine hakim olan Selçuklular artık gözünü batıya, Bizans topraklarına dikmişti.
Büyük Selçuklu Devleti yalnızca Türk Dünyası’nın değil İslam Dünyası’nın da en önemli aktörü haline gelmişti. Zira İslam Dünyası Mezhep çatışmaları ile boğuşuyor, Şii-Sünni çatışmalarıyla mücadele eden İslam coğrafyası Arap Yarımadasından dışarı çıkamıyordu. Selçukluların Orta Doğu üzerindeki mutlak hâkimiyeti Arap Yarımadasında varlığını devam ettiren Abbasiler için bir umut ışığı olmuştu. Zira Abbasiler, Şii kökenli Büveyhoğulları Devletinin baskısı altındaydılar. Bugünkü Suriye toprakları üzerinde hakim olan Büveyhoğulları, mezhep farklılıklarının tetiklediği politik etkenlerle Abbasiler ile mücadele içerisine girişmişlerdi.
İslam dünyasının liderliği Hilafet Makamında idi. Hilafet makamı ise Abbasi Devletinin himayesinde bulunuyordu. Halife Kaim, Abbasilerin içinde bulunduğu zor durum üzerine Tuğrul Bey’den yardım talep etti. Tuğrul Bey, Halife Kaim’in talebi üzerine bizzat ordusunun başına geçerek Büveyhioğullarının Abbasiler üzerindeki baskısını ortadan kaldırmak için Bağdat’a girdi (1055). Selçukluların Bağdat’a girmesi üzerine Büyük Selçuklu Devleti ile baş etmesi mümkün olmayan Büveyhioğulları Bağdat’ı terk ederek ettiler (1055).
Tuğrul Bey’in Abbasilere yardımı İslam Dünyasında büyük yankı uyandırmıştı. Zira Büyük Selçuklu Devleti, tarihi boyunca Abbasiler ile münasebette bulunmamışlar daha çok Şii kökenli Sasaniler ve ardılları ile siyasi ve politik münasebetler içerisine girmişlerdi. Buna rağmen Sünni inanışa sahip olan Selçuklular, Abbasilerin ve dolayısıyla İslam Dünyası’nın yardımına koşmuş, İslam Dünyasının en büyük sorunu haline gelen Şii tehdidini ortadan kaldırarak İslam’ın Arap coğrafyasının dışına çıkabilmesini sağlamıştır.
Büyük Selçuklu Devletini Cihan devleti haline getiren Tuğrul ve Çağrı Bey’ler, devam eden yıllarda seferlerle hâkimiyetleri altına aldıkları coğrafyalardaki idari ve toplumsal yapılanmayı oluşturarak bu bölgeleri tam anlamıyla Türk Yurdu haline gelmesini sağladılar. 30 yıllık uzun hakimiyet dönemleri boyunca büyük başarılara imza atan Tuğrul ve Çağrı kardeşler, artık yaşlanmışlardı. Ortak Kağan Çağrı Bey 1060 yılında, Büyük Kağan ve Sultan Tuğrul Bey ise 1063 yılında vefat ederek Türk Dünyasına bir Cihan Devleti miras bırakarak hayata gözlerini yumdular.