İnsanı en çok insan yoruyor. En zor işler, insanlarla en fazla sayıda insan ile muhatap olunan işler sanırım. Bir inşaat ustasına sorsanız işinin en sevmediği kısmı ne diye, eminim vereceği cevap kalasları taşımak olmayacaktır. Muhtemelen ustasından yediği fırçadır onu canından bezdiren. Ya da diğer bir işçinin kaytarıp, angaryaları onun üzerine yıkmasıdır. Bir bankacı için rakamlarla uğraşmak değildir sıkıcı olan, yöneticilerin bitmek bilmez talepleri ve müşterilerin akıl almaz kaprisleridir. Ne işçi, ne memur ne patron ne de müdür fark etmez. İnsanı en çok insan yorar. Şu an geldiğimiz yüzyılda insanlık epeyce yol kat etmiş görünebilir ancak özümüzde pek te değiştiğimiz söylenemez. Hala duygularımız kırılgan kabuklarımızın altından hayatımıza yön veriyor. Öfkelerimizin, alınganlıklarımızın, kıskançlıklarımızın bizi yönetmesine engel olamıyoruz. Bazen de sevgimizin, sempatimizin ve zaaflarımızın. İnzivaya çekilmediğimize göre, illa ki insanla karşı karşıyayız. Doğaya karşı geliştirdiğimiz duygular sınırlı ve basitken, insana karşı geliştirdiklerimiz epeyce karmaşık olabiliyor. Güneşi ya severiz ona koşarız, ya da çok sıcak olduğunda ondan kaçarız. Köpekten korkabiliriz. Çiçekleri severiz. Denize, aya bakmak bize huzur verir. İçimizde gayet yalın duygular oluşturur. Ne var ki insanlarla ilgili düşünce ve hislerimiz sürekli değişir. Çok sevdiğimiz birine kızabilir, ondan nefret edebilir ve kısa bir süre sonra ona acıyabiliriz. Ya da çok nefret ettiğimiz birini aynı zamanda kıskanabiliriz ve örnek almaya çalışabiliriz. Birinin kaşını beğenip gözünü beğenmezken, bir başkasının sesine aşık oluruz. Tek bir lafı ile o ana kadar bizde yarattığı bütün iyi imajı silebilecek kimseler tanımışızdır. Hepimizin duyguları çok boyutlu ve dolayısı ile karşılıklı etkileşimlerin kuralını koymak çok zor. Ne herkesi sevebiliriz ne de herkes tarafından sevilebiliriz. Ancak hem takdir görme, hem de takdir edecek bir şeyler görebilme arzusu içinde kıvranır dururuz. Ego denen içimizdeki şeytan mı melek mi belli olmayan şey hayatımızı kontrol eder çoğu zaman. Düşüncelerimizi eğer büker, duygularımızı frenler ya da fişekler. İnsanı en çok insan bir de onun egosu yorar. Kendimizi dev aynasında görmemizi sağlayan, hatalarımızı kusurlarımızı bize göz ardı ettiren hep o egolarımızdır. İnsanın kendine söylediği yalandır en çok gözden kaçan. Yapıp ettiklerimize mantıklı nedenler bulur, vicdanımızı sustururuz. Asıl olanla yüzleşmeden, yaşayıp gideriz. Oysa derine inebilsek ve neyi niye yaptığımız konusunda dürüst olabilsek kendimizi affetmemiz de daha kolay olacaktır. Başkalarını da daha az suçlayıp, olayları da her haliyle kabullenebiliriz. Yine de çok az insan kendine karşı dürüst olmayı başarabiliyor. Kimse kötü olduğunu, bilerek isteyerek kötülük yaptığını kabul etmiyor da onun yerine bin bir türlü hikaye ile kendini aklama derdine düşüyor. Çok kıskandığım için iftira attım diyemiyor. Attığı iftiraya kendi de inanıyor veya iftira atılmasının gerekliliği üzerine bir senaryo yazıyor iç hesaplaşmasında. Başkaları için, insanlık için en doğrusunun bu olduğuna ve bunun tamamen iyi niyet sonucu yapıldığına kanaat getirip huzurlu bir uykuya dalabiliyor. Oysa sadece kıskandığını kendine itiraf edebilse, kötülük yaptığını kabul edip kendini affedebilse çok daha olgun bir ruha erişmiş olacak. Zaaflarımızı bilebilsek, görebilsek, kabullenebilsek belki onları ekarte etmenin yollarını da bulabiliriz. Ancak kendimizden sakladığımızı başkalarından da sakladığımızı sanarak yaşayıp gidiyoruz. İşte en çok ta bu yüzden, hem kendimizi hem de karşılaştığımız insanları yoruyoruz. İnsanı en çok insan yoruyor…