Hep gerçekleşmeyecek düşlerin peşinden koştuk. Hiç ulaşamayacağımız yerlerin, elde edemeyeceğimiz zenginliklerin hayalini kurup durduk. Elimizde olan her ne varsa kıymetini bilmeden, başkalarına ait olan şeylere imrendik. Kendimizi herkesten ayrı tutup, hatasız kıldık. Oysa biz de herkes gibiydik, bunu anlayamadık. Hayal kırıklığına uğradıkça başkalarını suçladık, kendimizi akladık.
Bir vicdan terazisi bile kurmadık. Dünyadaki herkesin bize karşı bir plan içinde olduğunu, komplolar kurulduğunu sandık. İçimiz kötülükle dolarken bunu ‘hayatın gereği’ diye yorumlayıp kalbini kırdıklarımıza dönüp bir kere bile bakmadık. En insani duyguları modası geçmiş kavramlar olarak adlandırıp ‘ortam insanları’na dönüştük.
‘Trend’ adı verilen ucube yaşam tarzlarını hayatımıza adapte etmeye çalışırken ‘bağlılık’, ‘sadakat’ gibi değerleri topyekün sildik. Şimdi yalnızlıktan şikayet ediyoruz, kimsenin bizi anlamadığından söz ediyoruz, “Nerede o eski aşklar, dostluklar” diye yakınıyoruz... Müstehak bize...
*****
Oysa bir sevdayı dibine kadar yaşamak, bir insana kayıtsız şartsız bağlanmak, aşkı yüreğimizin içine yerleştirmek ve ölünceye kadar sevmek de vardı... Hayatı tadına vara vara, her anını aşkla, sanki hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamak da vardı. Tenlerden tenlere akan ateş, gözlerden gözlere süzülen sevda ve yüreklerden yüreklere uzanan gönül köprüleri vardı. Sımsıcak yazlar, yemyeşil baharlar ve her bir damlasında özlem taşıyan yağmurlar vardı.
Anlat anlat bitmez masalların, bizi çocukluğumuza götüren oyunların hasretini çekiyoruz şimdi. Neye elimizi atsak yarım kalıyor, bıkkınlık bizi teslim alıyor. Vazgeçişlere, terk edişlere duyduğumuz aşinalık, bizi sadece çevremizden değil, kendimizden de uzaklaştırıyor. Bize kalan ‘yalnızlık’ oluyor... Koyu ve içinden çıkılması mümkün olmayan bir yalnızlık...
******
Zaman deli bir hızla akıyor, geri dönmek, zamanı durdurmak imkansız. Ve bir zaman gelecek, dönüp arkamıza baktığımızda hayatımıza nasıl da yazık ettiğimizi göreceğiz ama çok geç olacak. Aklımız başına geldiğinde “Ne yaptım ben...” diye soracağız, cevabını bulsak da bunun bize faydası olmayacak. Şimdi, henüz vakit varken, henüz yaşamımızı şekillendirmek elimizdeyken sormalıyız bu soruyu.
Kendimizle yüzleşmeli ve daha bir insan olmanın yollarını bulmalıyız. Mutluluğun küçücük şeylerin içinde gizli olduğunu anlamalıyız. Sevmeliyiz her şeyden önce, hiçbir çıkar gözetmeden ve çekinmeden... Aşk olmalı hayatımızda ve hep birinci sırada... İnsan olmak için, yalnız kalmamak için ve ölürken “Çok şükür çok güzel yaşadım” diyebilmek için...