kayseri escort ankara escort izmir escort antalya escort bursa escort istanbul escort

Etiketlenen üyelerin listesi

Toplam 4 adet sonuctan sayfa basi 1 ile 4 arasi kadar sonuc gösteriliyor

Hybrid View

önceki Mesaj önceki Mesaj   sonraki Mesaj sonraki Mesaj
  1. #1
    BOZKURT21 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    05.Mart.2015
    Mesajlar
    26,707
    Mentioned
    975 Post(s)
    Tagged
    37 Thread(s)

    Türklerde Kadına Verilen Değer


    Türk devlet teşkilatının ilk şekillerinin Hun devlet yapısında görüldüğü bir gerçektir. Ancak biz Hunlara ait bilgileri yabancı kaynaklardan, özellikle Çin ve Roma kaynaklı kayıtlardan öğrenebiliyoruz. Bunun yanı sıra Türklerle ilgili ilk Türkçe belgeler Kök Türk harfleriyle yazılmış olan abidelerdir. Biz bu makalede Kök Türkçe kaynaklara bağlı olarak eski Türk devletini idare eden Kağan ve Katun hakkında bilgiler vermeye çalışacağız. Kök Türk ve Uygur devletlerinde, devletin başındaki kişi kağan unvanıyla anılmaktadır. Çin kaynaklarında K’o-han şeklinde transkripsiyon edilen bu unvanın Türkçe olmadığı ve bir takım menşelere dayandırıldığı görülmektedir[1]. Menşei ne olursa olsun, hükümdar manasına gelen bu terim Türkleşmiş ve Türk Kültürünün bir unsuru olmuştur. Tanrı tarafından bu göreve tayin edilen Türk kağanı, bütün yeryüzünün, yani insanlığın hükümdarıdır. Türk hâkimiyet anlayışının bir tezahürü olan bu düşünce Kök Türkçe yazıtlara da aksetmiştir: Üze Kök Tengri asra yağız yer kılındukda ikin ara kişi oğlı kılınmış. Kişi oglınta üze eçüm apam Bumin Kağan, İstemi Kağan olurmış[2]. Türk devlet hiyerarşisine göre, kağan en tepede bulunur ve bu unvan kolay kolay alınmazdı. Her şeyden önce kağanlığın birinci şartı Türk soylu olmaktı. Öyle ki, babası Türk annesi Türk soylu olmadığı için, Türk tarihinde bazı kişilerin tahta çıkamadıklarını biz biliyoruz[3]. Kağan olmanın diğer bazı şartları da vardır. Bu şartları kendinde toplayan kişi kağan olabilir. Kağanlığın ilk şartı bilge ve alp olmaktadır. Kök Türk tahtına çıkan kağanlar bilge ve alp oldukları için bu makama çıkabilmişlerdir: Bilge kağan ermiş, alp kağan ermiş[4]. Kağanı alp ermiş, ayguçısı bilge ermiş[5]. Bilgesin üçün, alpın üçün[6]. Yani kağanın bilgili ve akıllı olması yanında cesur ve yiğit de olması gerekmektedir.
    Kağan olacak kişi aynı zamanda erdemli olmalıdır. Erdem, fazilet demektir. Erdemli olmayan kişi kağan olamaz. Kök Türkçe kitabelerde karşımıza en çok çıkan kelimelerden biridir. Kağan küç’lü olmalıdır: Küçlüg alp kağanım*da adırulu bardıngız[7]. Özellikle bu unvan Uygur kağanlarının adlarında görüyoruz. Kağan olmanın bir başka şartı Külüg[8] yani ünlü olmaktır. Bumin, Juan-juanları mağlûp ederek ün kazanmıştır, Bilge de ta şadlığı sırasında birçok savaşa katılarak ün almıştır. Bunun gibi Kök Türk tahtına çıkan kağanlar hep ünlüdür: Antag Kölüg kağan ermiş[9]. Bu unvan özellikle beğ adlarında görülmektedir. Bunların yanı sıra kağanın kut, yarlık ve ülüg gibi Tanrı tarafın*dan verilen özelliklere de sahip olması gerekmektedir. Tabi ki, bütün bunlar kağanın yaradılışıyla da ilgilidir. İyi huylarla donatılan kağanlar milletine ve ülkesine faydalı oluyorlardı, fakat iyi huylarla yaratılmamış olan kağanlar milletini ve ülkesini felakete sürüklemektedir: anta kisre inişi eçisin teg kılınmaduk erinç, oglı kangın teg kılınmaduk erinç, biligsiz kağan olurmış erinç, yablak kağan olurmış erinç; buyrukı yime biligsiz ermiş erinç, yablak ermiş erinç. Begleri bodum tüzsiz üçün Tabgaç bodun tebliğin, ktirlügin üçün, armakçısın üçün inili eçili kingşürtükin üçünn begli, bodunlıg yongşurtukın üçün Türk bodun illedük ilin ıçgını ıdmış[10].
    Yeni kağanın tahta çıkış töreni, Çin kaynaklarında oldukça renkli bir şekilde anlatılmıştır. Yeni kağan bir keçe üzerine oturtularak, dokuz kişi tarafından göğe kaldırılmakta, çadırın etrafında, güneş istikametinde dokuz kez döndürülmektedir. Sonra ipek bir şal ile boğazı sıkılarak kaç yıl hüküm süreceği sorulmakta ve ağzından çıkan ilk ses veya sözcüğe bakılarak bir süre tayin edilmektedir[11].
    Katun için de buna benzer törenler icra edilmektedir.
    Kök Türkçe kaynaklarda kağanın vazifeleri de dolaylı şekilde anlatılmaktadır. Kağan milletin iskânını ve sosyal teşkilatlanmasını sağlamalıdır. Bumin ve İstemi Kök Türklerin başına geçtikten sonra, Türk milletinin iskânını ve düzeni sağlamışlardır. Bilindiği gibi Bumin Kağan devletin merkezinde, Ötüken’de kalırken, kardeşi İstemi de Batıdaki On Okların teşkilatlandırılması ile vazifelendirilmişti: İlgerü Kadırkan Yışka tegi, kirü Temir Kapıgka tegi kondurmış[12]. Aralarındaki sosyal intizam kaybolduğu için de, Çin’e tekrar boyun eğmek zorunda kalmışlardır: Yağı bolıp, itenü yaratunu umaduk yana içikmiş[13]. Fakat çok geçmeden ortaya İlteriş çıkıp, Türkleri birleştirerek, yeniden bir düzenleme yapmıştır: Tölös, Tarduş bodunıg anta itmiş[14]. Bilge de amcasının ölümünden sonra, karışıklık içerisine düşen ülkesini sosyal bir düzenleme ile tekrar diriltmiştir: Kağan olurıp, yok çıgany bodunıg kop kubratdım[15] Kitabelerde siyasi bir ad yerine geçen Türk’e dahil olan bütün kavimlere karşı aynı sorumluluk hissedildiği için, onların da karışıklık içerisinde bulunmamalarına özen gösterilmiş ve siyasî teşkilatlanma yapılırken onlar da göz önünde bulundurulmuştur: Kögmen yir-sub idisiz kalmazun tiyin, Az, Kırkız bodunıg itip, yaratıp keltimiz… Kadırkan Yışıg aşa bodunıg ança konturtımız, ança itdimiz… Kara Türgiş bodun kop içikti. Ol bodunıg Tabarda konturdımız… Tengri yarlıkaduk üçün özüm olurtukıma tört bulungdakı bodunıg itdim, yaratdım[16]. Görüleceği gibi Türk kağanları yeni bir ülke fethettikleri zaman, idaresi altındaki Türkleri buralara yerleştirerek, tıpkı daha sonraki yüzyıllarda olduğu üzere (mesela Anadolu’nun Türkleşmesi) kazanılan toprakları iskâna açıyorlardı. Hunlar çağından beri Orta Asya’daki Türk yerleşim bölgelerinin izlerine rastlanılması[17], hep bu iskân politikaları sayesindedir. Selenge Irmağı kıyısında Moyun Çor’un, tahminen 758 yılında Bay-Balık adlı bir şehri, Sogdlu ve Çinli ustalara yaptırması, bunun en çarpıcı delilidir: Sugdak, Tabgaçka Selengede Bay Balık yapıtı birtim[18].
    Kağan kendinden sonra, devletin idari kademesinde yer alacak olanları da tayin etmelidir. İlteriş Kağan, Ötüken’de hakimiyetini tesis ettikten sonra, kardeşi Kapgan’ı şad[19], To-sifu’yu da yabgu[20] tayin etmişti: Tölös, Tarduş bodunıg anta itmiş. Yabgug, şadıg anta bermiş[21] Bilge de, amcası Kapgan Kağan tahta çıktığında Tarduş Şad ilan edilmişti: Tengri yarlıkaduk üçün tört yigirmi yaşımka Tarduş bodun üze şad olurtım. [22] Kapgan Kağan aynı zamanda küçük oğlunu İni İl Kağan, kardeşi To-si-fu’yu da Sol Şad yapmıştı[23]. Köl Bilge Kağan da Uygur birliğini sağlayınca, büyük oğlu Tay Bilge Tutuk’u 747 yılında yabgu tayin etmiştir: Tay Bilge Tutukıg yabgu atadı.[24] Tay Bilge Tutuk yabgu olduğu halde, Moyun Çor ondan daha atik davranarak, Tay Bilge’yi ortadan kaldırmış ve kendi oğullarını yabgu ve şad atamıştır: Eki oglıma yabgu şad at birtim. Tarduş, Tölös bodunka birtim. [25] Aynı Moyun Çor, Tay Bilge Tutuk örneğinde olduğu gibi, Ulug Bilge Yabgu ile Bögü de mücadeleye girişmiş ve şad olan Bögü, bu mücadeleden galip çıkmıştır. Yazıtlardan da görüleceği üzere yabgular Tarduş, şadlar Tölös adıyla anılmışlardır.
    Kağan, bağlı boy ve kavimlere de yöneticiler atamalıdır. Kitabelerde karşımıza çıkan enteresan bir durum da şudur: Bilge Kağan tahta oturduğu zaman, güneydeki kavimlerin üzerine şadapıt begler, kuzeydekilere de tarkanlar ve buyruklar tayin etmiştir: Tengri teg tengride bolmış Türk Bilge Kağan bu ödke olurtım. Sabimin tüketi eşidgil. Ulayu ini yigünim, oğlanım, biriki uguşım, bodunım, biriye şadapıt begler, yırıya tarkat, buyruk begler, Otuz Tatar… Tokuz Oğuz begleri, bodunı bu sabimin edgüti eşid… [26]. 752 senesinde, Tokuz Oguz-Kırkız seferi sonunda, Moyun Çor tarafından Çiklere Tutuk[27] tayin edilmiştir: Çik bodunka tutuk birtim.[28] Kağanın kendi ailesinden başlayarak, etrafındakileri çeşitli görevlere getirmesi ve onları her zaman denetlemesi, Türk devletini cihanşûmûl ve sosyal devlet anlayışından ileri gelmektedir. Türk devletinin ***esi, kendi milletinin olduğu kadar, dünyanın da nizamını sağlamaktır.
    İyi bir kağan ülkesinin törelerini, yani kanunlarını da düzenlemeli ve yaymalıdır. Bumin ve İstemi, kağanlığın başına geçer geçmez, ülkeyi ve töreyi düzenlemişlerdir: Kişi oglınta üze eçüm apam Bumin Kağan, istemi Kağan olurmış; olurupan Türk bodunung ilin törüsin tuta birmiş, iti birmiş[29]. Bir devletin mevcudiyeti için gerekli olan şartlardan birisi de kanunlara sahip olmasıdır. Her ne kadar Türk milleti kanunlarını yazılı olarak saklamadıysa da, yüzyıllardan beri gelen töre hükümleri herkes tarafından bilinmekte ve kayıtsız- şartsız uyulmaktadır. Töre hükümlerine aykırı davrananlar en şiddetli biçimde cezalandırılırlardı. Bozulan töreyi düzeltmek Türk kağanlarının en belli-başlı vazifelerinden birisidir: İlig tutıp, törüg itmiş[30]. İlteriş de dağınıklık içerisindeki ülkesini derleyip topladıktan sonra, bozulan töreleri düzenlemiştir: İlsiremiş, kagansıramış bodunıg küngedmiş, kuladmış bodunıg Türk törüsin ıçgınmış bodunıg eçüm apam törüsinçe yaratmış, boşgurmış[31]. Bilge Kağan, kendi milletinin tabi olduğu kanunları, idaresi altına aldığı milletlere de beyan etmiş ve bu hükümlere onların da uymasını istemiştir: Bödke özim olurıp bunça ağır törüg tört bulungdakı (bodun yayndım)[32]. O, aynı zamanda, ihtiyaç hasıl oldukça töre hükümlerini de yenilemiştir: Elig, törüg yegedi, kazgantım[33].
    Kağanlar töreyi düzenleyebilirler, fakat töre hükümlerini de tamamen ortadan kaldırmaya yetkileri yoktur. Bunun en güzel örneği Işbara Kağan (581-*587) zamanında yaşanan bir hadisedir. Bilindiği gibi Işbara Kağan’ın zamanı tabi felaketler, savaşlar ve isyanlarla geçmiştir. Bu zor durum karşısında Işbara, Çin’in himayesini istemiş, Çin’de buna karşılık olarak ondan, Türklerin Çin adetlerine dönmesini talep etmiştir. O da Çin’e yazdığı mektupta; “bizim adet ve geleneklerimiz çok eski çağlardan beri gelmektedir. Bundan dolayı onları değiştirmeye benim gücüm yetmez” diye cevap vermiştir[34].
    Kitabelerde geçen törüg kavramı, kanun manasına gelmektedir[35]. Bilindiği gibi, Türk düşüncesinde önemli bir yer teşkil eden otoriter devlet anlayışının iki dayanağından biri töreye sıkıca bağlılık, biri de devlet kuruluşlarının işleyişine damgasını vuran bu nizamda dikkatli ısrardır. Eski Türk yazıtlarında, Türk töresi halka ve gelecek nesillere anlatılmaktadır. Çin kaynakları da, Türk töresi hakkında uzun uzadıya bilgiler vermektedir[36]. Kanunlardan mahrum bir devletin yaşayabilmesi düşünülemez.
    Kağanın bir başka görevi de, ülkeyi iktisaden refaha ulaştırmaktır. Milletin karnını doyurmak, üzerini giydirmek, milleti zengin yapmak kağanın vazifesidir. Eğer bunlar gerçekleştirilemezse ülkede istikrar olmaz. Bu günümüz devletleri ve toplumları için de geçerlidir. Kapgan Kagan’ın ***elerinin başında ülkeyi yükseltmek ve milleti zengin etmek gelmiştir: Çıganyıg bay kıltı, azıg öküş kıltı[37]. Bilge Kağan tahta oturunca aç ve fakir bir şekilde etrafa dağılmış olan milleti bir araya getirerek zengin etmiştir: Çıgany bodunıg bay kıltım.[38] Yalıng bodunıg tonlıg kıltım. Çıgany bodunıg bay kıltım[39] Başlangıçta Türk devletinin iktisaden ayakta durması akınlar sayesinde oluyordu, fakat akın ve yağma ile bir devletin ayakta duramayacağını bilen Türk idareciler, devlet ekonomisini ve hayatını idâme ettirecek yeni yollar aramışlardır. Bilindiği üzere, Türk ekonomisinin temeli hayvancılığa dayanmakla beraber, tarım ve ticarete de büyük önem verilmiştir. Daha Bumin devrinde. Kök Türklerin Çin sınırlarında ticaret yaptıklarını, Kapgan Kağan’ın Çin’den tarım araç ve gereçleri aldığını biliyoruz.[40] Bilge Kağan halkının herşeyin en iyisine sahip olduğunu, kitabesinde söylemektedir: Sarıg altunın, ürüng kümüşin, kırgaglıg kutayın, kinlig işgitisin, özlük atın, adgırın, kara kişin, kök teyengin Türküme bodunıma kazganu birtim.[41] Öyle ki, Bilge Basmıllar kervan göndermediler diye de sefer düzenlemiştir: Basmıl ıduk kut oguşım bodun erti. Arkış ıdmaz tiyin süledim.[42] 703 yılındaki bu seferin bir sebebi de ülkenin ekonomisinin zarara uğramaması içindir. Büyük devlet ve büyük devlet adamı olmanın kurallarından birisi vatandaşını en iyi yaşatmaktır.
    Kağan milletinin adını yükseltmelidir. Eğer ortada bir devlet var ise doğudan batıya, kuzeyden güneye dört yandaki herkes onun varlığından haberdar olmalıdır. Bilge Kağan kardeşi Köl Tigin ile birlikte, milletinin ve ülkesinin adını yükseltmek için gece gündüz çalışmıştır: Eçümiz kazganmış bodun atı küsi yok bolmazun tiyin, Türk bodun üçün udımadım, küntüz oturmadım. İnim Köl Tigin birle eki şad birle ölü yitü kazgantım.[43]
    Türk kağanları, yaptıkları işleri ve gelecekte karşılaşılabilecek durumları daha sonraki nesillere bildirmişlerdir. Büyük devlet olmanın gereği, baştaki yöneticinin ve hükümetin vatandaşlarına yapılan işleri bildirmesi, bunların gelecek nesillerce de öğrenilmesini sağlamaktır. Bu sebeple, büyük Türk kağanlarının hepsinin bir yazıtı mevcuttur. Gerçi, bunların çoğu daha gün ışığına çıkmayı bekliyorlar, fakat elde bulunanlar da Türk ve dünya tarihi için, çok büyük önemlere haizdir.
    Büyük devlet adamı Bilge Kağan, kardeşi Köl Tigin için Çin’den getirttiği sanaatkarlar ve Yolıg Tigin’in çabalarıyla diktirdiği kitabede babası ve amcası zamanındaki olayları anlattığı gibi, daha önceki hadiselerden de haber vermiştir: Tabgaç kaganta bedizçi kelürtim, bediztim. Mening sabımın sımadı. Tabgaç kaganıng içreki bedizçig ıtdı. Angar adınçıg bark yaraturtdım. yçin taşın adınçıg bediz urturtdım, taş tokıtdım. Köngüldeki sabimin… On Ok oglınga, tatınga tegi bunı körü biling. Bengü taş tokıtdım… erig yirte irser ança erig yirte bengü taş tokıtdım, bitidim. Anı körüp ança biling.[44] Bilge’den sonra oğlu da babasının yazıtını dikerek, bir yerde milletine ve ge*leceğe hesap vermekle beraber, öğütlerde de bulunmuştur. Zaten yazıtların en önemli tarafı da budur.
    Kök Türklerden sonra iktidar mevkiine geçen, Uygur kağanları da aynı şekilde davranmışlardır. Moyun Çor da kendi adına iki kitabe yazdırmıştır: Iduk Baş kidinte Yabaş, Tokuş beltirinte anta yayladım. Örgin anta yaratıtdım. Çıt anta tokıtdım. Bin yıllık, tümen künlik bitiğimin, belgümin anta yası taşka yaratıtdım.[45] Moyun Çor’un oğlu Bögü de, devrinde yazıtlar diktirmiştir. Bunlardan Tes II, Kök Türkçe olduğu gibi, Sevrey yazıtı da Sogdçadır. Hem Kök Türkçe, hem Çince, hem de Sogdça yazılan Karabalgasun yazıtı da, Uygur tarihini ihtiva etmektedir ve Küçlüg Bilge Kağan (821-824) zamanında yazılmıştır. Burada da kağanların faziletlerinden bahsedilmektedir.
    Bunun yanı sıra, çeşitli boy beyleri ve komutanlarda kendi kitabelerini yazarak kendinden sonra geleceklere miras bırakmışlardır.
    Kağanlık müessesesi ve kağanın vazifeleri daha sonraki yüzyıllarda, özellikle Kutadgu Bilig’de çok iyi bir şekilde anlatılmıştır. Nasıl kağanın milletine karşı vazifeleri var ise, milletin de devletine ve kağanına karşı vazifeleri vardır. Herkes üzerine düşen görevi yerine getirmek zorundadır. Devletin var olması ve devam edebilmesi buna bağlıdır.
    Türk devletinde kağandan sonra ikinci sırayı Katun[46] almaktadır. Günümüz Türkçesinde bu adı kadın şeklinde görmekteyiz.
    Katunlar, kağanlar gibi töre ile katunluk tahtına oturuyorlar[47] ve kağan ile beraber hükümet ediyorlardı: Türk bodun yok bolmazun tiyin, bodun bolçun tiyin kangım ilteriş Kaganıg, ögüm İl Bilge Katunıg töpüsinte tutıp yügerü kötürmiş erinç.[48] Özellikle Katunların Kağanlarla birlikte tayin edilmeleri hadisesi Uygur kitabelerinde sıkça geçmektedir. Uygurların ünlü kağanı Moyun Çor, kardeşi Tay Bilge Tutuk’u ortadan kaldırdıktan sonra, katunu ile birlikte hükümranlık tahtına oturmuştur: Tengride Bolmış il Etmiş Bilge Kağan atadı, İl Bilge Katun atadı.[49] Katunların tahta çıkışları da tıpkı kağanlar gibi bir merasimle olmaktadır. 822 senesinde Uygur kağanı Küçlüg Bilge (821-824) için gönderilen Çinli konçuyun Uygur başkentine gelişi ve ona yapılan törenler Çın kaynaklarında çok renkli bir şekilde anlatılmıştır: Konçuyu Uygur katunluğuna tayin için uğurlu gün seçilmiştir. Kağan önce kulesine çıkarak, doğuya dönmüştür. Kulenin altında, prenses için büyük bir keçe çadır kurdurmuştu. Bir grup insan Çinli elbiselerini çıkarıp, Uygur elbiselerini giyerler. Konçuy her ikisi de kırmızı olan renkli bir elbise ve büyük bir manto ile altın işlemeli bir başlık giymişti. O, kuleye doğru dışarı çıkıp, kağanı selamlamıştı. Uygurlar, küçük bir taht tanzim etmişler, dalgalı perdeli bir tahtırevan hazırlamışlardı. Bazı bakanlar prensesi tahtırevana bindirdiler. Dokuz Uygur kabilesinin her birinin başkanı tahtırevanı taşıdılar. Güneşi takip ederek, sarayın etrafında dokuz defa döndüler. Sonra prenses, tahtırevandan indi. Kuleye gitti. Doğuya dönük olarak kağanla birlikte oturdu. Ondan sonra, bakanlar ve yardımcılar kağan ve katuna hürmetlerini bildirmişlerdir.[50] Türk Kültür tarihi için oldukça önemli olan bu kayıtlara göre, katunun da kendi sarayı olduğu söylenmektedir.
    Tarihte Türk kağanlarının bir iki kez evlendiklerini, fakat bunlardan sadece birisinin baş hatun olduğunu biliyoruz. Bunun neticesi olarak yalnız Türk soyundan olan katunların çocukları veliaht olabiliyorlardı.[51] Kağan öldüğü zaman, yerine geçecek olan çocuğu küçük ise, o zaman katunun devleti oğlu adına yönettiğini de görüyoruz. Bunun örneklerine Kök Türkler, Selçuklular ve Osmanlılar gibi büyük Türk devletlerinde rastlanmaktadır.
    Savaşlarda da katunların, kağanların yanında yer aldıkları görülmektedir. 743 senesinde Moyun Çor, Ozmış Tigin ile yapmış olduğu savaşta, katununu da esir almıştır: Ozmış Tigin kan bolmış. Koyn yılka yorıdım. ykinti süngüş engilki ay altı yangıka tokıdım…tutdım. Katunın anta altım. Türk bodun anta ıngaru yok boltı.[52]
    Katunların devlet meclislerine katıldıklarını ve oy sahibi olduklarını da biliyoruz. 725 de, Çin’den gelen elçiyi karşılayan heyet arasında Bilge Kağan’ın karısı Po-fu Katun da yer almıştır.[53] ,
    Netice olarak, kağan ve katunluk özelliklerini taşımayanlardan Tanrı kutlarını aldığı gibi, bu kişiler görevlerini yerine getirmediği takdirde de iktidardan uzaklaştırılıyorlardı.
    Prof. Dr. Saadettin GÖMEÇ
    Ankara Üniversitesi D.T.C.F. Tarih Bölümü Öğretim Üyesi
    Konu adamlığa geldi...
    Sen kalk istersen.



  2. #2
    BOZKURT21 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    05.Mart.2015
    Mesajlar
    26,707
    Mentioned
    975 Post(s)
    Tagged
    37 Thread(s)
    Hakas Destanlarındaki Kadın Kahramanlar



    Hakaslar( kendilerine verdikleri isim: Tadar), Rusya Federasyonu’na bağlı Doğu Sibirya’nın Türkçe konuşan halkı. Toplam nüfusları yaklaşık 140 bin kişidir. Altay Ailesi, Türkçe Grubu’na giren Hakas dilinde konuşurlar. Hakas folklorunun farklı türleri arasında kahramanlık destan türü (alıptıh nımah) önemli bir yer tutar. O Hakasların bir nevi yaşam ansiklopedisi olarak bu halkın yüzyıllık tarihini yansıtmaktadır. Destan okunmasının klasik şekli homıs ya da çathan gibi telli müzik aletlerinin eşliğinde boğaz şarkı söylemesidir.
    Her destanın renkli canlı kadın kahramanları vardır. En tanınmış olanları şudur:
    Ay-Huuçin – ‘Ay Huuçin’ destanının baş kahramanı, tanrılara meydan okuyan mucizevi doğumlu bahadır kızdır. Anne babaları safkan atlar, ikizi ise sonra onun sadık atı olur. Kız neden kendisinin atlardan dünyaya geldiği sorusuna cevabı bulmak ister. O nerede yaşaması gerekiyor insanlar arasında mı atlar arasında mı bilmiyor. Babası at kızına tanrıların iradesiyle kahramanlıklar yapmak için insan olarak doğduğunu anlatır.
    Altın Arıg – ‘Altın Arıg’ destanının bahadır kız kahramanıdır. Büyünün etkisiyle beyaz kayadan dünyaya gelmiş. Bu konunun kökleri kayaların kutsal totem olduğu eski inançlarına uzanır. Altın Arıg insandan daha çok koruyucu bir ruhtur. O var olan kuvvetiyle halkının işgalcilerden özgür olması için mücadele eder.
    Ah-Çibek-Arıg – ‘Ah Çibek Arıg’ destanının Altın Arıg’a benzeyen kahramanı, atı ile beraber kayadan dünyaya gelen bahadır bir kızdır. Ölümü yaygın mitolojik bir hikayedir: kökleri tanrısal olan kahraman zamanı geldiğinde kayanın içine geri döner.
    Alın-Han-Hıs – ‘Albıncı’ adlı destanın kahramanı, çok güzel ve cesur bahadır kızdır. Bahadır Hulutay’ın karısı olur, kızları Han Çaçah olur. Hulutay’ın oğlu bahadır Albıncı’nın Yuzut Arh canavarı ile mücadelesine yardım eder.
    Çarıh-Kök – Aynı destanın kahramanı, bahadır Hulutay’ın kız kardeşidir. Bebekliğinde öksüz kalır doğada büyür. Şifalı bitkiler ve büyü yardımıyla ölen kardeşini hayata döndürür. Sonra gökyüzüne uçar. Kötü Yuzut Arh tarafından öldürülen bahadır Albıncı’yı da canlandırır.
    Yuzut-Arh – ‘Albıncı’ destanının kötü kalpli kahramanı, bataklık çamurunda yaşayan korkunç canavardır, ‘şeytanların başı’dır. Kara yüzlü, yılan saçlı, kurbağa gözlüdür. Bahadır Hulutay ve ailesine türlü kötülük yapar, tuzaklar kurar. Eninde sonunda Hulutay’ın oğullarından biri Albıncı uzun ve şiddetli mücadeleden sonra bataklık canavarını yenmeyi başarır.
    Kaynak: turkish.ruvr.ru






    Konu adamlığa geldi...
    Sen kalk istersen.



  3. #3
    BOZKURT21 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    05.Mart.2015
    Mesajlar
    26,707
    Mentioned
    975 Post(s)
    Tagged
    37 Thread(s)
    Türk KadınınıEskin Güzelliği ve Gücü



    Bin yıl önce Türkler kadın güzelliğini nasıl anlatıyordu?
    Kaşgarlı Mahmut, Divanü Lügati t- Türk’te kadınlara verilen özük unvanından söz ederken ruhu altın gibi temiz olan kadının altın özük, vücudu inci gibi pürüzsüz kadının da ertini özük diye tanımlandığını belirtiyor.
    Kadın güzelliğinin değerli maden ve taşlarla tanımlanması ilgi çekicidir. Ertini sözünün emsalsiz inci anlamında kullanıldığı bilgisini veren Kaşgarlı Mahmut, kadının süslenmesini de bezendi, bilezüklendi, büründi gibi madde başı sözlerde çeşitli cümlelerle örneklendirmektedir: Uragut bezendi Kadın süslendi, İşler bilezüklendi Kadın (kendisine) bilezik taktı, Uragut yogurgan büründi Kadın süslü bir örtüye büründü.
    Türk Dil Kurumunun yayınladığı Şükrü Haluk Akalın imzalı Kaşgarlı Mahmut ve Divanü Lugatit- Türk adlı eserde yer alan bilgilere göre; Divanü Lügatit- Türk’te yer alan bir atasözü de kadının giysisinin renginin onun ruh durumunu gösterdiğini bildirmektedir. Kızıl sözünün açıklandığı bölümde Kaşgarlı Mahmut örnek olarak Kılnu bilse kızıl keder, yaranu bilse yaşıl keder atasözünü verir. Kendini sevdirmeyi bilse kırmızı giyer, yaranmayı bilse yeşil giyer diye bu atasözünü anlamlandıran Kaşgarlı Mahmut, mutlu olmak için iyi geçinmesi öğütlenen kadınlara söylenen atasözünü şöyle açıklıyor: Kadın kocasıyla iyi geçinmek isterse kırmızı ipekli elbise; kocasına nazlanmak isterse de yeşil ipekli elbise giysin…
    Kaşgarlı dan bir öğüt: Kızlarla güreşme!
    Oğuz Türkçesindeki kısrak sözünün açıklandığı maddede erkeklere kızlarla güreşmemeyi öğütleyen bir Hakanı yani Karahanlı atasözünden söz edilmektedir. Üstelik bu atasözü, tarihi bir olaya dayandırılmaktadır.
    Tarihte Türk kızlarının da çok iyi at bindiği, çok sert yay çektiği, çok iyi güreştiği ve savaştığı bilinmektedir. Bu ifade Kaşgarlı döneminde de kızlarla erkeklerin güreş yaptıkları bilgisini aktarmaktadır.
    Kısrak Genç dişi at. Oğuz lehçesinde herhangi bir kısrak. Şu atasözünde de geçmektedir: Kız birle kiireşme, kısrak birle yarışma Kız ile güreşme, kısrakla yarışma. Kızla güreşme çünkü güçlüdür, seni yere yıkar, alt eder; kısrakla yarışma çünkü kısrak attan daha çeviktir ve yerinde duramaz, seni Kısrak geçer. Bu Hakanilere ait bir atasözüdür. Sultan Mesud un gerdek gecesinde eşinin ayağına dokunuşuyla yere yıkılması üzerine söylenmiştir. Kaşgarlı Mahmud un sözünü ettiği kişi, Gazneli Sultan Mesud dur.

    Konu adamlığa geldi...
    Sen kalk istersen.



  4. #4
    BOZKURT21 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    05.Mart.2015
    Mesajlar
    26,707
    Mentioned
    975 Post(s)
    Tagged
    37 Thread(s)
    İslam öncesi Türklerde kadının yeri

    Eski Türk toplumlarında aile en önemli sosyal birlik olduğundan, ailenin temelini teşkil eden kadın, Türk destanlarında ve Türk felsefesinde öyle yüce bir mertebeye kurulmuştur ki kadını öylesine yüce bir varlık haline getiren töreye ve kültüre hayran olmamanın imkanı yoktur. Kadın, erkeğin biricik yoldaşı ve çocuklarının anası olmak gibi önemli bir vazifeyle görevlendirilmiştir. Daha da önemlisi Türk Milletinin tek bereket kaynağıdır. Kendisine verilen bir takım haklardan dolayı hanların, hakanların, cengaverlerin önünde saygıyla eğildikleri bir şeref abidesidir.
    Türk destanlarında kadın ilahi bir varlık konumuna gelmiştir. Öyle ki erişilip dokunulması, koklanması, kısaca beş duyuyla algılanmasının imkanı yoktur. Yaratılış Destanında, Allah’a insanları ve dünyayı yaratması için fikir ve ilham veren “Ak Ana” adında bir kadındır. Oğuz Kağan’ın ilk karısı, karanlığı yararak, gökten inen mavi bir ışıktan, ikinci karısı ise kutsal bir ağaçtan doğmuş insanüstü varlıklardır. Yakutlarda “Ak Oğlan” ağacın içinden çıkan nurlu bir kadın tarafından emzirilmiştir. İlk Türk yazıtlarından olan Bilge Kağan kitabesinde Kağan: “Sizler anam hatun, büyük annelerim, hala ve teyzelerim, prenseslerim…” hitabıyla söze başlar.
    En eski Türk inancına göre, “Han ile Hatun” gök ile yerin evlatlarıdır. Kadın burada yedinci kat göktedir. Kadına, böylesine bir kutsallık veren törede kadının dövülmesinin, horlanmasının imkanı yoktur. Zaten Türk kültüründe ve destanlarında böyle bir durum göze çarpmamaktadır. Türk destanlarında kadın erkeğin daima yanındadır. Onların güç ve ilham kaynağıdır.
    Dede Korkut hikayelerinden olan “Deli Dumrul”da, Dumrul canının yerine can bulma çabasına girince bunu kadınından bulmuş, kadın ona hiç çekinmeden canını vereceğini söylemiştir. Yine Türk kültüründe destan kahramanları iyi ata binen, iyi kılıç kullanan, iyi savaşan kadınlarla evlenmek istemektedir. Nitekim, Dede Korkut’taki Bamsı Beyrek hikayesinde yer alan “Banu Çiçek” bunun en güzel misalidir.
    Kırgızların Manas Destanında kadın, evin namusunun koruyucusudur. Kazaklarda kadına verilen değer şu atasözüyle ne güzel anlatılmıştır: “Birinci zenginlik sağlık, ikinci zenginlik ise kadındır.”
    Tüm Türk destanlarında sarsılmaz bir saygı, sevgi ve sadakat vardır. Gerdeğe girdiği gün murad alıp vermeden yalnız kalan kadın kocası ölünceye kadar onu bekleyeceğine ve üzerine bir erkek sinek bile kondurmayacağına ant içerdi. Kadınların savaşta düşmanın eline geçmesi büyük bir zillet sayılırdı. Oğuz Kağan Destanında ırza tecavüz edenlerin öldürüldüğü veya gözlerine mil çekildiği ifade edilmektedir.
    İranlı bir tarihçi olan Gerdizi de “Malumdur ki Türk kadınları çok iffetlidirler.” derken Türk kadınının ahlaki temizliğini övmektedir. Bu övgü boşuna değildir. Nitekim kadın adları arasında temiz, faziletli manasına gelen “Hun, Sabir, Arig, Arık, Uygur Silink, Kazan Silu” gibi adların bulunması sebepsiz değildir. Aynı şekilde İbni Batuta Şehnamesi’nde Kırım’daki hatıralarını anlatırken söyle demektedir. “Burada tuhaf bir hale şahit oldum ki o da Türklerin kadınlarına gösterdiği hürmetti. Burada kadınların kıymeti ve derecesi erkeklerinden daha üstündür.”
    İslamiyet öncesi Türk toplumlarında kadınsız bir iş görülmezdi. Kadın erkeğin tamamlayıcısıydı. O sürekli erkeğin yanındaydı. Hakanın buyrukları yalnız “Hakan buyuruyor ki” ifadesiyle başlamışsa geçerli kabul edilmezdi. Yabancı devletlerin elçilerinin kabulünde hatun da hakanla beraber olurdu. Tören ve şölenlerde kadın, hakanın solunda oturur siyasi ve idari konumlardaki görüşlerini beyan ederdi. Mesela büyük Hun İmparatorluğu adına Çin ile ilk barış antlaşmasını Mete Han’ın hatunu imzalamıştır.
    Ebul Gazi Bahadır Han, Şecere-i Terakimede, Oğuz ilinde, yedi kızın uzun yıllar beylik yaptığını anlatmakta ve bu kızların isimlerini şöyle sıralamaktadır: “Boyu Uzun Burla, Barçın, Salur, Şabatı Hatun, Künin Körkli, Kerçe Buladı, Kuğatlı Hanım.”
    Türk kadını, diğer toplumlarda olduğu gibi baskı altında tutulmuyor, aşağılanmıyordu. Kadının yüceliği Altay Dağlarının en yüksek tepesine “Kadınbaşı” ismi verilerek, sanki çağlar sonrasına bir mesaj gibidir.
    İslam öncesi Türk topluluklarında kadına böyle bir bakış açısı var iken, Türk toplumu dışında kalan milletlerde kadının durumu acınacak bir haldedir.
    Cahiliye devri Araplarında, kadının kocası yanındaki değeri, alınıp satılan bir maldan farksızdır. Arap erkeği adet zamanında kadınla bir arada oturmaz, onunla yiyip içmezdi. Aynı dönemde yine burada kadının miras hakkı yoktu. Oysa Türk kadını miras hakkına sahiptir. Mesela; Yakutlarda kadının kendine ait mülkü mevcuttur. Buna “and” veya “nemse” adı verilir. Kadının bunu istediği gibi kullanma hakkı vardır. Ölen bir kocanın karısı var ise; bunun mirastan iki hali olur.1. Kocanın oğlu veya kızı, oğlunun oğlu veya kızı ile beraber bulunuyorsa sekizde bir,2. Bunlardan hiç biri kadının yanında değilse dörtte bir miras alırdı.
    Aynı dönemlerde kadınların diğer toplumlardaki durumunu incelemeye devam edelim. İngiltere’de XI. asra kadar kocalar karılarını satabilirdi. Hiristiyanlar ise; kadına şeytan gözüyle bakmışlardır. Yine İngiltere’de kadın “murdar” bir varlık sayıldığı için İncil’e el süremiyordu. Kadınlar İncil’i okuma hakkına Hanry devrinde (1509-1547) sahip olmuşlardır.
    İngiliz piskoposu Dour’un 1888 yılında Westminster Kilise’sinde vaaz verirken söyledikleri tüyler ürperticidir..”Bundan yüz sene öncesine kadar kadın erkeğin sofrasına oturma hakkına sahip olmadığı gibi sorulmadan söze başlaması da caiz değildi. Kocası başının ucuna kocaman bir sopa asardı ve karısı ne zaman emrini tutmazsa onu kullanırdı. Kadının sözü kızlarına geçmezdi. Erkek çocuklar ise; analarına ev içinde bir hizmetçi kadından fazla paye vermezlerdi.”
    Çin’de ise, boşanma hakkı sadece erkeğe mahsustu. Kadının böyle bir hakkı yoktu. Oysa Türk kadını tüm bu haklara sahipti. “Koca karısını, kadında kocasını boşayabilirdi. Koca karısının getirdiği çeyizinin bedelini verirken, kadın para vermek veya mihrinden vazgeçmek suretiyle kocasından boşanabilirdi.”
    Budizm’in kurucusu Buda ise; ilk başlarda kadınları dinine kabul etmemiştir. Eski Türk kadını, Roma kadınından da fazla haklara sahipti. Roma hukukunda kadın, kendi malına hüküm edemezdi, vasiyet yapamazdı. Roma hukuku kadını ergin kabul etmiyordu. Onu noksan akıllı sayıyordu. Romalı kadın Jüstinyen devrine kadar tam bir esir hayatı yaşamıştır. Roma’da dul kadının evlenmesi suç sayılıyordu. Yine Çin’de yeni doğan çocuk, erkekse pahalı kumaşlara, kız ise bez parçalarına sarılırdı. İran’da kendilerine eş olan kızlar günahkar sayılmışlardır. İran’da kanları bozmamak için yakın akrabalarla evlilik uygun görülmüştür. Bu sebepten anaları ve kız kardeşleriyle evlenenler ortaya çıkmıştır. Aynı şekilde Cahiliye Araplarının kız çocuklarını diri diri gömmeleri acı bir gerçektir. Kız çocuğa sahip olmak şerefsizlik sayılmıştır.
    İşte bu dönemlerde, Türk kızları ve kadınları, toplumun şerefli bir ferdi olarak itibar görmüşlerdir. Türk kadınının böyle ihtişam içinde ve saygı görerek yaşaması Türk karakter ve kültürünün yüksek değerini ifade eder
    Maddeler halinde özetlersek,
    1.) Türklerin en eski destanlarından biri olan Yaratılış Destanının da Yaradana ilham veren ‘’Ak Ana ‘’ adında ki kadındır.
    2.) Oğuz Kağan Atamızın kutlu eşlerinden biri mavi bir ışıktan,diğeri kutsal bir ağaçtan doğmuş olağanüstü kadınlardır.
    3.) Bilge Kağan kitabesinde Kağan ‘’ Sizler Anam Katun, Büyük Annelerim,Hala ve Teyzelerim,Prenseslerim..’’ sözleri ile hitabına başlar.
    4.) Eski Türk inancına göre ‘’Han ile Katun’’ gök ve yerin evlatlarıdır. Kadının yeri yedinci kat göktür.
    5.) Eski Türk destanlarında kadın erkeğinin her daim yanındadır. Kadın erkeğinin güç ve ilham kaynağı kabul edilirdi.
    6.) Türk kültüründe destan kahramanları iyi ata binen, iyi savaşan, iyi kılıç kullanan kadınlarla evlenmek istemektedirler. Örnek olarak Korkut Atanın Bamsı Beyrek hikayesindeki Banu Çiçek Katun’u verebiliriz.
    7.) Eski bir Türk atasözü; ‘’Birinci zenginlik sağlık, ikinci zenginlik iyi bir kadın.’’
    8.) Savaşta kadınların düşman eline geçmesi büyük bir utanç sayılırdı.
    9.) Oğuz Kağan destanından öğrendiğimize göre ırza tecavüzün cezası ölüm veya gözlere mil çekilmesiydi.
    Arap gezgini Ahmed bin Fadlan,Türklerin tecavüz suçlusunun bacaklarından çapraz bağlanmış iki ağaca bağladığını ve ipin kesilmesi sureti ile bacakların ayrıldığını hatıralarında belirtir.
    10.) Yine Arap gezgini olan İbn’i Batuta şöyle der ‘’ “Burada tuhaf bir hale şahit oldum ki o da Türklerin kadınlarına gösterdiği hürmetti. Burada kadınların kıymeti ve derecesi erkeklerinden daha üstündür.”
    11.) Kağanın buyrukları yalnız “Kağan buyuruyor ki” ifadesiyle başlamışsa geçerli kabul edilmezdi.
    12.) Yabancı devletlerin elçilerinin kabulünde hatun da hakanla beraber olurdu. Tören ve şölenlerde kadın, hakanın solunda oturur siyasi ve idari konumlardaki görüşlerini beyan ederdi. Mesela büyük Hun İmparatorluğu adına Çin ile ilk barış antlaşmasını Tanrıkut Mete Han’ın Katunu imzalamıştır.
    13.) Ebul Gazi Bahadır Han, Secere-i Terakime’de, Oğuz ilinde, yedi kızın uzun yıllar beylik yaptığını anlatmaktadır.
    14.) Kadının yüceliği Altay Dağlarının en yüksek tepesine “Kadınbaşı” ismi verilerek yaşatılmıştır.
    15.) Eski Türklerde kadın miras hakkına sahipti. Kadının kendine ait mülkü mevcuttu. Kadının bunu istediği gibi kullanma hakkı vardı.
    16.) Eski Türklerde koca karısını boşayabildiği gibi, kadında kocasını boşayabilirdi.

    Şimdide diğer toplumların kadına bakışına bir göz atalım.
    1.) İngiltere’de XI. asra kadar kocalar karılarını satabilirdi. Hiristiyanlar ise; kadına şeytan gözüyle bakmışlardır. Yine İngiltere’de kadın “murdar” bir varlık sayıldığı için İncil’e el süremiyordu. Kadınlar İncil’i okuma hakkına Hanry devrinde (1509-1547) sahip olmuşlardır.
    2.) İngiliz piskoposu Dour’un 1888 yılında Westminster Kilise’sinde vaaz verirken söyledikleri ;
    “Bundan yüz sene öncesine kadar kadın erkeğin sofrasına oturma hakkına sahip olmadığı gibi sorulmadan söze başlaması da caiz değildi. Kocası başının ucuna kocaman bir sopa asardı ve karısı ne zaman emrini tutmazsa onu kullanırdı. Erkek çocuklar ise; analarına ev içinde bir hizmetçi kadından fazla paye vermezlerdi.”
    3.) Çin’de, boşanma hakkı sadece erkeğe mahsustu.
    4.) Budizm’in kurucusu Buda ise; ilk başlarda kadınları dinine kabul etmemiştir.
    5.) Roma hukukunda kadın, kendi malına hüküm edemezdi, vasiyet yapamazdı. Roma hukuku kadını ergin kabul etmiyordu. Onu noksan akıllı sayıyordu. Roma’da dul kadının evlenmesi suç sayılıyordu.
    6.) Çin’de yeni doğan çocuk, erkekse pahalı kumaşlara, kız ise bez parçalarına sarılırdı.
    7.) İran’da kanları bozmamak için yakın akrabalarla evlilik uygun görülmüştür. Bu sebepten anaları ve kız kardeşleriyle evlenenler ortaya çıkmıştır. ( Özellikle Mazdeizm’in popüler olduğu dönemde.)
    8.) Cahiliye Araplarının kız çocuklarını diri diri gömmeleri bir gerçektir. Kız çocuğa sahip olmak onursuzluk

    Konu adamlığa geldi...
    Sen kalk istersen.



Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu anda 3 kullanıcı bu konuyu görüntülüyor. (0 kayıtlı ve 3 misafir)

Benzer Konular

  1. Geçmişte verilen efsane cevaplar.
    Konu Sahibi BOZKURT21 Forum Geçmişten Günümüze
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 11.Ekim.2017, 22:42
  2. 'Verilen ve verilmeyen penaltılar...'
    Konu Sahibi öCüK Forum Süper Lig
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 25.Ekim.2016, 05:38
  3. Çok Konuşan Kadına Verilen Ceza
    Konu Sahibi BOZKURT21 Forum Hayatın İçinden Herşey
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 29.Mart.2015, 10:33
  4. CAS, Suarez e Verilen Cezayı Onadı
    Konu Sahibi TF-Haber Forum Süper Lig
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 14.Ağustos.2014, 16:50

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  
gaziantep escort bayan gaziantep escort sesli sohbet seks hikaye onwin venüsbet giriş tipobet365 sahabet karabük escort ordu escort kars escort kocaeli escort izmit escort edirne escort ısparta escort karabük escort manisa escort adana escort
ankara escort ankara escort ankara escort bayan escort ankara çankaya escort kızılay escort kızılay escort ankara eskort ankara escort çankaya escort ankara otele gelen escort kayseri escort istanbul escort avrupa yakası escort çapa escort şirinevler escort avcılar escort beylikdüzü escort