Türklerin bin yıl önce ütülü elbise, ipek mendil, eldiven ve havlu kullandığı belirtildi.
Kıyafetlerini özel yöntemlerle çeşitli renklere boyayan Türkler, kendi icatları yoluyla zehirli yemeği de ortaya çıkarıyordu.
Türk Dil Kurumu (TDK) Başkanı Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın’ın kaleme aldığı ve Çince ile Uygurcaya da çevrilen kitabında, Kaşgarlı Mahmud’un “Divanü Lugati’t-Türk” eserine dayanılarak Türklerin bin yıl önceki ilgi çekici geleneklerine yer veriliyor.
Çin’de basılarak 8 Eylül’de Pekin’de tanıtımı gerçekleştirilecek “Bin Yıl Önce, Bin Yıl Sonra-Kaşgarlı Mahmud ve Divanü Lugati’t-Türk” isimli kitapta yer alan bilgilere göre, Türkçede “ütü” olarak kullanılan söz, Divanü Lugati’t-Türk’te “ütüg” olarak geçiyor. Bu alet, Kaşgarlı Mahmud tarafından, “mala biçiminde olan, ısıtıldıktan sonra giysilerin kırışıklıklarına bastırılarak sıcaklığın etkisiyle bu kırışıklıkların düzleşmesini sağlayan demir parçası” olarak tanımlanıyor.
Günümüzün ütüsünün ateşte ısıtılarak kullanılan eski biçimi olan “ütüg” için eserlerde, “ütidi” fiili de “ol tonug ütidi (o giysinin kırışıklıklarını ütüledi ve düzeltti)” şeklinde kullanılıyor.
Sözlük bölümünde yer alan “suvluk” sözünü Kaşgarlı Mahmud “havlu”, “eliglik” sözünü ise “eldiven” olarak tanımlıyor. “Su” sözcüğünün bin yıl önceki biçimi olan “suv” kelimesine getirilen yapım ekiyle türetilen “suvluk”un, el, yüz ve vücuttaki suyu kurutmak amacıyla kullanılan havlu olduğu anlaşılıyor.
Bin yıl önce Türklerin giyim kuşamında mendili kullandığı da eserde görülüyor. Erkeğin gerektiğinde burnunu silmek için cebinde taşıdığı ipek mendil olan “ületü”, Divanü Lugati’t-Türk’te yer alan bir başka giyim kuşam aksesuarı olarak öne çıkıyor. Bu veriler, Türklerin bin yıl önce giyim ve temizliklerine dikkat ettiğini, ütülenmiş kıyafet ve ipek mendillerle dolaştığını gösteriyor.
Giysilerini boyuyorlardı
Eserde, giyim kuşam ile ilgili bir başka ayrıntı da “bodudı” sözüyle gözler önüne seriliyor. Eski Türkçedeki “bodudı” sözü, “boyadı” anlamında kullanılırken, Kaşgarlı Mahmud’un bu söz için getirdiği örnek, “ol tonug bodudı (o giysisini boyadı)” şeklinde görülüyor.
Kaşgarlı Mahmud, giysi boyanabileceği gibi başka şeylerin de boyanabileceğini ve bu fiilin onlar için de kullanılabileceğini belirtirken, giysinin nasıl boyandığı konusunda bilgi verilmese de bu örnek, Türklerin bin yıl önce kıyafetlerini boyadığını gösteren bir kanıt olarak ortaya çıkıyor.
Zehirli yemeği gösteren “Çatu”
Suikastların çoğunlukla zehirleme yoluyla yapıldığı bir dönemde yemeklere karıştırılan zehri ortaya çıkarmak da büyük önem taşıyordu. Babası ile beraber aile fertlerini böyle bir suikast sonucunda kaybeden Kaşgarlı Mahmud da zehirli yemekleri ortaya çıkaran “çatu” isimli bir nesnenin var olduğunu, Türk dilinin başucu kitabında anlatıyor.
“Çatu”nun “balık duyargası” olduğunu, kimilerine göre ise Çin’den getirilen ve bıçak sapı yapımında kullanılan bir ağaç kökü olabileceğini aktaran Kaşgarlı Mahmud, yemekte zehir bulunup bulunmadığının da “çatu” sayesinde anlaşıldığından söz ediyor.
Onun verdiği bilgilere göre, zehirli yemek “çatu” aracılığıyla şu yöntemle anlaşılıyor: “İçerisinde zehir bulunduğu sanılan çorba ya da yemek bir kapta getirilir. Daha sonra bu yemek ‘çatu’ ile karıştırılır. Eğer içerisinde zehir varsa ateş yanmamasına karşın çorba ya da yemek kaynamaya başlar. Ayrıca, ‘çatu’ kabın içerisinde konulduğunda da duman çıkmasa bile kabın kenarları buğulanır.”
“Hangi boydansın?”
Türklerin o dönemdeki görgü kuralları ile törelerinden de bahsedilen eserde, Türklerin tanışma şekilleri de okuyucuya aktarılıyor. Birbirini tanımasa dahi karşılaşan iki kişinin selamlaştığı ve görgü kuralları gereğince hal hatır sorduğu Türk geleneğinde iki Türk’ün tanışması da şöyle anlatılıyor:
“Birbirini tanımayan iki adam, karşılaştıklarında önce selamlaşırlar. Sonra, ‘boy kim? (hangi boydansın?)’ diye sorarlar. Hangi kabiledensin demektir. ‘Salgur’ diye karşılık verir veya boy adlarından birini söyler. Bundan sonra konuşmaya başlarlar veya daha fazla gevezelik etmeden kendi yollarına giderler. Böylece her biri diğerinin ait olduğu boyu tanımış olur.”
Kitapta, ayrıca, iki asker veya iki birliğin karşılaştığı durumlarda birbirini tanıma yolu da izah ediliyor. Kaşgarlı Mahmud’un verdiği bilgilerden, bugün askerlikte, poliste veya benzeri görevlerde kullanılan “parola sorma” uygulamasının o dönemde de var olduğu ortaya çıkıyor.