Uygurlardan Ch’üan-yi’ye kadarki tarih sürecinde, Türkler’in silsilesini birbirine bağlayan en önemli kavim ve devlet Hun İmparatorluğudur. Bu nedenle biz bu çalışmamızda, özellikle Hunlar’dan önceki Türkleri, yani proto Türk kavimlerini incelemeyi amaçladık.
M.Ö. 2146-318 yılları arasındaki proto Türk kavimleri hakkında yapılan bu çalışmamızda elde edilen en eski Çince felsefe, fal, şiir, tıp, devlet tüzüğü, tarihi eserler ve kazıda bulunan eski kitaplara dayanarak araştırma yapılmıştır.
Türk tarihinin ne zaman başladığı hakkında çeşitli yorumlar bulunmaktadır. Bazı araştırıcılar kazı buluntularına dayanarak, bazısı tarih sürecinde göçebe insanlara ait olan kültürlere, bazısı ise Türk dili konusunu araştırarak Türk tarihinin çok uzak zamanlara dayandığını; bazısı da İslâm kaynaklarına ve mitolojilere dayandırarak, tarihin başlangıcından bu yana Türkler’in yaşadığını iddia etmektedirler. Bu yorumlar daha çok teoriler üzerine dayandığı için Türk topluluğu hakkında somut belgelere dayanan yeterli araştırmalar yoktur. Bu da eski Türk tarihinde büyük bir eksikliğin olduğunu ortaya koymaktadır.
Bilindiği gibi Türk tarihinin ilk devleti Hunlar olmuştur. Hunlar ortaya çıktığında sağlıklı bir devlet yapısına ve mükemmel bir askeri tüzüğe sahiptiler. Yani mükemmel bir imparatorluk halinde karşımıza çıkmaktadırlar. Hâlbuki Hunlardan evvelki Türkler uzun zaman Güney Sibirya ve Kuzey Çin’de yaşamışlardır. Yani kavimden kavimler federasyonuna, sonra da Hun İmparatorluğu haline gelmişlerdir.
Hunlardan evvelki Türk tarihine, Z. V. Togan, Bahaeddin Ögel ve Emel Esin in eserlerinde nadiren rastlamaktayız. Eberhard eserinde, Çin’in kuzey bölgesindeki kavimleri incelemişse de, Hunlardan önceki Türk tarihini yeterince araştırmamıştır. Avrupa’daki Sinologlar da, bu dönemdeki Türk tarihini incelemiş olsalar bile, detaylı halde bu konuya girmemişlerdir.
Çin’in Resmi kaynakları olan Shih-chi (Tarih Hatırası) ve Hanshu (Han Sülalesi Tarihi) adlı kitaplar, ilk Türk kavimleri hakkında bilgi veren kitaplar olup, Türklerle ilgili bölümlerinde esas olarak Hunlar üzerinde durulmuştur. Hunlardan evvelki Türk kavimleri hakkında bilgiler olsa da yeterli değildir. “Ti” ve “Jung” gibi eski kavimlerin boy ve soyları hakkında yeterli kaynaklar olmadığı gibi, bunlardan önceki Ch’üan-yi, Hsien-yü, Kui- fang ve Yen-yün gibi eski Türk kavimleri hakkında da yeterli bilgiler bulunmamaktadır.
Çin kaynaklarındaki en eski Türk kavimleri konulu bu çalışmamız esas olarak Çin’in en eski kaynak kitaptan olan felsefe, fal, şiir, tıp kitapları ve arkeoloji buluntuları olan Bambu yazılan, Tunç yazılan gibi eserlerden faydalanılarak yazılacaktır. Bu çalışmamızda ayrıca son zamanlardaki arkeoloji buluntuları ve bu konu ile ilgili bazı araştırma sonuçlarını karşılaştırarak değerlendirme yapıp, Hunlardan önceki eski Türk kavim lerinin siyasî, ekonomik, kültürel özelliklerini ortaya çıkarmaya çalışacağız.
Bu problemi ele almakla gözetilen hedef, Türk tarihinin Hunlardan önceki yani M.Ö. 2146 (ilk Türk topluluğunun kaydedildiği sene) yılından M.Ö. 318 (Hunların ilk kaydedildiği sene) yılına kadar olan dönem içindeki aydınlanmamış tarihi aydınlatmaya çalışmaktır.
Çin toprağında yaşanmış olan tarihte önemli dönüm noktası oluşturan Hsia (M.Ö. 22-17. yy), Shang (M.Ö. 17-11. yy) ve Chou (M.Ö. 1027-256) sülaleleri tarihini araştırmak, sadece Çin toprağında yaşanmış olan tarih açısından değil, Türk tarihi açısından da çok önem taşımaktadır. Bu nedenle, söz konusu olan Hsia, Shang ve Chou sülalelerinin hanedanları araştırılmaya çalışılmıştır. Amacımız, bu üç sülaleyi kuran soyun Çinliler tarafından değil, değişik kavimler tarafından kurulduğunu ispat etmektir. Ayrıca, Hsia, Shang ve Chou sülaleleri döneminde ortaya çıkan kültürün, Çin’lilerin iddia ettiği gibi yalnız Çinlilere ait olmadığını, bunun aksine o topraklarda yaşamış tüm kavimlerin ortak kültürü olduğunu ortaya koymaya çalışacağız.
VI. yüzyılda Altay dağının güneyindeki bozkırlarda, Göktürklerin ortaya çıkması ile aynı dili, aynı ekonomik bağı ve geleneğini paylaşan birçok Hunlardan Göktürkler’e kadar bulunan eski Türk kavimleri bir araya toplanarak federal bir devlet kurmuşlardır (T’ang-shu, 1975: 5153-5194). Türk ismiyle tarihte ilk defa bu devletin kurulmasıyla karşılaşıyoruz. XI. yüzyılda Kaşgarlı Mahmut’un yazdığı “Divan-ü Lügat-it Türk” adlı eserde, yukarda belirtilen özellikleri bir arada taşıyan Oğuz, Peçenek, Kıpçak, Başgırd, Basmil, Tatar, Kırgız, Çigil ve Uygur gibi kavimlerin Türk kavimleri olduğu yazılmaktadır (Atalay, 1992:28). Gerçi Kaşkarlı’da önce bazı eser ve seyahatnamelerde açık olmayan bir şekilde “Türk Milleti” kavramında söz etse de, yukarıda belirtilen özelliklere göre Türk milleti mefhumuna ilk defa resmi eser olarak Divan-ı Lügat-it Türk’te rastlıyoruz. “Divan-ü Lügat-it Türk’ü kaynak göstererek, Rusya, Fransa, İngiltere, Almanya ve Türkiye gibi birçok devletteki Türk tarihi araştırmacıları yukarıda adı geçen kavimlerin hepsinin Türk kavimleri olduğunu ve bu milletin şekillenmesinin Hunlardan başladığını kabul etmektedir (Çin’de Türk Milleti kavramı hâlâ karışıktır.) Biz bu çalışmamızda eski Türk kavimlerini konu alarak, Divan-ü Lügat-it Türk’te sözü edilen Türk kavimleri ile ilgili inceleme yaparak, günümüze dek benzerliklerini koruyarak gelen bu kavimlerin atalarını ve menşeini araştırmaya çalışacağız.
1. Uygurlar
“Uygurların atası Hunlardır. Geleneklerine göre onlar yüksek tekerlekli araba kullanıyorlardı. Yuan-wei döneminde (386-556) Kao-ch’e (yüksek arabalılar) da denilmiştir. Bazen Ch’ih-le de denilmiş, [bazı yerde] yanlışlıkla T’ieh-le (Tölüs) denilmiştir. [Uygur toplumunun] kavimleri aşağıdaki kavimlerden oluşmaktadır: Yüan-he, Hsüen-tan-t’uo (Sirtaduş), Ch’i-pi-yü (Çibil), Tu-po (Tuba, Tuva), Ku-li-kan (Kurikan), Tuo-lan-ke, P’u-ku (Bogu), Pa-ye-ku (Bayirgu), T’un- luo (Tongra), Hun (Küni), Ssu-chieh (İzgil), He-hsüeh, Hsi-chieh (Çigil), Atieh (Adiz) ve Pai-hsi (Tatabi)’dir. Bu onbeş kavmin hepsi çölün kuzeyinde karışık halde yaşıyorlardı. [Yukarda adı geçen] Yüan-he kavmine Wu-hu veya Wu-he de denilmiştir. Sui sülalesine gelince [onlara] Wei-he denmeye başlamışlardır.
[Sui sülalesinin Yan imparatorunun] Ta-ye saltanat yıllarında (605-618) [Göktürklerin hükümdarı] Ch’u-luo Kağan T’ieh-le (Tölüs?) kavimlerine saldırmıştır. [Bu sebeple] Wei-he kavmi diğer P’u-ku, T’un-luo, Pa-ye-ku gibi kavimleri yanına alarak kaçmıştır. [Wei-he kavminin lideri] kendisini Ai-chin [Erkin veya İrkin bir unvandır] diye ilan etmiştir. [Ve bu topluma] Hui-he (Uygur) adım vermiştir” (Hsin T’ang-shu, 1975:6111).
Anlaşıldığı gibi Uygurların atası Hun lardır. Bu topluluğun çekirdeği Yüan-he, Wu-hu, Wu-he veya VVei-he (bu kavimlere Ogur, Oğuz diyenler de mevcuttur. Lin, 1987:671-675) adlı kavim olup, 605- 618 seneleri arasında diğer kavimlerle Göktürklerin baskısından kaçarak, karşı çıkmak için Hui-he veya “Uygur” adlı federal topluluğu kurmuşlardır. T’ang sülalesine gelince (618-906), bu toplum onbeş kavim tarafından kurulan büyük bir federal devlet haline gelmiştir (Hsin T’ang-shu, 1975:6111-6112). Yani “Uygur” kelimesi etnik bir ad değil siyasî bir isimdir.
Ayrıca bu topluluğun Kao-Ch’e (yüksek araba) toplumu ve T’ieh-le (Tölüs?) toplumları ile bir bağlantısının olduğu dikkatimizi çekmektedir.
2.Göktürkler
“Chou Sülalesi Tarihi” adlı kitapta: “Göktürkler, Hunların bir başka soyundan olabilir” (Chou-shu, 1971:907). “Su-liang (Kan-su eyaletinde)’deki “Karışık Hunlardandır” diye kaydedilmektedir (Sui-shu, 1973:1863). “Kuzey Devletleri Tarihi’nde: “Göktürklerin ataları önce Hsi-hai (Batı deniz)’nin sağ bölgesinde yaşıyordu.” diye yazılmaktadır. Bağımsız bir kavim olan Göktürklerin atalarının Hunların başka bir soyundan olabileceği ileri sürülmüştür (Pei-shih, 1974: 3285). Bazı rivayetlere göre, Göktürkler Suo memleketi (Hsien-pi soyundan olan T’uo-pa’lılar’ın, 386-534 yıllarında kurduğu Pei-wei devletidir. Ma-ch’ang-sho- u, 1961:7)’nden kaynaklanıyor ve Hunların kuzeyinde yaşıyordu (Pei-shih, 1974:3286). “T’ang Sülalesi Tarihi’’nde; Göktürklerin soyadının A-shi-na olduğu ve Hunların kuzey bölgesindeki kavimlerinden olabileceği kaydedilmektedir (Hsin-T’ang-shu, 1975:6028).
Yukarıda yararlandığımız kaynakların hepsinde Göktürklerin bir bozkurttan türediğini yazarlar. Dikkatimizi çeken nokta ise, Göktürklerin Hunlarla olan soyilişkisi pek açık değildir.
Kaynakların hepsi de bu konu hakkında sadece ilişkisinin olabileceğini yazarlar. Fakat, Göktürkler ile Hunların örf ve adetlerinin aynı olduğunu yine Çin kaynaklan ileri sürmektedir (Sui-shu 1973:1864). Yalnız, bilindiği gibi Göktürk idaresi altındaki T’ieh-le (Tölüs?)ler genellikle Hun kökenliydi.
3.T’ieh-le
Batı ve Türkiye’deki araştırmacılar, bu toplumun bir Türk kavmi olduğunu iddia ederler ve Yenisey-Orhun yazıtındaki Tölüs veya Tölis olduğunu kabul ederler (Orkun, 1987:921). Çin’deki araştırmacılar ise, T’ieh-le’nin siyasi bir toplumun adı olduğunu da kaydederler. Aynı zamanda Tölüs’ün Çin kaynaklarındaki yanlış şeklinin “Tu-li” olduğundan bu ifadenin bir bölgenin teşkilat adı olduğunu iddia ederler. T’ieh-le’nin Türkçe bir terim olup “Tirek” (Direk) anlamında olduğunu, Ch’in-chung-mian ileri sürmüştür (Ch’in-chung-mian, 1980:54). Bu Çinli araştırmacının ileri sürdüğü iddia çok önemli bir konu olup, bu durum ilerde mutlaka ele alınmalıdır.
“Sui Sülalesi Tarihi” adlı eserde yazıldığına göre T’ieh-le’lerin atası, Hunların evladıdır, boyları çok kalabalık olup Hsi-hai (Batı deniz)dan doğuya doğru uzanan dağ ve vadilerde yaşıyorlardı. Tula nehrinin kuzeyinde P’u-ku (Buğu), T’un-luo (Tungra), Wei-he (Uygur topiu- munun temel kavmi), Pa-ye-ku (Bayir- gu), Fu-luo (Bu kavim Kao-che’lilerin toplumunda Fu-fü-luo şeklinde yazılmaktadır) gibi kavimler bulunuyordu, bunlar hep birlikte Ai-chin (erkin) unvanını taşıyorlardı. Ayrıca Men-ch’en, T’u-ju- he, Ssu-chieh (İzgil), Hun (Kuni), He-hsi- eh (Hasar) gibi boylar da vardır. Bunların askeri yirmibine ulaşıyor. Yi-wu (Ko- mul)’nun batısı, Yen-ch’i (Kara şehir)’in kuzeyi ve Bai-shan dağı (Beyaz dağ, Turfan’ın Kuzeyindeki Tanrı dağının bir uzantısıdır)’nın eteğinde Chi-pi (Uygur toplumunda bulunan Ch’i-pi-yü’dür), Pu-o-la-chi (Burj), Yi-hsi (veya yi-tie), Su- p’o, Na-he, Wu-hu (Uygur toplumunda bu kavim bulunuyor), He-ku (Genelde Kırgızlar olarak iddia ederler), Ye-hsi (veya ye-tie), Yü-ni-hu gibi kavimler vardır. Yirmi bin askeri vardır. Chin-shan (Altay Dağı)’nın güneybatısında Hsüeh- tan-t’uo (Sirtatuş), Hsi-le-er veya (Tie-le- er), Shih-p’an, Ta-ch’i (Tuhsi) gibi kavimler vardır. Onbin askeri vardır. K’ang-ku-o (K’ang memleketi yani Samarkent)’nun kuzeyinde A-te-shiu (İdil Su- yuj’nin yanında He-hsi (veya He-tie), A- tie, (Adiz olabileceği söylenir), He-chieh (Hazar, Kazar olabileceği söyleniyor), Pa-hu (Bulgarlar), Pi-ch’ian (Peçenek), Chü-hai, He-pi-hsi, He-chuo-su, Pa-ye- mu-k’e-ta gibi kavimler vardır. Otuzbine yakın askeri vardır. Te-yin-hai (Te-yin denizi, Hazar denizi)’nin doğu ve batısında Su-lu-chieh (Sarugur), San-suo-yen (Saksin), Mie-chu (Maksha), Lung-hu veya Sa-hu gibi çeşitli boylar vardır. Sekizbin askeri vardır. Fu-lin (Frang)’m doğusunda En-chü (inguş), A-lan (alan), Bei-ju-chiu-li (Başkır), Fu-wen-hun gibi kavimler vardır. Yirmibine yakın halkı vardır. Pei-hai (Kuzey Deniz, Baykal Gölü)’nün güneyinde Tu-po (Tuba, Tuva) kavmi vardır. Bunların adı ve soyu değişik olsa bile hepsi T’ieh-le diye adlandırılmışlardır. Üstelik bunlarda hükümdar yoktur. Genelde Doğu ve Batı Göktürklere bağlıdır” (Sui-shu1973:1880).
T’ang-hui-yao (T’ang dönemindeki önemli olaylar) adlı eserde kaydedildiğine göre: “Tieh-leler Hunların bir başka soyundandır” (T’ang-hui-yao, 1936 :1725). “T’ang Sülalesi Tarihi”nde de ay-nısı yazılmaktadır (T’ang-shu, 1975 :5153). Li-fu-t’ung’un T’ieh-leler hakkındaki bir araştırmasında kullandığı bir kaynakta şöyle yazılmaktadır: “T’ieh-leler Hunların neslindendir. Soyu çok kalabalıktır. Değişik karakterli soylara sahip olsalar bile hepsine T’ieh-le deniliyor. Genelde onların örf ve âdeti Göktürklerle aynıdır (Un, 1987:118). Anlaşıldığı gibi, T’ieh-lelerin Hunların soyundan gelme ihtimali çoktur. Uygurlardan söz ederken Uygurların hem Hun soyundan, hem de T’ieh-le soyundan olduğundan yukarda bahsetmiştik. Üstelik Uygur toplumunu oluşturan kavimlerin hep T’ieh- le’lere mensup olduğunu görüyoruz. Göktürklerin T’ieh-le’lere mensup olmadığını söylemek çok zordur. Ancak Göktürkler de T’ieh-le’lerle aynı âdeti paylaştığına gore; Uygur, Göktürk ve T’ieh- le’lerin büyük ölçüde aynı soya mensup olduklarını söyleyebiliriz.
Yukarda yararlandığımız kaynağa göre, T’ieh-le tek bir kavmin adı değil, birçok kavim ve soylardan oluşan bir topluluktur. Bu nedenle T’ieh-le için Tölüs denmesi ve buna kavmin adı denmesi pek uygun değildir. Yalnız büyük bir alanda yaşamış olan T’ieh-le’lerin hepsinin Hunlardan menşeilendiğinin doğru olmadığı kanaatindeyiz. Bu sebeple T’ang Sülalesinden sonra yazılan kaynak eserlerde sadece Uygur, Kırgız, Ba- yırgu, Buğu, Tungra, Hun, Sirtaduş, Adiz, Hasar Çibil, Çigil, Tuba (Tuva), Ku- rigan, Tuo-lan-ke Basmil, izgi gibi Yenisey- Orhun yazıtlarından da tanınmış olan kavimlere ve topluluklara T’ieh-leler demişlerdir (Hsin T’ang-Shu, 1975: 5153).
4. Kao-che (Yüksek Arabalılar)
“Kadim ki, Ch’i-ti (Kırmızı Ti’ler)’nin soyundandır. Başlangıçta Ti-li deniliyordu. Kuzeyliler onları Gh i-le diye adlandırıyordu. Çinliler onlara Kao-ch’e veya Ting-ling diyorlardı. Onların dili Hunlarla aynı olup çok az farklıdır. Bir söylentiye göre, onlar Hunların yeğeninin soyundandır. Onlarda Yüan-he (Uygur toplumunda mevcuttur), He-lü, Hsieh-pi (Çi¬bil), Hu-ku (Kırgız), Yi-chi-chin gibi kavimler vardır. Bir rivayete göre, Hun hükümdarının çok güzel iki kızı vardı; halklar bu iki kızın melek olduğunu sanıyordu. Hun hükümdarı Ch’ang-yü der ki: “Bunlar gibi güzel iki kızımı nasıl insanla evlendirebilirim. Bu iki kızı Tanrı ile evlendireceğim.” Böylece memleketin kuzeyinde bulunan insanların gitmediği bir yerde yüksek bir tepe yaparak iki kızını onun üzerine oturtmuş ve “Tanrı kendisi gelip sizleri götürsün” diye bırakıp gitmiş. Üç sene sonra Tanrı gelmeyince kızların annesi kızlarını geri getirmek istemiştir. Ch’an-yü demiş ki: “Hayır, onlardan olumlu haberi almayıncaya kadar kalacaktır.” Bundan bir sene sonra yaşlı bir kurt [İki kız için yapılan] tepenin yanında gece gündüz uluyarak beklemeye başlamıştır. [Yapılan] tepenin dibinde bir mağara açarak bekleyip kalmıştır. Küçük kız ablasına: “Babamızın bizi buraya bırakmasının amacı, bizi Tanrıyla evlendirmektir. Şimdi kurt geldiğine göre belki de Tanrı olmalıdır ve Tanrının arzusu da olabilir” demiş ve hemen aşağı inip, kurdun yanına gitmiştir. Ablası çok şaşırmış ve demiş ki, “Bu bir hayvandır, bu hareketi anne ve babamıza nasıl yapabilirsin?” Fakat kız ablasının sözünü dinlememiş ve kurt ile evlenmiş, daha sonra çocuklarını dünyaya getirmiştir. Böylece yavaş yavaş çoğalarak devlet haline gelmiş ve Kao-che topluluğu oluşmuştur (Pei-shih, 1974:3270).
Gördüğümüz gibi Kao-ch’eliler aslında Kırmızı Tilerden menşeileniyordu. Kao-ch’e adı ise sadece Çinlilerin verdiği bir isimdir. Kuzeyliler onlara Ch’i-le di-yorlardı. Uygur toplumundan söz ederken Chi-le’nin bir başka okunuşunun T’ieh-le olduğundan bahsetmiştik. Yani Kao-ch’e’lilerin de T’ieh-le soyundan olup M.Ö. kuzeyde bulunan Ti’lerle bir bağı olduğunu görüyoruz. Başlangıçta Ti-li denmesi ile T’ieh-le arasında telaffuz bakımından benzerlik vardır. Ayrıca Kao-ch’e siyasi bir toplumun adı olup, içindeki kavimlerin çoğu T’ieh-le toplumunda görünüyordu. Uygur toplumundan söz ederken, Uygurların da Kao- ch’e’lerden menşeilendiğinden yukarıda bahsetmiştik. Ayrıca Kao-ch’e hakkındaki bu belgede Kao-ch’e toplumunun Hunlarla bir bağı olduğunu da görüyoruz.
Kao-ch’e toplumu hakkında belgeler pek fazla sayılmaz. Fakat bunların dili hakkında birçok araştımacı inceleme yapmıştır. Çin’deki Türk tarihi araştırmacısı Feng-ch’en-chün, Kao-ch’elilerin dilinin Türkçe olduğunu tahmin etmektedir. Amerikalı W.M. McGovern’in araştırmasına göre, Kao-ch’e’liler ve Flunlar bir türeski Türkçe’yi kullanıyordu. İngiltereli E.H. Parker’ın bir çalışmasına göre, “Kankalis” kelimesine, Hun döneminde “Ting-ling”, Wei döneminde (368-556) “Kao-ch’e”, Göktürk döneminde Uygur, Yuan döneminde (1271-1368) “Kenkly” denmiştir. Kenkly, Türkçe bir terim olup araba anlamındadır. Japonyalı Şiroto- ri’nin Çin’in kuzeydoğu kavimleri hakkındaki bir çalışmasında “Wei-shu” adlı kaynak eserindeki “Kao-ch’e” tezkeresinde bulunan bazı kelimelerin Türkçe olduğunu ortaya koymaktadır (örneğin Ulu, Beklik).
Shih-chi ve Han-shu’daki Hunların tezkeresini iyice inceleyerek Çin’deki Türk tarih araştırmacısı Lin-kan bunun üzerinde çalışarak Bahadır veya Batur gibi pek çok kelimeyi de bulmuştur (Lin, 1988:21).
Pei-shih (Kuzey Devletlerin Tarihi)de “Kao-sh’e’liler dili Hunlarla aynı olup çok az farklıdır” ifadesini yukardaki araştırmacıların araştırmalarıyla karşılaştırırsak çok kolay anlaşılır ki, Hunların dili de Türkçe ile az farklı bir dildir.
5. Hsiung-nu (Hunlar)
“Hunların atası Hsia Sülalesi (M.Ö. 21 .yy-lö.yy.) hanedan soyundan olup adı Ch’un-wei’dir. T’ang ve Yü hükümdarı (M.Ö. 21 .yy. kurulan Hsia sülalesinin kurucusu Yü’den önceki iki hükümdardır) döneminden önce, Kuzey bölgelerinde Shan-jung, Hsien-yün ve Hsün-yüler yaşıyordu. Bunlar hayvancılık ile uğraşır ve göçebe hayatını sürdürüyorlardı” (Shih-chi, 1975:2879). Bu kaynakta, Hunlar ile adı geçen üç kavmin nasıl bir ilişki içinde olduğu pek anlaşılmıyor. Bu nedenle tarihte geçen bazı tarihçiler diğer eski kaynaklarına dayanarak bu konu hakkında aydınlatıcı fikirlerini ileri sürmüşlerdir.
“Ch’un-wei Hunların ilk atasıdır. Shang sülalesi (M.Ö. 16.yy.-M.Ö. 1027) döneminde kuzeye kaçmıştır.” Bunun sebebi, “Hsia sülalesinin son hükümdarı Chieh, devletini diktatörce ve zalimce yönettiği için Shang sülalesinin kurucusu olan T’ang, Hsia sülalesini yok ede-rek Chieh’i Min-t’iao adlı yere sürgün etmiştir. Üç sene sonra Chieh orada ölmüştür. Chieh’in oğlu Hsün-yü babasının tüm hanımlarını (kendi annesinden başka) ile evlenerek kuzeye gidip sığınmıştır. Ot ve su takip ederek göçebe hayatını sürdürmeye başlamıştır. Çinliler onları Hsiung-nu (Hunlar) diye adlandırmışlardır. Yao (Hsia Sülalesinden evvelki bir hükümdar) döneminde bunlara “Hsün-yü”, Chou döneminde (M.Ö. 1027-256) “Hsien-yün”, Chin döneminde (M.Ö. 256-221) ise “Hsung-nu” (Hunlar) denmiştir” (Shih-chi, 1975:2880).Bu açıklamalara göre Hunların atası, Hsia sülalesinden çok evvel kuzey bölgelerde yaşıyordu. Dolayısıyla Hunların atasının Hsia sülalesinden gelmesi pek mantıklı değildir. Belki, Hsia sülalesi soyundan gelen prensi Chün-vvei kuzeyde mevcut olan Hunların atalarına sığınmış olabilir.
Fakat, Hunların Türklerin atalarının olup olmadığı hakkında bir çok tartışmalar vardır. Wang-kuo-wei’nin bir araştırmasına göre, Hunlar, burnu yüksek, gözleri derin ve sakallıdır. Büyük ihtimal le Hunlar’ın tipi eski Orta Asya’da yaşayan halklarla aynıdır. (WA, 1968:588- 598). Linkan, Moğolistan’ın Noyan Dağlarında (Hun hükümdarının merkezi) bulunan Hunlara ait bir mezarda bulunan ipek üzerine işlenmiş olan, mavi gözlü, sakallı bir adam resmine ve Shan-hsi eyaletinin An nahiyesinin Fen-hsi kasabasında, 140 numaralı mezarda bulunan bir bakır süsleme üzerindeki Hunlara ait yüksek burunlu bir adam resmine dayanarak, Hunların Türk soyundan olduğunu iddia etmektedir (Lin, 1988:22). Ma-chan-shan, M.Ö. 1. yy.’a ait Han Sülalesinin generali Huo-ch’ü-pin’in (bu şahıs hayatında sürekli Hunlarla savaş yapmıştır) mezarı yanına dikilmiş “At Ayağı Altındaki Hun Askeri” adlı taş yazıtta, yüz üstü yerde yatan, elinde ok ve yay bulunan bir Hun askerinin sakallı fakat gözü derin olmayan, burnu da yüksek olmayan bir resme dayanarak, Wang-kuo-wei’e destek vererek Hunların Türk ve Orta Asyalı olmadığını ileri sürmektedir (Ma, 1962:44-45). Ayrıca, Mierow, Avrupa Hunlarının lideri Atila’nın tipinin daha çok Moğol tipine benzer olduğunu iddia etmektedir (Ma, 1962:45- 46).
Hunların dilinin Türkçe olup olmadığı hakkında da birçok tartışma mevcuttur. Hunların dilinin Moğolca olduğunu başta Alman P.S. Pallas olmak üzere (1776), B. Bergmann gibi araştırıcılar bu fikri savunmuştur (1804). Sonra İngiliz H.H. Howorth daha geniş araştırma yaparak, Hunları, antropoloji bakımından Mongoloid tipine mensup olduğunu, fakat dilinin hem Türkçe hem de Hun-Oungrice’ye mensup olduğuna açıklık getirmiştir (1933). Japon araştırmacısı Şıratorı, Hunların dilinin önce Türkçe olduğunu iddia etmiş, daha sonra da Moğolca olduğunu iddia etmiştir. Ayrıca Hun toplumunun çekirdeğinin Moğollar olduğunu da savunmuştur (1923) (Ma-chang-shou, 1962:47).
Hunların dilinin Türkçe olduğunu savunanlar başta Fransa Aremusat (1820) olmak üzere I. Klaptoth (1825), E. Chavanes, W. Radloff(1891), B. Loufer (1919), E. Parker (1919), P. Pelliot (1931), F. Krouse (1925) ve A.İ. Bernştat (1951) gibi Türkologlardır.
Bunlar, Hunların dilinin Türkçe olduğunu ortaya koymaktadırlar (Ma,1962:47-48). Ayrıca Hunlar 91 senesinde batıya doğru kaçarken bazı yaşlılar ve zayıf kalan bir grup Hunlar Kuçar’da teşkilâtlarını kurmuşlardır.
Tarihte bunlara Yüe-pan demişlerdir, örf ve adetlerinin ve dilinin Kao-ch’eliler ile aynı olduğunu kaynaklarda yazmaktadırlar (Wei-shu, 1974:2268). Buna göre, dil bakımından Hunlar ve Kao-ch’eliler’le benzerlik vardır. Shih-chi ve Han-shu’daki Hunların tezkeresini iyi inceleyecek olursak, onların bir konfederal toplum olduğunu görmekteyiz ve Hunların idaresi altında çeşitli etnik kavimler bulunmaktadır. Mesela proto Türk, proto Moğol, proto Tunguz hatta Çinliler de vardır. Bunların bir teşkilat altında birbiriyle asimile olma imkânı vardır. Yalnız Hunlar derken Hun Hanedanlığını mı yoksa tüm toplulukları da mı içerir? Eğer tüm toplulukları içeriyorsa, Hunlar’ın Türklerin (Uygur, Kırgız, Kao-che,Tıeh-le veya Göktürk) atası olması pek doğru değildir. Söz konusu sadece Hun hanedanının Türklerin atası olduğu kanaatindeyiz. “Han Sülalesi Tarihine” göre “Hunlar Chün-wei’den Touman’a (Tuman olabilir. Me-tünun babası) kadar bin yıldan fazla yaşamışlardır. [Bu toplum] bazen parçalanıp, küçülmüş bazen birleşip büyü-müştür. Bu olaylar çok önceleri olduğu için onların silsilesi bilinmemektedir. Fakat Me-tu’ya gelince, Hunlar çok kuvvetli bir toplum olarak ortaya çıkmaktadır. Hunlar, kuzeydeki tüm kavimleri hâkimiyeti altına almış, güneydeki Çinlilerin de kuvvetli düşmanı olmuştur. [Şu anda] Onların soyadı ve unvanı hakkında bazı örnekler verebiliriz. Ch’an-yü’nün (Hun hükümdarlarının unvanı, Göktürklerin Kağan unvanı ile eşittir) soyadı Luan-ti olup, memleketttekiler ona “Cheng-lı Ku-tu Ch’an-yü” diye hitap ediyorlar. Hun dilinde göğe Ch’eng-li, oğluna Ku-tu derler. Chan-yü ise geniş ve büyük bir hali ifade etmektedir. Bunun anlamı gök gibi geniş ve büyük demektir” (Han-shu, 1962:3751)
Görüldüğü gibi, Ch’eng-li, Türkçedeki Tangri veya Tanrı anlamındadır. Ku-tu da Türkçe Oğul anlamındadır. Yani tanrı oğlu demektir. Bu da Orhun Yazıtındaki “Tanrı tek Tanrı da bolmuş Türk Bilge Kaan” ifade tarzıyla benzerlik bulunurken, Hunların hanedan soyunun Türkçe kullandığını açıkça ifade etmektedir.
Bundan başka Hunların idarecilik sistemi sağ ve sol diye ikiye ayrılıyordu. Mesela sağ Ku-lu, sol Ku-lu iki bölgenin en büyük hükümdarıdır. Sağ Ku-tu-han ve Sol Ku-tu-han onların yardımcısıdır. (Han-shu, 1962:3751). Sağ ve Sol Ku-lu iki bölgenin hükümdarı olduğuna göre Ku-lu’nun, Türkçe “kolu” olma ihtimali vardır. Yani Ch’an-yü’nün “sağ kolu” ve “sol kolu” demektir. Ku-tu-hoü’nun, Türkçe’de “kutluk” olma ihtimali vardır.
Yukarıda Uygur, T’ieh-le ve Kao- ch’elilerln Hunlardan menşeilendiğini göstermiştik. Bunlar Türk olduğuna göre, ataları olan Hunların da Türk olması muhtemeldir.
6. Ting-lin’ler
İlk olarak Shih-chi’de rastlanmada-dır. M.Ö. 3. yüzyıllarda Me-tu, Hunların kuzeyinde yaşayan Ting-lin’leri mağlup etmiştir (Shi-chin, 1975:2893). M.Ö. 69 yılında Ting-lin’ler, Wu-huan ve Wu- sun’larla birlikte Hunlara saldırmışlardır (Han-shu, 1962:3787). Hun hâkimiyeti-ni zayıflatan bu darbeden sonra Ting- lin’ler M.Ö. 61 yılında tekrar Hunlara saldırmışlardır (Han-shu, 1962:3788). M.Ö. 49 yılnda Hunlar, Ting-lin’leri ve Chien-k’un’ları (Kırgız) hâkimiyeti altına almıştır (Han-shu, 1962:3800). 85 yı-lında Ting-lin’ler, Wu-han’lar ile birlikte Hunlara yaptığı bir taarruzda, Hunları tamamen zayıflatmıştır. Hunlar batıya ve Çin’e doğru kaçmışlardır (Hou Han-shu, 1965:2950-2952).
Hunlar kuzey bölgelerden çekildikten sonra, bu bölgelere Ting-lin’ler ve Wu- huan’lar hâkim olmuştur. Bu arada Ting- lin’ler ikiye ayrılırken bir grup Orta Asya’ya (Semarkent’in kuzeyinde) yerleşmişler (Batı Ting-lin’ler). Bir grup da Baykal Gölü’nün güneyinde yerleşmişlerdir (Kuzey Ting-linler). Daha sonra kuzeydeki Ting-linlerden ayrılıp çıkmış olan birgrup Ting-linler, Kan-su eyaletinin He- hsi bölgesine yerleşmiştir (Tıng-chi’ien, 1962:407-430). V. yüzyıllarda kuzeydeki Tîng-lin’lerden başka Ting-lin’ler tarihte kaybolmuştur. Çin hudutuna yakın olan Ting-lin’leri, güneyliler, Ting-lin veya Ko- a-ch’e diye adlandırmaya başlamışlardır. Çin bölgelerine sığınan Ting-lin’ler hep Ti soyadını kullanmışlardır (Chou- wei-chou, 1983:8-30). Kao-ch’elerin ortaya çıkmasıyla Ting-lin ismi tarihte kaybolmuştur. Yani Ting-lin’ler sonradan Kao-ch’e şeklinde devam etmiştir. Bilindiği gibi Kao-ch’e toplumunundaki altı soyun içinde, Ti ve Uygur toplumlarının çekirdeği olan Yuan-hu boylan vardır. Kao- ch’e toplumundaki Hsie-pi (Çibil) boyu da Uygur toplumunda bulunmaktadır. Kırgız Kavmini oluşturan He-ku boyu da Kao-ch’e toplumunda mevcuttur (Chou- wei-chou, 1983:34-36). Ting-lin ve Kao- ch’e’ler arasındaki bağ açıkça ortadadır.
Ting-lin hakkında gerek Çin’de gerek Rusya’da antropoloji, arkeoloji ve tarih bakımından derin araştırmalar bulunmaktadır. Chou-lian-k’uan, Rus araştırmacılarının Minusisk Vadilerindeki arkeolojik çalışmasına dayanarak, M.Ö. 3000-M.Ö. 2000 yıllarında asıl Avrupa ırkı olan Ting-lin’ler Batıdan doğuya, yani Sibirya’ya yerleştiklerini söyler. M.Ö. 1200-M.Ö. 700 yıllarında Mongoloid insanlarla karışmıştır. M.Ö 700- M.Ö 200 yıllarında tekrar Batıdan gelen bir grup AvrupalIlar ile karışmıştır. Böylece Mongoloid tipi de azalmış oluyor. Hun dönemine ait mezarlarda bulunan kafa kemiklerinin incelenmesine göre Hunlar dâhil Ting-lin’lerin tipi çok karışıktır. Fakat asıl Mongoloid tipindekilerle çok farklıdır (Lin-Kan, 1987:55- 60). Yenisey bölgesindeki Chien-k’un- lar (Kırgızların atası), Ting-lin’lere göre daha batıda olduğu için Avrupa ve Mongoloid karışımı az olmuştur (Lin- kan, 1987:73-76). Bunu T’ang dönemin (618-906)’deki Ha-ka-ssu (Hakas)lar- dan da görebiliriz. Yeni T’ang Sülalesi Tarihi adlı esere göre, Kırgızların atası olan Ha-ka-ssülar hem Çin tipine, hem de “uzun boylu, kırmızı saçlı, beyaz tenli ve yeşil gözlü” tipe sahip idiler (Hsin T’ang-shu, 1975:6147).
Chu-po-lung’un bir araştırmasına göre Ting-lin’ler eski Sibirya’da yaşayan, Avrupa ırkından olup, Chien-k’unlar’ın sıkıştırmasıyla doğu ve güneydoğuya sürülmüştür. Ve orada Mongoloid insanlarla karışmış, kendi ırkını kaybetmiştir. Bu nedenle Ting-lin’ler Uygur ve Göktürklerin ataları olamaz diye değişik bir fikir ortaya koymaktadır (Lin-kan, 1987:843-844). Buna karşı Wang-ju-we- i birçok tarihi kaynaklara dayanarak, Ting-lin’lerin Kao-ch’e, Tieh-le ve Uygurları oluşturan temel unsur olduğunu ortaya koymuştur (Lin-kan, 1987:25-54, 841-842).
7. Jung ve Tiler
M.Ö: 771-480 yıllarında bu iki toplum Çin’in kuzey vekuzeybatısında yaşıyordu. Jung’larda yirmiden fazla kavim ve boy vardır. Bunların arasında Tibet, Türk ve Tunguz unsurları mevcuttur. Tı’ler ise dört kavimden oluşturulmuştur. Bu iki toplum tarihi eserlerde önce Jung sonra Ti olarak gö-rünmüştür. M.Ö. Vll-V. yüzyıllara ait eski eserlerde sık sık rastlanmaktadır. Yukarıda Kao-ch’e kavmini incelerken, Tiler’in Kao-ch’elerin atası olduğunu göstermiştik.
Batı araştırmacıları, bunların Türk ve Türk unsurunu taşıyan iki toplum olduğunu ileri sürmektedirler (Togan, 1981:400-401). Wang-kuo-wei eski Çince kaynaklara dayanarak bunların, Hunların temel kavimleri olduğunu kabul etmektedir (WA, 1968:585-588). Jung ve Ti’ler hakkındaki incelemeler bu çalış-mamızda daha ayrıntılı araştırılacaktır.
8. Hsün-yü ve Hsien-yünler
M.Ö. 1027-771 yıllarında bu iki top-lum Çin’in kuzeyinde yaşıyordu. Yukarıda Hunlardan söz ederken bu iki kavmin Hunların ataları olabileceğini ileri sürmüştük. Yani bunları “Yao dönemindeki Hsün-yü, Chou dönemindeki (M.Ö.256- 221) Hsiung-nu (Hun)’dur.” (Shih-chi, 1975:2880). Bu iki toplum bu çalışmamızda ayrıntılı olarak incelenecektir.
9. Kui-fang (Wei -Fang)’lar
M.Ö. 1600-1027 yılları arasında Çin’in kuzey bölgelerinde yaşamış olan kuvvetli bir toplumdur. Wang-kuo-wei’in bir araştırmasına göre, bu toplum daha sonra ortaya çıkan Ti’lerin atasıdır (VVA, 1968:566-574). Tuan-lien-ch’in bir araştırmasına göre, bu toplum Tı ve Ting- Imlerin atasıdır (Lin-kan, 1987:86-97). Bu toplum hakkında bu çalışmamızda ayrıntılı inceleme yapacağız.
10. Ch’üan-yi
Bazı kaynaklara göre K’ung-yi ve Ch’üan-jung’da deniliyor. Bu kavim tarih kaynaklarında ilk olarak M.Ö. 2146 senesinde ortaya çıkmıştır. Shih-chi’nin bir açıklamasına göre, bu toplum hem Jung’luların hem de Ti’lilerin atasıdır (Shih-chi, 1975:2882). Wang-kuo-wei’in bir araştırmasına göre, bu toplum Hsün- yü ve Hsien-yün’lerle aynı telaffuzda olup Hsün-yü ve Hsien-yün’ler’in Ch’üan-yi toplumunun bir uzantısı oldu-ğunu iddia etmektedir (VVA, 1968:573- 574).

A. Hsia sülalesi ve hanedan soyu
Çinlilerin ilk resmi tarih kitabı olan Shih-chi ve eski çağlara ait çeşitli eserlere göre; Hsia(l) sülalesi (M.Ö. 2100-1600), Çinlilerin ilk sülalesi olarak bilinmektedir.
Hsia sülalesi tezkeresine yer veren Shih- chi’nin belirttiğine göre Hsia Sülalesi “Yü” fa adlı bir kavim lideri tarafından kurulmuştur. Yü’nün babası Kun, Kun’un babası Chu- an-hsü, Chuan-hsü’nün babası Chang- yi ve onun babası da “Sarı İmparatordur (Shih-chi 1975:49). Görüldüğü gibi bu sıralamada Yü’nün atası “Sarı imparator”a bağlanmıştır.
Yü’nün soyunun çok karışık olduğu görülmektedir. Bunun nedeni ise, Çin topraklarında, aynı zamanda proto Çinliler, proto Türkler ve proto Tunguzlar’ın karmaşık halde yaşaması olabilir. Bunlar, savaş ve göçebelik gibi sebeplerle sık sık taşındıkları için yaklaşık iki bin yıl önceki olayları Shih-chi açıkça kaydedememiş de olabilir. Ya da Çin milleti, Han Sülalesi (M.Ö. Çin 220-M.S. 23) döneminde şekillendikten sonra Shih-chi gibi tarihi eserleri, kendi milletini duygusal biçimde ileri sürmek ve devlet birliğini sağlamak için Hsialılar’ın Çinli olduğunu yazmış olabilir. Çünkü yukarıda kullandığımız bazı kaynaklar, Shih-chi’den önce yazılmış ve bunu da ispat etmiştir. Ayrıca söz konusu olan eski eserlerde Yü’nün soyunun Batı Ch’ang, Batı Yi ve ya Jung (Hun) kavimlerine ait olduğu ka yıtlıdır. Yani Hsia sülalesinin hanedar soyunun Çinli olması şüphelidir.
Dikkatimizi çeken ve bize çok ilgim gelen konu ise, Shih-chi’nin Hunlar Tez keresi’nde yer alan bilgileridir. Bu tezke rede Hunlar’ın atasının Hsia haneda soyundan geldiği ve adının “Ch’un-we olduğu yazılmaktadır (Shih-chi,1975:2879). Shih-chi’nin bir açıkli masına göre: “Ch’un-wei, Yin dönemir de (M.Ö. 1300-1028) kuzeye kaçmıştı (Shih-chi, 1975:2880). Shih-chi başk bir kaynağa dayanarak daha geniş bil vermektedir. “Hsia sülalesinin son hi kûmdan olan Chieh, devletini zalirru yönettiği için, Hsia sülalesi sona ermişti Böylece yerine Shang sülalesi geçmiş (M.ö. 1600-1028). Shang sülalesinin hükümdarı olan T’ang, Hsia sülalesir son hükümdarı Chieh’i, Min-tiao adlı yere kadar kovalamıştır. O burada üç se sonra ölmüştür. Chieh’in oğlu Hsün-yü üvey anneleri ile evlenmiş, kuzeye kaç rak göçebe bir hayat sürmüştür. Bunlara Çinliler Hsiung-nu (Hunlar) demişlerdir” ( Shih-chi, 1975:2880). Kaynaklarda Ch’un-wei ile Hsün-yü’nün aynı kişi olduğu göze çarpmaktadır. Kanaatimizce Hsün-yü kavmin adıdır. Ch’un-we- i ise bu kavmin lideri olabilir. Böylece Hunlar’ın atalarının, Hsia sülalesi ile bağlantısının olduğu ortaya çıkmaktadır. Yukarıda verdiğimiz bilgilerden sonra, bazı araştırmacıların Hunların Moğol soyundan olduğu iddiasını dikkate alacak olursak, Hsia sülalesinin hanedan soyunun proto Türk veya proto Moğollarla bir ilişkisinin olabileceği kanaatine varabiliriz.
Hsia sülalesi dönemindeki Türk kavimleri
Çin tarihi ile ilgili yapılan araştırma-larda Hsia sülalesi zamanında yazının mevcut olup olmadığı hakkında tartış-malar yapılmıştır. Hsia sülalesinin baş-kenti bugünkü He-nan eyaletinin Erh-li- t’ou kasabası idi. Burada Hsia sülalesine ait olan yirmiden fazla ilkel yazılar bulunmuştur, fakat bu yazıların ne anlamda olduğu daha aydınlanmamıştır.
Bu asrın başında, M.Ö. 1400-1300 yıllarına ait ilk Çince yazılar bir kazı so-nucunda bulunmuştur. Onbeş bin kemik parçasına ve beş bine yakın kaplumba-ğa kabuğu üzerine yazılan yazılardan ancak bin tanesi açıklanabilmiştir. İlk çağlarda bu yazılar sadece fal için kulla-nılırken daha sonra diğer olaylardan da bahsetmeye başlamıştır. Bu yazıların or-taya çıkmasının önemli bir tarafı da M.Ö 841 yılına ait, siyasi, tarihi ve edebi ko-nularla ilgili bilgilerin bulunmasıdır. Hatta Chou sülalesindeki derebeylikler zamanında bile edebiyat ve siyaset ile ilgili mevzular burada kayıtlıdır (Fen, 1978:43).
Chou sülalesi M.ö. 841 yılından M.ö. 3. yüzyıla kadar çok parlak bir dönem yaşamıştır. Bu dönemden önceki ağız-dan ağıza dolaşan tarihi ve edebi olayla-rı Chou döneminde yazıya dökerek, bize kadar gelmesini sağlamışlar, ayrıca Türk kavimlerinin adını yazarak bugünkü bilgilerimizin elde edilmesini sağlamışlardır.
Shih-chi’ye göre, Shang-jung ve Hsün-yülar “Tang-yü” döneminde (Hsi- a’dan önceki dönem) Kuzeyde yaşıyorlardı. “Hsün-yülar’a “Yao döneminde Hsün-yü, Chou döneminde (M.Ö. 1027- 206) Hsiung-nu (Hunlar) denilmiştir (Shih-chi, 1975:2880). Han sülalesi tari-hinin (M.Ö. 206-M.S. 25) Hunlar Tezke-resinde Hsün-yü ve Hsien-yün hakkında bir açıklama daha vardır. Hsün-yü ile Hsien-yün, Hsiung-nu (Hunlar)’nun başka bir adıdır, sadece telaffuzu değişiktir (Han-shu, 1962:3743). Fakat söz konusu Hsün-yü kavminin Hsia döneminde yaşayıp yaşamadığını söylemek zordur. Çin sosyal akademisi tarafından yayınlanmış olan “Çin’in Kuzey Milletleriyle İlişkisinin Tarihi” (ÇKMT) adlı kitapta da Shih-chi’ye dayanarak, Shan-jung, Hsün-yü ve Hsien-yün gibi kavimlerin Hsia sülalesi döneminde ve bundan ön-ce de var olduğundan bahsedilmektedir (ÇKMT, 1987:25-32). Çin alimi Wang- kuo-wei, Türklerin eski kavimleri hakkın daki araştırmasında, Hsün-yü’lerin Cho- u sülalesinin ilk döneminde meydana geldiklerini ortaya koymuştur. Yani Hsia sülalesi döneminde söz konusu kavimlekavimlerin yok olduğunu savunmuştur (WA, 1968:574-578).
Ch’üan-Yiler (Kuan-yiler)
Ch’üan, tarladan geçen çay demektir. Yi, göçebe ve avcı kavimlere verilen bir addır. BTY adlı kitapta “Dokuz Yi”den bahsedilmektedir (WA 1968:5517). Bilindiği gibi “Yi”ler San İmparator’un kavmi olmayıp, avcılık ve göçebelikle meşgul olan kavimlere verilen genel bir ad dır.(18) “Yi” toplumunun içinde proto Türk kavminin olup olmadığını söyleye-bilmemiz için yeterli açık kaynak bulun-mamasına rağmen, bu kavmin içinde proto Türkler’in bulunduğunu söyleyebiliriz.
Çin âlimi Wang-kuo-wei eski Türk kavimleri hakkındaki yoğun araştırmala-rından sonra, Ch’üan-yi’nin Hung-yi ol-duğunu ispat etmiştir. Aynı zamanda Ch’üan-jung, Hsün-yü, K’ung-yi veYen- yün gibi kavimlerin de yukarda bahsettiğimiz kavimle aynı soydan geldiklerini söylemiş, Chou dönemindeki Ch’üan- jung ve Han dönemindeki Hunların da aynı soydan geldiğini iddia etmiştir (WA, 1968:574). “Chin Sülalesinden Önceki Milletler Tarihi” adlı kitapta da bu fikir savunulmuştur (CÖMT, 1988:29). “Çin’in Kuzey Milletlerinin İlişkileri Tarihi” adlı kitapta da aynı fikir ileri sürülmektedir (ÇKMT, 1987:29). Ayrıca “Tzu-ha- i Ansiklopedisinin Milletler cildinde (TH, 1982:115) ve “Çin Milletler Sözlüğü’’nde görüş birliği vardır (MS 1987:93). Bize göre Ch’üan-yilerin proto Türk kavmi olduğu fikrine varmak mümkündür. Ayrıca Shih-chi’ye göre, “Chou İmparatoru Mu (M.Ö.847-928) Ch’üan-jung’a taaruz etmişti. İmparator bu seferden dört tane Beyaz Kurt ve dört tane Beyaz Geyik ile ülkesine dönmüştü (Shih-chi, 1925:2881). “Han Sülalesi Tarihi” adlı kitapta bu olay aynı şekilde bahsedilmektedir (Han-Shu, 1965:3744). Bu iki eserde sözkonusu olan Kurt ve Geyik bilinen hayvan anlamında değil, kavim anlamında veya kavmin sembolü ve totemi anlamında kullanılmıştır. Bu da bize Kao- cheler ve Göktürklerin kurt ile ilgili rivayetini ve Moğollar’ın türeyiş efsanesini hatırlatmaktadır. (20)
Hsia Sülalesi zamanında Çin’in kuzey bölgelerinde (Moğolistan dâhil) birçok kavim yaşamaktadır. Bu kavimlerin hangisinin proto Türk olduğu Çin kaynaklarında açıkça yazılmamıştır. Ancak BTY, Shih-chi ve Han-shu adlı kaynaklardan ve günümüzdeki özellikle Çinli alim Wan-kuo-wei ve diğer araştırmacıların fikirlerinden çıkardığımız sonuç şudur; yukarıda bahsettiğimiz kavimlerin içinde bir proto Türk kavmi yaşamıştır. O da Ch’üan-yilerdir.
1. Hsia sülalesine ismini veren “Hsi- a” kelimesine kimi araştırmacılar Yü’nün kendi memleketine verdiği ad olduğunu söylemekte (Shih-chi, 1975:69), kimisi de Yao hükümdarı tarafından verilen bir kavim adı olduğunu (ÇKMT, 1987:34), bazıları da, Yao hükümdarı tarafından verilen bir unvan olduğunu yazmaktadırlar (CÖMT, 1988:158). Son zamanlarda Hsia kelimesi (asıl anlamı yaz mevsimi demektir) orta memleket, kültürlü memleket, büyük memleket haline çevrilmiştir.
2. Yi, en eski kaynaklara göre, hayvancılık ve balıkçılık ile meşgul olan halklara ve boylara verilen bir kelimedir. Yi’nin anlamı ok ve yayı sırtında taşıyan bir kimse demektir. M.Ö. 22.yy. M.Ö. 7. yy. arasında Çin kaynaklarında belirtilen Dokuz Yi’lilerin içinde Türk kavimleri, Tunguz kavimleri, Tibet kavimleri hatta Kore kavimleri de yer almaktadır. M.Ö. 7. yüzyıldan sonra Çin topraklarında yaşayan halklar, çevresinde göçebe ve balıkçılıkla meşgul olan topluluk ve boyların birbiriyle farklı olduğunu öğrendikten sonra, özellikle Çin’in kuzeydoğusunda yaşamış olan topluluklara ve boylara “Yi” demişlerdir. Yi kelimesinin Han sülalesinden sonra anlamı biraz değişmiştir. Yi, barbar ve kaba olan milletler ve boylara verilen özel isim olmuştur. Son iki yüzyıldan beri Çinliler yabancılara, genellikle Batılılara, Yi ismini vererek aşağılamışlardır (MS, 1987:368; TH, 1982:203-204).
3. Anlamı “Köpek Jung” olan Ch’üan- jung, Büyük Jung federasyon ailesinden olup Shan-hsi eyaletinin Wei ve Chin nehrinin etrafında yaşamışlardır. Tarihte çok kuvvetli bir kavim olarak geçmişlerdir. Çindeki bazı tarihçiler bunların Hunların atası olduğunu ileri sürmektedirler (TH, 1982:115, MS, 1983:93).
4. Çin’deki araştırıcıların bir kısmı Hsia Sülale hükümdarının soyuna Shih- chi’ye dayanarak Çinli diyorlar. Çoğunluğu da proto Tunguzlardan olduğunu ifade ederler (Pai, 1980:53-54).
5. Bronz dökme sanatı, Eberhard’ın iddiasına göre ilk önce Türk kavimleri tarafından kullanılmıştır (Eberhard, 1987:24).
6. Ma-chia-yao: Bugünkü Kan-sünun doğusu ve Ch’iang-hai, Ning-hsia eyale-tinin arasında bulunan (M.Ö. 3000-2000 arası), Lung-Shan kültüründen biraz farklı olup, batılı junglular ile ilişkili olan bir kültürdür (CÖMT, 1988:40-42).
7. Chi-chia kültürü: Bugünkü Kan-su eyaletinde bulunan, diğer kültürlerle biraz farklı olan bir kültürdür. Bu kültür döneminde özellikle, taş balta, taş bıçak hatta bakır ile yapılan küçük eşyalar gibi buluntular ortaya çıkmıştır. Kolayca taşınabilen ve savaşta kullanılabilen aletler bulunmamıştır. M.Ö. 2100-1700 yılları arasında bu kültüre sahip olan insanlar, yarısı yer altında bulunan evlerde yaşamışlar, ölüyü toprağa gömmüşler ve ataerkil bir hayat sürmüşlerdir. Zengin ve fakir kavramı ile birlikte sınıflar ortaya çıkmıştır. Mezarlarda başı, kolu, bacağı olmayan ve vücudu paramparça olan cesetler bulunmuştur. Bu da ceza kanunlarının ve savaşların olduğunu göstermektedir. Araştırmacılar bu kültüre ait olan insanların “Batı Jung”lardan olduğunu iddia etmişlerdir (CÖMT, 1988:42- 43)
Shang sülalesi ve hanedan soyu
Shang sülalesi Çin tarihinde kurulan ikinci feodal toplum olup, M.Ö. 17-11. yüzyıllar arasında yaşamıştır. Bu impa ratorluk süresince 18 nesil yaşamış ve 30 hükümdar tahta geçmiştir (CÖMT, 1988:226). Bu sülale Çin tarihinde önemli bir sülaledir.
Shanghların soyu hakkında, Shih-chi kitabında şöyle yazılmaktadır: “Shanglıların atası olan Ch’i’nin annesinin adı Chien-ti’dir. Chien-ti, Yo-jungluların hükümdarının kızı olup Yao hükümdarının ikinci hanımıdır. Bir gün Yao’nun üç hanımı bir nehirde banyo yaparlarken, siyah kuşun yumurtasının gökten düştüğünü gören Chien-ti, bu yumurtayı yutmuş ve hamile kalmış, böylece Ch’i’yi dünyaya getirmiştir.
Ch’i büyüyünce Yü’nün (Hsia sülale-sinin ilk hükümdarıdır) yanında Sarı Nehrin taşmasına çare bulmak için çalışmıştır. Böylece büyük hizmet vermiştir. Hükümdar Shun (5) Ch’i’nin çok kabiliyetli olduğunu duyunca ona şunları söylemiştir: “Halklar birbirini sevmiyorlar, örf ve adetler bozulmuştur. Onları eğitmen için sana Ssu-tu (6) unvanını vereceğim. Sen onları eğiteceksin.” Ch’i’ye bu büyük başarısı dolayısıyla “Shang” adlı bölgeyi vermiş, “Tzu” soyadını da almıştır” (Shih-chi, 1975:91).
Çin kaynaklarında, kuş ve kuş yumurtasından türeyen efsanelere sık sık rastlamaktayız. “Tso-chuan adlı eski tarih kitabında, Çin’in kuzeydoğusunda yaşayan efsanevi hükümdar Shao-ha- o’ya hükümdar olduğu gün bir tavus kuşu (phoenix) gelmiştir. Bu hadiseden sonra bu kuşu kendi sembolü olarak kabul etmiş ve hukuk sistemlerinde de çeşitli kuş isimleri kullanmıştır (OKK, 1979 :2083). Aslında kuş yumurtasından türemiş olan birçok kavim vardır. Bunlardan bazıları Çin’in kuzeydoğusundaki Hsü- jung’luiar ve Huai-yili- ler, Çin’in doğusundaki eski Kore kavimleridir (CÖMT, 1988:26).
Diğer taraftan bir çok Türk kavmi de avcı kuşları kendi sembolleri olarak benimsemişlerdir (Ögel, 1989:585-595).
Çin’in efsanelerinde yer alan hanedanların kendilerine has sembolleri vardır. Araştırmacılar Çin’in kuzeydoğu kesimindeki halkları, kuş ve kuşyumurtasından türemiş kavimler olarak kabul etmektedirler.
Shang sülalesi dönemindeki Türk kavimleri
Shang sülalesinde yazının ortaya çıkmasıyla birlikte birçok meselenin çözümü de kolaylaşmıştır. Tarihi eserlere göre, Shanghların kuzeyinde Hsün- yü’ler, Yen-yünler, Kui-fanglılar, Ch’üan- junglular, Ch’üan-yililer ve Tililer ile daha birçok göçebe kavimler de vardır (CÖMT, 1988:268). Shang memleketinin batısında ise Hsi-junglular Ti’liler, Ch’ianglılar ve K’ung-yililer gibi göçebe kavimler de bulunmaktadır (CÖMT, 1988:242).
Birinci bölümde anlattığımız Hsialılar doğu kesimindeki kavimlerle ilişkide bulundukları gibi, Shang’lılar da kuzey kesimdeki kavimlerle yoğun ilişkide bulunmuşlardır. Dolayısıyla bugünkü Çin’in kuzeybatısındaki proto Türk kavimlerini incelemek biraz daha kolaylaşmış bulunmaktadır.
Kui-fang:
“Kui” bu kavmin adıdır. “Fang” ise yöre, bölge anlamındadır. Wang kuo-wei’nin araştırmasına göre, Kui-fanglılar en eski Türk kavimlerinden biridir. “Chou-yi” adlı kitapta Choulular ile Shang imparatoru Kao-tzung, Kui- fanglılara taaruz etmiş, üç sene sonra da Kui-fanglılar’ı ancak yenmişlerdir. Fakat bu savaşta Shanglılar çok zarar görmüşlerdir. Shanglılar, zaferlerini inek keserek kutlarken, Shanglılarla birlikte savaşan Choulular küçük hayvanları keserek kutlamışlardır. Bu savaşta Choulular’ın Cheng-yüng adlı komutanının önderliğindeki askerler büyük hizmet gösterdiği için Shang tarafından hediye ile ödüllendirilmiştir. Shang ve Choularınde içki içmişlerdir. Esir düşmüş olan Ku- i-fanglılar, fazla içki içmekten sarhoş olan Shang ve Chouluların muhafaza askerlerini öldürürek kaçmışlardır (OKK, 1979:71-72). Bu olay BTY adlı kitapta da yer almaktadır. Sözkonusu kitapta: (19) “Wu-ting’in saltanatının otuzikinci yılında (M.Ö. 1266) Kui-fanglar’a sefer yapılmıştır. İkinci yılında (M.Ö. 1265) Ching adlı yerde savaş olmuştur (bugünkü Hu- nan ve He-per eyaletinde), otuzdördüncü yılında (M.Ö. 1264) Shang ordusu, Kui-fanglılar’ı mağlup etmiştir” diye yazılmaktadır (WA, 1968:5603-5604).
Çin edebiyat tarihinin en eski şiir kitabı olan “Shih-chin”de şunlar yazılmaktadır: “Nefretlerimiz Çin topraklarına yayılıyor. Hatta uzaktaki Kui-fanglılar’a kadar”(OKK, 1979:553). Choular’ın “Wen” adlı hükümdarının, Shang Sülalesinin son hükümdan Choüya karşı kendi nefretini anlatan bu şiirden ve yukarıdaki kaynaklardan da, Shang döneminde Ku- i-fanglılar’ın yaşadığını öğrenmekteyiz. Shang Sülalesinin Wu-ting döneminde (M.Ö. 1238-1180) kaplumbağa kabuğu üzerine yazılan yazıda, mağlup olan Ku-fanglılar’ın uzak bir yere kaçtığını yazmaktadır (ÇKMT, 1987:37). “Shih-chi”ye göre, Shang Sülalesinin son hükümdarı olan Chou, Hsi-pe-chang (Choulular’ın lideri), Chiu-hou ve E-hou adlı üç kişiye “Beylik” unvanı vermiştir. “Shih-chi”nin açıklamasına göre, buradaki Chiu-hou, Kui-fanglılar’ın lideridir (Shih-chi, 1975:64). Shang’ın son hükümdan Cho-u, Kui-fang Bey’inin kızı ile evlenmiş, fakat bu kız hükümdarın acımasız baskısına karşı çıktığından öldürülmüştür (Eberhard, 1942:129). Yukarıdaki bilgilerden anlaşıldığı gibi, Kui-fanglılar’ın Shang Sülalesiyle siyasi açıdan bir ilişkisinin olduğu ortaya çıkmaktadır.
Shang Sülalesinin hükümdarı Wu-yi döneminde (M.Ö. 1129-1095) Choulular da Kui-fanglılar ile savaşmıştır. BTY adlı kitapta şunlar yazılmaktadır: “Shanglılar’ın hükümdan Wu-yi’nin saltanatının otuzbeşinci yılında (M.Ö. 1094), Choulular’ın lideri Chi-li, Hsi-luo adlı yerdeki Kui-fanglılar’a saldırmış ve Ti kavminin yirmi liderini ele geçirmiştir.” (WA, 1968:5525-5607) “Han Sülalesi Tarihi” adlı kitapta da aynı olaylardan bahsedilmektedir (Han-shu, 1962:2870). Bu kay-nağa göre Kui-fanglılar’ın, daha sonraki Chou döneminde (M.Ö. 1027-256) orta-ya çıkacak olan eski Türk kavmi Ti’lilerle aynı toplum olduğu anlaşılmaktadır.
Çin’in Shan-hsi eyaletinin Me- i nahiyesinde bulunan bakır çömlek üzerine yazılan yazılara göre: “Chou Sülalesinin hükümdarı K’ang (M.Ö. 1004-967), Yü adlı bir kişiye” ömür boyu göçebe kavimleri yöneten kumandan” unvanını vermiştir (WA, 1968:568-569).
Yukarıda anlattığımız Yü adlı kumandan, iki kere Kui-fanglılar’a taaruz etmiştir. Hsia yü-ting adlı Tunç yazısına göre ilk taarruzunda “Kui-fanglılar’ın iki liderini yakalamış, 4812 kişiyi kesmiş, 13081 kişiyi esir almış, 30 savaş arabasını ele geçirmiş, (?) at, 350 inek, 38 koyun gibi birçok ganimetin hepsini ele geçirmiştir.” İkinci seferinde ise “237 insanın kafası kesilmiş, (?) kişi, 104 at, 100’den fazla savaş arabası ele geçirilmiştir.” Her iki seferin sonunda 20 binden fazla insanı ele geçirmiş ve öldürmüştür (Lin-kan, 1987:93).
Chou hükümdan K’ang, ele geçirilen Kui-fanglılar’ın liderlerini yargılarken “neden bize taarruz etiniz?” diye sorduğunda onlar: “K’e-peililer (Choulular) Kui-fang halkına saldırdığından, biz de kendimizi savunmak için karşı çıktık” diye cevap vermişlerdir. Sonunda Chou hükümdarı K’ang bunların hepsinin kafasını kesmiştir. Bu olaydan sonra Kui- fanglılar’ın adı tarihten silinmiştir (Lin- kan, 1987:93).
Shang İmparatorluğu, Kui-fanglılar’ı üç senede ancak yenebildiğine göre, Çin topraklarındaki kuvvetli bir kavim olduğunu göstermektedir. Shang Sülalesinin üç beyliğinden biri olan Chou-hou da Kui-fanglılar’a mensuptur. Ancak bu toplumun Shanglılar için çok önemli olması gerekir. Zira Shang hükümdan onların kızı ile evlenmiştir (ÇKMT, 1987:35-36).
10 binden fazla Kui-fang askeri Shanglıların eline geçtiğine göre, bu kavim çok kalabalık bir toplum olabileceği gibi, küçük kavimleri de içeren federal bir toplum da olabilir. Kui-fanglılar’ın yaşadığı bölgelerin neresi olduğu hakkında, kaynaklarda değişik yerlerden bahsedilmektedir. “Shih-chin”e göre Kui-fang “uzaktaki memleket” anlamındadır (OKK, 1979:553). Bazı eski kaynaklara göre (ÇKMT, 1987:36), bazı eski kaynaklara göre de batı bölgesinde olduğu yazılmaktadır (VVA 1968:568). “BTY” adlı eserde ise Kui-fanglılar’ın Çin’in güneyinde olduğu yazılmaktadır (WA, 1968:5603-5604). Wang kuo-wei, tüm tarihi eserleri ve arkeolojik araştırmalarda bulunan Tunç yazılarını inceleyerek, Kui-fanglılar’ın yaşadıkları bölgelerin Shan-hsi eyaletinin kuzeybatısındaki bölgeler olduğunu, yani Shang memleketini yan çember halinde kuşattıklarını söylemektedir (W A, 1968:568).
Çin’deki eski çağ tarihi araştırmacıları, Wang kou-wei’in araştırma sonucunu kabul etmektedirler. Fakat enteresan olan, Çin’in güney bölgesindeki Hu-pe-i ve Hunan eyaletlerinde Kui-fanglılar’ın bulunmasıdır (WA, 1968:5604). Üstelik Çin’in bazı eski tarih araştırmacılarıda bunu inkâr ediyorlar. Çin’deki Türk tarihçisi Ch’ing chung-mien’in M Ö. 8. yüzyıl başlarında devlet kuran Ch’ulular hakkındaki çalışmalarını içeren “Ch’ulular’ın Kültürü Ve Tarihi Hakkındaki Araştırmalar” ve “Ch’u Şiirlerindeki Türkçe Kelimeler” adlı kitap ve makalesinde, Ch’ulular’ın Orta Asya’dan kuzeye (Güney Sibirya), daha sonra Çin’in güneyindeki Hu-nan, Hu-pei eyaletlerine taşınmış olduğunu iddia etmektedir (Lin, 1988:888- 892). Çin’in eski kaynaklarındaki kayıtlarına dayanarak, acaba Kui-fanglılar, Ch’ulular’ın ataları olabilir mi? Söz konusu Ch’ulular’ın, Zeki Velidi Togan’ın ve Mahmut Kaşgar’ın eserinde yer alan “Çu Rivayeti” (Togan 1981:13-14) ile bir ilişkisi var mıdır? Biz şu noktaya varmak istiyoruz ki, Çin’in güneyinde Kui-fanglılar yaşıyordu. Yukarıda söz ettiğimiz Shang ve Kui-fang savaşında, bir grup Kui-fanglılar’ın kuzeyden güneye kaçmış olabileceğini ve Ch’ulular ile bir akrabalık ilişkisinin olabileceğini tahmin etmekteyiz.
Wang kuo-wei’nin araştırmasına göre, Kui’nin Çince yazılışı Wei telaffuzunu taşıyan başka bir karakterdir. Aynı zamanda Wei telaffuzu olmadığı için Kui telaffuzunu almışlardır (WA,1968:570- 572). Yani bu kavmin adı “Wei” diye adlandırılmalıdır. Dolayısıyla M.Ö. 8. yüzyılda ortaya çıkan “Wei memleketi” ve “Wei kızları” Kui-fanglılar’dan (Wei memleketi) gelmektedir (WA,1968:570- 574). “Ch’un-ch’iu” döneminde (M.ö. 770-481) ortaya çıkan Ti’ler genellikle “Wei” kelimesini soyadı olarak kullanmışlardır. Yani Ti’ler atalarının Kui-fanglılar olduğu daha da ispat edilmiş bulunmaktadır (WA, 1968:573).