Ali Şir Nevai
Sadece Çağatay Türkçesi’nin değil, bütün Türk edebiyatının en büyük şairlerinden olan Nevai, Herat’ta dünyaya geldi. Babası Kikçine Bahşı adlı zengin bir beydi. Kikçine Bahşı, Timuroğulları’ndan Ebul Kasım Babür’ün hizmetinde bulunmuştur. Fakat ülkesinde çıkan karışıklıklar yüzünden, oğlu Ali Şir ile beraber yurdundan uzaklaşmış, Irak’a gitmiş ve Nevai’nin ilk gençlik yılları, bu yüzden, vatanından uzakta geçmiştir. Nevai, babasının ölümünden sonra, yine Ebul Kasım Babür tarafından himaye edilmiş ve iyi bir tahsil görerek yetişmiştir. Hayatının en önemli kısmı çocukluk ve mektep arkadaşı Horasan Hükümdarı Hüseyin Baykara’nın yanında geçmiştir. Herat Sarayı’nda mühürdarlık görevinde bulunmuş, vezirlik ve emirlik ünvanları taşımıştır. Onun görevde bulunduğu dönemde devlet, hem idari hem de ilmi bakımdan yükselmiştir. Onun sayesinde Herat şehri, bir bilim ve kültür merkezi olmuştur.Nevai’nin birçok alanda yenilikler yaparak devleti ilerletmesi siyasi rakiplerini rahatsız etmiş ve iftiralara uğramasına yol açmıştır. Bunlardan rahatsız olan Nevai, bir müddet emirlikten uzaklaşmıştır. Bir müddet sonra Nevai, Esterabad Emirliği vazifesiyle Herat’tan adeta sürgün edilmiştir. Bunun üzerine Nevai, çoğunlukla kendi ***retleri sonucunda büyük bir bilim ve sanat merkezi olan Herat’a dönmüştür. Fakat bundan sonra siyasatten uzak durmuş, sadece bilim ve sanatla uğraşmıştır. Bütün olanlara rağmen Nevai, herhangi resmi bir sıfatı olmadığı halde, Hüseyin Baykara’nın fikir danıştığı yüksek bir şahsiyet olarak, eskisinden daha saygın bir konuma erişmiştir. Nevai’nin bu devirde çok zengin ve ihtişamlı bir hayatı olmuş; hükümdarı tarafından defalarca evinde ziyaret edilmek şerefine ulaşmış; başta kendi evi olmak üzere, bütün Herat’ı hareketli bir akademik muhit haline koymuştur. Nevai bu dönemde, adeta ikinci bir hükümdar hayatı yaşamış; şairlerin kendisine kaside sunduğu, alimlerin kitap ithaf ettiği, saygı ve takdir dolu bir hayatı olmuştur. En sonunda, Sultan Hüseyin Baykara, başlarında oğullarının bulunduğu bir ayaklanmayı bastırmak için, ordusuyla birlikte Herat’tan ayrılırken Nevai’yi kendi yerine vekil bırakmıştır. Nevai, işte bu seferden dönen hükümdarını karşılamaya gittiği gün, bir kalp krizi geçirmiş; Sultan Hüseyin Baykara, onu, kendi tahteravanıyla Herat’a getirmiş, fakat büyük şair, bu hastalıktan kurtulamayarak 3 Ocak 1501’de Herat’ta vefat etmiştir. Edebi Kişiliği: Nevai, düşüncelerini sadece teoride ortaya koymamış, aynı zamanda bir uygulayıcı da olmuştur. Şiir sanatıyla ön plana çıksa da mimariden resme, musıkiden çeşitli bilim dallarına kadar kadar birçok alanla ilgilenmiş ve bu sanatla uğraşanları desteklemiştir. Arapça ve Farsça’yı anadili gibi bilen Nevai, bu dillerin özellikleriyle Türk dilinin özelliklerini mukayese ediyor, böylece eserlerinin dilini daha da geliştiriyordu.Şiirlerinde divan edebiyatının çeşitli söz ve anlam sanatlarına yer vermiştir. Fakat bu sanatları öyle ustalıkla gerçekleştirmiştir ki okuyanlar, sanatkarın herhangi bir mecaz, bir tenasüb veya istiare yapmak için asla zaman sarfetmediğini ve Nevai’nin böyle hünerli bir ifadeyi tabii söyleyiş haline koyduğunu, haz duyarak anlamakta idi.Nevai, klasik Divan şiirinin bütün vezinlerini, bütün şekillerini, nevilerini ve hemen hemen bütün klasik mevzularını işlemiş; bir yandan bu şiire onun eliyle ve onun sanatında klasikleşen, yeni mevzular, yeni şekiller ve yeni sanat unsurları getirmişti. Nevai’nin Divan şiirinde tam bir tekamül seviyesine ulaştırdığı, milli nazım şekilleri arasında Tuyuğ gibi, zarif bir şekil; milli zevke uyarak ve bilerek kullandığı, redifli ve cinaslı kafiyeler ve aliterasyonlar vardı. Türkçe kök ve eklerin Arap ve Fars kelimeleriyle de birleşerek meydana getirdikleri yeni cinaslar, Nevai’nin dilinde, Türkçeyi alabildiğine zenginleştiren bir zevk unsuru seviyesine varmıştı. Büyük sanatçı, şiirde olduğu kadar, tarih, tedkik, tenkid, biyografi, hikaye ve bilhassa mesnevi sahalarında üstün başarı göstermiş, ölümsüz eserler bırakmıştı Nesir lisanı da güzel, ince, şiirli ve ustalıklı olmakla beraber, onun asıl zaferi, Ortaasya Türk şiirini, bu coğrafyadaki bütün hayatının en üstün seviyesine ulaştırmak olmuştu. Nevai hamse sahibi bir şair olarak birçok sanatçıya örnek olmuştur. Nevai’nin şiirleriyle Fuzuli’nin şiirleri arasında benzerlik kurulabilmektedir. Nevai’nin şiirlerinde de aşk acısı görülmekle beraber, Fuzuli kadar ezilmiş ve yalnızlığa boğulmuş görünmez. Bu büyük şair döneminde o kadar etkili oldu ki Türk milleti onun şiirlerinde kullanılan Türkçeyi asırlarca Nevai Dili adıyla andı, bu isimle yaşattı. Türk Diline Hizmetleri: Türklerin, İslam medeniyetine girmesiyle birlikte dilleri istiklalinden mahrum olmaya başlamış, özellikle Arap ve Fars dilleri karşısında dönemin aydın zümreleri tarafından aşağılanmaya başlamıştır. Bu durum karşısında şuurlu dilciler çıkarak toplumu uyandırmaya çalışmışlardır.Ali Şir Nevai de bu kişilerden biridir. Nevai, Türk Bilge Kağan ve Kaşgarlı Mahmut’dan sonra tarih içinde tanıdığımız en şuurlu Türk milliyetçisidir. Milliyetçiliği hamasi değil; dönemin koşullarında dil istiklalinin gereklerini ortaya koyan bir yapıdadır. Milliyetçilik anlayışı öncekilerden daha derin ve geniştir. Bu milliyetçiliğin amacı: Bir kültür ve edebiyat dili vasıtasıyla bütün Türklüğü birleştirmek, tek bir ruh bayrağı altında toplamak, diye özetlenebilir. Bunu sağlamak için Türklerin tek bir dil ile konuşmasını, Türk’ün dile sahip olmak şuuru ile, birlik halinde tek ve büyük millet olmasını ister. Türklük “tabii” ve “fiili” olarak vardır ama Nevai, bunun “sosyal bir öz” kazanmasını dilemektedir. Nevai, kendi şiiriyle bu Türk dili birliğini kurduğuna inanır ve bununla öğünür. Onun türlü eserlerinde şu sözleri görürüz: “Cihanda Türk edebiyatı bayrağını kaldırmak suretiyle Türkleri tek millet haline soktum. Hiç ordum olmadığı halde Çin sınırına ve Tebriz’e kadar bütün Türk ve Türkmen illerini sırf divanımı göndermek suretiyle fethettim. Hatiften gelen bir ses bana: -Sen kılıçsız olarak ve yalnız kalemin ile Türk milletinin kalbini fethedeceksin. Onları tek bir millet yapacaksın. Türk ülkesi sana aittir! dedi.” Bunları söyleyen Nevai’nin sırf bir Çağatay şairi değil, emel ve ülkü sahibi bir kültür milliyetçisi olduğu açıktır. Bir mecazlar, cinaslar, kafiyeler ve fiiller lisanı olan Türkçenin ses ve mana inceliklerini, fiil zenginliklerini ve bunlarla sağlanacak ifade imkanlarını çok iyi bildiği için Nevai, Türkçenin bilhassa Farsçadan üstün tarafları olduğunu başkalarına da anlatmak ve ispat etmek ihtiyacını duymuştur. Çünkü Nevai’nin kendi anadilini müdafaası pek de kolay olmamış, devrin bazı şairleri bu ısrarlı Türkçeciliği eleştirmişler, lüzumsuz bulmuş hatta alaya almışlardır. Halbuki Nevai’nin Türkçecilik anlayışı, aşırı ve mutaassıp bir öztürkçecilik değildi. O edebi eserlerin ve bilhassa şiirin, doğrudan doğruya Farsça ile yazılmasına itiraz ediyordu. Kendi şiirlerini de öztürkçe ile yazmıyor; çok tabii ve şuurlu bir dil anlayışı içinde, ortak İslam medeniyetinin Türkçeye lüzumlu kelimelerini, yukarıda belirttiğimiz gibi, Türkçenin kendi kelimeleri kadar yerinde ve tabii kullanıyordu.Nevai, Türk ve Acem dillerini tarafsız bir görüşle mukayese ve muhakeme ediyor; Türkçenin üstün ve ağır basan taraflarını birer birer belirleyerek, bunları Muhakemetü’l Lügateyn adlı eseri ile ifadeye ve ispata çalışıyordu. Türkçe ile Farsçanın karşılaştırılması mevzuundaki bu kitapta Nevai, Türkçenin, neden ve hangi bakımlardan Farsçadan daha üstün olduğunu bilgilerle ve delillerle ortaya koyuyordu. Nevai, 100 kadar Türkçe fiil sayarak bu yüz kelimenin hiçbirisi için Farsçada karşılık bulunmadığını söyler ve mesela, o devir Türkçesinde kullanılan süzer gibi, emer gibi; içmek, yudum yudum içmek gibi fiillerin Farsçada karşılıkları bulunmadığı için, Farsçanın bu kelimelerin lezzetinden mahrum bulunduğuna dikkati çeker. Bu kelime ve mana karşılaştırmasına, Türkçe şiir örnekleri vererek devam eder. Türkçenin zengin bir fiil lisanı olarak Farsçadan üstün taraflarını böylece meydana koyar. Türkçenin aynı zamanda bir cinaslar lisanı oluşuna dikkat çeken Nevai, bunun için de güzel örnekler verir. Mesela Türkçede bir kök sözü vardır. Bu kelime hem sema anlamındadır, hem de makam, beste manasında kullanılır. Kelimenin bunlardan başka ağaç kökü, iri kazık ve köğermek (yeşillenmek) manaları da vardır. Sonra Türkçenin bir kafiye lisanı oluşunu belirtir, Türkçenin ses incelikleri üzerine dikkat çeker.Arapçada ve Türkçede bulunup Farsçada bulunmayan bazı gramer inceliklerine de dikkat çeken Nevai, Türkçede daha böyle nice zenginlikler ve incelikler olduğunu söyleyerek kendi zamanına kadar kimsenin bunları incelemediğini, inceleyip meydana çıkarmadığını da belirtmenin lüzumunu görür ve der ki : “Türk dilinin zenginlik ve genişliği bunca delillerle sabit olduktan sonra da lazımdır ki bu halk arasında yetişen sanat adamları, öz dilleri varken, öz dilleriyle şiir söylemelidir.” “Ve eğer her iki dille de söyleyip yazma kabiliyetleri varsa, öz dilleriyle, özge dilleriyle söylediklerinden daha çok söyleyip yazmalıdırlar.” Türk şairlerinin, dillerindeki bu zenginlikleri fark edemediklerini söyleyen Nevai, bunun yanında Türkçe ile yazmanın zor ve meşakkatli bir iş olduğunu da belirtmiştir. Nevai söylediklerinden dolayı kendisini eleştirenlere de şu cevabı vermiştir: “Zannedilmesin ki benim Türkçeyi övüşüm Türk olduğumdan ve tabiatımın Türkçe sözlere alışmasından ve Farsça bilmeyişimdendir. Aslında Farsçayı öğrenmekte hiç kimse benim kadar ***ret sarf etmemiş ve bu dilin doğrusunu yanlışını benim kadar iyi öğrenmemiştir.” Nevai eserinin sonunda şöyle der: “Türk şairleri benim bu gizli hakikati ortaya koymaktaki ***retimi öğrenirlerse umarım ki beni hayır dua ile anacak ve ruhumu şad edeceklerdir.” Ömrü boyunca Türkçenin hakikatlerini ortaya çıkarmak ve hak ettiği değeri elde ettirmek için çalışan bu Türkçe sevdalısını saygıyla anmak hepimizin vazifesi olmalıdır.