kayseri escort ankara escort izmir escort antalya escort bursa escort istanbul escort

Etiketlenen üyelerin listesi

Sayfa 1 Toplam 14 Sayfadan 1234567891011 ... SonuncuSonuncu
Toplam 134 adet sonuctan sayfa basi 1 ile 10 arasi kadar sonuc gösteriliyor
  1. #1
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)

    Hikayelerden Seçmeler

    4 MAHALLELİ KASABA (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Küçük bir kasabanın dört ayrı mahallesi varmış. Birinci mahallede Evetama'lar yaşıyormuş. Evetama'lar ne yapılması gerektiğini bildiklerini düşünürlermiş. Yapma zamanı geldiğinde ise "evet, ama" diye cevap verirlermiş. Cevapları hep yanlış olurmuş. Suçu başkalarına atmakta da ustaymışlar.

    İkinci mahallede Yapıcam'lar yaşarmış. Ne yapacaklarını bilirlermiş. Kendilerini yapacakları şeye adım adım hazırlarlarmış, ama yapacakları sırada şanslarını kaçırdıklarının farkına varırlarmış. Bu mahallede insanların dizleri dövülmekten yara bere içindeymiş. Yaşamı ertelememek için verdikleri kararı bile ertelerlermiş.

    Üçüncü mahallede yaşayan Keşkeci'lerin, hayatı algılama güçleri mükemmelmiş. Neyin yapılması gerektiğini daima en isabetli şekilde bilirlermiş ama, her şey olup bittikten sonra. Keşke'cilerin de başları kanarmış hep, duvarlara vurmaktan!

    Kasabanın en yeşil bölgesinde, en güzel evlerin olduğu mahallede ise İyikiyaptım'lar otururmuş. Keşkeci'ler bu mahallede yürüyüşe çıkar, etrafa hayranlıkla bakarlarmış.

    Yapıcam'lar Keşkeci'lerle birlikte bu mahallede yürüyüşe çıkmak ister ama bir türlü fırsat bulamazlarmış.

    Evetama'lar ise mahallenin güzelliğini görmek yerine, ağaçların gölgelerinin yeterince geniş olmadığından, güneşin daha erken saatte doğması gerektiğinden şikayet ederlermiş.

    İyikiyaptım mahallesindeki insanların kusuru da, beyinlerinde mazeret üretme merkezlerinin olmayışıymış!.
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  2. #2
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    5 ÖNEMLİ DERS (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Birinci ve de en önemli ders.

    Okuldaki ikinci ayımda, hocamız test sorularını dağıttı. Ben okulun en iyi öğrencilerinden biriydim.

    Son soruya kadar soluk almadan geldim ve orada çakıldım kaldım. Son soru şöyleydi: "Her gün okulu temizleyen hademe kadının ilk adı nedir?"

    Bu herhalde bir çeşit şaka olmalıydı. Kadını yerleri silerken hemen her gün görüyordum. Uzun boylu, siyah saçlı bir kadındı. 50'lerinde falan olmalıydı. Ama adını nerden bilecektim ki!.. Son soruyu yanıtsız bırakıp kağıdı teslim ettim. Süre biterken bir öğrenci, son sorunun test sonuçlarına dahil olup olmadığını sordu." Tabii dahil" dedi.

    Hocamız:
    “İş yaşamınız boyunca insanlarla karşılaşacaksınız. Hepsi birbirinden farklı insanlar. Ama hepsi sizin ilginiz ve dikkatinizi hakkeden insanlar bunlar. Onlara sadece gülümsemeniz ve 'Merhaba' demeniz gerekse bile.."

    Bu dersi hayatım boyunca unutmadım. O hademenin adını da.. Dorothy idi.


    İkinci önemli ders.. Yağmurda otostop!..

    Bir gece, vakit gece yarısına doğru Alama otoyolunun kenarında duran bir zenci kadın gördüm. Bardaktan boşanırcasına yağan yağmura rağmen, bozulan arabasının dışında duruyor ve dikkati çekmeye çalışıyordu. Geçen her arabaya el sallıyordu. Yanında durdum. 60'lı yıllarda bir beyazın bir zenciye hem de Alabama'da yardıma kalkışması pek olağan şeylerden değildi. Onu kente kadar götürdüm. Bir taksi durağına bıraktım.

    Ayrılırken ille de adresimi istedi; Verdim.

    Bir hafta sonra kapım çalındı. Muazzam bir konsol televizyon indiriyordu adamlar. Bir de not ekliydi, armağanda.. "Geçen gece otoyolda bana yardımınıza teşekkür ederim. O korkunç yağmur sadece elbiselerimi değil, ruhumu da sırılsıklam (bilgi yelpazesi.net) etmişti. Kendime güvenimi yitirmek üzereydim, siz çıkageldiniz. Sizin sayenizde ölmekte olan kocamın yatağının baş ucuna zamanında ulaşmayı başardım. Biraz sonra son nefesini verdi. Allah bana yardim eden sizi ve başkalarına karşılık beklemeksizin yardım eden herkesi affetsin!..

    En iyi dileklerimle, Bayan Nat King Cole."


    Üçüncü önemli ders.. Size hizmet edenleri hep hatırlayın..

    Bir pastanın üç otuz paraya satıldığı günlerde 10 yaşında bir çocuk pastaneye girdi. Garson kız hemen koştu..

    Çocuk sordu: "Çikolatalı pasta kaç para?" "50 cent!.."

    Çocuk cebinden çıkardığı bozukları saydı. Bir daha sordu: "Peki dondurma ne kadar.." "35 cent" dedi garson kız sabırsızlıkla..

    Dükkanda yığınla müşteri vardı ve kız hepsine tek başına koşuşturuyordu. Bu çocukla daha ne kadar vakit
    geçirebilirdi ki..

    Çocuk parasını bir daha saydı ve "Bir dondurma alabilir miyim lütfen" dedi.

    Kız dondurmayı getirdi. Fişi tabağın kenarına koydu ve öteki masaya koştu.

    Çocuk dondurmasını bitirdi. Fişi kasaya ödedi.

    Garson kız masayı temizlemek üzere geldiğinde, gözleri doldu birden. Masayı sanki akan yaşlar temizleyecekti. Bos dondurma tabağının yanında çocuğun bıraktığı 15 cent duruyordu..


    Dördüncü önemli ders.. Yolumuzdaki engeller..

    Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacaktı?

    Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler.

    Pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu.

    Sonunda bir koylu çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye başladı. Sonunda kan ter içinde kaldı ama, kayayı da yolun kenarına çekti. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü. Açtı.. Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde..

    "Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir" diyordu kral. Koylu, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı. "Her engel, yasam koşullarınızı daha iyileştirecek bir fırsattır.."


    Beşinci önemli ders.. Önemli olan vermektir..

    Yıllar önce hastanede çalışırken, ağır hasta bir kız getirdiler. Tek yasam şansı beş yaşındaki kardeşinden acil kan nakli idi.

    Küçük oğlan aynı hastalıktan mucizevi şekilde kurtulmuş ve kanında o hastalığın mikroplarını yok eden bağışıklık oluşmuştu.

    Doktor durumu beş yasındaki oğlana anlattı ve ablasına kan verip vermeyeceğini sordu.

    Küçük çocuk bir an duraksadı. Sonra derin bir nefes aldı ve "Eğer kurtulacaksa, veririm kanımı" dedi.

    Kan nakli ilerlerken, ablasının gözlerinin içine bakıyor ve gülümsüyordu. Kızın yanaklarına yeniden renk gelmeye başlamıştı, ama küçük çocuğun yüzü de giderek soluyordu.. Gülümsemesi de yok oldu.

    Titreyen bir sesle doktora sordu: "Hemen mi öleceğim?.."

    Küçük doktoru yanlış anlamış, ablasına vücudundaki bütün kani verip, öleceğini sanmıştı.
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  3. #3
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    7 KUTSAL GERÇEK (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    - Kaç yıldır benim yanımdasın?

    - 20 yıldır efendim

    - Bu zaman süresince benden ne öğrendin?

    - Hiçbir şeyle değişmeyeceğim yedi gerçek öğrendim.

    - Ömrüm seninle geçtiği halde topu topu 7 gerçek mi öğrendin?

    - Evet

    - Söyle bakalım öyleyse neler öğrendin?

    - Baktım ki herkes bir şeyi dost ediniyor, ona gönül verip bağlanıyor. Ancak bunlardan hemen hepsi insanı yarı yolda bırakıyor. Ben ise, beni hiç bırakmayacak, ölümden sonra bile benimle gelecek şeyleri aradım. Ve dost olarak iyilikleri seçtim kendime. Ki onlar sonsuz bir yükselme yolculuğuna çıkmış insanoğlunun hiç tükenmeyecek azığı ve en gerçek dostlarıdır.

    - Çok güzel, ikincisi ne bakalım?

    - Baktım ki, insanların bir çoğu geçici dünya değerlerine dört elle sarılmış onları koruyor, kasalarda saklıyor, kaybolmaması için her çareye başvuruyor. Kimi zenginliğine, kimi güzelliğine, kimi ününe tutunmuş sımsıkı, onları elden çıkarmamak için çırpınıp duruyor. Oysa ben varlığımı ve bütün isteklerimi O'na satıp, gönlümü yalnız O'nun sevgisine açtım.

    - Devam et!

    - İnsanların üstün olmak için birbirleriyle yarıştıklarını gördüm. Ancak birçoğu üstünlüğü yanlış yerlerde arıyor ve birbirinin üstüne basarak yükselmek istiyordu. Bunun üzerine üstünlüğü geçici dünya değerlerinde değil, akıl ve ahlakça yükselmekte, kötülüklerin her çeşidinden el etek çekip, iyiliklere vasıta olmakta aradım.

    - Devam et yavrum.

    - Yine baktım ki, insanlar sabahtan akşama birbirleriyle uğraşıyor, boş yere hayatı zehir ediyorlar kendilerine. Bütün bunların benlik, bencillik ve çekememezlikten ileri geldiğini gördüm. Ve gönlümü bu kirlerden arıtarak, herkesle dost olup, huzur ve güven içinde yaşamanın yolunu buldum.

    - Sonra?

    - Nedense herkes hatasının sebebini hep dışta arıyor ve başkalarını suçlamak yoluna sapıyordu. Böylece suçlarının örtüsü altına saklanıyordu. Oysa insanın başına ne geliyorsa kendi yüzünden ve kendi eliyle geliyordu. Bunun bilip yalnız kendimle cenge girerek, nefsimin iradesine uymamaya ve vesvese verenin ağına düşmemeye çalıştım.

    - Doğru...

    - Baktım ki insanlar şu bir lokma ekmek ve dünya geçimi için helal haram demeden, her türlü hakkı çiğnemekten çekinmiyorlar. Hem başkalarının hakkını alıp onları yoksul bırakmakla, hem de bu haksızlığın azabını ağır bir yük gibi vicdanlarında taşımakla iki kere kötülük etmiş oluyorlar. Oysa doğru yaşanıldığında ve hakça bölüşüldüğünde dünya nimetleri insanlara yeter de artardı bile.

    - Ve yedinci?

    - Yedinci olarak şunu gördüm ki, insanlar bir şeye dayanmak ve güvenmek ihtiyacındadırlar. Kimi zenginliğine, kimi güzelliğine... Bunların hepsi de bir süre sonra yıkılacak eğreti desteklerdir. Ben ise yalnız O'na sığınıp yalnız O'ndan yardım diledim. Ve bunun karşılığı sonsuz bir güven oldu

    - Seni tebrik ederim evladım. Ben de yıllar yılı bütün din kitaplarını inceledim. Hepsinin bu 7 gerçek etrafında döndüğünü tespit ettim.
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  4. #4
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    700 YILLIK ALTIN ÖĞÜT (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Aşağıda Osman Bey'e ünlü İslam Alimi, Şeyh Edebali'nin verdiği öğütleri anlatan bir yazı. Tüm zamanlar için geçerli.

    "Oğul insanlar vardır şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Avun oğlum avun. Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın, kelamlısın, ama bunları nerede, nasıl kullanacağını bilemezsen sabah rüzgarında savrulur gidersin...

    Öfken ve nefsin bir olup aklını yener. Daima sabırlı, sebatlı ve iradene sahip olasın. Dünya senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizemler, bilinmeyenler, görülmeyenler ancak senin fazilet erdemlerinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı, atanı say, bereket büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol, her sözü üstüne alma. Gördün söyleme, bildin bilme.

    Sevildiğin yere sık gidip gelme, kalkar muhabbetin itibar olmaz.

    Üç kişiye acı:
    * Cahiller arasındaki alime,
    * Zenginken fakir düşene,
    * Hatırlı iken itibarını kaybedene.

    Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.
    Haklı olduğunda mücadeleden korkma.

    "Bilesin ki atın iyisine DORU,"
    "Yiğidin iyisine DELİ derler."
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  5. #5
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    73 NOLU MAHKUM (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Dr. Springer GALIBAN Pekte uzak olmayan bir zamanda, Çin’de,

    Maresal EulChann-Ming'in özel doktoru olarak bulunuyordum. Çok güvenini kazanmıştım. Bir yabancı oldugum halde bana, karargâh içinde istediğim yere girme izni verilmişti. Bununla beraber günlük politika islerinden elimden geldiği kadar uzak kalmağa uğraşmama rağmen, şehir baskınlarına, esir katliamlarına ve kitle halindeki idamlara defalarca sahit oldum.

    Fakat Çin'de geçirmiş olduğum beş yıllık zaman içinde, bana çok tesir eden en canlı hatıra, şu olmuştur Han-Cheou şehrindeydik.

    O gün 74 mahkûm kursuna dizilecekti. Doktor olduğum için sabahın erken saatinde alana gittim. Ateş emrini verecek olan genç bir subay da, takımıyla gelmiş bekliyordu. Sonunda tetiklerin her çekilisinde, doldurulmuş olan on iki tüfek birden ateş etmeğe başladı ve her ateş emrinden sonra, bir çizgi halinde uzanan mahkûmlardan biri eksiliyordu. Bu kargaşalık arasında, sondan ikinci, yani 73 üncü mahkûma gözüm ilişince, hayretimden dona kalmıştım. Zira bu zavallı, rahat rahat ve kendini unutmuş bir halde bir kitap okuyordu. Evet bir kitap okuyordu. Kendisine doğru yaklaşan ölüme aldırmaksızın, çevresini saran ve kendine yaklaşan faciayı bilmiyormuş gibi kitap okuyordu..

    Bütün bu korkunç gürültüler, barutun genzi yakan, kanın mideyi bulandıran kokusu, onu rahatsız etmiyordu. Bu durumdaki bir insani böyle bir anda, çekebilen kitabi çok merak etmiştim. Her şeye rağmen, onunla konuşmaktan kendimi alamadım.

    "En son dakikalarınızda sizi teselli edecek, böyle bir kitap olabilir mi? Gözlerini okuduğu kitaptan ayırmadan, çok güzel bir İngilizce ile cevap verdi: "Bütün ömür boyunca edinilmiş olan tecrübelerin, bir dakika içinde bos olduğu anlaşılabilir.

    Öyle ki: ölüm yaklaşırken bile...' Bu cevaba söylenecek hiç bir şey bulamamıştım. Et ve kandan örülmüş böyle bir duvar karsısında, nasıl bu kadar sakin olabiliyordu? Çinlinin yanından ayrılamıyordum, ama o benim yani başında durduğumun farkında bile değildi. Genç subayın kılıcı, her iniş kalkışta, yeni bir mahkûmun vücudu delik deşik oluyor ve korkunç bir şekilde yıkılıyordu. Bütün bunlara rağmen bu esrar dolu insan kilini kıpırdatmaksızın okuyor ve başka bir âlem içinde yaşıyordu. En fazla otuzunda gözüken bu genç adamın, yüzü parlak, sıhhatli ve renkliydi.

    Ayni sessizlikle elindeki kitabin sayfalarını çevirirken kendimi tutamadım: "Sizin için bir şey yapabilir miyim? Acaba son bir dileğiniz var mi? diye sordum. Hayatini kurtarabilmem için yalvarmasını bekliyordum..

    Ama o, başını kaldırarak, alaycı bakışlarla beni süzdü. O zaman, derin bir uykuda olduğumu anladım. Dalgın ve sâkin bir sesle: "Hepimizin ölüm saati önceden tespit edilmiştir. Üniformalı olan su genç adam, eline hiçte yakışmayan kılıcıyla ölüme emir verdiğini sanıyor. Hâlbuki yanılıyor doktorcuğum. Siz Allah’ın huzuruna benden önce çağırılabilirsiniz.

    İnsanlara hayat vermek veya almak hakkini bunlara kim vermiş.

    Yanılıyorsunuz.." dedi; ve tekrar gözlerini elinde kitabına çevirerek okumaya devam etti.

    Henüz 46 mahkûm öldürülmüştü.. Birden bire genç teğmenin sendelediğini gördüm. Evet.. Kılıcı elinden düşmüştü, dizleri kıvrıldı ve olduğu yere yıkıldı. Ne olduğunu anlamak için yanına koştum.

    Ama yaptığım muayene hiç bir ise yaramadı. Kalbi artik çalışmıyordu.

    Anî bir ölümle karşı karşıyaydım; sebebi de belirsizdi. Dehşet içinde kaldığımı, büyük bir ağırlık altında ezildiğimi duyuyordum. Gözlerim kendiliğinden Çinliyi aradı, o ayni kayıtsızlıkla kitabini okumaya devam ediyordu.. Alanda bulunan başka bir subay yere düsen kilici eline alarak, yarida kalan ise devam etti.

    Mahkûmların sırası gittikçe küçülüyor ve ben soğuk soğuk terlediğimi seziyordum. Dizlerim titriyordu. Çinlinin ilk söylediği gerçek olmuştu.. Ya ikincisi.. Benim gibi bir ilim adamına hiç de yakışmayan, bir duyu ile dehşet içinde kalmıştım. Evet, her şeye rağmen

    Çinlinin söylediklerine ben de inanmıştım. Elimde olmadan hayatımdan da korkmaya başladım. O sırada, hükmün infaz edilişini kontrol etmek üzere beyaz Rus köklü bir Çin albayının atıyla yaklaşığını gördüm. Çevreme bakınmaksızın, koşarak ona yaklaştım. Atin dizginlerine sarılarak kendisini durdurdum. Hayretle bana bakıyordu. Kendimi toplayarak sakin bir sesle: "Sayın albay, beni sevindirmek istemez misiniz?" diyebildim.

    "Memnuniyetle doktor!... diye cevap verdi. Bunu içten söylüyordu, çünkü kısa bir zaman önce, mühim ve derin bir yarasını tedavi etmiştim.

    Umutsuz bir sesle: "73. mahkûmu bana bağışlayın. Yasamak onun hakkidir.. Daha o kadar genç ki" diyebildim. Albay şaşırmıştı: "Çok üzgünüm, ama olmayacak bir şey istiyorsunuz aziz doktor," diye cevap verdi. "Mareşalin vermiş olduğu emirlere ne kadar titiz olduğunu, benim kadar siz de bilirsiniz."

    Hakki vardı. Soğukkanlılığımı kaybettiğim için, utanmıştım. Ortadan silinmek bütün olanları unutmak istiyordum. Ama o hâlâ kitabından gözlerini ayırmıyor, böylece kendine yaklaşan ölüme meydan okuduğuna inanıyordu. Sıranın kendine gelmesi için, ancak dört mahkûm kalmıştı..

    Kalbim şiddetle çarpıyor, gözlerim ondan ayrılmıyordu. Birdenbire, tiz bir boru sesi ile ateşkes işareti veren bir emir atlısı dörtnala, alana girdi.

    Albayın yanına gelince, dizginleri o kadar şiddetle çekti ki hayvan arka ayakları üzerinde saha kalktı.. Attan atlayan asker albaya bir zarf uzattı. Bu esnada meydanı dolduran cesetler arasında, sıralarını bekleyen sadece iki mahkûm kalmıştı. Namluların (bilgi yelpazesi.net) kendine çevrileceği su anda bile, o, hâlâ kitabini okuyordu. Albay elindeki kağıda acele ile bir göz attıktan sonra elini kaldırarak ateş kes emrini verdi. Ne olduğunu anlayamamıştım. Zihnim hep onu düşünüyordu. Sonunda albayın bana işaret ettiğini gördüm, yanına gidince: "Koruduğunuz adamın şansı varmış

    Doktor, gelen emir ona ait.." dedi. Artik tek bir kelime söylenemezdi. Sevinç ve heyecanla ona doğru ilerledim. Sanki kurtulan bendim. Bu müstesna insan, sarsılmaksızın, dimdik duruyor, kitabi elinden sarkarken, gözleriyle uzaklara, pek uzaklara bakıyordu. Sanki bu topraklardan ötesini görmek istiyordu. Kıpırdamayan çehresinde, ne korku, ne de sevinç izleri seziliyordu. Çevremde her şey dönüyordu, sonunda gözlerimin önünden o da silindi..

    Fazla bir şey hatırlayamıyorum. Kendime geldiğim zaman, kaybolmuştu. Kendisini tanımayı çok istediğim halde onu, hiç bir zaman göremedim. Halâ yaşadığını sanıyorum, çünkü ben de yaşıyorum...
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  6. #6
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    86400 SANİYE (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Bankada bir hesap sahibi olduğunu düşün, hesabına her sabah 86.400 LİRA para yatırılıyor, fakat bu paranın hepsini akşama kadar harcamak zorundasın, ertesi güne transfer edilemez. Paranı kullansan da kullanmasan da hesap her akşam sıfırlanıyor. Ne yaparsın? Tabii ki hepsini harcamaya çalışırsın; Hepimiz, Zaman adlı bu bankanın müşterileriyiz;

    Her sabah 86.400 saniyeye sahip oluyoruz; yarına transfer edilemez, Her sabah hesabımız dolar, her akşam boşalır. Geri dönüş yok, saniyelerini şu anı yaşayarak harca, en iyisi bunlarla yatırım yap.

    Mutluluk, sağlık ve başarı için. Zaman kaçıyor. Her gün için en iyisini yap.

    Bir senenin değerini anlamak için sınıfta kalmış bir öğrenciye sor.

    Bir ayın değerini anlamak için, 8 aylık bir bebek doğuran anneye sor.

    Bir haftanın değerini anlamak için, haftalık dergi çıkaran bir çilekeşe,

    Bir saatin değerini anlamak için, kavuşmayı bekleyen sevgililere sor.

    Bir dakikanın değerini anlamak için, trenin kaçıran yolcuya sor.

    Bir saniyenin değerini anlamak için, bir kazayı önleyemeyen sürücüye sor.

    Bir saniyenin yüzde birinin değerini anlamak için olimpiyatlarda gümüş madalya kazanan koşucuya sor.

    Her anını değerlendir, her dakikanı çok özel biriyle paylaş. Zamanına ortak edebileceğin kadar özel biriyle.

    Unutma! Zaman hiç kimse için durmaz. Geçmiş zaman tarihtir. Gelecek zaman sırlar, meçhullerle dolu.

    Sadece şu an sana verilen gerçek bir armağandır.

    Bu hafta dostluk haftası olsun. Arkadaşlar bulunmaz mücevherlerdir. Bizi üzerler, cesaretlendirirler ve zaman zaman avuturlar. Kalplerini bize açarlar. Arkadaşlarına, onları sevdiğini göster.

    Arkadaşlık mesajını herkese gönder, cevap alırsan bütün hayatın için bir dostun bulunduğunu anlarsın.

    Onlara ne kadar çok ihtiyacın olduğunu ve senin için ne kadar önemli olduklarını dikkatle denersen görürsün....
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  7. #7
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    ACI BİR ANDA GELDİ (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Sizin için ne derece önemi var bunu bilmiyorum ama ben bu satırları yazarken gözümden damlalar akıyor klavye üzerine. Erkekler ağlamaz lafı bana göre değil. Ağlamaktan hiç utanmadım, duygularım, acılarım beni boğduğu zaman hep ağladım. Yine ağlıyorum. Sizleri tanımıyorum ama sizlerle paylaşmak istiyorum.

    Lütfen; bu satırlara bir seven olarak sahip çıkın ve lütfen yazılı satırlar olarak geçmeyin. Okudukça yeryüzünde insanlar neleri yasarmış diyeceksiniz buna eminim.

    Bir memur ailenin en küçük çocuğu olarak babamın tayininin çıktığı bir köye tasındık. Huzursuzdum, okulumu bir köy okulunda okumaktansa, şehirde medenice okumak istiyordum. Kaydımı yaptırdı babam okula. İlkokul 4. sınıftan başladım köy okuluna. Beni bir sınıfa verdiler. Öğretmen köyde yabancı olduğumu biliyordu ve hangi sıraya oturmak istiyorsan otur dedi bana. Bir kızın yanı boştu sadece oraya oturdum.

    Hayatımı adadığım, gidişiyle beni bitiren insanla ilk o zaman tanıştım. İsmi Altınay idi. Çocuk yaşımda bile onun güzelliği beni çok etkilemişti. Masmavi gözleri, gamze yanakları ile arada bir bana dönüp gülüşü, yanlış yazdığım notlarımda kendi silgisiyle defterimdeki hatayı silmesi beni o minik yaşımda ona bağladı. O dönemlerde çocukça bir arkadaşlıktı.

    Zaman ilerledikçe onsuz tek saniye geçiremiyordum. Ya ben onlara gidip ders çalışıyor, ya da o bize geliyordu. Mükemmel bir paylaşımcıydı. Yüreğini, sevgisini, dostluğunu daha o yasta vermişti bana. İlkokulu birlikte okuduk ve aynı sırada bitirdik. Hep onunla hep ona biraz daha alışarak. Ortaokula geçtiğimizde ailelerimize rica ettik ve bizi aynı okula yazdırdılar, hatta aynı sınıfa, hatta ayni sıraya oturmamız için babalarımız öğretmenlere adeta yalvardılar. Başarmıştık. Yine ayni sıradaydık. Geride kalan ilkokul dönemindeki iki yılda anladım ki onsuz hayat bana huzur vermiyordu. Yaşımız olgunlaştıkça o beni, ben onu daha çok seviyordum. Çocukça başlayan arkadaşlığımız sevgiye aşka dönüşmüştü ortaokul yıllarımız bitmek üzereyken şehir merkezinde. Ailelerimiz liseye geçtiğimiz sırada ortak bir karar aldılar. Buna göre tek ev kiralayacak ikimiz aynı evde kalacaktık. Annem de bizimle kalacaktı. Allahım o karar bize iletildiğinde dakikalarca sarmaş dolaş kutlamıştık bunu.

    Ona aşık olmuştum. Aynı duyguları o da paylaşıyordu ve bunu fark eden ailelerimiz okul bittiğinde evlendirelim diye karar almışlardı bile. Elini ilk tuttuğumda sakın bir daha bırakma demiştim. Yanakları kızarmıştı, utanmış ve başını önüne eğmiş, gülümsemiş ve elimi sıkı sıkı kavramıştı. Artık her gün el ele tutuşup okula gidiyor okuldan çıkarken el ele dolaşıyor geziyor öyle gidiyorduk evimize. Arada bir elleri terler ve her terleyişte elini elimden kurulamak için çekerdi. Bunu her yaptığında kızar elimi bırakma diye azarlardım, hep tamam tamam diyerek gülümser ve hızla elini avucuma sokuştururdu.

    Her şey harikaydı, dünya cennet gibiydi gözümüzde. Yıllar akıp gidiyordu mutluluk içinde. Nihayet liseyi de bitirmek üzereydik. Karne dönemi gelmişti. Karnelerimizi aldık hiç kırığımız yoktu. Sevinçle sarıldık birbirimize elimi tuttu. bunu kutlamak için bir cafeye gidip cola içerek kutlayacaktık.

    Okulun az ilerisinden geçen bir çakıl yol vardı. Her zaman toz duman içinde olurdu. Çakıllarla kaplıydı. O yolun benim ve ölürcesine sevdiğim insanın ayrılmasında bu kadar rol oynayacağını bilsem hiç girer miydik o yola. Neler vermezdim o yolu yürümemek için. Eli yine elimdeydi, ansızın elini çekti, terlemişti yine eli. Sanırım dört adım atmıştım. Dönüp yine azarlayacaktım. Çünkü hem elimi bırakmış, hem de geride kalmıştı.

    Dönüp baktığımda Dünya başıma yıkıldı. Sanki gök kubbenin altında kaldım. Yerdeydi ve yüzünden kan fışkırıyordu. Ne yapacağımı bilemedim üzerine kapandım yüzüne yapışmış saçlarını kaldırdığımda hayatımı bitiren o görüntüyle karsılaştım. Başı kesilmiş bir tavuk gibi çırpınıyordu. Suratına bir taş parçası bıçak gibi saplanmıştı ve bakmaya doyamadığım mavi gözlerinden biri akmıştı. Suratının yarısı yoktu. Hırlıyordu bana bir şeyler demek istiyor kanla kaplı diğer gözünü temizleyerek bana bir şeyler demeye çalışıyordu.

    Yoldan geçen bir kamyonun tekerinin altından fırlayan bir taş suratına saplanmıştı. Ölürcesine bir aşkı, geleceğimizi kibrit büyüklüğünde bir taş parçasının bitireceğini bilemezdim. Donuk donuk hiç konuşamadan yüzüne bakmaktan başka bir şey yapamıyordum. Ellerini tuttum kaldırdım başını göğsüme dayadı ve elimi sıkı sıkı tuttu. Akan kan ellerimize damlıyordu.

    Yoldan geçen bir araba durmuş bizi seyrediyordu, hastaneye yetiştirelim dediğimde kanlı olduğu için almadı ve kaçtı gitti. Kimse arabaya almıyordu. Çevreme bakıp yardım edin demekten, ona dönüp seni seviyorum, beni bırakma, dayan demekten başka bir şey yapamıyordum. iki dakikalık bir çırpınıştan sonra kucağımda öldü.

    Cennet olan Dünya 5 dakikada cehenneme döndü. Tam dokuz yıl oldu onu yitireli. Kendime olan güvenimi yitirdim. Artık kimseyi sevemem, kimse de beni sevemez korkusundan kurtaramıyorum kendimi. Bitkisel hayatta gibiyim.

    Tek elimde kalan bu internet. bu net aracılığıyla sizinle paylaşmak istedim. Yitiren, ya da ben yitirenle paylaşmak isteyen herkese elleri terlese bile ellerimi bırakmamaları şartıyla elimi uzattım. Dost, kardeş, arkadaş ne olursanız olun ama elimi bırakmayın.

    Size sesleniyorum, elimi bırakmayın lütfen.
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  8. #8
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    ACİZ İNSAN (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Sizin için ne derece önemi var bunu bilmiyorum ama ben bu satırları yazarken gözümden damlalar akıyor klavye üzerine. Erkekler ağlamaz lafı bana göre değil. Ağlamaktan hiç utanmadım, duygularım, acılarım beni boğduğu zaman hep ağladım. Yine ağlıyorum. Sizleri tanımıyorum ama sizlerle paylaşmak istiyorum.

    Lütfen; bu satırlara bir seven olarak sahip çıkın ve lütfen yazılı satırlar olarak geçmeyin. Okudukça yeryüzünde insanlar neleri yasarmış diyeceksiniz buna eminim.

    Bir memur ailenin en küçük çocuğu olarak babamın tayininin çıktığı bir köye tasındık. Huzursuzdum, okulumu bir köy okulunda okumaktansa, şehirde medenice okumak istiyordum. Kaydımı yaptırdı babam okula. İlkokul 4. sınıftan başladım köy okuluna. Beni bir sınıfa verdiler. Öğretmen köyde yabancı olduğumu biliyordu ve hangi sıraya oturmak istiyorsan otur dedi bana. Bir kızın yanı boştu sadece oraya oturdum.

    Hayatımı adadığım, gidişiyle beni bitiren insanla ilk o zaman tanıştım. İsmi Altınay idi. Çocuk yaşımda bile onun güzelliği beni çok etkilemişti. Masmavi gözleri, gamze yanakları ile arada bir bana dönüp gülüşü, yanlış yazdığım notlarımda kendi silgisiyle defterimdeki hatayı silmesi beni o minik yaşımda ona bağladı. O dönemlerde çocukça bir arkadaşlıktı.

    Zaman ilerledikçe onsuz tek saniye geçiremiyordum. Ya ben onlara gidip ders çalışıyor, ya da o bize geliyordu. Mükemmel bir paylaşımcıydı. Yüreğini, sevgisini, dostluğunu daha o yasta vermişti bana. İlkokulu birlikte okuduk ve aynı sırada bitirdik. Hep onunla hep ona biraz daha alışarak. Ortaokula geçtiğimizde ailelerimize rica ettik ve bizi aynı okula yazdırdılar, hatta aynı sınıfa, hatta ayni sıraya oturmamız için babalarımız öğretmenlere adeta yalvardılar. Başarmıştık. Yine ayni sıradaydık. Geride kalan ilkokul dönemindeki iki yılda anladım ki onsuz hayat bana huzur vermiyordu. Yaşımız olgunlaştıkça o beni, ben onu daha çok seviyordum. Çocukça başlayan arkadaşlığımız sevgiye aşka dönüşmüştü ortaokul yıllarımız bitmek üzereyken şehir merkezinde. Ailelerimiz liseye geçtiğimiz sırada ortak bir karar aldılar. Buna göre tek ev kiralayacak ikimiz aynı evde kalacaktık. Annem de bizimle kalacaktı. Allahım o karar bize iletildiğinde dakikalarca sarmaş dolaş kutlamıştık bunu.

    Ona aşık olmuştum. Aynı duyguları o da paylaşıyordu ve bunu fark eden ailelerimiz okul bittiğinde evlendirelim diye karar almışlardı bile. Elini ilk tuttuğumda sakın bir daha bırakma demiştim. Yanakları kızarmıştı, utanmış ve başını önüne eğmiş, gülümsemiş ve elimi sıkı sıkı kavramıştı. Artık her gün el ele tutuşup okula gidiyor okuldan çıkarken el ele dolaşıyor geziyor öyle gidiyorduk evimize. Arada bir elleri terler ve her terleyişte elini elimden kurulamak için çekerdi. Bunu her yaptığında kızar elimi bırakma diye azarlardım, hep tamam tamam diyerek gülümser ve hızla elini avucuma sokuştururdu.

    Her şey harikaydı, dünya cennet gibiydi gözümüzde. Yıllar akıp gidiyordu mutluluk içinde. Nihayet liseyi de bitirmek üzereydik. Karne dönemi gelmişti. Karnelerimizi aldık hiç kırığımız yoktu. Sevinçle sarıldık birbirimize elimi tuttu. bunu kutlamak için bir cafeye gidip cola içerek kutlayacaktık.

    Okulun az ilerisinden geçen bir çakıl yol vardı. Her zaman toz duman içinde olurdu. Çakıllarla kaplıydı. O yolun benim ve ölürcesine sevdiğim insanın ayrılmasında bu kadar rol oynayacağını bilsem hiç girer miydik o yola. Neler vermezdim o yolu yürümemek için. Eli yine elimdeydi, ansızın elini çekti, terlemişti yine eli. Sanırım dört adım atmıştım. Dönüp yine azarlayacaktım. Çünkü hem elimi bırakmış, hem de geride kalmıştı.

    Dönüp baktığımda Dünya başıma yıkıldı. Sanki gök kubbenin altında kaldım. Yerdeydi ve yüzünden kan fışkırıyordu. Ne yapacağımı bilemedim üzerine kapandım yüzüne yapışmış saçlarını kaldırdığımda hayatımı bitiren o görüntüyle karsılaştım. Başı kesilmiş bir tavuk gibi çırpınıyordu. Suratına bir taş parçası bıçak gibi saplanmıştı ve bakmaya doyamadığım mavi gözlerinden biri akmıştı. Suratının yarısı yoktu. Hırlıyordu bana bir şeyler demek istiyor kanla kaplı diğer gözünü temizleyerek bana bir şeyler demeye çalışıyordu.

    Yoldan geçen bir kamyonun tekerinin altından fırlayan bir taş suratına saplanmıştı. Ölürcesine bir aşkı, geleceğimizi kibrit büyüklüğünde bir taş parçasının bitireceğini bilemezdim. Donuk donuk hiç konuşamadan yüzüne bakmaktan başka bir şey yapamıyordum. Ellerini tuttum kaldırdım başını göğsüme dayadı ve elimi sıkı sıkı tuttu. Akan kan ellerimize damlıyordu.

    Yoldan geçen bir araba durmuş bizi seyrediyordu, hastaneye yetiştirelim dediğimde kanlı olduğu için almadı ve kaçtı gitti. Kimse arabaya almıyordu. Çevreme bakıp yardım edin demekten, ona dönüp seni seviyorum, beni bırakma, dayan demekten başka bir şey yapamıyordum. iki dakikalık bir çırpınıştan sonra kucağımda öldü.

    Cennet olan Dünya 5 dakikada cehenneme döndü. Tam dokuz yıl oldu onu yitireli. Kendime olan güvenimi yitirdim. Artık kimseyi sevemem, kimse de beni sevemez korkusundan kurtaramıyorum kendimi. Bitkisel hayatta gibiyim.

    Tek elimde kalan bu internet. bu net aracılığıyla sizinle paylaşmak istedim. Yitiren, ya da ben yitirenle paylaşmak isteyen herkese elleri terlese bile ellerimi bırakmamaları şartıyla elimi uzattım. Dost, kardeş, arkadaş ne olursanız olun ama elimi bırakmayın.

    Size sesleniyorum, elimi bırakmayın lütfen...
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  9. #9
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    ADEM'İN YARATILIŞI HİKAYESİ (MESNEVİDEN HİKAYELER, SEÇME ÖYKÜLER) (HİKAYELERDEN SEÇMELER)

    Sanat sahibi Allah, hayra, şerre uğramak, sınamak üzere Adem’i yaratmak istediği zaman, özü doğru Cebrail’e “Yürü, yeryüzünden bir avuç toprak ödünç al” buyurdu. Cebrail hizmete bel bağlayıp alemlerin rabbinin emrini yerine getirmek üzere yeryüzüne geldi. O, buyruk kulu, yere el attı. Toprak, kendini çekti, çekindi.
    Dile gelip yalvarmaya, tek yaratıcı hürmetine beni bırak, yürü git, canımı bağışla. O yürük atının yularını çek benden. Benden yaratılacak insan, tekliflere uğrayacak, tehlikelere düşecek. Allah hakkı için beni bırak, alma. Allah seni seçti, Levih’teki bilgiyi sana gösterdi. O lütuf hakkı için vazgeç benden.

    Allah ihsanı ile meleklere hoca oldun. Daima Allah ile konuşmadasın. Peygamberlerinde elçisi olacaksın. Sen vahiy canının hayatısın bedeni değil. İsrafil bedenlere can verir, sen cana can verirsin. O yüzden İsrafil’den üstünsün. O, sür-ü üfürür, bedenlere can gelir. Senin nefesin mücerret gönüllere can bağışlar.

    Bedendeki canın canı, gönlün diriliğidir. Şu halde senin ihsanın, İsrafil’in ihsanından üstündür. Sonra Mikâil bedenlere rızk verir. Senin çalışmansa aydın gönlü rızk verir. O kile vergisiyle eteğini doldurmuştur. Senin rızkınsa kileye sığmaz.

    Kahır ve şiddet sahibi Azrail’den de üstünsün. Rahmetin, gazaptan fazla ve üstün olduğu gibi. Arşı bu dördü taşırlar. Sen bunların padişahısın. Hakikatte uyanıklık bakımından dördünün en yücesi en üstünüsün. Mahşer günü görürsün ki arşı sekiz melek taşır. O zaman sekizinin en üstünü yine sen olacaksın demeye başlar.

    Bu çeşit sayıp dökmeye, ağlayıp yalvarmaya koyuldu. Çünkü o, bundaki maksadın ne olduğunu anlamış, bundan bir koku almıştı. Cebrail utanç madeniydi. O antlar, yolunu bağladı. Yer, pek çok yalvardığı, antlar, yeminler verdiği için geri döndü, dedi ki: Ey kulların rabbi! Ben senin işinde serseri değildim. Fakat aramızda geçen şeyleri, söylenen sözleri sen daha iyi bilirsin. Adlarından bir adı andı ki ey her şeyi gören Allah, o adın korkusundan yedi gökte dönmesini terk eder durur.

    Utandım adından sıkıldım. Yoksa bir avuç toprak getirmek kolay bir şey. Sen meleklere öyle bir kuvvet vermişsin ki bu gökleri bile yırtarlar.

    Allah, Mikael’e “Sen yeryüzüne inde ondan aslan gibi bir avuç toprak kapıver” dedi. Mikael yeryüzüne gelip ondan bir avuç toprak kapacağı zaman, yeryüzü titredi, ağlamaya, yalvarmaya, gözyaşları dökmeye başladı. Gönlü yanarak yalvardı, kanlı gözyaşı dökerek ant verdi, dedi ki:

    Lütuf sahibi eşsiz Allah hakkı için ki seni, arşı taşıyan ulu melekler arasına kattı. Aleme rızk veren kilelerin memurusun, lütuf ve ihsan susuzlarına avuç,avuç su verirsin. Çünkü Mikail sözü kileden üremedir. Mikail rızk veren kilecidir. Bana aman ver, azat et beni. Bak kanlı gözyaşlarına bulandım da seninle öyle konuşuyorum. Melek, Allah merhametinin madenidir. Dedi ki: Şimdi ben şu yaranın üstüne nasıl tuz ekeyim? Nitekim Şeytan da kahır madenidir. Adem oğullarından bu yüzden feryat eder.

    Yiğidim, merhamet, gazaptan fazladır, gazaba üstündür. Allah sıfatlarından lütuf, kahrın üstündedir. Kullarda onun huyundadır, tulumlar onun suyu ile doludur. O Allah Resulü, o sülük kılavuzu “İnsanlar padişahların dinindedir” demiştir.

    Mikail, din rabbinin tapısına, eli yeni boş olarak gitti. Dedi ki: Ey sırları bilen tek padişah, toprak ağlayıp inledi, yolumu bağladı benim. Senin yanında gözyaşının bir değeri vardır. İşitmezlikten gelemedim. Ahın feryadın sence yüce bir değeri var. O hukuku terk etmek elimden gelmedi. Sence yaşlı gözün pek değeri var. Artık ben, nasıl inat edebilirdim?

    Kul, günde beş kere namaza gel, feryat et diye davet edilir. Müezzinin “Haydi felaha” demesi yok mu? O felah, bu ağlayış bu sızlanıştır.

    Sen kimi dertle hasta etmek istersen onun gönlüne ağlayış yolunu kapatırsın. Bu suretle de defeden olmaz, bela gelip çatar. Çünkü sızlanma şefaatçisi bulunmaz. Birisini beladan kurtarmak istersen gönlüne sızlanmayı getirirsin. Kuran’da şiddetli azaba uğrayan ümmetler hakkında dedin ki: O anda ağlayıp sızlanmadılar ki bela onlardan dönüp savuşsun. Gönülleri katı olduğundan suçları kendilerine ibadet görünüyordu. İnatçı kendisini suçlu bilmedikçe nasıl olur da gözleri yaşarır ağlar?

    Yunus peygamberin kavmine bela gelip çattı. Gökten ateş dolu bir bulut ayrıldı. Yıldırımlar saçıyor, taşları yakıyordu. Gök gürlemekte, benizleri sararmaktaydı. Onların hepsi damlardaydı. Vakit geceydi. Gök yüzünden gelen bu bela, gece vakti gelip çatmıştı. Hepsi damlardan aşağı indi. Başlarını açıp ovanın yolunu tuttular. Analar evlatlarını kendilerinden ayırdılar. Hepsi feryat figana, çığrışıp ağlaşmaya koyuldu.

    O kavim, akşam namazından seher vaktine kadar başlarına toprak serptiler. Hepsi avaz,avaz ağlaşıp yalvardılar. O inatçı kavme Allah acıdı. Ümitsizlikten, sabırsız ah ve feryattan sonra yavaş,yavaş bulut dağılmaya başladı.

    Yunus peygamberin hikayesi uzun ve etraflıdır. Halbuki toprağı anlatma ve feyiz verme zamanı. Hasılı ağlayıp sızlanmanın Allah yanında değeri vardır. Ağlayıp sızlanmada ki değer nerede var?

    Ey ümit hemen kalk belini sıkıca bağla. Kalk ey ağlayan daima gül. Çünkü ulu Allah üstünlük bakımından gözyaşını, şehitlerin kanları ile bir tutmaktadır.

    Allah’ımız bunun üzerine İsrafil’e, yürü dedi, avucunu toprakla doldur gel. İsrafil yeryüzüne geldi ama toprak, ağlayıp inlemeye başladı.

    Dedi ki: Ey sür meleği, ey hayat denizi! Ölüler senin nefeslerinle dirilir. Sür-e öyle bir kuvvetli üflersin ki halk, çürümüşken dirilir, mahşere gelir, o ovayı doldurur. Sür-ü üfler, haydin ey Kerbela şehitleri, kalkın! Ey ölüm kılıcı ile helak olanlar, dallar, yapraklar gibi topraktan baş kaldırın dersin. Senin merhametin ve o tesirli nefesin yüzünden şu alem,, dirilerle dolar. Sen rahmet meleğisin, merhamet edersin. Sen arşı taşımaktasın, ihsan ve lütufların kıblesisin. Arş, ihsan ve adalet madenidir. Onun altıdan yargılamalarla dolu dört tane ırmak akmaktadır. Süt, ebedi olan bal, şarap ve akar su ırmakları. Bunlar arştan cennetlere giderler. Alemde o ırmaklardan çok az bir şey görünür.

    Gerçi o dört ırmağın burada görünen cüzleri bulanıktır ya. Neden? Acı yokluk zehrinden. O dört ırmaktan şu kara toprağa bir yudumcuk serptiler de bir fitnedir kopardılar. Bu suretle aşağılık kişiler, onların aslını arasınlar, bunu dilediler. Fakat adam olmayanlar bunlara kani olup gittiler.

    Allah çocukları beslemek, yetiştirmek için sütü verdi, her kadının göğsünü bu süt ırmağına kaynak yaptı. Şarap ırmağını, gamı defetmek, düşünceyi gidermek ve insana kuvvet ve cesaret vermek için üzümden akıttı. Bal ırmağına da arının için kaynak etti, o ırmağı bedendeki hastalıkları gidermek için akıttı. Suyu da temizlenmek ve içip kanmak için herkese ihsan etti. Bu suretle de bunları görüp asıllarını izlemeni diledi. Fakat ey herzevekil, sen bunlara kani oluverdin.

    Şimdi toprağın başından geçenleri dinle. Bak, o kudret sahibi İsrafil’e ne efsunlar okuyor. İsrafil’e karşı suratını ekşitti, yüzlerce şekilde yalvarıp yakardı. Ululuk ıssı pak Allah hakkı için dedi, bana bu kahrı helal görme. Ben bu işten bir koku alıyorum, kafama bir kötü şüphedir girdi.

    Sen rahmet meleğisin, merhamet edersin. Çünkü hüma kuşu, hiçbir kuşu incitmez. Ey dertlilere şifa ve rahmet olan melek, sen de o iki kişinin yaptıklarını yap.

    İsrafil, çabucak padişahın tapısına döndü, özür getirdi olanları anlattı. Dedi ki: Yarabbi, görünüşte toprağı al diye emrettin ama içine onun aksini ilham ettin. Kulağıma, toprağı al dedin, aklıma da bunun aksini emrettin. Rahmet gazaptan fazladır, üstündür, üstün geldi ey işleri eşsiz, örneksiz olan ve iyi işler işleyen Allah.

    Allah, Azrail’e “Çabuk git, o hayallere kapılmış toprağın halini gör. O arık zalimi bul, hemen bir avuç torak al, gel” dedi. Kaza ve kader çavuşu Azrail, buyruğu yerine getirmek üzere toprak yuvarlağına geldi. Toprak adeti veçhile yine feryada, ant vermeye başladı. Bir çok yeminler verdi.

    “Ey has kul, ey arşı taşıyan, ey arşta da, ferşte de emrine itaat edilen! Tek ve merhametli Allah’ın rahmeti hakkı için git. Sana lütuflarda bulunan Allah hakkı için git. Kendisinden başka tapılan bulunmayan, huzurunda kimsenin ağlayıp sızlanması ret edilmeyen padişah hakkı için” dedi.

    Fakat Azrail dedi ki: Bu afsunla gizli, aşikar buyruk sahibi olandan yüz çevirmem ben. Toprak, O, ilim sahibi olmayı da emretti. İkisi de emir. Bilgi yolu ile lütfet de halim ol, o emri tut dedi ama, Azrail, O, ya tevildir, ya kıyas. Apaçık emirde öyle tevile, kıyasa az uy. Kendi düşünceni tevil etsen daha iyi. Başka hiçbir emre benzemeyen bu açık emri tevil etmekten daha yeğ. Yalvarmana içim yanıp durmada. Acı gözyaşlarından gönlüm kanla doldu. Merhametsiz değilim, hatta o üç temiz melekten daha merhametliyim ben, senin derdinle dertleniyorum. Ben bir yetime tokat atsam, halim bir adam da ona tatlı bir şey verse, bu tokat onun tatlısından daha hoştur. Eyvah eğer o tatlıya kanarsa.

    Feryadından ciğerim yanıyor. Fakat Allah, bana başka bir çeşit lütuf öğretmede. Gizli lütuf, kahırlar içindedir; değer biçilmez akıkin pislik içinde oluşu gibi. Allah’ın kahrı, benim hilmimden yüz kat iyidir. Allah’tan canını esirgemek can çekişmektir. Onun en kötü kahrı, iki alemin de hilminden iyidir. Ne güzeldir alemlerin rabbi ve ne iyidir onun yardımı.

    Onun kahrında lütuflar gizlidir; onun uğrunda can vermek, adamın canına canlar katar. Kendine gel de kötü zannı ve azgınlığı bırak. Madem ki Allah gel diyor, başını ayak yap da koş. Onun gel demesi, insana yücelikler verir; sarhoşluklar, eşler, yaygılar bağışlar. Ben o yüce emri hiç, ama hiçbir suretle tevil edemem.

    Dertli toprak bütün bunları duydu. Fakat o kötü zan, kulağına küpe olmuştu, ondan vazgeçmedi. Aşağılı toprak tekrar başka bir çeşit yalvarmaya, sarhoş gibi secde etmeye başladı.

    Azrail dedi ki: Yeter, artık bundan fazlası yok. Hem benden sana ziyan da gelmez. Ben, istersen sana başımı, canımı rehin vereyim. Yalvarmayı düşünme, artık o merhamet ve adalet sahibi padişahtan başkasına yalvarma da. Ben emir kuluyum, emri terk edemem. Onun emri, denizden toz koparır. O kulağı, gözü, başı, yaratan Allah’ın emrinden başka kendiliğimden ne bir hayır dilerim, ne bir şer.

    Kulağım onun sözünden başka söze sağır. O, bana tatlı canımdan da değerli. Can, ondan geldi, o candan değil. O, bedavaca yüz binlerce can verir. Can nedir ki kerem sahibinden esirgeyeyim? Pire de nedir ki onun yüzünden yorganı yakayım? Ben, onun hayrından başka bir hayır bilmem. Ondan başkasına sağırım, dilsiz, körüm. Ağlayıp inleyenlere karşı kulağım sağır. Onu elinde bir mızrak gibiyim ben.

    Ahmakçasına mızraktan merhamet umma, mızrağı elinde tutan padişahtan um. Mızrağa, kılıca nasıl yalvarabilirsin? Onlar, o yüce kişinin elinde tutsaktır. O, sanatkarlıkta Azer’dir, bense putum. Benden ne alet yaparsa o aletim ben. Beni kadeh yaparsa kadeh olurum, hançer yaparsa hançer. Çeşme yaparsa su veririm, ateş yaparsa ziya. Yağmur yaparsa yağar, harmana feyiz ve bereket veririm, ok yaparsa bedene saplanırım. Yılan yaparsa zehirlerim, yardım ederse hizmette bulunurum. Ben iki parmağın arasındaki kalem gibiyim. İbadet safında müterreddit değilim.

    Azrail toprağı söze tuttu; o sırada o köhne topraktan bir avuç kaptı. Yeryüzünden sihirbazca bir avuç toprak aldı, halbuki toprak, sözle meşguldü, ondan haberi bile olmadı. O bir avuç toprağı yeryüzünün rızası olmadan aldı, kaçmak isteyen, ayakları gerisin geriye giden çocuğu nasıl zorla mektebe götürürlerse öylece Allah tapısına götürdü.

    Allah dedi ki: Apaydın bilgim hakkı için seni bu halkın celladı yapacağım. Azrail dedi ki: Yarabbi, halk bana düşman olur. Halkın ölüm çağında boğazını sıktım mı herkes bana düşman kesilir. Yüce Allah’ım, reva görür müsün halk benden nefret etsin, bana düşman olsun?

    Allah dedi ki: Ben, sıtma ve humma, kulunç, yaralanma, gibi öyle sebepler yaratırım ki, onlar gözlerini senden çevirirler, o hastalılara, o sebeplere üç kat sarılırlar, yalnız onları görürler.

    Azrail, “Yarabbi, Yüce Allah’ım, öyle kullarında vardır ki onlar, sebepleri yırtarlar. Gözleri sebeplerden geçer, senin ihsanınla perdeleri aşar. Hal göz doktorundan birlik sürmesini çekerler de illetten (bilgi yelpazesi. net) de kurtulurlar sebepten de. Ne hummaya bakarlar, ne kulunca, ne basura, be sebeplere hiç önem vermezler. Çünkü bu illetlerin her birinin devası vardır. Deva kabul etmeyen illet kaza ve kaderdir.

    Bil ki her hastalığın mutlaka bir devası vardır. Soğuk illetinin devası nasıl kürk giymekse. Fakat Allah, bir adamı dondurmayı murat ederse soğuk, yüz tane kürk giyse yüzünden de tesir eder. Bedeni öyle bir titremeye başlar ki, ne elbiseyle ısınır ne evle.

    Kava ve kader geldi mi doktor aptallaşır. O ilaç da fayda verme hususunda yolunu şaşırır. Ahmakları avlayan bu sebepler, nasıl olur da can gözü açık olanın anlayışına perde olur? Göz sağlam oldu mu aslı görür. Fakat insan şaşı olursa aslı değil de fer-i görür” dedi.

    Allah dedi ki: Aslı bilen kişi, nasıl olur da arada seni görür? Kendini halktan gizledin ama sırları apaydın görenlerce sen de bir perdesin. Onlara ecel, şeker gibi tatlı gelirken artık gözleri dünya devlet ve ikbaline sarhoş olur mu?

    Onlarca bedene ait olan ölüm, acı değildir. Çünkü onlar, kuyudan, zindandan çayırlığa, çimenliğe gidiyorlar. Bu ıstıraplarla dolu alemden kurtuluyorlar. İnsan bir hiçin kayboluşuna ağlar mı? Padişaha mensup birisi zindanın burcunu yıksa zindandakinin gönlü, ona incinir mi? Yazık, şu mermer taşı kırdı da canımızı, ruhumuzu hapisten kurtardı.

    O güzelim mermer, o yüce taş, zindanın burcuna ne yakışıyordu, ne de güzel uymuştu. Nasıl oldu da kırdı, beni de hapisten kurtardı? Bu suca karşılık elini kırmalı onun der mi? Hapisten çıkarılıp dar ağacına götürülen kişiden başka hiçbir mahpus böyle saçma bir söz söylemez. Birisine, yılan zehrinden kurtarıp şeker verseler bu hal, o adama hiç acı gelir mi? Can beden kavgasından kurtulur. Beden ayağı olmaksızın gönül kanadıyla uçmaya başlar.

    Hani zindanın kuyusuna hapsedilen adamın uyuyup rüyasında gül bahçesini görmesi gibi. Bu adam der ki: Allah’ım, beni bedene döndürme de şu gül bahçesinde bir salınıp gezineyim. Allah da duan kabul edildi, dönme der. Doğrusunu Allah daha iyi bilir ya. Bu çeşit rüya bir bak ne hoştur. Adam, ölümünü görmeden cennete gitmede.

    Artık hiç o adam, uyanmaya hasret çeker, kuyunun dibinde zincirlere, bukağılara vurulmuş olarak yaşamayı arzu eder mi? İnanmışsan artık savaş safına gel ki senin meclisin gökyüzündedir. Yüzlerce ulaşma ümidiyle kalk, ey kul, mihrap önündeki mum gibi dinlen. Başı kesilmiş mum gibi bütün gece arayıp isteme yüzünden ağla, gözyaşları dök, yan dur. Yemekten, içmekten ağzını yum, gök sofrasına koş. Her an ümidini gök yüzüne bağla. Gökyüzü havası ile söğüt gibi titre.

    Sana anbean gökten su ve ateş gelip durmada. Rızkını arttırmadadır. Seni de oraya götürürse şaşma. Aczine bakma isteğine bak. Çünkü bu istek, sende Allah’ın bir emanetidir. Her isteyen kişinin istenmesi yerindedir. Çalış da bu istek artsın. Bu suretle de gönlün şu ten kuyusundan çıksın. Halk, filan yoksul öldü desinler, sen de a gafiller diriyim ben. Bedenim yapayalnız yatmış, uyumuş ama sekiz cennet de gönlümde açılmış de.

    Can. gül ve neşrin içinde uyuduktan sonra beden, şu pislikte kalmış? Ne gam! Uyumuş canın bedenden ne haberi var? O, ister gül bahçesinde uyusun, ister külhanda. Can, şu su rengindeki alemde “Keşke kavmim, Rabbim beni ne yüzden yargıladı, bilseydi” diye nara atmada.

    Can, şu bedensiz yaşamayı istemezse peki, gökyüzü kimin sayvanı olacak? Canın, bedensiz yaşamayı dilemezse “Rızkınız gökyüzündedir” nimeti, kimin kısmeti olacak?

    Bu kaba rızk kırıntılarından kurtulursan yüce ve latif rızklara nail olursun. O manevi rızktan binlerce okka yemek yesen yine pak ve tüy gibi hafif olarak gidersin. O yemek, sen de ne yel yapar, ne kulunç, ne de mide ağrısı verir. Az yersen karga gibi aç kalırsın, çok yersen geğirmeye başlar, imtila olursun.

    Az yersen huyun kötüleşir, kabalaşır, nobranlaşırsın. Çok yersen bedenin imtilaya müstahak olur. Fakat Allah taamından, o lezzetli rızktan denizler kadar ye, yine de gemi gibi yürü yüz. Oruca sarıl, sabret, orucu terk etme, her an Allah rızkını bekle. Çünkü o işi gücü güzel Allah, bekleyenlere hediyeler verir. Tok adam ekmek beklemez. Ekmeği yiyeceği ister er gelsin ister geç. Aç adam daima nerede der durur. Açlıkla bekler, araştırır. Beklemezsen o yetmiş kat devlet ve ikbal nevalesi sana gelmez. Babacığım yüceler yemeğini ercesine bekle,bekle. Her aç nihayet bir yiyecek bulur. Devlet güneşi elbette ona vurur.

    Himmet sahibi misafir, az yemek yerse sofra sahibi, ona daha güzel yemek getirir. Yalnız yoksul ve nekes olan sofra sahibi başka, ona söz yok. Kerem sahibi rızk vericiye kötü zanda bulunma.

    Ey dayanılan, güvenilen er, bir dağ gibi başını kaldır da güneşin ilk ışığı sana vursun. Baksana o oturaklı yüce dağın tepesi de seher güneşini bekleyip durmada.

    Biri ne hoştu dünya, ortada eteğimizi çeken ölüm olmasaydı demedeydi. Bir başka biri de dedi ki: Ölüm olmasaydı ıstıraplarla dolu olan bu dünya hiçbir şeye yaramazdı. Ovaya yığılmış, dövülmeden öylece bırakılmış bir harmana benzerdi. Halbuki sen asıl ölümü dirilik sandın, tohumu çorak yere ektin. Yalancı akıl, her şeyi aksi görür, diriliği de ölüm sanır a ahmak!

    Ey Allah, sen bize her şeyi, o hile yurdunda nasılsa öylece göster. Hiçbir ölü, öldüğüne hayıflanmaz, azığın azlığına hayıflanır. Yoksa ölün, bir kuyudan ovaya, devlete, yaşayışa ve genişliğe çıkar. Bu yas konağından, şu daracık deve yatağından geniş bir ovaya geçer. Orası doğruluk makamıdır, yalan sayvanı değil. Orada hususi bir şarap vardır, adam onunla sarhoş olur ayranla değil.

    Orası öyle bir doğruluk makamıdır ki orada onunla oturan Allah’tır. Ateşe tapanların mabedi olan şu balçıktan kurtulmuştur. Aydın bir suretle yaşamadıysan, bir iki nefeslik ömrün kaldı bari ercesine öl!

    Hadiste gelmiştir ki kıyamet günü, her bedene “kalk” diye emir gelir. Sür-ün üfürülmesi, pak Allah’ın ey zerreler yerden baş kaldırın diye emretmesidir. Herkesin canı, sabahleyin kalkınca nasıl aklımız başımıza gelirse tıpkı öyle, kendi bedenine girer. Can, kıyamet günü, kendi bedenini tanır, define gibi kendine mahsus olan o yıkık yere girer. Her can. kendi bedenini tanır, o bedene girer. Kuyumcunu canı, nasıl olurda terzinin bedenine girer? Bilgi sahibinin canı, bilgi sahibinin bedenine girer, zulmedenin canı, zulmedenin bedenine.

    Sabah çağı kuzu anasını, koyun kuzusunu nasıl tanırsa Allah bilgisi de bedenleri tanıma hususunda ruhlara böyle bir bilgi vermiştir.

    Ayak bile karanlıkta ayakkabısını tanırken a güzelim can kendi bedenini nasıl tanımaz? Ey Allah’a sığınan, sabah küçük mahşerdir. Büyük mahşeride var ondan kıyas et. Can, nasıl toprağa uçarsa amel defteri de sağa, sola öyle uçar.

    İyiliğe kötülüğe dair dün ne yaptıysa onların yazılı olduğu nekeslik ve cömertlik defterini, insanın avucuna koyarlar. Seher çağı uykudan uyandı mı o hayır ve şer, ona gelip çatar. Riyazatı huy edinmişse uyandığı zaman yanına o gelir. Dün, hamlık etmiş, kötülükte, azgınlıkta bulunmuşsa sol yanından verilen defteri, yas mektubuna döner.

    Dün, temiz, kötülükten çekingen ve dindar olarak yaşamışsa uyanınca değerli inciyi elde eder. Bizim uykumuz ve uyanmamız, ölümle mahşere iki tanıktır. Küçük haşir büyük haşri gösterir; küçük ölüm, büyük ölümü aydınlatır.

    Fakat bu defter, hayalidir, gizlidir. Büyük haşirde o defter meydana çıkar. Bu hayal, burada gizlidir, eseri görünür. Fakat bu hayal, orada suretlere bürünür. Mühendise bak yere tohum eker gibi gönlüne bir ev yapma hayali kor. O hayal, dışarıda zahir olur, adeta yerden tohum biter gibi.

    Gönülde yurt tutan her hayal, mahşer gününde bir surete bürünecektir. Mühendisin gönlünde kurduğu hayali, tohum bitirme kabiliyetindeki bir yere ekilmiş, orada bitmiş mahsul tut. Bu iki mahşeri hulâsa etmeden maksadım bir kısastır, inananların bundan hisse almasıdır. Kıyamet gününün güneşi doğdu mu çirkin, güzel herkes yerden derhal kalkar. Herkes kaza ve kader divanına koşar, geçer para da potaya girer, kalp para da.

    Geçer para neşelenerek, nazlana,nazlana kalp para, yanıp eriyerek. Anbean sınamalar gelmede, bedende gönül sırları görünmede. Kandil nasıl suyla yağla görünür, aydınlanıp meydana çıkarsa, yahut toprak, nasıl mahsul verir, sırlarını meydana korsa öyle. Baharın eli, soğanı, safranı, haşhaşı çıkarır, kışın sırrını nasıl meydana korsa öyle.

    Biri “Biz Allah’tan çekinenleriz” diye yemyeşil, öbürü menekşe gibi başı aşağıda. Tehlikeye uğrama korkusu, gönle yerleşmiş, bu yüzden kaynaklat kaynama da, on tane dere olmada. Gözler, defterler sol yandan gelmesin diye açılmış, bekleyip durmada.

    Amel defterinin sağdan verilmesi kolay iş değil. Bunun için gözler sağı solu gözlemede. Derken bir kulun eline kapkara, suçlarla kötülüklerle dolu bir defter verilir. İçinde ne bir hayır var, ne bir iyi işte bulunma. Ancak doğru özlülerin gönlünü incitme var. Baştan ayağa kadar kötülükle, suçla, yol ehline çaldığı ıslıklarla, onlarla ettiği alaylarla dopdolu. Hileleri, hırsızlıkları, Firavunlar gibi ben, biz demeleri, defteri kaplamış. O kötü amelli kul, defterini okudu mu analar ki zindandan başka göçecek yer yok. Suç meydanda özür yolu bağlı. Artık hırsızlar gibi darağacına yürümeye başlar. O binlerce delili, o binlerce kötü sözü, pis bir çivi gibi ağzını kapatmış.

    Üstünde, evinde, çaldığı şeyler çıkmış, okuduğu masal dinlenmez olmuş. Cehennem zindanına doğru yürümeye koyulur. Çünkü ateşten kaçmasına imkan yok. Melekler de memurlar gibi önüne ardına düşerler. Evvelce gizliydiler şimdi asesler gibi meydana çıkarlar. Onu, yürü ey köpek, samanlığına gir diye sürerler, ellerindeki mızraklarla dürterler. O, her yol başında ayağını sürür, belki o kuyudan kurtulurum ümidine düşer. Bekleyerek durur, susar, bir ümide kapılıp yüzünü geriye çevirir. Güz yağmurları gibi gözyaşı döker, ümidi kurumuştur, ondan başka elinden ne gelir?

    Her an yüzünü geriye çevirir, Allah’ın mukaddes tapısına yönelir. Derken Allah’tan “Ey nur ülkesinin melekleri, ona ey iyi huylardan çırılçıplak tembel” deyin.

    Ey şer madeni, ne bekliyorsun? A şaşkın neden yüzünü geriye çeviriyorsun? İşte defterin, eline gelen defter a Allah inciten a Şeytana tapan! Yaptığın şeylerin yazılı olduğu defteri gördün ya. Ne bakıyorsun artık, yaptığının cezasını gör. Beyhude yere emekleyip duruyorsun? Böyle bir kuyuda aydınlık ümidi nerede?

    Ne görünüşte bir ibadetin var, ne içinde gizli bir iyilik niyeti. Ne geceleri münacatta bulundun, namaz kıldın; ne gündüzleri haramdan çekindin oruç tuttun! Ne kimseyi incitmemek için dilini tuttun, ne ibretle önüne ardına baktın. Önünde ölüm anlayışı ile can çekişmeden, ardında dostlarının ölümünden başka ne var ki?

    Ne zulmünle yana yakıla coşarak bir tövbe ettin, ne ağlayıp sızlandın ey buğday gösterip arpa satan adi adam!terazin eğriydi azgındı. Artık mükafat terazisinin doğru olmasını neye beklersin? Hıyanette eksik tartmada adeta sol ayak kesilmiştin, nasıl olur da terazin sağ yanından gelir? A boyu bükülmüş, mükafat ve mücazat, gölge gibidir, elbet gölgen de önüne iki büküm düşecek. Allah’tan bu çeşit sert hitaplar gelir. Öyle ki bu sözleri dağ duysa kamburlaşır.

    Kul der ki: Yarabbi, buyurduklarının yüz misli kötüyüm, yüz misli kötüyüm, yüz misli kötü. Sen kötülüklerimi hilminle örttün, yoksa yaptığım fenalıları bilirsin. Fakat kendi savaşımı, hayır ve şerden öte olan işlerimi, küfrümü, yolumu yordamı mı, aczimle sana yalvarışımı, benim, benim gibi yüzlerce kulun hayalini bir yana bırakalım.

    Ancak senin lütfuna ümit bağladım. Benim doğru oluşum, yahut inatçılığım şöyle dursun. Ey garezsiz kerem sahibi, karşılıksız olan lütfuna, ihsanına ümit bağlamışım. Onun için kendi işime bakmıyorum, geri dönüp senin kayıtsız şartsız keremine bakıyorum. O ümitle yüzümü geri çevirdim. Ben yokken varlığımı sen verdin. Bedavaca bana varlık elbisesi bağışladın. Ben daima buna güveniyordum.

    Kul kendi suçunu ihsanını sayınca Allah ihsanı ile Allah bağışlaması gelip yetişir. Der ki: Ey melekler, onu tekrar bana getirin, çünkü gönül gözü rica ve niyazda. Ben de aldırmayayım da onu azat edeyim, o hatalara bir kalem çekivereyim. Bir şeye aldırmamak, birinin iyiliğinden, kötülüğünden kendisine ziyan gelmeyen kişiye mübahtır.

    Keremimizden hoş bir ateş yakalım da az çok, hiçbir suçu kusuru kalmasın. Öyle bir ateş yakalım ki yalımındaki değersiz kıvılcım bile suçu da yaksın, cebri de, ihtiyarı da.

    İnsan ağırlıklarının bulunduğu yere bir yalım salalım da dikeni ruhani bir gül bahçesi haline getirelim.

    Biz dokuzuncu kat gökten “Sizin işinizi düzeltir” kimyasını gönderdik. Artık o ebedi ve daimi nur karşısında insanlar babasının debdebesi ve ihtiyarı nedir ki? Onun söyleyen dili, bir et parçası, gören gözü bir et lokması. Duyan kulağı, iki parça kemikten, anlayan kalbi iki katra kanan ibaret.

    Sen pisliklerle dopdolu bir kurtcağızsın. Fakat cihana bir gürültü saldın. Meniden yaratıldın, benliği bırak. Ey Eyaz, çarığı hatırla.
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  10. #10
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    AFFET BABACIĞIM, ANAYA - BABAYA SAYGI (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Evliliğinden beri evinde kalan babası yüzünden eşiyle sürekli tartışıyordu. Eşi babasını istemiyor ve onun evde bir fazlalık olduğunu düşünüyordu. Tartışmalar bazen inanılmaz boyutlara ulaşıyordu. Yine böyle bir tartışma anında eşi bütün bağları kopardı ve 'Ya ben giderim, ya da baban bu evde kalmayacak' diyerek rest çekti.

    Eşini kaybetmeyi göze alamazdı. Babası yüzünden çıkan tartışmalar dışında mutlu bir yuvası sevdiği ve kendini seven bir eşi ve bir de çocukları vardı. Eşi için çok mücadele etmişti evliliği sırasında. Ailesini ikna etmek için çok uğraşmış ve çok sorunlarla karşılaşmıştı. Hala onu ölürcesine seviyordu. Çaresizlik içinde ne yapacağını düşündü ve kendince bir çözüm yolu buldu. Yıllar önce avcılık merakı yüzünden kendisi için yaptırdığı kulübe tipi dağ evine götürecekti babasını. Haftada bir uğrayacak ve ihtiyacı neyse karşılayacak, böylelikle eşiyle de bu tür sorunlar yaşamayacaktı. Babasına lazım olacak bütün malzemeleri hazırladıktan sonra yatalak babasını yatağından kaldırdı ve kucakladığı gibi arabaya attı. Oğlu Can 'Baba ben de seninle gelmek istiyorum' diye ısrar edince onu da arabaya aldı ve birlikte yola koyuldular.

    Karakışın tam ortalarıydı ve korkunç bir soğuk vardı. Kar ve tipi yüzünden yolu zor seçiyorlardı. Minik Can sürekli babasına 'Baba nereye gidiyoruz ?' diye soruyor ama cevap alamıyordu. Öte yandan nereye götürüldüğünü anlayan yaşlı adamsa gizli gizli gözyaşı döküyor oğlu ve torununa belli etmemeye çalışıyordu. Saatler süren zorlu yolculuktan sonra dağ evine ulaştılar. Epeydir buraya gelmemişti. Baraka tipindeki dağ evi artık çürümeye yüz tutmuş, tavan akıyordu. Barakanın bir köşesini temizledi hazırladı ve arabadan yüklendiği yatağı oraya itina ile serdi. Sonra diğer malzemeleri taşıdı. En son da babasını sırtlayarak yatağa yerleştirdi. Tipi adeta barakanın içinde hissediliyordu. Barakanın içinde fırtına vardı adeta. Çaresizlik içinde babasını izledi. Daha şimdiden üşümeye başlamıştı. Yarın yine gelir bir yorgan ve birkaç battaniye getiririm diye düşündü. Öyle üzgündü ki Dünya başına göçüyor gibiydi. O bu duygular içindeyken babası yüreğine bıçak saplanmış gibiydi. Yıllarca emek verdiği oğlu tarafından bir barakaya terk ediliyordu. Gururu incinmişti içi yanıyordu ama belli etmemeye çalışıyordu. Minik Can ise olanlara hiçbir anlam veremiyordu. Anlamsızca ama dedesinden ayrılacak olmanın vermiş olduğu üzüntüyle sadece seyrediyordu. Artık gitme zamanıydı. Babasının yatağına eğildi yanaklarını ve ellerini defalarca öptü. Beni affet der gibi sarıldı, kokladı. Artık ikisi de kendine hakim olamıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Buna mecburum der gibi baktı babasının yüzüne ve Can'ın elini tutup hızla barakayı terk etti.

    Arabaya bindiler. Can yol çıktıklarında ağlamaya başladı neden dedemi o soğuk yerde bıraktın diye. Verecek hiçbir cevap bulamıyordu, annen böyle istiyor diyemiyordu. Can 'Baba sen yaşlandığında bende seni buraya mı getireceğim' diye sorunca Dünyası başına yıkıldı. O sorunun yöneltilmesiyle birlikte deliler gibi geri çevirdi arabayı. Barakaya ulaştığında 'Beni affet baba' diyerek babasının boynuna sarıldı. Baba oğul sıkı sıkı sarılmış ve çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyorlardı. Oğlu 'Baba beni affet, sana bu muameleyi yaptığım için beni affet' diye hatasını belli ediyordu.. Babası oğlunun bu sözlerine en anlamlı cevabı veriyordu...

    'Geri geleceğini biliyordum yavrum. Ben babamı dağ başına atmadım ki, sen beni atasın. Beni bu dağda bırakamayacağını biliyordum
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

Sayfa 1 Toplam 14 Sayfadan 1234567891011 ... SonuncuSonuncu

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu anda 1 kullanıcı bu konuyu görüntülüyor. (0 kayıtlı ve 1 misafir)

Benzer Konular

  1. Playlist`ten Seçmeler..
    Konu Sahibi qLnSytN Forum Karışık Videolar
    Cevap: 8
    Son Mesaj : 12.Aralık.2015, 00:30
  2. Divan Şiirinden Seçmeler
    Konu Sahibi ÇağanCan Forum Edebi Eserler
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 19.Kasım.2014, 14:41
  3. Ehli Nur'Seçmeler
    Konu Sahibi Ehli Nur Forum Giyim - Çanta - Ayakkabı
    Cevap: 28
    Son Mesaj : 16.Kasım.2014, 11:14
  4. Nietszche’den Seçmeler (Hayat)
    Konu Sahibi ÇağanCan Forum Serbest Bölge
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 07.Eylül.2014, 12:51
  5. Ruznamemden seçmeler
    Konu Sahibi ÇağanCan Forum Serbest Bölge
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 29.Ağustos.2014, 22:20

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  
gaziantep escort bayan gaziantep escort sesli sohbet seks hikaye onwin venüsbet giriş tipobet365 sahabet karabük escort ordu escort kars escort kocaeli escort izmit escort edirne escort ısparta escort karabük escort manisa escort adana escort
ankara escort ankara escort ankara escort bayan escort ankara çankaya escort kızılay escort kızılay escort ankara eskort ankara escort çankaya escort ankara otele gelen escort kayseri escort istanbul escort avrupa yakası escort çapa escort şirinevler escort avcılar escort beylikdüzü escort