kayseri escort ankara escort izmir escort antalya escort bursa escort istanbul escort

Etiketlenen üyelerin listesi

Sayfa 2 Toplam 14 Sayfadan BirinciBirinci 123456789101112 ... SonuncuSonuncu
Toplam 134 adet sonuctan sayfa basi 11 ile 20 arasi kadar sonuc gösteriliyor
  1. #11
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    AFFETMEMENİN CEZASI (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Bir öğretmen bir gün derste öğrencilerine bir teklifte bulunur: “Bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz?”

    Öğrenciler çok sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler. “O zaman…” der öğretmen. “Bundan sonra ne dersem yapacağınıza da söz verin!” Öğrenciler bunu da yaparlar.

    Şimdi yarınki ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz birer plâstik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!”

    Öğrenciler, bu işten pek bir şey anlamamışlardır. Ama ertesi sabah hepsinin sıralarını üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle der öğretmen:

    “Şimdi, bugüne dek affetmeyi reddettiğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun.”

    Bazı öğrenciler torbalarına üçer beşer tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur. Öğretmen, kendisine “Peki şimdi ne olacak?” der gibi bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar:

    “Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Patates torbaları yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde hep yanınızda olacak.”

    Aradan bir hafta geçmiştir. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikâyete başlarlar: “Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor. Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi, insanlar tuhaf bakıyorlar bize artık. Hem sıkıldık, hem de yorulduk.”

    Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir:

    “Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz.

    Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkûm ediyoruz.

    Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz, hâlbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir.”
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  2. #12
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    AFFETMENİN ÖNEMİ, AFFETMEK, BAĞIŞLAMAK (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Bir gün trenle seyahat eden birisi tesadüfen son derece huzursuz olan genç bir adamın yanına oturmuş. Bir sure sonra, genç adam, uzak bir hapishaneden henüz çıkmış bir mahkum olduğunu açıklamış. Mahkumiyeti ailesine o kadar utanç vermiş ki, ne ziyaretine gelmişler, ne de bir mektup yollamışlar. Ama fakir oldukları için seyahat edemediklerini, cahil oldukları için mektup yazamadıklarını umuyor; her şeye rağmen kendisini affetmiş olmalarını hayal ediyormuş.

    Ailesinin işini kolaylaştırmak için, kendilerine mektup yazıp tren kasabanın eteklerindeki çiftliklerinden geçerken bir işaret koymalarını söylemiş. Ailesi kendisini affetmişse, raylara yakın bir elma ağacına beyaz bir kurdele bağlayacaklarmış. Eğer kendisinin geri dönmesini istemiyorlarsa, hiç bir şey yapmayacaklar, o da trende kalıp Batıya gidecek, belki de bir serseri olacakmış.

    Tren, kasabasına yaklaşırken heyecanı o kadar artmış ki, pencereden dışarı bakmaya cesaret edemiyormuş. Kompartıman arkadaşı kendisiyle yer değiştirip onun yerine elma ağacına bakacağını söylemiş. Bir dakika sonra elini genç mahkumun koluna koymuş,

    “Şuraya bak” demiş.

    Göz pınarlarında biriken yaşlarla gözleri parlıyormuş.

    “Her şey yolunda, bütün ağaç bembeyaz kurdelelerle bezenmiş”.

    O anda bir ömrü zehirleyen tüm acılar, adeta, birden dağılmış, kaybolmuş.

    “Affetmezseniz sevemezsiniz. Sevgisiz hayat da anlamsızdır
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  3. #13
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    AĞZA KAÇAN YILAN HİKAYESİ (MESNEVİDEN HİKAYELER, SEÇME ÖYKÜLER) (HİKAYELERDEN SEÇMELER)

    Akılı birisi, atına binmiş geliyordu. Uyumakta olan birisinin ağzına da bir yılan kaçmak üzereydi. Atlı onu görüp adamcağızı kurtarmak yılanı ürkütüp kaçırmak için koşmaya başladı. fakat fırsat bulamadı. Aklı kendisine yardım ettiğinden pek akılı kişi olduğundan o uyumakta olan adama şiddetlice birkaç topuz vurdu. O şiddetlice vurulan topuzun acısı, adamı bir ağaç altına kadar kaçırdı.

    Ortaya bir hayli çürük elma dökülmüştü. Adama “ Ey dertli kişi bunları ye” dedi. “ Beyim, ben sana ne yaptım, bana ne kastın var? Eğer bana hakikaten bir kastın varsa vur kılıcı, birden kanını dök! Sana çattığım saat ne menhus saatmiş. Ne mutlu senin yüzünü görmeyene! Dinsizler bile kimseye suçsuz günahsız, az çok bir şey yapmadan böyle sitem etmezler, bu sitemi caiz saymazlar” diyordu.

    Söz söylerken ağzından kan geliyordu “ yarabbi cezasını sen ver!” diye bağırmakta, her an ona kötü söylemekte, lanet etmekteydi. Atlı ise “ bu ovada koş”diye onu dövüyordu. Adam, topuz acısıyla atlının korkusundan yel gibi koşmağa başladı. Hem koşuyor, hem yüzüstü düşüyordu. Karnı toktu, uykulu ve gevşemiş bir haldeydi. Ayağında, yüzünde yüz binlerce yara vardı.

    Atlı o adamı akşam çağına kadar çekiştirip durdu. Nihayet, adamın safrası kabardı, kusmağa başladı. İyi, kötü yediklerini kustu. Bu kusma esnasında yılan da içinden dışarı çıktı. O yılanı görünce kendisine iyilik eden atlıya secde etti. O kapkara çirkin ve heybetli yılanı görünce bütün dertlerini unuttu. Dedi ki: “ Sen, bir rahmet cebrailisin, yahut da velinimet Allahsın ne kutlu saatmiş ki beni gördün.

    Ölüydüm, bana yeni bir can bağışladın. Sen beni analar gibi aramaktayken, ben eşekler gibi senden kaçıyordum. Eşek sahibinden eşekliği yüzünden kaçar. Halbuki sahibi, iyiliğinden dolayı onun peşine düşer. Onu bir fayda elde etmek bir ziyandan kurtulmak için aramaz. Kurt, yahut yırtıcı bir canavar paralamasın diye arar. Ne mutlu yüzünü görene, yahut ansızın senin bulunduğun yere ulaşana!

    Pak ruh bile seni övmüş. Halbuki ben sana ne kadar kötü ve saçma şeyler söyledim. Fakat efendim, padişahlar padişahı sultanım onları ben söylemedim, bilgisizliğim söyledi. Bir parçacık olsun bu hali bilseydim böyle abes sözler söyleyebilir miydim? Ey iyi ruhlu eğer bana bu hali kinaye ile bile olsa çıtlatsaydın seni bir hayli överdim. Fakat sükut ederek kızgın göründüm. Hiçbir şey söylemeksizin kafama vurmaya başladın başım sersemleşti, aklım gitti. Hele benim bu başım zaten aklı da kıt!

    Ey yüzü de güzel işi de güzel adam affet, deliliğimden söylediğim sözleri bağışla. Atlı “ eğer ben bunu biraz çıtlatsaydım derhal yüreğin su kesilir ödün patlardı. Yılanı anlatsaydım korkudan canın çıkıverirdi. Mustafa “ canınızdaki düşmanı size olduğu gibi anlatsam. Yiğitlerin bile ödü patlar ne yol yürümeğe ta katları kalır, ne bir işin tasasına düşerler! Ne kimsenin gönlünde niyaz etmeğe kudret kalır, ne tenin de oruç tutmaya, namaz kılmaya kuvvet” buyurdu.

    Bunu duyan kedi önündeki sıçan gibi yok olur; kurt önündeki kuzu gibi mahvolur. Ne uyku uyuyabilir ne yemek yiyebilir. Onun için ben sizi bunu söylemeden terbiye etmekte, yetiştirmekteyim. Ebu Bekr-i Rebabi gibi susmakta, Davut gibi demire el vurmaktayım. Bu suretle de olmayacak şey, benim elimde mümkün olur, bir hale yola girer, kanadı yolunmuş kurşun bile kanadı çıkar. Çünkü Allah’ın eli insanların ellerinden üstündür. Tek Allah da bizim elimize “ Benim elim” demiştir.

    Şu halde şüphe yok ki benim kolum uzundur,her yere erişir. Ta yedinci kat gökten bile aşar. Elim gökte bile hünerler göstermiştir. Ey Kuran okuyan “İnşakkal Kamer” ayetini okuyuver! Bu övüş de akıllar zayıf olduğu içindir. Zayıf olanlara kudreti anlatmaya imkan mı var* uykudan başkaldırırsan anlarsın.

    Bu iş böyledir işte doğrusunu Allah daha iyi bilir. Eğer sen içinde ki yılanı bilseydin ne elma yemeğe kuvvetin kalırdı, ne yol yürümeye ne de kusmağa1 sen beni sövüyordun, ben de seslenmiyor, fakat atımı sürüyordum. Gizlice de Yarabbi, sen işimi kolaylaştır demekteydim. Sebebi söylememe izin yoktu, fakat seni kendi haline bırakmaya da kaadir değilim.

    Her an gönlümdeki dert yüzünden Yarabbi, kavmime yolu sen göster çünkü onlar bilmiyorlar, demekteydim” dedi. Derdinden kurtulan adam, secdeler etmekte “ Ey bana saadet, ikbal ve hazine olan! Ey yüce kişi Allah’tan hayırlar bul! Bu zayıfın sana şükretmeye kudreti yok. Mükafatını Allah versin. Ağzım dilim sana şükretmekte aciz” demekteydi. İşte akıların düşmanlığı bu çeşittir. Onların zehirleri bile cana neşe verir. Ahmağın dostluğu ise eziyettir, sapıklıktır. Misal olarak birde hikayeyi dinle.

    Bir ejderha bir ayıya yakalamıştı. Yiğidin biri giderken ayının bağırmasını duydu. Alemde düşkünlere yardımcı erler vardır. Onlar, mazlumlar feryat ettiler mi derhal yetişirler. Mazlumların seslerini her yerden işitirler, Hak rahmeti gibi o tarafa koşarlar. Alemin sarsıntılarına, yıkıntılarına direk, destek olan gizli dertlerin tabibi bulunan o erler; muhabbetin, adaletin rahmetin ta kendisidirler.

    Onlar, hak gibi illetsiz, rüşvetsiz kişilerdir. Onlardan birine “ can ve gönülden ettiğin bu yardım için, neden yardım ediyorsun?” denilse ancak “ yardım isteyenin gamından, çaresizliğinden” der erin avı merhamettir. İlaç alemde dertten başka bir şey aramaz. Nerede bir dert varsa deva oraya gider. Su neresi alçaksa, oraya akar. Sana da rahmet suyu gerekse yürü, alçal da sonra rahmet suyunu iç sarhoş ol. Ta başa kadar rahmet içinde rahmet var. Oğul bir tek rahmete dalma, bir tek rahmete kani olma.

    Ey yiğit, gökyüzünü ayak altına al, feleğin üstünden nağme seslerini duy! Kulağından vesveseler ayıp kılından arıt ta ***p selviliğini gör. Burnundan beyninden nezleyi gider de Allah kokusu burnuna gelsin. Sıtmadan, safradan hiçbir eser bırakma da alemden şeker lezzetini bul. Sen yüz türlü güzel yüzlü evlat olması için erlik ilacını kullan, erlikten kesilmiş olarak koşup tozma.

    Can ayağından ten bukağısını çıkar da meclis etrafında dönüp dolaşsın. Hasislik zincirini elinden boynundan at eski felekte yeni bir baht bul. Lütuf kabesine uçmaya kanadın yoksa çare bulana arz et. Ağlayıp inleme kuvvetli bi sermayedir, külli rahmet pek güçlü bir dadıdır. Dadı ve ana çocuk ne vakit ağlayacak diye bahaneler ararlar.

    Allah da sizin hacet çocuklarınızı ağlasın da süt meydana gelsin diye yarattı. “Allah’ı çağırın” dedi, ağlayıp inlemeyi bırakma ki Allah’ın merhamet sütleri coşsun. Rüzgarın sesi de bizim gamımızı teskin etmek içindir. Bulutun süt yağdırması da. Hele bir an sabret. “ Rızkınız gökyüzündedir” ayetini duymadın mı? Neden bu aşağılık yere saplanıp kaldın? Korkunu, ümitsizliğini gul sesleri bil. Onlar, seni aşağılıkların ta dibine kadar çekerler. Seni yücelere çeken her ses, bil ki yücelerden gelmektedir. Sana hırs veren her sesi de adamları paralayan bir kurt sesi bil. Bu yücelik, mekan bakımından değildir. Bu yücelikler, akıl ve can yücelikleridir. Her sebep eserinden yücedir.

    Çakmak, kıvılcımdan üstündür. Birisi azametli birinin alt yanına otursa bile hakikatte üst tarafına oturmuş sayılır. Çünkü orasının üstünlüğü şeref bakımındandır. Baş köşeden uzak olan yer alçaktır. Kıvılcım çıkarmak için taş ve demir gerek. Bunların varlığına lüzum olduğundan bu ikisi kıvılcımdan üstün sayılabilirse de.

    Çakmaktan maksat taş ve demirden meydana gelen kıvılcım olduğundan, kıvılcım onlardan çok ileridedir. Taş ve demir evvel, kıvılcım sonra. Fakat bu ikisi ten, kıvılcım can. Kıvılcım, zaman itibariyle çakmaktan sonra ise de değeri bakımından ondan üstündür. Zaman bakımından dal, meyveden öncedir, fakat hüner bakımından daldan üstün. Çünkü ağaçtan maksat meyvedir; şu halde meyve evveldir, ağaç sonra gelir. Ayı, ejderhadan feryat edince o er ayıyı onun pençesinden kurtardı.

    Hile ile babayiğitlik birleşti, er de ejderhayı bu kuvvetle alt edip öldürdü. Ejderhanın gücü vardır ama hilesi yoktur. Senin hilen var ama hilenden üstün hile de var! Hile ve tedbirini görünce yürü, o hile, o tedbir nereden geldi? O başlangıç tarafına dön, o tarafa yönel. Aşağılık alemde bulunan her şey yücelikten gelmiştir. Haydı, var, gözünü yüceliklere dik. Yücelere bakmak önce gözü alır, kamaştırır ama sonra bakışa bir aydınlık bağışlar. Gözünü aydınlığa alıştır.

    Yok eğer yarasaysan karanlıklara baka dur! Akıbeti görme, nurunun nişanesidir, bu şehvete düşmense senin mezarın. Yüz türlü oyun görüp, yüz türlü tecrübe geçirip akıbeti gören kişi, bir tek oyun görene benzemez. Bir oyun gören, o tek ona öyle mağrur oldu ki ululanması yüzünden üstatlardan uzak kaldı. Samiri gibi o, kendisinde bir hüner görünce ululanıp Musa’dan baş çekti.

    Halbuki o hünerini Musa’dan öğrenmişti. Öyle olduğu halde öğretmeninden gözünü yumdu. Hulasa Musa’da başka bir oyun etti de onun oyununu kapıverdi, kendisini de! Başta dönüp dolaşan nice hünerler, nice bilgiler vardır ki insan onlarla baş oluncaya kadar elden gider! Başının gitmemesini istersen ayal ol, rey ve tedbir sahibi Kutb’a sığın! Şah bile olsan kendini ondan üstün görme.

    Bal bile olsan onun otundan başka bir şey devşirme. Senin fikrin surettir, onun ki can . senin paran kalptir, onunki maden. O, sensin. Kendini onda ara “Ku, Ku- Nerede, nerede?” diye onun civarında bir üveyik ol! Sefa ehline hizmet etmek istemezsen ejderha ağzına düşen ayıya benzersin. Belki bir üstat seni kurtarır, tehlikelerden çekip çıkarır. Madem ki gücün kuvvetin yok ağlayıp inle! Madem ki körsün yol görenden baş çekme. Ayıdan daha aşağı mısın ki derdinden ağlayıp inlemiyorsun. ? Ayı feryat ettiği için dertten kurtuldu. Ey Allah, bizim taş yüreğimizi mum gibi yumuşat, kerem et de feryadımıza acı!

    Bir kör vardı, derdi ki: “Ey zamane ehli, elaman, benim iki körlüğüm var. Şu halde bana iki kat acıyın. Çünkü iki kat körüm, bu iki körlüğe birden müptelayım” Birisi “ bir körlüğünü görüyoruz. Öbür körlüğün nedir? Göster dedi. Kör dedi ki; “ sesim çirkin, avazım bed. Ses çirkinliği ve körlük iki kat körlüktür çirkin sesim halka keder vermekte. Halkın acıması, sesim yüzünden azalmakta. Kötü sesim nereye varırsa hiddet, gam ve kin meydana gelmekte. İki körlüğe siz de iki kat acıyın. Böyle hiçbir yere sığmayan kişiyi gönlünüze sığdırın, hoş görün” bu şikayet, bu sızlanma yüzünden sesinin çirkinliği kalmadı. Halkın hepsi ona acımaya başladı.

    Sırrını söyleyince gönlünün güzel sesi sesini güzelleştirdi, sesindeki çirkinlik gitti. Fakat birisinin gönül sesi de çirkin olursa o adamda üç ebedi körlük vardır. Fakat sebepsiz illetsiz hacetleri (bilgi yelpazesi. net) reva edenler, olabilir ki onun çirkin başına bir el korlar. O dilencinin sesi hoş ve acınacak hale gelince taş yüreklilerin yüreği bile muma döndü.

    Kafirin sesi çirkin olduğundan icabete eş olamaz. “ susun” emri kötü ses hakkındadır. Çünkü o ses, halkın kanından köpek gibi sarhoş olmuştur. Ayının feryadı bile acındıracak bir ses olur da senin feryadın olmazsa bu çok kötü bir şeydir! Bil ki sen Yusuf’a kurtluk etmişsin, yahut bir suçsuzun kanını içmişsin. Tövbe et içtiğini kus. Eğer yara eskidiyse yürü, dağla!

    Ayı ejderhadan kurtulup o babayiğit erden o keremi görünce, Eshab- Kehf’in köpeği gibi onun peşine takıldı. O Müslüman hastalanıp yastığa baş koyunca da ayı ona bağlanmış, gönül vermiş olduğundan bırakmadı, başın da beklemeye başladı. Birisi oradan geçerken “ halin nasıl? Kardeş, bu ayıyla ne işin var” dedi.

    Er ejderha hikayesini nakletti. O adam “ ayıya güvenme be ahmak. Ahmağın dostluğu düşmanlıktan beterdir. Ne suretle olursa olsun sürülmesi gerek” dedi. Er dedi ki; “Vallahi bunu hasedinden söyledin, yoksa sen ayıya ne bakıyorsun, sevgilisini gör!” adam “ ahmakların sevgisi aldatıcı bir sevgidir, benim bu hasedim, onun sevgisinden iyidir. Be adam gel benimle bir ol da o ayıyı sür, defet.

    Hemcinsini bırakıp ayıya güvenme” dediyse de Er, “git, git hasetçi herif, kendi işine bak” dedi. Adam “İşim buydu ama sana nasip değil. Yüce kişi ben bir ayıdan daha aşağı değilim ya onu bırak da eşin dostun ben olayım. Başına bir şey gelecek diye yüreğim titriyor. Böyle bir ayı ile ormanlığa gitme. Yüreğim asla olmayacak şeyden titremedi. Bu seziş Allah nurundandır, saçma değil.

    Ben müminim “ mümin Allah nuruyla bakar” sırrına mazharım. Kendine gel, kendine! Bu ateşgedeyi bırak!” dedi. Bu sözler erin kulağına girmedi. Suizan adama kuvvetli bir seddir. Ayının elini tuttu adamın elini bıraktı. Adam da “ senin aklın başında değil, gidiyorum” dedi. Er dedi ki: “ git benim kaydıma kalma. Boş boğaz herif, o derece bilirlikten dem vurup durma” adam tekrar “ Ben senin düşmanın değilim. Peşimden gelirsen kendine lütfetmiş olursun” dedi.

    Er “ Uykum geldi. Bırak beni işine git”dedi. Adam “ yahu, ne olur bir dosta uy da,akıllı birisinin himayesinde, gönül sahibi bir dostun civarında uyu” dedi. Babayiğit, o adamın ısrarından hayallenip kızıverdi, yüzünü çevirip, “ bu galiba bir katil bana kastetmeye geldi, yahut bir şey umuyor, dilenci ve külhani herifin biri.

    Yahut da beni bu ayıyla korkutma hususunda evvelce dostlarıyla bahse girişmiş olmalı” dedi, İçinin kötülüğünden hatırına iyi bir şey gelmedi. Bütün hüsnü zannı ayıyaydı. Sanki ayıyla aynı cinstendi! Bir köpek uğruna bir akılıyı itham etti, ayıyı muhabbet ve merhamet sahibi bir dost bildi!

    Musa bir hayal sarhoşuna dedi ki: “ Ey kötülükten sapıklıktan fena düşüncelere saplanmış kişi, Benden bunca bürhan görmene ne benim bu derece güzel huyuma rağmen peygamber olup olmadığıma dair yüzlerce şüphen vardı. Benden yüz binlerce mucize gördüğün halde hayalin yüz kat artmakta, o derece şüpheye.

    Zanna düşmekteydin. Hayalden, vesveseden daraldın, peygamberliğime ta’nedip durmaya başladın. Seni Firavuna uyanların şerrinden kurtarmak için denizden apaçık toz kopardım. Gökten kırk yıl kaselerle yemek geldi, duam bereketiyle taştan ırmak coştu. Bu ve buna benzer nice yüzlerce mucize senin vehmini azaltmadı, eksiltmedi. Fakat sihirli bir buzağı ses verdi.

    Allah’ım sensin diye derhal secde ettin. O vehimlerini Nil götürdü, o soğuk anlayışın uykuya daldı. Onun hakkında da niye kötü bir zanna düşmedin? Ey kötü suratlı, onun önüne nasıl baş koydun? Niçin onun hilesinden şüphelenmedin, onun ahmakları aldatan sihrinden niye işkillenmedin? Be aşağılık kişiler, samiri kim oluyor ki alemde bir Allah düzüp koşsun. Onun bu hilesine nasıl oldu da kapıldın, nasıl oldu da ona uydun, onunla aynı fikirde bulundun?

    Nasıl oldu da bütün şüpheleri attın,kurtuldun? Sence öküz, bir lafla Allahlığa layık oluyor da sonra benim peygamberliğimde şüpheye düşüyorsun ha? Bir öküze eşeklikten secde ettin aklın Samirinin sihrine av oldu. Ululuk sahibi Allah’ın nurundan göz yumdun. İşte sana adamakıllı bilgisizlik, işte sana sapıklığın ta kendisi! Yuf olsun sendeki akla, irfana. Senin gibi bilgisizlik madenini öldürmek gerek.

    Altından yapılan öküz ses verdi de ne dedi ki, ahmaklar ona bu derece rağbet ettiler? Ben size daha ziyade şaşılacak pek çok şeyler gösterdim. Fakat aşağılık kişiler nasıl olur da hakkı kabul ederler? Batılları ne cezbede bilir? Ancak batıl! Tembellere ne hoş gelir tembellik! Çünkü her cins, kendi cinsini çeker. Öküz nasıl olur da erkek aslana yüz tutar? Kurt neden Yusuf’a aşık olacak? Ancak hile ile onu sever görünür, sonra da onu parçalayıp yer. Fakat kurt, kurtluktan kurtulursa Yusuf’a mahrem olur.

    Eshab-ı Kehf’in köpeğin gibi ademoğullarından sayılır. Ebubekir, Muhammet’ den bir koku alınca “Bu yüz yalancı yüzü değil” dedi. Fakat Ebu cehil, dert sahiplerinden olmadığı için yüzlerce Şakkı Kamer gördü de yine inanmadı. Leğeni damdan düşen, şöhreti aleme yayılan dertliden Hakk’ı gizledik, fakat gizlenmedi gitti. Cahil olan ve Allah derdinden uzak bulunan kişiye de hakikat sırlarını nice defalar gösterdiler de o görmedi. Gönül aynası saf olmalı ki orada çirkin suratı güzel surattan ayırt edebilsin”

    O Müslüman, kızarak ve içinden “ La havle” diyerek ahmağı bırakıp gitti. “ Benim ona ciddiyetle nasihat vermemden, üstüne düşmemden, gönlündeki hayaller attı, büsbütün vehimlendi. Demek ki nasihat yolu kapandı” dedi. “ fa!rıd anhum” emrine bağlandı. Verdiğin ilaç derdi arttırırsa sen de sözü isteyene söylet. Abese suresini okusana. Allah “ kör, Hakk’ı diliyorsa onun yoksulluğu yüzünden gönlünü kırmak yaraşmaz. Sen halk ulularından öğrensin diye uluları irşat etmek istiyorsun ama Ey Ahmet, büyüklerin bir kısmı seni dinlemeye koyulunca hoşlandın,belki, bu ulular, dine güzelce yardımcı olurlar, bunlar Arab’a Habeş’e reistir. Bunların yüzünden İslam dininin şöhreti Basra’yı Tebük’ü aşar. Çünkü halk padişahların dinindendir. Diye düşündün, bu yüzden de hidayet isteyen körden yüz çevirdin, onun sohbetinden sıkıldın. “ Bunlar her vakit ele geçmez. Sen dostlarımızdansın, vaktin de geniş. Bu dar vakitte işime mani olma.

    Bunu sana darılarak kızarak söylemiyorum, nasihat yollu söylüyorum” dedin. Fakat Ey Ahmed , Allah indinde bu bir tek kör, yüzlerce Kayserden, yüzlerce vezirden yeğdir. İnsanlar madenlerdir sözünü hatırına getir. Öyle maden olur ki yüz binlerce madenden daha değerlidir. Gizli kalmış lal ve akik madeni, yüz binlerce bakır madeninden değerlidir. Ey Ahmed, burada malın faydası yok.

    Aşkla derle dumanla dolu gönül lazım. Gönlü aydın kör gelince kapıyı kapama. Ona nasihat ver nasihat onun hakkıdır. İki üç ahmak seni inkar etse neden acılaşırsın, sen zaten şeker madenisin. İki üç ahmak seni itham etse bile Hak, sana tanıklık eder” dedi. ( Muhammed dedi ki:) “ Alemin ikrarından fariğim. Birisine Allah tanık olursa ***rı ona ne gam! Yarasa, güneşi göremez.

    Görüyorum dese bile gördüğü güneş değildir. Yarasaların nefretinden de anlaşılıyor ki ben ulu Allah’ın parlak bir güneşiyim. Bir gül suyuna bokböcekleri rağbet etseler bu, onun gül olmadığına dalalet eder. Kalp akça mehenk istese mehengin mehenk oluşun da şüphe hasıl olur. Bil ki hırsız geceyi ister, gündüzü değil.

    Ben gece değilim, cihanda parıldayan gündüzüm. Bey ayırıcıyım. Benden bir saman çöpü bile geçmesin diye kalbur gibi her şeyi eler ayıt ederim. Bunların nakışlarından, suretlerden ibaret olduğunu, onlarınsa can bulduğunu göstermek üzere unu kepekten ayırırım. Ben dünyada Allah terazisiyim.

    Hafif olan her şeyi ağırdan tefrik eder, gösteririm. Öküz elbette bir buzağıyı Allah tanır. Eşek müşteri olup bir şey alsa elbette ham kavun alır. Ben öküz değilim ki beni buzağı satın alsın. Ben, diken değilim ki beni deve yesin! O, bana cevrettim sanır, halbuki hakikatte adeta aynamı siler, cilalar. ”

    Calinus, eshabı na “ Bana filan ilacı verin” dedi. İçlerinden birisi dedi ki: “ Ey her fenni bilen üstat, bu ilacı delilik için verirler. Delilikse, senin aklından uzak. Bu sözü bir daha söyleme!” Calinus, “ bana bir deli baktı. Bir müddet güzelce yüzümü seyretti. Bana göz kırptı, sonra yenimi yakamı yırttı. Eğer benim, onunla bir münasebetim olmasaydı o çirkin suratlı nasıl olur da bana yüz çevirirdi?

    Eğer bende kendisiyle bir cinsiyet, bir münasebet görmeseydi nasıl olur da bana gelip çatardı? Nasıl olur da kendi cinsinden olmayana musallat olurdu? İki kişi birbiriyle uzlaştı. , birbirine sataştı mı, hiç şüphe yok, aralarında bir kadr’i müşterek vardır. Kuş ancak kendi cinsinden olan kuşlarla uçar. Kendi cinsinden olmayanla sohbet adeta mezara girmedir” diye cevap verdi.

    Bir hakim dedi ki “ Yazıda bir kar***la bir leyleğin beraberce koşup uçmakta olduğunu gördüm. Hayret ettim, bakalım aralarında ki kadr-i müştereke ait emare bulabilir miyim diye hallerini araştırmaya koyuldum. Hayretle yanlarına yaklaşınca gördüm ki ikisi de topal!” hele arşa mensup bir doğanla ferşin malı olan bir yarasa nasıl olur da beraber bulunur? Biri İlliyin’in güneşi öbürü Siccin’in yarasası.

    Biri her ayıptan arınmış tertemiz bir nur, öbürü her kapıdan dilencisi bir kör. Biri Pervin burcuna ziya veren bir ay , öbürü fışkıda debelenen bir kurt. Biri Yusuf yüzlü, İsa nefesli öbürü bir kurt, yahut çıngıraklı bir eşek. Biri la mekan aleminde uçmakta. Öbürü köpekler gibi samanlıkta kalakalmış! Gül, hal diliyle bokböceğine şu sözleri söyleyip durmaktadır: “ Ey koltuğu kokmuş, Gül bahçesinden kaçıyorsun ama bu nefretin gülistanın kemaline delalet eder. Benim ***retim, senin başına dikilmiş bir yasakçıdır.

    Ey bayağı mahluk, buradan uzak ol” gül bokböceğine şöyle bağırmaktadır: “ Ey aşağılık mahluk, sen benimle ihtilat edersen benim madenimdesin diye bir şüphe hasıl olabilir. Bülbüllere çayı, çimen yaraşır. Bokböceğine vatan da pisliktir. Allah, beni pislikten murdarlıktan arıttı. Başıma bir murdarı dikmesi layık mıdır? Benim de bir damarım onlardandı, fakat Allah o damarı kesip attı.

    Artık o kötü damar bana nasıl hükmedebilir? Adem’in bir nişanı ezelde şuydu: melekler, ona secdeye layık olduğu için baş indirdiler, secde ettiler. Başka bir nişanı da İblisin “şah ve ulu benim” diye baş indirmemesiydi. Fakat İblis de Adem’e secde etmiş olsaydı Adem , Adem olmazdı, başka birisi olurdu. Her meleğin ona secde etmesi, Adem’in Ademliğine delil olduğu gibi o düşmanın, iblisin inadı da bir delildir. Meleğin ikrarı, ona bir şahit olduğu gibi o köpeğin inkarı da bir şahittir”

    Adam uyudu, ayı sinek kovalamaktaydı. Sinek, kovulunca kalktı, fakat inadına gene kalktığı yere gelip kondu. Ayı o gencin yüzünden kaç kere sineği kovdu. Fakat sinek gene derhal kalktığı yere gelip konmaktaydı. Ayı sineğe kızıp gitti dağdan kocaman bir taş yakalayıp getirdi. Sineğin gene uyuyan adamın suratına konmuş olduğunu görünce, o koca değirmen taşını alıp sineği ezmek için adamın suratına fırlattı.

    Taş uyuyan adamın suratını paramparça etti. Bu mesele de bütün aleme yayıldı; Aptalın sevgisi şüphesiz ayının sevgidir. Kini sevgidir, sevgisi kin. Ahdi gevşek, zayıf ve bozuk sözü büyük, vefası artık. Ant içse bile inanma. Eğri sözlü adam andını da bozar. Madem ki yeminsiz sözü yalan. Hilesine yeminine inanma.

    Onun nefsi beydir, aklı esir farz et ki yüz binlerce defa Mushaf’a yemin etmiş olsun! Mademki yeminsiz ahdi bozuyor, yemin etse onu da bozar. Çünkü nefsi ağır yeminle bağlanan nefis bundan daha ziyade daralır, perişan olur. Bu bir esirin hakimi bağlanmasına benzer. Hakim o bağı, kölesinin kafasına fırlatıp atar.

    Nefis de o yemini, kendisine esir olan adamın suratına vurur. Sen onun “ ahitlerinize vefa edin” hükmünden el yıka. “ Yeminlerinizi koruyun, ahitlerinizde durun” hükmünü ona söyleme. Kiminle ah ettiğini bilen tenini iplik haline kor, o ahdin etrafında dolanır, o ahdi örer durur.
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  4. #14
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    AHIRDAKİ CEYLAN HİKAYESİ (MESNEVİDEN HİKAYELER, SEÇME ÖYKÜLER) (HİKAYELERDEN SEÇMELER)

    Avcının biri, bir ceylan tuttu. O merhametsiz herif, ceylanı ahıra kapattı. Ahır, öküzlerle, eşeklerle doluydu. O herif de ceylanı, zalimler gibi bu ahıra hapsetti. Ceylan, ürkekliğinden her yana kaçmakta idi. Avcı, geceleyin eşeklere saman veriyordu.
    Her öküz, her eşek, açlığından samanı şeker gibi yiyor, şekerden de hoş buluyordu. Ceylan, gah bir yandan bir yana kaçıyor, gah tozdan, dumandan yüzünü çeviriyordu. Kimi, zıttı ile bir araya koyarlarsa onu, ölüm azabına uğratmış olurlar. Süleyman da Hüthüt, gitmeye mecbur olduğuna dair kabul edilebilecek bir özür getirmezse, ya onu öldürürüm yahut da sayıya gelmez bir azaba uğratırım demişti.

    Ey güvenilir kişi, düşün, o azap hangi azap? Kendi cinsinden olmayanlarla bir kafese kapatılmak! Ey insan, bu kafeste azap içindesin. Can kuşun, seninle cins olmayanlara tutulmuş. Ruh, doğan kuşudur, tabiatlarsa kuzgundur. Doğan kuşu, kuzgunlarla baykuşlardan yaralanır.

    İşte can kuşu da, Sebzvar şehrindeki Ebubekir gibi onların arasında zari, zari ağlayıp inleyerek kalakalmıştır.

    Muhammet Alp Ulug Harzemşah, tamamı ile mahvolmuş Sebzvar’lılarla savaşa girmişti. Askerlerini sıkıştırdı. Ordusu, düşmanları öldürmeye koyuldu. Şehirliler aman diye huzuruna gelip secde ettiler. Kulağımıza küpe tak, bizi kul et, tek canımızı bağışla. Sana lazım olan her vergiyi her hediyeyi verelim, onu her yıl çoğaltalım. Ey aslan huylu canımız senin,bir zamancağız onu bize emanet bırak dediler.

    Padişah bana Ebubekir adlı birisini getirmezseniz canınızı kurtaramazsınız. Şehrinizden Ebubekir adlı birini bana armağan olarak sunmazsanız, size kötülük eder, sizi ekin gibi keser biçerim. Ne vergi alırım, ne afsun dinlerim dedi. Yoluna altın dolu bir çuval getirip, bu şehirden Ebubekir adlı birini isteme.

    Sebzvar’da nasıl olurda Ebubekir bulunur? Hiç dere içinde ıslanmamış toprak parçası bulunur mu? Dediler.

    Padişah altından yüz çevirip “A mecusiler” dedi, Ebubekir adlı birisini armağan olarak getirmedikçe fayda yok. ben çocuk değilim ki altına, gümüşe hayran olayım. ”

    Ey zebun kişi sende secde etmedikçe kıçınla mescidi silip süpürsen kurtulamazsın. Şehirliler, sağdan, soldan haberciler uçurdular. Bu yıkık yerde bir Ebubekir var mı nerede? Diye aramaya koyuldular.

    Üç gün üç gece koşup tozduktan sonra bir arık Ebubekir bulabildiler. Yolcuymuş, hastalıktan yıkık bir yerin bir bucağında kuruyup kalmış. Bir yıkık bucakta uyuyormuş. Onu görünce, çabuk dediler, kalk seni padişah istiyor. Senin yüzünden şehrimiz ölümden kurtulacak.

    Adam dedi ki: Ayağım olsaydı, yürümeye kudret bulsaydım gideceğim yere giderdim. Bu düşman yurdun da kalır mıydım hiç? Sevgililerin şehrine koşar giderdim. Ölü taşıyan bir salacayı getirip Ebubekir’i üstüne yatırdılar. Hamallara verip görsün diye Harzemşah’ın huzuruna götürdüler. Bu cihan, Sebzvar’dır. Allah eri, burada zayi olur gider. Harzemşah ulu Allah’tır. Bu rezil kavimden gönül istemektedir.

    Peygamber, “Allah, suretlerinize bakmaz, kalbe bakar. Kalp işlerinizi düzene koyun” demiştir. Allah, ben sana, bir gönül sahibinden bakarım. Secdene, altın vermene bakmam bile demektedir. Sen, gönlünü gönül sandın da gönül sahiplerini aramayı bıraktın. Gönül öyle bir varlıktır ki bu yedi gök gibi yedi yüz tanesini oraya koysan kaybolur gider. Bu çeşit gönül kırıklarına gönül deme. Sebzvar’da Ebubekir arama.

    Gönül sahibi, altı yüzlü aynadır. Allah, altı cihette de o aynadan nazar eder durur. Altı cihette bulunan, bu cihetlerden kurtulamayan kişiye Allah, o gönül sahibi vasıta olamadıkça nazar etmez.

    Birisini ret ederse onun için eder. Kabul ederse yine şefaatçi odur. O olmadıkça Allah kimseye rızk vermezi. İşte ben, vuslata ulaşan kişinin ahvalinden bir miktarcığını söyledim. Allah, ihsanını onun eline kor da acınanlara onun elinden ihsanda bulunur. Onun avucu ile bütünlük denizi birleşmiştir. O, neliksiz ve niteliksizdir ve tam kemal sahibidir.

    Söze sığmayan bu birleşmeyi söylemenin imkanı yoktur vesselam. Ey zengin, yüzlerce çuval altın getirsen Allah der ki: A iki büklüm adam gönül getir. Gönül senden razı ise ben de razıyım. Gönül senden yüz çevirmişse ben de yüz çeviririm. Sana bakmam, o gönle bakarım. Ey canı kapımda olan, bana armağan olarak gönül getir. Gönül sahibi, seninle nasılsa ben de öyleyim. Cennetler anaların ayakları altındadır. Halkın anası da odur, babası da odur, aslı da o. Ne mutlu gönlü deriden bedenden ayırt edebilen kişiye.

    Sen dersin ki işte, sana gönül getirdim ya. Fakat o der ki: Kutu (şehir), bu gönüllerle dopdolu. Sen, bana alemin kutbu olan gönlü getir. İnsanın canının canının canının canı, o gönüldür. İşte onun için o gönüller sultanı, nur ve ihsanlarla dolu olan gönlü beklemektedir.

    Sen günlerce Sebzvar şehrinde gezip dolaşsan o çeşit bir gönül bulamazsın. Nihayet solmuş, pörsümüş bir gönül bulur, onu salacaya kor, o tarafa götürürsün.

    Ey padişahlar padişahı, sana gönül getirdim. Bu Sebzvar’da bundan daha iyi gönül yoktur dersin. O da der ki: A küstah, burası mezarlık mı ki buraya ölü gönül getiriyorsun? Yürü, padişah huylu gönlü getir ki varlık Sebzvar’ı onun yüzünden aman bulur. Sanki o gönül, bu cihandan gizlenmiştir. Çünkü karanlık, ışıkla bir yerde bulunmaz. Birbirlerine zıttır bunlar. Tabiat Sebzvar’ının, o gönülle düşmanlığı, Elest gününden miras kalmıştır.

    Çünkü o, doğan kuşudur, dünya şehriyse kuzgun. Kendi cinsinden olmayanı görmek insanı yaralar. İnsan, kendi cinsinden olmayana yumuşaklık gösterirse münafıklığından gösterir, onunla uyuşursa bir şey elde etmek için uyuşur. Çünkü bu leş arayan aşağılık kuzgunun kat,kat yüz binlerce hilesi vardır.

    Münafıklığı kabul ederlerse kurtulur; münafıklığı, kendisine fayda verecek bir doğruluk olur. Çünkü gönül sahibi, debdebesiyle beraber bizim pazarımızda ayıplıdır. Cansız değilsen gönül sahibini ara. Padişaha zıt değilsen gönülle aynı cinsten olmaya bak. Halbuki riyası, sana hoş gelen, tabiatına uygun olan kişi, dostundur. Dostundur ama Allah’ın dostu değil ki!

    Kim senin huyuna suyuna giderse sence ya velidir, ya peygamber. Yürü, hava ve hevesi bırak da bir koku al, o güzelim amber kokusunu duy. Hava ve hevesine uyarsan dimağın bozulur. Misk ve amber sence hiçbir şeye yaramaz bir hale gelir. Bu sözün sonu gelmez, halbuki ceylanımız, ahırda bir yerden bir yere kaçıp durmada.

    O göbeği miskli ceylan, günlerce eşek ahırında işkence çekmekteydi. Karaya vurmuş balık gibi can çekişmede, çırpınıp durmadaydı. Pislikle misk, adeta bir hokkaya girmişti.

    Bir eşek diyordu ki: Ha, bu hayvanlar babası, padişahlarla beylerin huyundan susun. Başka bir eşek, onun gidip gelmesine bakıp alay ederek bir inci bulmuş, nasıl olur da ucuza satar? Diyordu.

    Bir başka eşek, söyleyin diyordu, bu naziklikle padişahın tahtına çıkıp yaslansın. Bir başka eşek de çok yemiş, imtilaya uğramış, yemeden kalmıştı. Ceylanı çağırdı. Ceylan başını kaldırıp, Hayır iştahım yok, kuvvetsizim dedi. Eşek dedi ki: Biliyorum ki nazlanıyorsun. Yahut da utanıyorsun da onun için çekinmektesin.

    Ceylan kendi kendisine o yemek senin yemeğin. Senin bedeninin cüzileri, ondan dirilmekte, tazeleşmekte. Ben çayırlığın arkadaşıyım. Duru sularla, bağlar, bahçelerle avunur, eğlenirdim. Kaza ve kader, bizi azaba düşürse o huy, o güzel tabiat nasıl olur da değişiverir?

    Yoksul olduysam bile nasıl olurda yoksulca hareket ederim? Elbisem eskidiyse ben yeniyim. Ben, sümbülü, laleyi, reyhanı bile binlerce nazla ve istemeyerek yerdim dedi. Eşek, evet dedi, söylen, mırıldan. Gariplikle çok saçma şeyler söylenebilir.

    Ceylan dedi ki: Göbeğim, sözlerime tanıklık etmede. Öd ağacı ile ambere bile ehemmiyet vermemede. Fakat koku almayan, bunları nereden duyacak? Pisliğe tapan eşeğe o koku haramdır. Eşek, yolda eşek pisliğini koklar. Bu çeşit mahluklara miski nasıl sunabilirim? O şefaatçi peygamber, bu yüzden “İslam dünyada gariptir” remzini söylemiştir.

    Çünkü zati, meleklerle hem dem olmakla beraber akrabaları bile ondan kaçarlar. Halk onun suretine bakar, onu kendilerine cins sanır ama ondaki kokuyu duymaz. Öküz suretindeki aslan gibi. Onu uzaktan görürsün ama içini deşmeye kalkışma. Deşersen ten öküzünü terk et. Çünkü o aslan huylu, öküzü paralar.

    Öküz tabiatı, seni başından eder, hayvanlık huyu, seni hayvanlıktan ayırır. Öküz bile olsan onun yanında aslan kesilirsin. Fakat sen öküzlükten hoşlanıyorsan aslanlığı arama.
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  5. #15
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    AHMAĞA VERİLECEK CEVAP SUSMAKTIR HİKAYESİ (MESNEVİDEN HİKAYELER, SEÇME ÖYKÜLER) (HİKAYELERDEN SEÇMELER)

    Bir padişahın aklı ölmüş, şehveti diri bir kölesi vardı. Padişahın ince hizmetlerini bırakır, kötü düşüncelere dalar, fakat yaptığını iyi sanırdı! Padişah nafakasını azaltın söylenir dırlanırsa adını kullar arasından silin dedi. Kölenin aklı azdı, hırsı çok nafakasını az görünce kızdı, serkeşleşti.
    Aklı olsaydı kendi kendinin etrafında döner dolaşır, düşünür taşınır da suçunu görür, kendisini affettirirdi. Eşekliği yüzünden bir ayağı bağlanmış eşek serkeşliğe kalkıştı mı iki ayağı da boynuna bağlanır! Eşek, bana bir bağ kafidir derse aldırış etme! Çünkü bu iki bağ, o bayağı hayvanın hareketi yüzünden bağlanmıştır!

    Hadiste gelmiştir: Ulu Allah, halkı üç çeşit yarattı. Bir bölüğü, tamamı ile akıldan, bilgiden ve cömertlikten ibaret bunlar meleklerdir, secdeden başka bir iş bilmezler! Yaradılışlarında hırs ve heva yoktur mutlak nurdur onlar, Allah aşkıyla dirilmişlerdir. Bir bölüğü ise bilgisizliktir hayvan gibi ot otlamakla semirirler.

    Onlar, ahırdan, ottan başka bir şey görmezler kötülükten de gafildirler, yücelikten, iyilikten de! Üçüncü bölükse Ademoğullarıdır, insanlardır. Bunları yarı yaradılışları bakımından melektirler, yarı yaradılışları bakımından eşek! Eşek olan yarıları, aşağılığa meyleder, öbür yarıları da akla meyleder!

    İlk iki bölük savaştan, çekişten anlamaz, istirahat ve huzur içindedir. Fakat bu bölük, yani insan ikisine de aykırıdır ve azap içindedir. Bu insanda sınanma yönünden bölüklere ayrılmıştır hepsi insan şeklindedir ama üç kısımdır: Bir kısmı, mutlak varlık olan Allah’a dalmış, kendini kaybetmiş olanlardır bunlar İsa gibi meleklere katılmışlardır.

    Surette insandır bunlar, fakat hakikatte cebrail kızgınlıktan heva ve hevesten, dedikodudan kurtulmuşlardır. Riyazattan da kurtulmuşlardır, zahitlikten ve savaştan da sanki onlar, insanoğlundan doğmamışlardır! İkinci kısmı eşeklere katılmış olanlardır. Bunlar kızgınlığın ta kendisi olmuşlar, tepeden tırnağa kadar şehvet kesilmişlerdir.

    Bunlardaki cebrail’lik meleklik sıfatı gitmiştir çünkü o ev dardı, o sıfat da büyük, sığamadı, geçip gitti! Canı olmayan adam ölür canında bu sıfat bulunmayan kişi de eşek olur. Çünkü bu sıfatta olmayan can bayağıdır, aşağıdır bu sözü sofi söylemiştir, doğrudur! O hayvanlardan da fazla can çekişir alemde ince işlere girişir!

    Onun örüp dokuduğu hile ve şeytanlık, başka bir hayvandan zuhur edemez! Altın sırmalı elbiseler dokur, denizin dibinden inciler çıkarır Hendese bilgilerinin en ince noktalarını bilir, yahut nücum, tıp ve felsefe bilgilerini elde eder! Çünkü onun, ancak bu dünya ile alakası vardır yedinci kat göğe çıkmaya yolu yoktur.

    Bütün bu bilgiler, ahır yapısına yarar ahır da öküzle devenin varlığına destektir! Hayvanların birkaç gün yaşamalarına yarayan bu bilgilerin adını, şu ahmaklar remizler, ince şeyler kodular. Allah yolunun, Allah durağının bilgisini ancak gönül sahibi, yahut da gönül sahibinin gönlü bilir! İşte Allah bu terkiple latif bir hayvan olan insanı yarattı, onu bilgilere eş etti.

    O bölüğe “hayvanlar gibi” dedi çünkü uyanıklığın uykuyla ne münasebeti var? Hayvani ruhta ancak uyku bulunur bu çeşit insanlarda aksine duygular vardır. Fakat uyanıklık gelmedi de hayvani uyku kalmadı mı duygusunun aksi ve aykırı olduğunu levhten okur anlar! Uykuya dalan kişinin uyandığı zaman, rüyada gördüklerinin aksini görmesi gibi! Hülasa o aşağılık kişi, aşağılık alemdendir onu bırak, “ Ben batanları sevmem, de!”

    çünkü hayvani ruha sahip olan kişinin, huylarını değiştirmeye, nefsiyle savaşa girişmeye, aşağılıktan kurtulmaya istidadı vardı ama o istidadı fevt etti! Halbuki hayvanda istidat yoktur hayvanlıktaki özrü apaçıktır! İnsandan yol gösteren bu istidat gitti mi ne yerse yesin eşek beynidir!

    Aklı arttıran bir ilaç olan beladür yese afyon kesilir kalp illeti ve akılsızlığı artar! Gece gündüz savaşta, çekiştedir bunlar sonu yani insanlığı, önüyle yani hayvanlığıyla savaşır durur.

    Bu, Mecnun’la devesine benzer o, ileriye gitmeye savaşır, bu geriye gitmeye! Mecnun’un sevdası, önde bulunan Leyla’ya kavuşmak, devenin sevdası ardına dönüp yavrusuna ulaşmak! Mecnun, bir an bile kendisinden geçti mi deve, hemencecik geri döner, geriye giderdi.

    Mecnun, tamamı ile aşkla, sevda ile dolu olduğundan kendisinden geçmemesine imkan yoktu. Kendisini gözetleyen akıldı fakat aklını, Leyla’nın sevdası kapmıştı! Deveye gelince o, çevikti, fırsat gözleyip durmaktaydı yularını gevşek hissetti mi, anlardı ki Mecnun daldı gitti hemen geriye yüz tutar, yavrusunun bulunduğu tarafa doğru gitmeye başlardı.

    Mecnun kendisine gelir, evvelce bulundukları yerden fersahlarca geriye gittiğini anlardı. Üç gün böyle yol aldılar Mecnun, adeta yıllarca tereddüt içinde kaldı. Nihayet dedi ki: A deve, ikimizde aşığız ama birbirimize aykırıyız arkadaşlığa layık değiliz! Senin sevgin de bana uygun değil, yuların da senden ayrılmak gerek!

    Bu iki arkadaş da, birbirinin yolunu vurmadatenden aşağı inip ayrılmayan can, yol azıtır gider! Senin canın da arşın ayrılığı ile yoksulluğa düşmüş teninse diken aşkıyla deveye dönmüş! Can, yücelere kanatlar açmadaten, tırnaklarıyla yere sarılmada! Ey vatan aşkıyla ölmüş deve, sen benimle oldukça canım, Leyla’dan uzak kaldı gitti!

    Adeta Musa kavminin yıllarca çölde kalışı gibi bende seninle bu hallere düştüm ömrüm geldi geçti! Bu yol, vuslata erişmek için iki adımdan ibaret halbuki ben, senin hilenle tam altmış yıldır, bu iki adımlık yolda kalakaldım!

    Yol yakın fakat ben pek geç kaldım. Bu binicilikten adamakıllı usandım artık! Bu sözleri söyleyip kendisini deveden fırlattı attı, niceye bir dertten yanıp yakılacağım, yandım artık, dedi! Ona o geniş ova daracık bir hale geldi kendisini bir taşlığa atıverdi! Hem de öyle bir attı ki o yiğidin bedeni ezildi

    Kendisini yere öyle bir fırlattı ki kazara ayağı da kırıldı! Ayağını bağladı, top olurum de dedi, onun çevganının önüne düşer, yuvarlanarak giderim! İşte güzel sözlü hakim, tenden inmeyen atlıya bu yüzden lanet etmiştir.

    Allah aşkı, hiç Leyla’nın aşkından az değersiz olur mu? Ona top olmak elbette daha doğru, daha yerinde! Top ol da doğruluk yanına yat, aşk çevganiyle yuvarlanarak git! Çünkü bu yolculuk, binekten indikten sonra Allah çekişiyle olur halbuki önceki gidişimiz, deveyle idi!

    Bu çeşit gidiş, gidişlerden apayrıdır bu gidiş cinlerin gidişiyle de olmaz, insanların çalışmasıyla da! Bu çekilip gitme, alelade çekilip gitme değildir bunu, Ahmed’in lutfu meydana getirdi vesselam!
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  6. #16
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    AHMET'E DOĞRU (1) HİKAYESİ (MESNEVİDEN HİKAYELER, SEÇME ÖYKÜLER) (HİKAYELERDEN SEÇMELER)

    Yahudiler içinde zalim, İsa düşmanı ve Hıristiyanları yakıp yandırır bir padişah vardı. İsa’nın devriyle, nöbet onundu. Musa’nın canı oydu, onun canı Musa. Şaşı padişah. Allah yolunda o iki Allah demsazını birbirinden ayırdı. Usta bir şaşıya “yürü, var, o şişeyi evden getir” dedi. Şaşı,”O iki şişeden hangisini getireyim? Açıkça söyle dedi. Usta dedi ki: “O iki şişe değildir. Yürü, şaşılığı bırak fazla görücü olma!” Şaşı, “Usta, beni paylama. Şişe iki” dedi. Usta dedi ki: “O iki şişenin birini kır!” Çırak birini kırınca ikiside gözden kayboldu.

    İnsan taraf girlikten, hiddet ve şehvetten şaşı olur. Şişe birdi onun gözüne iki göründü. Şişeyi kırınca ne o şişe kaldı, ne öbürü. Hiddet ve şehvet insanı şaşı yapar; doğruluktan ayırır. Garez gelince hüner örtülür. Gönülden göze, yüzlerce perde iner. Kadı kalben rüşvet almaya karar verince zalimi, ağlayıp inleyen mazlumdan nasıl ayırt edebilir?

    Padişah, yahudice kininden dolayı öyle bir şaşı oldu ki aman Ya Rabbi, aman! Musa dininin koruyucusuyum, arkasındayım diye yüz binlerce mazlum mümin öldürttü.

    Padişahın öyle yol vurucu, öyle hilekar bir veziri vardı ki hile ile suyu bile düğümlerdi. Dedi ki: “Hıristiyanlar, canlarını korurlar ve dinlerini padişahtan gizlerler. Onları az öldür, çünkü öldürmede fayda yok, Dinin kokusu çıkmaz; misk ve öd ağacı değil ki! Yüz tane kılıf içinde gizli sırdır. Dışı sana malumdur ama içi aksine. ”

    Padişah : “Peki söyle bakalım, ne yapalım; bu hususta ne hile ve tezvirde bulunalım, çaresi ne? Ne yapalım ki dünya da ne açık dindar, ne gizli din tutar bir Hıristiyan kalmasın” dedi

    Vezir dedi ki: “Bana gazebederek hükmet, kulağımı elimi kestir; burnumu, dudağımı yardır! Ondan sonra beni dar ağacına götür. O esnada bir şefaatçi suçumun affını dilesin. Bu işi dört yol ağzı bir yerde, tellal pazarında yaptır. Ondan sonrada beni, huzurundan uzak bir şehre sür ki ben, onların arasına yüz türlü din kayıtsızlığı sokayım.

    Bu halde diyeyim ki: ben gizli hıristiyanım; ey sır bilen Allah; sen benim gönlümü bilirsin!Padişah, benim imanımı anladı; taassuptan dolayı canıma kasdetti.
    Dinimi padişahtan saklamak, onun dininden görünmek istedim. Padişah, benim sırlarımdan bir koku sezdi. Sözlerim huzurunda kusurlu göründü.

    Dedi ki: “Sözlerin, içinde iğne olan ekmek gibidir. Benim gönlümden senin gönlüne pencere var. Ben o pencereden halini gördüm, artık lafını dinleyemem. ” Eğer İsa’nın ruhaniyeti bana imdat etmeseydi o, yahudicesine beni parça parça ederdi . İsa için başımla oynar, canımı verir ve bunu canıma yüz binlerce minnet bilirim. İsa’dan canımı sakınmam, fakat onun din bilgisine iyiden iyiye vakıfım. O pak dinin cahiller arasında mahvolması, bana dokunmakta.
    İsa’ya şükrolsun ki biz, bu hak dine yol gösterici olduk. Belimizi zünnarla bağladığımızdan beri Yahudiden ve Yahudilikten kurtulduk. Ey halk; devir, İsa’nın devridir. Onun dininin sırlarını candan dinleyin!”

    Vezir, bu hileyi, padişaha sayıp dökünce padişahın gönlünden endişeyi tamamiyle giderdi.

    Padişah vezire, vezir ne dediyse yaptı. Halk, bu gizli ve hakikati meçhul hileden dolayı şaşırıp kaldı. Onu hıristiyanların oturdukları tarafa sürdü. Vezir de ondan sonra halkı davete başladı.
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  7. #17
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    AHMET'E DOĞRU (2) HİKAYESİ (MESNEVİDEN HİKAYELER, SEÇME ÖYKÜLER) (HİKAYELERDEN SEÇMELER)

    İsa dinini mahvetmek için aynı Yahudinin neslinden diğer bir padişah meydana çıktı. Bu diğer padişahın meydana çıkışını haber almak istersen “Vessamai zatülburüc” süresini oku.
    Birinci padişahtan doğan kötüye adeta bu padişahta ayak uydurdu.

    Bil ki o çeşit sitem ve zulümlerden bu, ne yaparsa Allah, günahını artıksız, eksiksiz ilk zalimden sorar.

    Kim fena bir adet koyarsa ona her an lanet gider durur. İyiler gittiler, güzel usul ve adetleri kaldı; kötü adamlardan da zulümler ve lanetler. Kıyamete kadar o kötülerin cinsinden kim vucuda gelse yüzü o kötülüğedir.

    Bu tatlı suyla tuzlu su; damar damardır. Halk arasında sür üfürülünceye dek birbirine karışmadan böylece gider durur. İyilere tatlı su miras kaldı. O ne mirastır? “Evrensel kitap” mirası.

    Dikkat edersen taliplerin dileği Peygamberlik cevherinin şuleleridir, o şuleleri dilerler. Şuleler mücevherlere tabi olarak parıldar ve dönerler. Şule, nereden çıkıyorsa, madeni nerede ise oraya gider.

    Güneş, bir burçtan bir burca gidip durduğundan pencereye vuran ziyası da evin etrafında döner dolaşır. Kimin bir yıldızla alaka ve merbutiyeti varsa o, kendi yıldızı ile döner, dolaşır, o yıldızın tesiri altındadır.
    Talihli Zühre ise şevki, çalıp çağırmayı, aşkı diler, onlara adamakıllı meyli vardır.
    Kan dökücü huylu Mirrih’e mensup ise cenk, bühtan ve düşmanlık arar.

    Yıldızların ardında yıldızlar vardır ki onlarda ihtirak ve nahis olmaz. Onlar bu yedi kat gökten başka diğer göklerde seyir ve hareket ederler. Birbirlerine bitişik ve birbirlerinden ayrı olmayan bu yıldızlar, Allah nurlarının ışığında dururlar. Her kimin talihi o yıldızlardan olursa o kimsenin zatı, kafirleri taşlayıp yakar.
    Onun hışmı, bazen galip gelen, bazen mağlup olan ve tesiri böylece değişerek yürüyen Mirrih’in hışmına benzemez.

    Galip nur, noksandan ve karanlıktan emindir. Allah nurunun iki parmağı arasındadır. O nuru ,canlara Hak saçtı. Devletliler, onunla eteklerini doldurmuşlardır. O nur saçışını bulan yüzünü Allah’ın ***rısıdan çevirmiştir. Kimin aşk eteği yoksa o nur saçışından nasipsiz kalmıştır. Cüzülerin yüzü, külle doğrudur. Bülbüllerin aşkı güledir.

    Öksüzün rengini dışından, insanın rengini, sarı, kırmızı her neyse içinde ara. İyi renkler temizlik küpünden hasıl olur.
    Çirkinlerin rengi ise, kirli kara sudan meydana gelir. O latif rengin adı “Sıbgatullah-Allah boyası” dır. Bu kirli rengin kokusu ise Allah lanetidir. Denizden olan, yine denize gider; nereden gelmişse, yine oraya varır.

    Dağ başından, hızlı hızlı akan seller; bizim tenimizden de aşkla karışık olarak akıp giden can, aslına gidip kavuşur.

    O köpek Yahudi, bak, ne tedbirde bulundu? Ateşin yanına bir put dikti. “Kim bu puta taparsa kurtulur. Secde etmeyen, ateşin tam ortasına oturur” dedi. O, nefis putunun cezasını vermeyince nefis putundan, başka bir put doğdu. Putların hası nefsinizin putudur. Çünkü o put yılan, bu put ejderhadır.

    Nefis; demir ve taştan yapılan çakmaktır, put kıvılcımdır. O kıvılcım su ile söner. Fakat taş ve demir,(çakmak), su ile söner mi? Ademoğlunda, bu ikisi oldukça ne vakit ve nasıl emin olur? Taş ve demir, ateşi içlerinde tutarlar, su onların ateşine işlemez, tesir edemez. Irmak suyundan harici ateş söner. Fakat taş ve demirin içine su nasıl girer?

    Küpün ve testinin suyu fanidir. Lakin pınarın suyu daima taze ve bakidir.

    Ateş ve dumanın asli demir ve taştır. Hıristiyan ve Yahudi küfrü, ikisinin fer’idir.

    Put bir testide gizli kara sudur. Nefsi, muhakkak olarak o kara suyun pınarı bil. O yontulmuş put, kara sel gibidir. Put yapan nefis, anayolda bir pınardır. Bir taş parçası yüz testiyi kırar ama pınar suyu durmadan kaynar.

    Put kırmak kolay, ***et kolaydır. Fakat nefsi kolay görmek cahilliktir.

    Ey oğul, nefsin misal ve süretini istersen yedi kapılı cehennemin kıssasını oku. Nefsin her anda bir hilesi var, her hilesinde yüzlerce Firavun, Firavun’a uyanlarla boğulmuş. Musa’nın Allah’sına ve Musa’ya kaç; Firavunluk ederek iman suyunu dökme!Ahad ve Ahmed’e yapış, ey kardeş, ten Ebucehl’inden kurtul.

    O Yahudi, bir kadını çocuğu ile putun önüne getirdi, ateş yalımlanmıştı. Çocuğu anasından alıp ateşe attı. Kadın korkup gönlünü imandan ayırdı. Kadın put önünde secde etmek isteyince çocuk ateş içinde “ben ölmedim” diye haykırdı.

    “Ana gel. Gerçi zahirde ateş içinde isem de ben burada iyiyim, hoşum. Bu ateş; perde olarak zahirde bir gözbağıdır. Fakat hakikatte mana yakasından baş çıkartmış, zuhur etmiş bir rahmettir. Ana gel, Allah’ın buhranını gör ki bu süretle Hak hastalarının zevk ve işaretini göresin.

    Ana hakikatte ateş olan, fakat zahiren suya benzeyen bir alemden çık, bu ateşe gir de ateşe benzeyen suyu gör. Ateşe gir de ateş içinde gül ve yasemin bulan İbrahim’in sırlarını gör. Senden doğarken ölümü görüyordum, senden ayrılmaktan çok pek korkuyordum. Halbuki senden doğunca havası hoş, rengi güzel bir aleme gelip dar bir zindandan kurtuldum. Şimdi şu ateş içindeki sükün ve rahatı bulunca dünyayı ana rahmi gibi görmeye başladım.

    Bu ateş içinde bir alem gördüm ki her zerresinde bir İsa nefesi var. Şekli yok kendisi var bir cihan O zahiren var olan dünya ise sebatsız şekilden ibaret.

    Ana, analık hakkı için gel, gir bu ateşin ateşlik hassası yok. Ana, gel, gir tam talih ve devlet zamanı. Ana, gel, gir devleti elinden kaçırma.

    O köpeğin kudretini gördün. Gel de bir de Allah’ın lütuf ve kudretini gör. Ben sana acıdığımdan ayağını çekiyorum, yoksa neşemden zaten seni kayıracak halde değilim. İçeri gel, başkalarını da çağır ki padişah ateş içinde sofra kurmuştur.

    Ey Müslümanlar, hepiniz ateşe girin; din lezzetinden başka her şey azaptan ibarettir.

    Ey ahali, hepiniz yüzlerce baharı olan bu nasibe pervane gibi gelin, atılın!” diye bağırdı.
    O, cemaat ortasında böylece bağırmakta; halk, sesinden heybet içinde kalmaktaydı.

    Bunun üzerine kadın, erkek kendilerini, ihtiyarsız, ateşe atmaya başladılar. Hem de memur olmaksızın, kimse kendilerine cebretmeksizin. Yalnız dost aşkı ile. Çünkü sevgili, her acıya lezzet verir.
    Nihayet öyle oldu ki hademe, halkı “ateşe atılmayınız” diye menetmeye başladı.

    O Yahudi’nin yüzü kara ve mahcup bir hale geldi. Bu sebeple pişman oldu, gönlü sıkıldı. Zira halk, imana eskiden olduğundan daha ziyade aşık, kendilerini feda etmede daha fazla sadık oldular.

    Şükür olsun ki , Şeytan’ın hilesi ayağına dolaştı. Şükür olsun ki, Şeytan da kendisini yüzü kara gördü! Halkın çehresine sürüp bulaştırdığı zillet tamamı ile o adamlıktan dışarı padişahın yüzüne bulaştı.

    O, pervasızca halkın elbisesini yırtardı, kendininki yırtıldı, halkın elbisesi sağlam kaldı.

    Birisi ağzını eğerek Ahmed adını alaylı andı, ağzi çarpıldı öyle kaldı. Pişman olup “Ey Muhammed, affet! Ey peygamber, sen, Min ledün ilminden lütuflara mazharsın. Ben bilgisizlikten seninle alay ettim. Alay edilmeye layık ben oldum”dedi.

    Allah, bir kimsenin perdesini yırtmak isterse onu, temiz kişileri ta’netmeye meylettirir. Allah bir kimsenin ayıbını örtmek isterse o kimse ayıplı kimselerin ayıbı hakkında ses çıkaramaz olur.

    Allah, yardım etmek dilerse bize yalvarmak ve munacatta bulunmak meylini verir. Onun için ağlıyan göz ne mübarektir. Onun aşkı ile yanıp kavrulan yürek ne mukaddestir.

    Her ağlamanın sonu gülmektir. Sonunu gören adam, mübarek bir kuldur. Akar su nerede ise orası yeşerir; nereye göz yaşı dökülür ise oraya rahmet nazil olur. İnleyen dolap gibi gözü yaşlı ol ki can meydanın da yeşillikler bitsin. Ağlamak istersen gözyaşı dökenlere acı Merhamete nail olmak istersen zayoflara merhamet et!

    Padişah ateşe yüz çevirip dedi ki: “Ey sert huylu! Tabiatındaki o cihanı yakıcılık nerede? Niye yakmıyorsun? Ne oldu senin hassan? Yoksa bizim talihimizden niyet mi değişti? Sen ateşe tapana bile lütfetmezsin. Sana tapmayan nasıl kurtuldu?

    Ateş! Sen hiç sabırlı değildin. Niye yakmıyorsun, sebep ne, kaadir mi değilsin? Bu göz bağı mı, yoksa akıl bağı mı? Böyle yücelmiş alev nasıl yakmaz? Seni birisi büyüledi mi, yoksa simya mı? Yahut tabiatının değişmesi bizim talihimizden mi?

    Ateş dedi ki: “Ey şaman! Ben yine o ateşim. Hele bir içeri gel de benim hararetimi gör! Benim tabiatım da değişmedi, unsurum da. Ben Allah kılıcıyım, izinle keserim.

    Türkmen’in köpekleri, çadır kapısında misafire yaltaklanmış, ama çadır yanına yabancı biri uğrayacak olursa köpeklerden aslancasına hamleler görür.
    Kullukta, ben köpekten aşağı değilim; Allah’ta hayat ve kudrette bir Türk’ten aşağı kalmaz.

    Tabiat ateşi eğer seni gamlandırırsa o yakış, din sultanının emriyledir. Tabiat ateşi eğer sana sevinç verir ise ona o sevinci din sultanı verir.

    Gam görünce istiğfar et. Çünkü gam, Halik emri ile tesir eder. Allah isterse bizzat gam, neşe bizzat ayak bağı, azatlık ve hürriyet olur.

    Rüzgar, toprak, su,ateş; kölelerdir. Benimle, seninle ölüdürler. Hak’la diridirler, ancak onun emrini tutarlar.

    Ateş Allah huzurunda daima emre hazırdır, aşık gibi gece gündüz daima kıvranıp durmaktadır. Taşı demire vurunca kıvılcım sıçrar. Fakat kıvılcım (senin çakmağı çakmanla değil), Allah fermanı ile dışarı ayak basar.

    Zulüm demiri ile taşını birbirine vurma. Çünkü bu ikisi, erkek ve kadın gibi meydana çocuk getirirler. Taş ve demir sebepten ibarettirler ama ey iyi adam, sen daha ileriye bak. Çünkü bu sebep, hakiki sebep olmaksızın nasıl meydana gelir? Enbiyaya sebep olan o sebepler, bu sebeplerden daha yüksektir.

    Bu müessir bir hale getiren o sebeptir. Bazen de olur ki semeresiz ve atıl kılar, hükümsüz bırakır. Bu sebebe akıllar mahremdir. O sebeplerin mahremi de Enbiyadır.

    Bu sebep kelimesinin Türkçe’si nedir? Denirse iptir diye cevap ver. Bu ip bu kuyu da işe yarar. Çıkrığın dönmesi ipin sarılıp koyverilmesine sebeptir. Fakat çıkrığı döndüreni görmemek hatadır. Dünyada bu sebep iplerini, sakın ha, sakın ha bu başı dönmüş felekten bilme. Ki felek gibi bomboş ve sersem bir halde kalmayasın; akılsızlıktan çırağ gibi yanmayasın!

    Rüzgar Hak’ın emriyle ateş olur; her ikisi de Allah şarabı ile sarhoş olmuşlardır.

    Ey oğul! Eğer gözünü açarsan hilim suyunun da, hışım ateşinin de Hak’tan olduğunu görürsün. Rüzgarın canı Hak’ka vakıf olsaydı, Ad Kavmini (müminlerden) nasıl ayırt ederdi?

    Hüd, müminlerin bulundukları yerin çevresine bir çizgi çizdi. Rüzgar, oraya gelince hafif ve latif bir halde esiyordu.

    Çizgiden dışarıda olanların hepsini,havada parça parça ediyordu. Şeyban-ı Rai de sürünün etrafına böyle apaçık bir çizgi çekerdi. Cuma günü, namaz vakti Cuma namazına gidince kurtlar sürüye saldırmasın,yağmalamasınlar diye böyle yapardı. Hiçbir kurt, çizgiden içeri girmezdi. Hiçbir koyun da çizgi dışına çıkmazdı.

    Allah elinin dairesi, kurdun hırs yeline de set ve mania olmuştu,koyunun hırs yeline de. Böylece ecel rüzgarı da ariflere gül bahçelerinden esip gelen rüzgar gibi latif ve hoştur.

    Ateş, İbrahim’e diş geçiremedi. Çünkü Allah seçilmişiydi onu nasıl ısırabilir?

    Din erbabı da şehvet ateşinden yanmaz; halbuki başkalarını ta yerin dibine geçirmiştir. Deniz dalgası Allah fermanı ile koşunca Musa kavmini Kıptilerden ayırt etti. Allah fermanı erişince toprak, Karun’u altınlarıyla, tahtıyla ta dibine çekti.

    Su ile toprak, İsa’nın nefeslerinden gıdalanınca kol kanat açtı, kuş olup uçtu. Allah’ı tesbih etmen, su ve topraktan meydana gelmiş olan cesedinden çıkan bir buhardan, bir nefesten ibarettir. Fakat gönül doğruluğu yüzünden cennet kuşu olmuş, oraya uçup gitmiştir.

    Dağ bir aziz sufi olursa şaşılacak ne var? Musa’nın cismi de bir kesik parçasından ibaretti. O Yahudi padişahı acip mucizeleri gördü. Fakat ancak taan ve inkarda bulundu.

    Nasihatçiler: “İşi haddinden ikeri götürme, inat hayvanını bu kadar ileri sürme” dediler. Nasihatçilerin ellerini bağlayıp hapsetti. Zulmünü birbirine uladı (biteviye ve daha fazla zulmeder oldu).

    Madem iş bu dereceye vardı. Ey köpek, sabret; kahrımız erişti!” diye bir ses geldi. Ondan sonra ateş kırk arşın alevlendi; bir halka teşkil etti ve o Yahudileri yaktı.

    Onların asılları önceden de ateşti; sonunda da asıllarına gittiler. Zaten o zümre ateşten doğmuştu. Cüziler kül tarafına yol alır, o tarafa giderler. Onlar ancak mümini yakan bir ateştiler. Kendilerini kendi ateşleri çer çöp gibi yaktı. Anası (mayası) Haviye olan kimsenin mekanı, ancak Haviyedir. Çocuk anası, onu arar; asıllar, mutlaka feri’leri izler.

    Su havuz içinde zindanda mahpus gibidir ama hava onu çeker. Zira su, erkana mensuptur (dört erkan denen havuz, ateş, su ve topraktandır. Havanın fer’idir. Onu havuzundan kurtarır azar azar ta madenine kadar götürür. Azar azar olduğundan nihayet sen, nasıl alınıp götürüldüğünü görmezsin.

    Bu nefes de bizim canlarımızı azar azar dünya hapishanesinden öyle çalar. Sözlerin temizleri, bizden çıkarak ona yükselir, ondan başkasının bilmediği yere kadar varır. Nefeslerimiz, temizlik sebebi ile hediye olarak beka yurduna yücelir.
    Sonra ululuk sahibi Allah’tan, rahmet olarak sözlerimizin mükafatı, iki misli bize gelir. Sonradan kul na,l olduğu şeylere bir daha nail olsun diye bizi, yine o güzel sözlere sevk eder, yine bize o çeşit sözler söyletir.
    İşte böylece en güzel sözleri söyledikçe hep böyle o sözlerin çıkmakta, Allah rahmeti inmektedir ve bu iki hal sende daimidir.

    Farisi söyleyelim: Bu şevk ve cezbe, o zevkin geldiği taraftan gelir. Her kavmi gözü, bir günceğiz zevk sürdüğü cihette kalmıştır.

    Yakınen her cinsin zevki kendi cinsiyledir. Bak; cüz’ün zevki kendi küllünden olur. Yahut o şey, bir cinse katılma kabiliyetinde olur da ona erişince o cinsten oluverir.

    Su ve ekmek gibi bizim cinsimiz değilken bizim cinsimizden oluverdi ve vucudumuzu besledi, kuvvetimizi arttırdı. Su ve ekmeğin süreta bizimle cinsiyeti yoktur ama sonucu bakımından onu cinsimiz bil.

    Eğer, bizimle cins olanlardan başka bir şeyden zevk alıyorsak o da ancak bizimle cinsiyeti olana benzer bir şeydir.

    Cinse benzeyenden alınan zevk, daimi değildir. O zevk ariyettir. Ariyet nesne ise akıbet baki kalmaz. Kuşa ıslıktan zevk gelirse de cinsini bulamayınca ok gibi uçar gider. Susuz kimseye seraptan zevk gelir, fakat ona erişince kaçar ve yine su arar. Müflisler kalp altından hoşlanırlarsa da, o altın darphanede rüsvay olur.

    Dikkat et; altın suyu ile boyaman seni yoldan alıkoymasın! Dikkat et; batıl hayal seni kuyuya düşürmesin.

    Bu hikayeyi tekrar tekrar oku ve kıssadan hisse almaya bak.
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  8. #18
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    AKREP (YAKARAK ÖLDÜRMENİN CEZASI) (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Yazdan kalma sıcak bir eylül günüydü. Yaşlı kadın ikindi namazı için camiye giden kocasının arkasından kapıyı sürgüleyip merdivene oturdu. İçinde bir sıkıntı vardı nedense? Bir müddet oturduktan sonra ezanın okunmasıyla ayağa kalktı, romatizmalı bacaklarını sürüyerek yukarı çıktı. Kocasının açık bıraktığı radyoyu kapattı. Gidip abdest aldı ve namaza durdu. Namazı bitince askerdeki oğluna, gelin kızına, kocasına, akrabalarına, bütün insanlara uzun ömürlü, hayırlı olmaları için uzun uzun dua etti...

    Ağır ağır, istemeye istemeye ayağa kalktı ve mutfağa gitti. Bir tepsiye bir avuç kadar kırmızı mercimek koydu ve ayıklamak için mutfağın balkonuna çıktı. Daha akşama epeyce zaman vardı ama yemeği hazır edeyim diye düşünüyordu. “Bir gelinim olsaydı” diye iç geçirdi. “Kaç kişi vardı. Şu evde, çın çın çocuk sesleri çınlardı. Yemeğin tadına bile bakmadan bitirdikleri olurdu.” diye düşündü. Sonra canlanıp, “Mercimeği ayıklayayım” dedi. Ama önce balkondaki kuzineyi yakmalıyım dedi. Hem mercimek çorbası yapacak, hem de patates haşlayacaktı. Bol soğanlı patates piyazını çok severdi kocası.

    Balkondaki naylon torbaların birinde çalı çırpı birindeyse tezek vardı. Önce kuzinenin külünü boşalttı. Sonra çalı çırpıyla ateşi tutuşturdu. Üstüne tencereyi oturturdu. “Patatesler haşlanıncaya kadar çorbayı da hazır ederim” dedi.

    Oturduğu yerden dönüp tepsiyi kucağıma alayım derken oda ne? Bir adım arkasında kocaman bir akrep, kuyruğunu kaldırmış, sanki parçalamaya hazır bir kaplan gibi tetikte beklemiyor mu? Yaşlı kadın gözleri fal taşı gibi açılmış, umulmadık bir hızla kuzinenin dibindeki maşayı kapıp, akrebi kuyruğundan tuttuğu gibi cayır cayır yanan ateşin içine attı. Akrep cızırdaya cızırdaya, kıvrıla büküle yandı...

    Akşam olunca iki yaşlı insan yemeklerini yediler... Akşam namazını kıldılar. Kocanın çay faslı, yatsı namazı derken uyku zamanı geldi ve birbirlerine hayırlı geceler dileyerek yattılar.

    Meydan gibi geniş bir yer. Kocaman bir ateş yakılmış, etrafta bir hayli insan var. Sanki bir törene gelmişler gibi merakla etrafa ve ateşe bakıyorlar. Yaşlı kadının elleri ardına bağlanmış, beyaz bir elbise giydirmişler. Yanında iriyarı, asık suratlı iki tane adam var. Getirip tam ateşin önüne dikiyorlar. Siyahlar giyinmiş bir adam gök gürültüsü gibi bir sesle bağırıyor;

    “Bir insan yakmanın cezasının ne olduğunu biliyor musun? Biz de aynen seni öyle yakacağız.” Yaşlı kadın ağlayarak yalvarıyor;

    -Vallahi de, billahi de ben kimseyi öldürmedim, ben kimseyi yakmadım.Ben kimseye zarar vermedim.” diretiyor siyahlı adam:

    -Hayır,sen bir insan yaktın, biz de seni yakacağız, diye.

    Kadıncağız diz çöküyor, ayakta duracak dermanı yok. Ağlıyor, ağlıyor, ağlıyor. “Yakmadım ben kimseyi” diyor. O sırada, ateşin biraz ötesinde, kömürleşmiş bir erkek cesedi gösteriyorlar. “İşte yaktığın kişi diyorlar. Kadın diretiyor, “Ben kimseyi yakmadım” diye. O sırada ceset yerinden doğruluyor, kömürleşmiş şehadet parmağını kadına doğru sallayarak;

    -Beni sen yaktın, diyor.

    Artık yaşlı kadın bir şey söyleyemiyor. Yere yığılıyor. İki yanındaki adamlar kollarından tuttukları gibi ateşe atıveriyorlar.

    “Naciye, Naciye uyan! Rüya mı görüyorsun?” Yaşlı kadın kocasının sarsmasıyla uyandı. Elini kütür kütür atan kalbinin üstüne koydu. “Allah'a şükür rüyaymış” dedi. Kan ter içinde kalmıştı.

    Rüyasını kocasına anlattı ve birden ateşe canlı attığı akrep geldi aklına. Ne büyük bir hata, ne büyük bir günah işlediğini anladı. Tereddüt bile etmeden akrebi canlı canlı ateşe atmıştı. Ceza vermenin, yakmanın sadece Yüce Allah'a mahsus olduğunu düşündü. Sabah ezanının okunmasıyla Kelime-i Şehadet getirerek yerinden kalktı, ter içindeki çamaşırlarını değiştirdi. Kocası camiye gitmişti.

    Yaşlı kadın yorgun bir vaziyette gitti abdest aldı, namazını kıldı. Allah'tan kendisini affetmesini istedi. Uzun uzun dua etti. Gözyaşı döktü. Ta ortalık ağarana, kuşlar cıvıl cıvıl sabah nağmelerine başlayana dek...
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  9. #19
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    ALIŞKANLIĞIN GÜCÜ (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Bir lisansüstü öğrencisi bir yaz mevsimi süresince her gün üzerine siyah-beyaz çizgili bir tişört giyerek Harvard futbol sahasına gider. 15 dakika boyunca sahayı bir baştan diğer uca yürüyerek yerlere kuşyemi serper. Bu arada cebinden bir hakem düdüğü çıkartıp öttürür.

    Yağmur, çamur demeden her gün aynı saatte aynı hareketleri törensel bir ciddiyetle yapar.

    Derken sonbahar gelir, futbol mevsimi baslar. Harvard futbol takımının ilk maçı oynanacaktır. Siyah-beyaz tişörtlü hakem başlama düdüğünü çalar ve o anda olanlar olur. Yüzlerce kus sahaya hücum eder ve doğal olarak maç ertelenir.

    Bu arada öğrenci tezini vermiş ve mezun olmuştur.
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  10. #20
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    ALLAH’A GÖZYAŞI HİKAYESİ (MESNEVİDEN HİKAYELER, SEÇME ÖYKÜLER) (HİKAYELERDEN SEÇMELER)

    Birisi, müftüden gizlice sordu: Bir adam namazda feryat ederek ağlarsa, acaba namazı bozulur mu, bozulmaz mı, namaz da ağlamak caiz midir?
    Müftü dedi ki: Gözyaşı denilen o yaş niçin aktı? O, ne gördü, neden ağladı? Önce buna dikkat etmek gerek. Acaba gizlice ne gördü de o gözyaşı çeşmesi aktı? Eğer yalvarıp yakaran kişi, o alemi gördüyse ağlayışı ile namazı daha makbul bir hale gelir. Yok, o ağlayış, o yaş, beden zahmetindense ip de kırıldı iğne de.

    Bir mürit pirinin huzuruna vardı. Pir, hay hayla ağlıyordu. Mürit şeyhi ağlıyor görünce o da ağlamaya koyuldu, gözünden yaşlar akmaya başladı.

    Kulağı duyan bir dost bir dosta latife etti mi bir kere güler, sağır iki kere. Birinci gülüşü halkı güler görerek taklitle gülmektir. Onlar gibi o da güler, güler ama öbür gülenlerin halinden haberi yoktur. Neden güldünüz diye sorar, anlayınca ikinci defa gülmeye başlar. Mukallit de kendisindeki neşeyle aynen sağıra benzer.

    Şeyhin ışığı vurur, meşrebi akseder, müritlere bir neşe feyzidir gelir. Fakat bu feyiz müritlerden değildir, şeyhtendir. Bu hal, suda duran sepete, cama vuran ışığa benzer. Bu hali, kendilerinden bilirlerse noksanlıktır.

    Irmaktan çıkarıldı mı o inatçı, ondaki suyun, dereden olduğunu anlar bilir. Cam da, ay batınca o ışığın, aydın aydan olduğunu anlar.

    “Kalk” emri, gözünü açtı mı seher gibi ikinci defa güler. Bu sefer o taklit alemindeki gülüşüne güleceği gelir, tatlı tatlı güler.

    Der ki: Bunca uzun ve uzak yollardan geldim. Hakikat, hep bu hakikatmış, sırlar; hep bu sırlar. Ben o vadide kendimden uzak olarak neşeleniyor, körlüğümden, hamlığımdan, ne hayaller kuruyordum, halbuki ne umuyordum ne çıktı? Ters anlayışım, meğer bana ters ve yanlış suretler gösteriyormuş.

    Yolda emekleyen çocukta erlerin düşüncesi nerede? Nerede onun hayali? Nerede dosdoğru hakikat? Çocukların düşünceleri ya dadıdır, ya süt. Ya kuru üzümdür, cevizdir yahut da bağırıp ağlama. O mukallit de illetli bir çocuğa benzer. İnce bahislere girişir, deliller getirir ama aldırma. Delil bulmada ki, müşkül işleri halletmedeki o derinleşme, onu basiretten alır. Sırrının sürmesi olan hakikati bırakmıştır da müşkül şeyleri söylemeye girişmiştir.

    Ey mukallit, Buhara’dan dön de horluğa doğru yürü, ancak bu suretle aslan bir er olabilirsin. Nihayette kendi içinde başka bir Buhara görürsün ki saflar yaran erler bile onun meclisinde kendilerinden geçmiş, bir şey anlamaz bir hale girmişlerdir.

    Çavuş, gerçi yeryüzünde pek çevik pek çabuk gider. Gider ama denize varınca damarı kopar. O, ancak karada “Onları yüklendik” sırrına mazhardır. Asıl adam, yükleri denizde yüklenendir. Koş ey vehme, surete kapılmış adam, padişahında bir çok ihsan ve lütufları vardır.

    O saf ve bön mürit de, o azize uydu da taklitle ağlamaya koyuldu. O mukallit de sağır adam gibi ağlayanı gördü, sebebinden haberi olmaksızın ağlamaya başladı. Bir hayli ağlayıp, tapı kılarak dışarı çıkınca başka bir hararetli ve has mürit, ardına düşüp ona yetişti.

    Dedi ki: Ey bulut gibi habersiz ağlayan, bakışı ile adamı adam eden şeyhin ağlamasına uyup hiçbir şeyden haberi olmaksızın ağlamaya koyulan! Ey vefalı mürit, Allah hakkı için, Allah hakkı için kendine gel. Gerçi taklitten de faydalanırsın ama, o padişahı ağlıyor gördüm de ben de onun gibi ağladım demek şartı ile. Çünkü bu söz münkirliktir. Bilgisizlik taklit ve zan ile dolu olan ağlayış, o inanılan kişinin ağlayışına benzemez. Sen bu ağlayışı o ağlayışa kıyas etme. Bu ağlayıştan o ağlayışa uzun bir yol var.

    O ağlayış, tam otuz yıl savaştan sonra elde edilir. Akıl, o makama yaramaz. Akılla o makam arasında yüz konak var. Akıl, o durağı bilemez bilir sanma. Onun ağlayışı, ne gamdandır, ne ferahtan. Güzelliğin ta kendisi olan ağlayışı ruh bilir. Onun ağlayışı da o yandandır, gülüşü de. Aklın vehmettiği şeylerden dışarıdır o. Onun gözyaşı, gözüne benzer. Görmeyen göz nasıl olur da gören göze benzer. Onun gördüğünü ellemeye imkan yoktur, ne akıl kıyası ile bilinir, ne duygu yolu ile!

    Gece, ta uzaktan nuru gördü mü kaçar. Şu halde gece karanlığı, nurun halini nasıl bilir? Sinek, rüzgardan kaçar. Artık nasıl olur da rüzgarların zevkini tadabilir? Önü olmayan geldi mi sonradan olan, abes olur. Şu halde önü olmayan, sonradan olanı nereden bilecek?

    Önü olmayan sonradan olan şeye aksetti mi onu hayran eder. Onu yok etti mi de kendi rengine boyar. Dilersen yüzlerce benzerini bulabilirsin. Fakat benim için lüzum yok o yoksul: Bu “Elif lâm mim ve Hâ mim” bu harfler tıpkı Musa’nın asasına benzer. Harfler de görünüşte bu harflere benzerler. Fakat bunların vasıflarından değillerdir. Sınama sözünden eline bir sopa alan kişinin sopası, bir iş başarma da hiç Musa’nın sopasına döner mi? Bu nefes, İsa’nın nefesidir, öyle her yelden, her üfürükten meydana gelme nefes değil ki ferahtan, yahut gamdan meydana gelsin.

    Babacığım, bu “Elif lâm mim ve Hâ mim” insanların sahibi Allah’tan gelmiştir. Her elif lâm buna nereden benzeyecek? Canın varsa bunlara o gözle bakma. Gerçi harflerden meydana gelmiştir, hatta halkın harflerden meydana gelen sözlerine de benzer. Muhammet de etten deriden meydana gelmiştir, bu hususta her beden, onun cinsindendir. Eti vardır, derisi vardır, kemiği vardır. Fakat hiç bu bedenlere benzer mi? O terkip de öyle mucizeler meydana geldi ki bütün terkipler mat oldular.

    Kuran’daki “Hâ mim” terkibi de böyledir. Pek yücedir o,öbür terkiplerse pek aşağıda. Çünkü bu terkipten hayat meydana gelir, aciz halinde sür üfürülmüş gibi her şey dirilir.

    “Hâ mim” Allah lütfu ile Musa’nın asası gibi ejderha olur, denizler yarar. Görünüşü başka sözlerin, terkiplerin görünüşüne benzer ama değirmi ekmek, ay değirmisinden çok uzaktır. Onun ağlayışı da kendinden değildir, gülüşü de, sözü de. Bütün bunlar, ancak Allah’ın huyudur. Fakat ahmaklar, görünüşe sarıldıklarından o ince şeyler, onlardan adam akıllı gizli kalmıştır.

    Hasılı maksada erişememişler, perde altında kalmışlar, itirazları yüzünden de o ince şey fevt olup gitmiştir.
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

Sayfa 2 Toplam 14 Sayfadan BirinciBirinci 123456789101112 ... SonuncuSonuncu

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu anda 13 kullanıcı bu konuyu görüntülüyor. (0 kayıtlı ve 13 misafir)

Benzer Konular

  1. Playlist`ten Seçmeler..
    Konu Sahibi qLnSytN Forum Karışık Videolar
    Cevap: 8
    Son Mesaj : 12.Aralık.2015, 00:30
  2. Divan Şiirinden Seçmeler
    Konu Sahibi ÇağanCan Forum Edebi Eserler
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 19.Kasım.2014, 14:41
  3. Ehli Nur'Seçmeler
    Konu Sahibi Ehli Nur Forum Giyim - Çanta - Ayakkabı
    Cevap: 28
    Son Mesaj : 16.Kasım.2014, 11:14
  4. Nietszche’den Seçmeler (Hayat)
    Konu Sahibi ÇağanCan Forum Serbest Bölge
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 07.Eylül.2014, 12:51
  5. Ruznamemden seçmeler
    Konu Sahibi ÇağanCan Forum Serbest Bölge
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 29.Ağustos.2014, 22:20

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  
gaziantep escort bayan gaziantep escort sesli sohbet seks hikaye onwin venüsbet giriş tipobet365 sahabet karabük escort ordu escort kars escort kocaeli escort izmit escort edirne escort ısparta escort karabük escort manisa escort adana escort
ankara escort ankara escort ankara escort bayan escort ankara çankaya escort kızılay escort kızılay escort ankara eskort ankara escort çankaya escort ankara otele gelen escort kayseri escort istanbul escort avrupa yakası escort çapa escort şirinevler escort avcılar escort beylikdüzü escort