kayseri escort ankara escort izmir escort antalya escort bursa escort istanbul escort

Etiketlenen üyelerin listesi

Sayfa 6 Toplam 14 Sayfadan BirinciBirinci 1234567891011121314 SonuncuSonuncu
Toplam 134 adet sonuctan sayfa basi 51 ile 60 arasi kadar sonuc gösteriliyor
  1. #51
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    BEBEKLERİ ÖLDÜRMEYİN NE OLUR (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Genç kadın, bebeğin güzelliği karşısında büyülenmiş gibiydi. Kıvırcık sarı saçları, iri mavi gözleri, kalkık bir burun ve küçük kırmızı dudaklarıyla bir kartpostalı andıran bebek, kadının şimdiye kadar gördüğü en cana yakın kız çocuğuydu.

    Onun ipek yanaklarını doya doya öpmek ve cennet kokusunu içine çekmek için eğildiğinde:

    "Dokunma bana ..." diye bir ses duydu.

    "Beni okşamaya hakkın yok senin..."

    Kadın korkuyla irkilip etrafına bakındı.

    Bebekle kendisinden başka içerde kimse yoktu.

    Aynı sesi tekrar duyduğunda bebeğe döndü.

    Aman Allahım!.. Yeni doğmuş gibi görünmesine rağmen konuşan oydu. "Bana yaklaşmanı istemiyorum" diye devam etti. "Hemen uzaklaş benden..."

    Kadın, biraz olsun kendini toplayarak:

    "Çocuklarımız hep erkek oluyor" dedi.

    "Onlar da güzel ama kız çocukları başka.

    Bu yüzden seni öpmek istedim."

    "Beni öpemezsin" diye ağlamaya başladı bebek.

    "Benim de seni öpemeyeceğim gibi..."

    "Neden ?" diye sordu kadın."Neden öpemezsin ki ?"

    Bebek, hıçkırıklara boğulurken:

    "Bunun sebebini bilmen gerekir" dedi.

    "Düşünürsen mutlaka bulacaksın..." Kadın, neler olup bittiğini hatırlamak üzereyken kendine geldi.

    Özel bir hastanenin en lüks odasında yatıyor ve narkozun tesirinden midesi bulanıyordu.

    Aile dostları olan tanınmış doktor, odayı dolduran çiçeklerden bir tanesini vazodan çıkartıp kadına uzatırken:

    "Geçmiş olsun hanımefendi" dedi.

    "Başarılı bir kürtajdı doğrusu.

    Ha..! Sahi, "kız"mış aldırdığınız bebek."
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  2. #52
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    BEDELİ ÇANAKKALE’DE ÖDENDİ (KAHRAMANLIK, KESKİN ZEKA) (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Mehmet Muzaffer’in Destanı

    Askerlik vazifesi yaparken vatan uğrunda şehadet mertebesine ermek veya gazi olmak her Türk için tabii bir şeydir. Ancak bu 45 şehit ve 150 gazinin durumu başkadır. Zira bunların istisnasız hepsi (1909 ve 1914 Askeri Mükellefiyet Kanunu gereğince) askerlik vazifesinden ya muaf ya da maksureli ( tecilli) tutulmuş gençlerdir. Bu iki kanun sultani mektepleri talebe ve mezunları askerlik vazifesinden “maksureli” ettiği gibi, Balkan Harbi sırasında mer’i olan 1909 kanunu da üstelik bütün İstanbul halkını askerlik vazifesinden azade kılmaktadır. bu şehit ve gazilerin hepsi 17-22 yaşındayken ve bir kısmı henüz mektebin lise ve orta kısmında, bir kısmıysa mezun ve İstanbul Darülfünunu veya Avrupa üniversitelerinde tahsildeyken, birbirleriyle yarış edercesine askerlik şubelerine koşmuşlar ve gönüllü olarak askere yazılmışlardı. Hatta içlerinden Irak Cephesi’nde şehit düşen 646 Celal İbrahim seferberliğin ilanıyla beraber geceden gidip askerlik şubesinin kapısında sabahlamış ve “1 Numaralı Gönüllü” yazılmak şerefini elde emiştir.

    Galatasaraylıların bu şüheda menkıbeleri arasında dünyada eşi bulunamayan bir tanesini (Mehmet Muzaffer’in Destanını) Gazeteci Ziyad Ebuzziya şöyle dile getiriyor:

    ****
    Üç aylık bir talimden sonra Mehmet Muzaffer “zabit namzedi” olarak Çanakkale’de idi. ( Mart 1916) müttefik İngiliz ve Fransız kuvvetleri, Çanakkale’ de uğradıkları mağlubiyetlerden ve verdikleri yüz elli bin zayiattan sonra Boğaz’ı aşamayacaklarını anlamışlar, 1915’in son haftasıyla 1916’nın ilk haftasında bütün hatları tahliye edip çıkıp gitmişlerdi.

    Galatasaray Lisesi öğrencisi iken gönüllü Çanakkale cephesine giden zabit (subay) adayı Mehmet Muzaffer Bey'in alayının otomobillerine lastik satın almak için bir gecede (1916 yılı baharı) yaptığı sahte 100 liranın ön yüzü. Paranın altında “bedeli Çanakkale'de altın olarak ödenecektir” yazılıdır. Teğmenliğe yükselen bu vatanseverimiz, 1917 yılında Gazze'de şehit düşmüştür.

    Muzaffer Çanakkale’ye vardığında harp durmuştu. Zaman zaman İmroz ve Bozcaada’da üslenmiş düşman gemileri ve uçakları bombardımanda bulunuyorlarsa da 1915 Nisan’ın da Aralık sonuna kadar sekiz ay süren kanlı boğuşmalarla kıyasla bu bombardımanlar” hiç mesabesindeydi. “Çanakkale’de ki birliklerin büyük bir kısmı Kafkas, Irak, ve Filistin cephelerine sevk edeceklerdi. Hazırlanma ve noksanlarına ikmal emri aldılar. Muzaffer birliğinin alay karargahında görevliydi. Alay’ın kamyon ve otomobil lastiği ile diğer bir takım malzemeye ihtiyacı vardı. Bunlar ise ancak İstanbul’dan sağlanabilirdi. O devirlerde bu gibi basit mubayaalar için arttırma yapmak ilanlarda bulunmak ne adetti, ne de bunlar için kaybedilecek vakit vardı. Her şey “itimat” ile yürürdü. Muzaffer açıkgözlü ve becerikli İstanbul çocuğu olduğundan Karargah, gerekli malzemenin temin ve mubayaasına onu memur etti. İcap eden paranın kendisine itası içinde Erkan-ı Harbiye Riyaseti’ne hitaben yazılı bir tezkereyi eline verdiler.

    O yıllarda İstanbul’da otomobil ve kamyon nadir rastlanan vasıtalardı. Bunların lastikleri de yok denecek kadar azdı ve karaborsaydı. Muzaffer aradı, uğraştı, nihayet Karaköy’de bir Yahudi de istediklerini buldu. Fiyatlar pek fahişti, ama yapacak başka bir şey de yoktu. Anlaşmaya vardı. Lazım gelen parayı almak üzere Erkan-ı Harbiye’ye gitti. Elindeki tezkereyi tediye merciine havale ettiler. Muzaffer az sonra yaşlı bir kaymakam Yarbay’ın huzurundadır. Kay uzatılan tezkereyi okudu. Karşısında hazır ol da duran ihtiyat zabitine baktı. İsteyeceği paranın miktarını sormadan, “Ne alınacak” dedi “Oto kamyon lastiği” cevabını verilince bir an durdu. Sonra Muzaffer’e dik dik baktı:

    “Bana bak oğlum! Ben askerin ayağına postal sırtına kaput alacak parayı bulamıyorum. Sen otomobil lastiğinden bahsediyorsun. Haydi yürü git, insanı günaha sokma para mara yok!...

    Muzaffer selamı çaktı dışarı çıktı. Harbiye Nezareti’nin (bugünkü hukuk fakültesi binası) bahçesinden dışarıya ağır ağır yürürken ne yapacağını düşünüyordu. Malzemelere Alay’ın ihtiyacı vardı. Elindeki (Almanların verdiği) iki Mercedes-Benz kamyon ve iki binek arabası lastiksizdi. Diğer malzemeler de mutlaka lazımdı. Kendisi bulur alır diye görevlendirilmişti. Malzemeyi bulmuştu fakat para yoktu. Eli boş dönemezdi, bir çaresini bulmak lazımdı...

    Muzaffer bunları düşüne düşüne Beyazıt Meydanı’na vardı birden durdu. Kendi kendine gülmüştü aradığı çareyi bulmuştu.

    Doğru tüccar Yahudi’ nin yanına gitti:

    “Paranın tediye muamelesi akşamüstü bitecek, ezandan sonra gelip malları alamam. gece kaldıracak yerim yok. Yarın öğleden evvel vapur Çanakkale’ye kalkıyor, yetiştirmem lazım. Onun için sabah ezanında geleceğim malları mutlaka hazır edin...”

    Tüccar “peki” dedi. Muzaffer tam ayrılırken ilave etti.

    “Altın para vermiyorlar kağıt para verecekler” Yahudi yine “peki” dedi. Ertesi sabah Muzaffer Merkez Kumandanlığından sağladığı araba ve neferlerle ezan vakti Yahudi’nin kapısındaydı. Ortalık henüz ışıyordu. Tüccar malları hazırlamıştı. Hava gazı fenerinin yarım yamalık aydınlattığı loşlukta mallar arabaya yüklendi. Muzaffer bir yüzlük kaime (yüz liralık kağıt para) verdi. Araba dörtnal Sirkeci’ye yollandı. Malzeme şat’a oradan dubada bağlı gemiye aktarıldı. Az sonra da gemi Çanakkale yolunu tutmuştu.

    Üç gün sonra Yahudi elindeki yüzlük kaimeyi bozdurmak üzere Osmanlı Bankası’na gitti. Bozmadılar zira elindeki para sahte idi.

    Muzaffer, evrak-ı nakdiyelerin basımında kullanılan kağıtın aynını Karaköy kırtasiyecilerinden tedarik etmiş bütün gece oturmuş çini mürekkebi ve boya ile gerçeğinden bir bakışta ayırt edilemeyecek nefasette taklit bir para yapmıştı. Tüccara verdiği ve yutturduğu para buydu. O devrin hakiki paralarının üzerindeki yazılar arsında bir de şu ibare bulunuyordu: “Bedeli Dersaadet’te altın olarak tesviye olunacaktır” Muzaffer yaptığı taklit paradaki bu ibareyi değiştirerek şöyle yazmıştı:

    “Bedeli Çanakkale’de altın olarak tesviye olunacaktır.”

    Onun burada altın dediği Çanakkale’de Mehmetçiğin akıttığı, altından daha kıymetli kanı idi.

    Sahte paraya gelince...

    Yahudi tüccar bunu mesele yapmadı. Yapmak mı istemedi, yapmaktan mı çekindi bilinemez. Ancak olay bütün İstanbul’da yayıldı. Dünyada emsali olmayan ve olmayacak olan bu hadise Şehzade Halim Efendi’nin kulağına kadar gitti. Şehzade hemen lalasını göndererek Yahudi tüccarı buldurdu. Yüzlük taklit evrak-ı nakdiyeyi bedelini altın olarak ödeyip aldı. Çok zarif sedef kakmalı, içi kadifeli bir mücevher çekmecesine yerleştirip, İstanbul polis okulundaki emniyet müzesine hediye etti. Bu emsalsiz parça müzede şeref mevkiinde muhafaza olundu.
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  3. #53
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    BELALAR HEP KENDİ YÜZÜMÜZDEN (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    "Başınıza gelen herhangi bir musibet, kendi ellerinizin yaptığı (işler) yüzündendir" [Kuran-ı Kerim, Şura, 30]

    Portekiz'de 27 yaşındaki Sophie Lagoa ismindeki bir kadın sürücü, sarhoş bir vaziyette araba kullandığı gerekçesiyle trafik polisleri tarafından yakalanarak mahkemeye sevk edilir.

    Kadın, oldukça ağır olan bu trafik cezasından kurtulabilmek için sahasında çok iyi bir avukat olan Eduardo Borja ile anlaşır. Avukat, bütün meslekî marifetlerini kullanarak bayan Sophie'yı ceza almaktan kurtarır.

    Başına gelen musibetten ders alıp uslanmayan Sophie Lagoa, beraatını kutlamak için bir bara gidip sarhoş oluncaya kadar içer. Daha sonra da yine sarhoş vaziyette direksiyonun başına geçer.

    Ve o sarhoş kafayla yolda giderken bir vatandaşa çarparak onu yirmi metre kadar arabasıyla sürükler. Perişan vaziyette hastaneye kaldırılan adam bütün müdahalelere rağmen kurtarılamayarak ölür.

    Bayan Sophie Lagoa, hapishanenin yolunu tuttuktan günler sonra, arabasıyla çarparak ölümüne sebep olduğu adamın, kendisini sarhoş araba kullandığı gerekçesiyle ceza almaktan kurtaran avukat Eduardo Borja olduğunu öğrenecektir.
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  4. #54
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    BELKIS'IN HEDİYESİ HİKAYESİ (MESNEVİDEN HİKAYELER, SEÇME ÖYKÜLER) (HİKAYELERDEN SEÇMELER)

    Belkıs’ın hediyesi kırk katır yükü altın kerpiçti. Hediyeleri getirenler, Süleyman’ın saray meydanına girince bir de gördüler ki yer, tamamı ile halis altınla döşenmiş! Altın üstünde tam kırk konaklık yol aldılarArtık altın gözlerine su gibi bile görünmüyordu, o kadar ehemmiyetsiz bir hale gelmişti.
    Defalarca bu altınları, getirdiğimiz yere götürelim biz ne olmayacak iş yapıyoruz; Toprağı bile halis altın olan bir yere hediye olarak altın götürmek aptallıktır dediler. Ey Allah’a aklı hediye götüren, akıl, orada yoldaki topraktan da aşağıdır!

    Hediyenin makbule geçmeyeceğini anladıklarından utangaçlıkları, adeta onları gerisin geriye itmekteydi! Sonra yine dediler ki: İster makbule geçsin, ister geçmesin bize ne? Biz emir kuluyuz!

    Altın olsun toprak olsunbiz, götürmeye mecburuz buyruk verenin buyruğunu yerine getirmek mecburiyetindeyiz. Geri götürün derlerse yine fermana uyar, getirdiğimiz hediyeyi geri götürürüz!

    Süleyman, hediye getirenleri ve getirdikleri hediyeyi görünce gülmeye başladı. “Ben, sizden tirit istedim mi ki? Ben,bana hediye verin demedim; hediyeye layık olun dedim. Bana ***b aleminden eşi görülmedik hediyeler gelmekte öyle hediyeler ki insan, onları istemeye niyetlense aklına bile getiremez!

    Siz, yer altındaki madeni altın haline getiren bir yıldıza, güneşe tapıyorsunuz o yıldızı yaratana yüz tutun! Değeri yüce olan canınızı hor hakir ederek gökteki güneşe tapıyorsunuz. Güneş Allah emriyle bizim aşçımızdır, çiyleri pişirir artık ona Allah dersen aptallıktır bu!

    Güneş tutulursa ne yaparsın? Ondaki o karaltıyı nasıl giderirsin? Nihayet yine Allah tapısına yüz vurup ya Rabbi. O karaltıyı gider, yine ona nurunu ver demez misin? Gece yarısı seni öldürmeye kalkışsalar ağlayıp yalvaracağım, yahut aman dileyeceğim güneş nerede?

    Hadiselerin çoğu da hep geceleyin olur halbuki geceleyin taptığın Allah ortada yoktur. Allah’a gönül doğruluğu ile eğilirsen yıldızlardan kurtulur, Allah’a mahrem olursun! Mahrem oldun mu sana ağız açar, sırları söylerim bu suretle gece yarısı bir güneş görürsün sen!

    Onun, temiz ruhtan başka doğuşu yok doğmasında da geceyle gündüz farkı olamaz. Gündüz, onun doğduğu zamana derler geceleyin doğdu, parladı mı ortada gece kalmaz. Bu görünen güneş, o güneşin önünde adeta güneşe karşı zerre nasıl görünürse öyle görünür!

    Alemi aydınlatan, parlatan bu güneşin gözü, o güneşi görünce kamaşır şaşırır kalır! Arşın nuruna arşın o sonsuz ve hadsiz ışığına karşı bu güneşi bir zerre gibi görürsün! Göze Allah’tan bir kuvvet gelince zahiri güneşi hor ve yoksul görür, bayağı bulursun! Allah, öyle bir kimyagerdir ki onun bir tesiriyle duman, yıldız haline gelmiştir

    Öyle bir görülmedik iksiri vardır ki karanlığı güneş haline getirmiştim. Bir acayip sanatkardır ki bir sanatıyla zühale bu kadar hassa vermiştir artık sen öbür can yıldızlarıyla can incilerini de var, buna kıyas et!

    Duygu gözü, güneşe zebundur; ilahi bir göz ara, ilahi bir göz bul da, Onun bakışına karşı şimşekler saçan güneşin nurları zebun olsun! O bakış nura mensuptur, bu bakış, nara ateş, nura karşı adamakıllı kara görünür!

    Şeyh Abdullah-ı Mağribi dedi ki: “Altmış yıldır ben gece nedir, görmedim. Bu altmış yıl içinde ne gündüz, ne de gece hiçbir sebeple bir karanlığa düşmedim. ” Sofiler de şeyhin sözünün doğruluğunu söylemişler, demişlerdi ki: “Geceleri ardında giderdik. ”

    Dikenlerle, çukurlarla dolu olan çöllerde yürürdük o, dolunay gibi önümüzde giderdi. Yüzünü geriye çevirmeden gece vakti, “Dikkat edin, önünüzde çukur var, sola doğru yürüyün” derdi. Bir an sonra da “Sağa gidin, ayağımızın altında diken var”diye seslenirdi.

    Gündüz olur, biz ayağını öperdik görürdük ki ayakları gelin ayağı gibi! Ne topraktan eser var, ne çamurdan ne diken yırtmış, ne taş yaralamış! Allah, Mağribi’yi maşrıki etmişti Batıyı ona doğu gibi nurlar saçan bir hale getirmişti! Bu serkeş güneşin nuru, aşk meydanının öyle bir atıdır ki halkın ileri gidenlerinin gününü de o korur, geri kalanların gününü de o!

    O yüce nur nasıl korumaz ki binlerce güneşi izhar eden odur. Sen onun nuru ile emniyet içinde yürüye dur ejderhalar, akrepler arasında yol almaya bak! O pak nur, senin önünde gider durur her yol vuranı tutar, paramparça eder!

    “Allah, kıyamet gününde Peygamberini utandırmaz” ayetini doğru bil; “ Müminlerin nurları, önlerinde ve sağlarında yürür yollarını aydınlatır” ayetini oku! O nur kıyamette çoğalır ama Allah’tan o nuru burada da istemeli! Çünkü Allah istenen şeye delalet etmeyi daha iyi bilir ama buluta da can nuru bağışlar karanlığa da!

    Süleyman Peygamber, o elçilere dedi ki: “Ey utanan elçiler, geri dönün altın sizin olsun; bana gönül getirin, gönül! Benim bu altınlarımı da alın da o altınlara ilave edin körlüğünüzü anlayın da o altınları katırın fercine sokun! Katırın ferci, altın kilit vurulmaya layıktır Aşığın altınıysa sapsarı yüzüdür!

    O yüz, Allah’ın nazar ettiği yerdir halbuki altın madenine güneş nazar eder! Maden güneş ışığının nazargahıdır. Şimdi de bana gelip çattınız, benim esirimsiniz ama yine benim sizi yakalamamdan korkun, canınızı siper edin!

    Taneye kapılmış kuş dam üstündedir ama kanadı açık olduğu halde tuzağa tutulmuştur o! Mademki gönlünü canla başla taneye verdi sen onu tutulmadan tutulmuş bil! Taneye bakıp duruyor ya sen o bakışları, ayağına vurulan düğüm say! Tane, sen şimdi bana hırsızlama bakıyorsun ama hele sabret; asıl ben seni çalıyorum;O bakış, sonunda seni bana çekince anlarsın ki ben senden gafil değilim der!

    Toprak yemeyi adet edinmiş olan birisi bir aktara gidip kelle şekeri almak istedi. O hilebaz ve gönlü bozuk aktarın terazisinde dirhem ve taş yerine toprak vardı. Dedi ki: Benim terazimin dirhemi topraktır. Şeker almaya niyetin varsa sabret de dirhem bulayım.

    Adam “Mühim bir işim var, şeker almam lazım dirhemin ne olursa olsun, zararı yok” dedi. Kendi kendisine de “Toprak yemeyi adet edinen kişiye taş nedir ki? Toprak altından daha iyi! Hani o kılavuz kadın gibioğlum, pek güzel bir kız buldum.

    Pek güzel ama ondan başka bir şey daha var:o namuslu kız, helvacı kızı demiş de, Evlenecek adam böyle olması daha iyi ya helvacının kızı daha yağlı, daha tatlı olur demiş! Onun gibi senin de taş dirhemin yok da taş yerine toprak kullanıyorsan daha iyi ya toprak benim gönlümün istediği meyve!” diyordu.

    Aktar, terazisinin dirhem gözüne dirhem vazifesini gören taş yerine toprak parçasını koydu. Öbür gözüne koymak üzere de o toprağın ağırlığınca şeker kırmaya koyuldu. Şekeri kesip kıracak bir aleti olmadığı için biraz gecikti, müşteriyi de orada bıraktı.

    Aktarın yüzü öbür yanaydı toprak yemeyi adet edinmiş olan müşteri, dayanamadı gizlice ve güya aktara göstermeden toprağı koparıp yemeye başladı. Ansızın döner de beni görüverir diye de korkmaktaydı.

    Aktar, bunu gördü gördü ama kendisini meşgul gösterdi. Diyordu ki: “A sararmış suratlı, hadi biraz daha fazla çal! Toprağımı çalıyorsan bana bir şey olmuyor; sen, adeta kendi yanından et koparıyor, kendi etini yiyorsun!

    Benden korkup duruyorsun ya eşekliğinden ben de az yiyeceksin diye korkmaktayım! Meşgulum ama kamışımdan sana fazla şeker verecek kadar da ahmak değilim ben! Alacağın şekeri görünce kimin ahmak ve gafil olduğunu anlarsın, hele dur”

    Kuş, o taneye baktıkça bakar, hoşlanır ama tane de uzaktan o kuşun yolunu vurur! Göz zinasından hoşlanırsın ama nihayet kendi yanından kopardığın eti kebap edip yemiyor musun ki?Bu uzaktan bakış ok ve zehir gibidir gittikçe sevgin artar, sabrın eksilir!

    Dünya malı zayıf kuşların tuzağıdırahiret mülkü, yüce kuşların tuzağı! Hatta bu ahiret mülkü, yüce kuşların tuzağı! Hatta bu ahiret mülkü, öyle bir derin tuzaktır ki ulu kuşları avlar!

    Ben Süleyman’ım, sizin mülkünüzü istemem mülk istemek şöyle dursun, ben sizi, helak edecek şeylerden kurtarırım! Şimdi siz, malın, mülkün esirisiniz mala mülke sahip olan kişi, helak olmaktan kurtulan, mala, mala mülke esir olmayan kişidir. Halbuki ey aleme esir olan, aksine adını bu cihanın emiri taktın!

    Hakikatte sen, bu alemin esirisin, canın, bu cihan hapsine düşmüştür öyle olduğu halde niceye,bir kendine cihan sahibi deyip duracaksın?

    Ey, elçiler, tez sizi elçi olarak gönderiyorum bu hediyeleri reddetmem, sizin için kabul etmemden yeğdir. Belkıs’ın yanına gidince gördüğünüz şaşılacak şeyleri, altın ovasını hep söyleyin.

    Söyleyin de benim altına tamah etmediğimi, altını yaratandan altın elde ettiğimi anlasın. O Allah, öyle bir Allah’dır ki dilerse bütün yeryüzünü baştanbaşa altın ve değeri biçilmez inci haline getirir.

    Ey altını seçen, onu seven, onun için Allah mahşer gününde bu yeryüzünü gümüşten halk edecektir. Biz altına aldırış bile etmeyiz sanatlarımız çok bizim; bütün yeryüzündekileri altın haline getiririz biz! Sizden altın mı isteriz biz? Biz sizi kimyager yaparız.

    Sebe mülkü bile olsa vazgeçin o dünya mülkünden suyun toprağın dışında nice mülkler var!

    Senin taht dediğin şey, tahttan yapılma tuzaktır konduğun yeri baş köşe sanmışsın ama kapıda kala kalmışsın!

    Sen daha kendi sakalına hüküm yürütemiyor, ona bile padişahlık edemiyorsun; artık nasıl olurda iyiye, kötüye padişahlık yapmaya, hüküm yürütmeye kalkışırsın? İstemediğin halde sakalın ağarıyor ***ri ey eğri ümitli, sakalından utan!

    Asıl o Allah mülk ve saltanat sahibindir, kendisine baş eğene bu topraktan yaratılan dünya şöyle dursun, yüzlerce mülk, yüzlerce saltanat ihsan eder. Fakat Allah tapısında bir secde, sana iki yüz devlet ve saltanattan daha hoş gelir.

    Ben ne mal isterim, ne mülk ne devlet isterim, ne saltanat bana o secde devletini ihsan et, yeter diye ağlayıp sızlanmaya (bilgi yelpazesi. net) başlarsın! Cihan padişahları, kötülüklerinden dolayı kulluk şarabından bir koku bile almamışlar.

    Yoksa onlar da Edhem gibi, hemencecik coşarlar, sarhoş olurlar, dünya saltanatını vurup kırarlardı! Fakat Allah, bu alem dursun, mamur olsun diye gözlerini ağızlarını kapamıştır. Bu suretle de onlara taht ve taç tatlı gelir, alemdeki halktan haraç alalım derler

    Fakat haraç ala ala kum gibi altın yığsın yine ölür, geberirsin, onlar senden arta kalır! Mal, mülk, devlet ve altın, canına yoldaş olmaz sen altın ver de görüşünün kuvvetlenmesi için sürme al! Bu sürmeyi çek de şu alemin daracık bir kuyu olduğunu gör; Yusufcasına ipe el at!

    Kuyudan çıkıp dama yücelince görenler, müjde, işte bize bir köle desinler!

    Kuyuda göz, akisler yapar, insana hayaller görünür onların en bayağısı şudur: Taş altın şeklinde görünür! Oyun zamanı çocuklarda kızışırlar o taş topaç kırıklarını altın ve mal görürler ya. Fakat Allah arifleri kimyager olmuşlardır da onlara madenler bile değersiz görünür artık! Süleyman Peygamber de savaşacağı yerde Belkıs’ın adamlarını ve askerini kendisine çekti.

    Ey azizler dedi, çabucak gelin çünkü cömertlik denizi dalgalanmaya başladı. Köpüren dalgaları, her an kıyıya zararsız, ziyansız, yüzlerce inci atar!

    Ey doğru yolu bulanlar, sala dedim size Rıdvan, şimdicek cennet kapısını açtı. Süleyman dedi ki: “ Ey elçiler, gidin, Belkıs’a varın, onu bu dine inandırın! Deyin ki: Hep buraya gelin çabuk şüphe yok ki Allah, sizi esenlik yurduna çağırtmada!

    Ey devlet isteyen, tez buraya gel bu zaman, feyiz zamanı, kapıların açıldığı çağ! Ey dilemeyen sen de gel sen de gel de bu vefalı sevgiliden dilek sahibi olasın! Belkıs, kendine gel, aklını başına topla yoksa fena olur. Askerin, sana düşman kesilir, senden döner! Perdecin, perdeni yırtar canın, canına düşmanlık eder! Yerdeki, gökteki zerrelerin hepsi, sınama çağında Allah askeridir.

    Yerli gördün ya, Ad kavmine ne yaptı! Suyu gördün ya, tufanda neler bitti! O kin denizi Firavun’a ne işler açtı bu yeryüzü Karun’a ne işler gösterdi! Ebabil kuşları, file neler etti sivrisinek, Nemrud’un başını nasıl yedi!

    Davud, eliyle koca taşı kaldırıp atınca taş tamam altı yüz parçaya bölündü, ordu da bozguna uğradı! Lut’un düşmanlarına taş yağdı da nihayet kara su içinde dalga yutup boğuldular! Alemdeki cansız şeylerin akıllıca peygamberlere ettikleri yardımları söylemeye kalkışsam,

    Mesnevi o kadar büyür ki kırk deve bile aciz olur, çekemez! El, kafirin aleyhine şahadette bulunur; Allah askeri olur, Allah’ın buyruğuna baş kor!

    Ey işte, güçte Allah’ın zıddına ders gösteren, kork sen de Allah askerleri arasındasın. Cüz’ünün cüz’ü bile ona uymuştur, onun askeridir. Şimdi nifak yüzünden sana muti görünür! Allah, gözüne, “Onu sık” dese göz ağrısı senin yüzlerce defa kökünü kazır!

    Dişine “Ona bir ceza ver” dese bir de bakarsın ki dişin, kulağını çekip burmaya başlar! Tıp kitabını aç da hastalıklar bahsini oku ten askerinin neler yaptığını gör! Mademki her şeyin canının canı odur, canın canıyla düşmanlığa girişmek kolay mıdır?

    Belkıs, cin ve şeytan askerlerini bir tarafa bırak, çünkü onlar, benim emrime canla başla uyarlar, benim hükmümle saflar yararlar! Belkıs, önce saltanatı bırak çünkü beni buldun mu bütün devlet ve mal, mülk senin olur!

    Yanıma gelince zaten anlayacaksın ki bensiz bir hamam nakşından, hamamdaki bir resimden ibaretmişim! Resim, ister padişah resmi olsun, ister zengin resmi değil mi ki resimdir, candan nasibi yoktur! O, başkaları için bezenmiştir beyhude yere ağzını, gözünü açmıştır.

    Sen, kendi kendine savaşa girişmişsin başkalarını kendin olarak tanımamış, anlamamışsın! Sen hangi surette rastlasan, bu, benim diye durup kalıyorsun ama vallahi o, sen değilsin! Bir zamancağız halktan uzaklaşsan, yapayalnız kalsan ta boğazına kadar gama, endişeye batarsın.

    Halbuki bu, nasıl sen olabilir? Sen o tek kişisin; sen kendinin güzelisin, kendinin dilberisin, kendinin sarhoşusun! Kendinin kuşu, kendinin avı, kendinin tuzağısın kendinin baş köşesi, kendinin döşemesi, kendinin damısın!

    Cevher ona derler ki varlığı, kendi kendine olsun onunla var olan, onun feri bulunan şey, arazdır. Sen de Ademoğluysan onun gibi ol, bütün zürriyetleri kendinde gör! Testide ne vardır ki nehirde olmasın evde ne vardır ki şehirde bulunmasın!

    Bu alem bir testidir, gönül de ırmak suyuna benzer. Bu alem odadır, gönülse görülmedik ve şaşılacak şeylerle dolu bir şehir!

    Hemencecik gel ben, seni davet eden bir elçiyim ecel gibi şehveti öldürücüyüm, şehvete esir değil! Hatta şehvetin olsa bile şehvette emirim bir güzelin yüzünü görüp şehvet esiri olmam ben!

    Aslımızın aslı, Halil ve bütün peygamberler gibi putları kıran kişilerdir. Ey esir, biz put haneye girsek bile puta secde etmeyiz, put bize secde eder. Ahmet de put haneye gitti, Ebu Cehil de fakat bunun gitmesiyle onun gitmesi arasında pek büyük bir fark var!

    Bu put haneye girdi mi putlar baş kor, secdeye kapanır o girdi mi ümmetler gibi putlara secde eder! Şehvete mensup olan bu alem de put hanedir Hem peygamberlere yuvadır, hem kafirlere! Fakat şehvet, pak kişilere kuldur halis altını ateş yakmaz! Kafirler kalptır, temiz kişilerse altına benzerler. Her iki kısım da bu potanın içindedir.

    Potaya kalp olan girdi mi hemen kararır altın girdi mi altınlığı belli olur. Altın, elini kolunu açar da potaya atılır, ateş içinde hoş bir surette gülümser durur! Alemde cismimiz, bizim yüzümüzü örtmektedir biz, samanla örtülü deniz gibiyiz!

    Din padişahına toprak diye bakma a bilgisiz! Melun Şeytan da Adem’e bu bakışla bakmıştı. Sen söyle bana bakayım hiç bu güneş, balçıkla sıvanabilir mi? Nura yüzlerce toz toprak döksen yine görünür, yine baş gösterir, parlar! Saman da nedir ki suyun yüzünü örtsün! Toprak da kim oluyor ki güneşi kapatabilirsin!

    Kalk ey Belkıs, Ethem gibi padişahcasına şu iki üç günlük saltanat dumanını dağıt!

    İştiyak çekercesine Sebe’e ait hikayeyi söylüyorum çünkü seher yeli, laleliğe esip geldi! Bedenler vuslat günlerini buldu çocuklar asılları olan analarına, babalarına kavuştular. Ümmetler içinde gizli olan aşk ümmeti, çevresini kınamalar kaplamış cömertliğe benzer.

    Ruhların aşağılanması, bedenler yüzündendir. Bedenlerin yüceliği, ruhlardandır! Ey aşıklar, arı- duru şarap sizindir, size sunulur. Baki olan sizsiniz, beka sizindir! Ey! Yüreklerinde aşk derdi olmayanlar, kalkın aşık olun işte Yusuf’un kokusu gelmekte, hemen koklayın, o kokuyu alın!

    Ey Süleyman’a mensup kuş dili, gel! Hangi kuşun sesi gelirse ona göre nağmeler düz! Allah sesini kuşlara göndermiştir her kuşun nağmesini sana öğretmiştir! Cebri olan kuşa cebir dilince söyle kanadı kırılmış olana sabırdan bahset! Sabreden kuşu hoş gör, affet Anka’ya Kaf dağının vasıflarını oku!

    Güvercine doğandan korunmasını emret doğana hilmi anlat, can yakmadan çekinmesini söyle! Çaresiz kalan, nurdan mahrum olan yarasayı nura eş et, nura aşina kıl! Savaşan kekliğe sulh öğret horozlara sabah çağının alametlerini göster! Hüthütten karakuşa kadar bütün kuşlara böylece yol göster Allah, doğruyu daha iyi bilir!

    Süleyman, Sebe’deki kuşlara bir ıslık çalınca hepsini kendisine bend etti. Ancak canı ve kanadı olmayan, yahut balık gibi aslından sağır ve dilsiz olan müstesna! Hayır yanlış söyledim, sağır bile Allah vahyine karşı baş koyup secde etse Allah ona duygu ihsan eder.

    Belkıs, canla, gönülle Süleyman’a gitmeyi kurdu geçmiş zamanlarına acıklandı!

    Aşıkların adı sanı, arı namusu terk ettikleri gibi o da malını, mülkünü terk etti. O nazlı nazenin kölelerle cariyeler, gözüne porsumuş, kokmuş, çürümüş soğan gibi görünmeye başladı.

    Bağlar, köşkler, ırmaklar, aşk yüzünden gözüne külhan gibi görünüyordu. Aşk, kızıştı da akın etti mi bütün güzeller, göze çirkin görünür. Aşk ***reti, zümrüdü bile insanın gözüne pırasa kadar adi gösterir İşte “La” nın manası budur.

    Ey sığınacak yer arayan, “La ilahe illa Hu” budur ay bile sana kararmış çömlek gibi görünür! Belkıs da hiçbir mala hiçbir hazineye, hiçbir değerli şeye ehemmiyet vermiyordu yalnız tahtından geçememişti.

    Süleyman, Belkıs’ın gönlündekini anladı Çünkü Süleyman’ın gönlünden Belkıs’ın gönlüne yol olmuştu! Karıncaların sesini bile duyan, elbette uzaktakilerin feryadını da duyar. “Bir karınca dedi ki” sırrını söyleyen, bu köhne kemerin, bu eski dünyanın sırrını da bilir.

    Uzaktan gördü ki o kendisini bile teslim eden Belkıs’a, yalnız tahtından ayrılmak acı geliyor! Bunun sebebini söylesem, tahtına neden bu kadar aşıktı anlatmaya kalkışsam söz uzar. (Belkıs, tahtla aynı cinsten değildi doğru, fakat) bu kalem de duygusuzdur, katiple aynı cinsten değildir ama ona munistir, eştir, arkadaştır. Her sanatın aleti de böyle cansızdır ama canlı olan sanatkarın munisidir.

    Anlayış gözünde nem olmasaydı bu sebebi daha açık anlatırdım! Taht haddinden fazla büyüktü; nakledilmesine imkan yoktu. Pek ince sanatlıydı beden gibi eczası, tamamı ile birbirine bitişmişti ayrılıp götürülmesi de mümkün değildi, kırılabilirdi.

    Süleyman dedi ki: Sonunda tahttan da, taçtan da soğuyacak ya!can, birlik alemine ulaşır, o alemden baş gösterirse birliğin nuruna karşı bedenin nuru kalmaz artık. İnci denizin dibinden çıktı mı denizdeki köpüklerle çer çöpü hor hakir görürsün!

    Nurlar saçan güneş doğdu, baş gösterdi mi artık akrebin kuyruğunda kim yurt tutmak ister? Fakat bütün bunlarla beraber yine de onun tahtını getirtmek lazım. Getirtmeli de buluştuğu vakit üzülmesin çocukça dileği yerine gelmiş olsun.

    O taht bizce adi bir şey ama onca pek azizne yapalım, hurilerin sofrasında birde şeytan bulunsun! Hem o nazlı tahtı, sonradan Eyaz’a hırkasıyla çarığı nasıl ibret olduysa ona da ibret olur! Bu tahta bakar da neye tutulduğunu, nereden nereye geldiğini, ne haldeyken ne hale büründüğünü bilir,anlar!

    Allah da toprağı, meniyi ve et parçasını daima bizim gözümüz önünde tutmuyor mu? A kötü niyetli bak seni ne halden ne hale getirdim? Şimdi onlardan nefret ediyorsun değil mi? Sen o devirlerde o toprağa, meniye, et parçasına aşıktın o zamanlar bu kerem ve ihsanı inkar ediyordun!

    Önce toprak halindeyken ( ben nereden akıl ve ruh sahibi olacağım diye) inkarda bulunuyordun ya bu kerem ve ihsan, o inkarını gidermek içindir. Canlanman, evvelki inkarına karşı reddedilmez bir delildir şu hastalığın dermandan da beter oldu ya!

    Toprağın bu işi yapmasına imkan mı var meni, düşmanlıkta bulunur, inkara düşer mi hiç? O zamanlar gönülsüz ve ruhsuzdun bu yüzden düşünceyi de inkar ediyorsun, inkarı da! Cemadken insan olacağını inkar edersin, şimdi de haşr olmayı inkar etmede ayak diredin! Sen şuna benzersin: Adam gelir, kapıyı döver de ev sahibi, içerden “ Ev sahibi evde yok diye bağırır. Kapıyı döven bu “Ev sahibi evde yok” sözünden anlar ve ev sahibi içerdedir halkadan elini çekmez!

    Senin inkarın da Allah’ın cemad aleminden yüzlerce haşirde bulunduğunu, yüzlerce can yarattığını gösterir, belli eder! Su ve toprağın “Hel eta” dan inkar doğurmasına dek, (insanın asli maddesi bile yokken nihayet sudan, topraktan meni haline gelip duygu ve görgü sahibi olmasına kadar) nice sıfatlar düzüldü, koşuldu!

    İşte su ve toprak (yani insan) da (inkarda bulunuyor ama hakikatte) inkar etmemekte yalnız o ev sahibi gibi “ o haber veren içerde yok” diye bağırmakta! Bunu yüz türlü açar, anlatırım ama ince sözlerden insanın aklı sürçer onun için vazgeçiyorum!

    Bir ifrit dedi ki: Sen daha yerinden kalkmadan ben, tahtını getiririm. Asaf da “ İsm-i azam kudretiyle ben, bir anda bu tahtı buraya getiririm” dedi. İfrit, sihirde üstattı ama o taht, Asaf’ın nefesiyle geldi.

    Belkıs’ın tahtı derhal Süleyman’ın huzurunda belirdi fakat Asaf’ın himmetiyle; ifritlerin hilesiyle değil! Süleyman, Allah’a hamd olsun dedi bu nimeti de alemlerin Rabbi’nin lutfuyla gördüm, bunun gibi yüzlercesini de!

    Sonra tahta baktı da dedi ki: Evet sen ahmakları aldatabilirsin ey ağaç! Nakşedilmiş, bezenmiş tahta ve taş önünde nice aptallar baş kor, secde eder! Secde edenin de canından haberi yoktur, secde edilenin de ancak canından bir hareket ve azıcık bir eser görmüştür, işte o kadar!

    Şaşırıp kaldığı sıralarda taşın söz söylediğini, işarette bulunduğunu görmüş de büsbütün hayretlere dalmıştır! O kötü kişi, ibadet tavlasını yerinde oynamamıştır da bu yüzden taştan aslanı sahici aslan sanmıştır. Hakiki aslan da, kereminden cömertlik etmiş, hemencecik köpeğin önüne bir kemik fırlatıp atmış O köpek, doğru özlü değil ama bizim kemik verişimiz, umumi bir lutuftur, demiştir

    Kalk ey Belkıs, gel de devleti, saltanatı görAllah denizi kıyısında inciler topla! Kız kardeşlerin, yüce göklerde oturuyorsen neden murdar bir şeye padişahlık eder durursun? O padişahın, kız kardeşlerine yüce ve bol bahşişlerden neler verdiğini hiç bilir misin? Halbuki sen neşeyle “külhanın padişahı ve başbuğu benim” diye davul dövmedesin!

    Ey süleyman, Mescid-i Aksayı yap, Belkıs’ın kavmi namaza geldi! Süleyman, mescidi yapmaya başlayınca cin ve insan, hepsi işe koyuldu. Bir bölüğü aşkla, istekle bir bölüğü istemeyerek işe girişti. Tıpkı kulların Allah buyruğuna uymaları, ibadet etmeleri gibi!

    Halk da cinlere benzer şehvet, onları dükkana alış verişe, mahsule ve yiyeceğe çeken zincirdir. Bu zincir, korkudan ve şaşkınlıktan yapılmadır halkı, zincirsiz ve hür sanma! Bir bölüğünü kazanca, ava çeker bir bölüğünü madene, denizlere sürükler!

    Onları iyiye, kötüye çeker götürür Allah, “boynunda liften örülmüş bir ip var boyunlarına bir ip attıko ipi, huylarından ördük, meydana getirdik hiçbir pis ve kötü, yahut temiz ve iyi kişi yoktur ki amel defteri boynuna asılmamış olsun” demiştir.

    Kötü işe hırsın, ateşe benzerkömür, ateşin rengiyle güzelleşir. Kömürün karalığı ateşte gizlenir ateş söndü mü karalık meydana çıkar! Kömür, senin hırsından ateş haline geldi, ateş halinde göründü fakat hırs geçti mi o kömür, kapkara , berbat bir halde kalakalır!

    O zaman kömürün ateş gibi görünmesi, işin güzelliğinden değildi, hırs ateşindendi! Hırs, senin işini gücünü bezemişti hırs gidince işin gücün kapkara kaldı! Şeytan’ın bezediği ekşi otu aptal adam, olmuş ve iyi sanır.

    Fakat denedi mi ne olduğunu anlar, dişleri kamaşır kalır! Heves yüzünden o tuzak tane görünmedediro esasen hamdır, fakat hırs şeytanının aksi onu güzel gösterir. Hırsı din işinde ve hayırda haris ol. Bu işler, zaten güzeldir hırsın geçse bile güzel görünür!

    Hayırlar, esasen güzel ve latiftir, başka bir şeyin aksiyle güzel görünmüş değildir. Bu işlerde hırsın parlaklığı geçse bile hayrın letafeti, hayrın parlaklığı kalır. Halbuki dünya işinden hırsın parlaklığı gitti mi ateşin harareti ve parlaklığı gitmiş, kömür kalmış demektir tıpkı buna benzer.

    Çocukları da hırs aldatır da zevklerinden bir değneği at yaparlar, eteklerini çemreyip güya ata binerler! Fakat çocuktan o kötü hırs geçti mi öbür çocuklara gülesi gelir. Ben neler yapmışım, ne işlere girişmişim sirke bana hırsımdan bal görünmüş diye gülmeye başlar.

    Peygamberlerin yapılarında da hırs yoktu onun için boyuna parlayıp duruyor, parlaklığı boyuna artıyordu. Ulular, nice mescitler yaptılar fakat hiçbirinin adı Mescid-i Aksa değildi. Her an şerefi artan Kabe’nin yüceliği, İbrahim’in ihlaslarındandı!

    O mescidin fazileti, toprağından, taşından değildi yapıcısında hırs ve savaş yoktu da ondan! Ne onların kitapları, başkalarının kitaplarına benzer ne mescitleri, başkalarının mescitlerine, ne alışverişleri, malları mülkleri, başkalarının alışverişine, malına mülküne!

    Ne edepleri başkalarının edepleri gibidir. Ne hiddetleri, azapları başkalarının hiddeti, azabı gibidir. Uykuları da başkadır, kıyasları da, sözleri de!

    Her birerinin başka bir nuru, feri var can kuşları uçar ama, başka bir kanatla uçar! Gönül, onların halini andıkça titrer durur onların işleri, bizim işlerimize kıbledir! Onların kuşlarının yumurtası altındandır canları, gece yarısı, seher çağını görür!

    O kavmin iyiliğini canla başla ne kadar söylersem söyleyeyim, noksan söylemiş olur; onları noksan övmüş olurum! Ey ulular, mescid-i Aksa yapın; çünkü Süleyman yine geldi vesselam! Bu devlerden, perilerden baş çeken olursa bütün melekler, onları tutar, bağlar, tomruğa vurur!

    Dev, bir an bile hileye düzene girişir de eğri büğrü yürürse derhal başına şimşek gibi bir kamçıdır gelir!

    Sen de Süleyman’a benze de devlerin. Yapına yardım etsinler, taş kessinler! Süleyman gibi vesvesesiz, hilesiz ol da cinle dev, senin de buyruğuna uysun! Senin hatemin bu gönüldür aklını başına al da dev, hatemini avlamasın! Avladı, ele geçirdi mi artık sana boyuna Süleymanlık eder hatemli devden sakın vesselam!

    Gönül, o Süleymanlık gelip geçici bir şey değildir sen zahiren de Süleymanlık etme kabiliyetindesin, içinde de o ehliyet var senin. Dev de bir zaman olur, Süleymanlık eder ama her dokumacı nereden atlas dokuyacak? Elini oynatır ama ikisinin arasında ne kadar fark var!
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  5. #55
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    BENCİLLİK, SADECE KENDİNİ DÜŞÜNMEK (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Aynı kalp rahatsızlığıyla aynı kaderi paylaşan iki yaşlı adam aynı odayı da paylaşıyorlardı. Tek fark biri cam kenarında diğeri ise duvar dibinde yatıyordu.

    Cam kenarındaki yaşlı adam her gün camdan bakarak arkadaşına dışarısını anlatırdı. “Bugün deniz sakin, yine de hafif rüzgar var sanırım çünkü uzaktaki teknenin yelkenleri rüzgarla doluyor. Park bu sabah sakin, iki salıncak dolu iki salıncak boş, dünkü sevgililer yine geldi, aynı yere oturup konuşmaya başladılar, el ele tutuştular, ne kadar da yakışıyorlar birbirlerine. Erguvan ağaçları ne kadar güzel açmış, her yer mor bir renk almış, erik ağaçları da beyaz çiçekleriyle onlara eşlik ediyor. Denizin üzerindeki martılar bugünkü yemeklerini arıyorlar, ne güzel de dalıyorlar suya”

    Günler böyle geçip gidiyordu ta ki cam kenarındaki yaşlı adam kalp krizi geçirene kadar. İşte o anda duvar kenarındaki adam düğmeye bassa kurtaracaktı arkadaşını ama şeytana uydu, bunca zamandır sadece dinleyebiliyordu, artık görebilirdi de, işte bunun için düğmeye basmadı ve hemşireyi çağırmadı. Aynı kaderi paylaştığı kişiyi ölüme gönderdi, ama o bunun haklı bir savunma olduğunu düşünüyordu.

    Ertesi gün hastabakıcılar ölen yaşlı adamın yerine kendisini koymaya gelmişlerdi. Hemen yatağının yerini değiştirdiler, İşte o günlerdir bakmak istediği manzarayı nihayet görecekti.

    Başını kaldırdı ve pencereden baktı “ SİMSİYAH BİR DUVAR”
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  6. #56
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    BENLİĞİN ŞIMARTILMASI HİKAYESİ (MESNEVİDEN HİKAYELER, SEÇME ÖYKÜLER) (HİKAYELERDEN SEÇMELER)

    Ten kafese benzer. Girenlerin, çıkanların, insanla dostluk edenlerin aldatmasıyla can bedende dikendir. Bu, “Ben senin sırdaşın olayım” der. Öbürü “Hayır, senin akranın, emsalin benim”der.
    Bu der ki: “Varlık aleminde güzellik fazilet, iyilik ve cömertlik bakımından senin gibi hiçbir kimse yok. ” Öbürü der ki: “İki cihan da senindir. Bütün canlarımız senin canına tabidir. ” O da, halkı, kendisinin sarhoşu görünce kibirlenir, elden, avuçtan çıkmağa başlar. Şeytan onun gibi binlerce kişiyi ırmağa atmıştır!

    Dünyanın lutfetmesi ve yaltaklanması, hoş bir lokmadır, ama az ye. Çünkü ateşten bir lokmadır! Ateş gizlidir, zevki meydanda. Dumanı sonunda meydana çıkar.

    Sen “Ben o medihleri yutar mıyım? O, tamahından methediyor. Ben, onu anlarım” deme! Seni metheden, halk içinde aleyhinde bulunursa onun tesiriyle gönlün, günlerce yanar.

    Onun; mahrumiyetten senden umduğunu elde edemeyip ziyan ettiğinden dolayı aleyhinde bulunduğu halde, O sözler, gönlüne dokunur, onun tesiri altında kalırsın. Medihten de bir ululuk gelir, dene de bak! Medihin de günlerce tesiri altında kalırsın. O medih canın ululanmasına, aldanmasına sebebolur.

    Fakat bu tesir, zahiren görünmez, çünkü methedilmek tatlıdır. Kınanmak acı olduğundan derhal kötü görünür. Kınanmak, kaynatılmış ilaç ve hap gibidir; içer, yahut yutarsa uzun bir müddet ızdırap ve elem içinde kalırsın.

    Tatlı yersen onun zevki bir andır, tesiri öbürü kadar sürmez. Zahiren uzun sürdüğü için de tesiri, gizlidir. Herşeyi, zıddıyla anla! Medhin tesiri, şekerin tesirine benzer; gizli tesir eder ve bir müddet sonra vücütta deşilmesi icabeden bir çiban çıkar.

    Nefis çok öğülmesi yüzünden Firavunlaştı. Alçak gönüllü, hor, hakir ol; ululuk taslama! Elinden geldikçe kul ol, sultan olma! Top gibi zahmet çekici ol, çevgan olma! Yoksa; senin bu letafetin, bu güzelliğin kalmayınca o, seninle düşüp kalkanlar, senden usanırlar.

    Evvelce seni aldatıp duranlar, o vakit seni görünce “Şeytan” adını takarlar. Seni kapı dibinde görünce hepsi birden “Mezarından çıkmış hortlak” derler; Genç oğlan gibi. Ona önce Allah adını takarlar, bu yaltaklıkla tuzağa düşürmek isterler. Fakat kötülükle adı çıkıp da zaman geçince bu kötülükte sakalı çıkınca; artık ona yaklaşmaktan Şeytan bile utanır.

    Şeytan, adamın yanına bir kötülük için gelir; senin yanına gelmez. Çünkü sen Şeytan’dan da betersin. Şeytan, sen insan oldukça izini izler, ardından koşar, sana şarabını tattırırdı.

    Ey bir işe yaramaz adam! Şeytan huyunda ayak direyip şeytanlaşınca senden Şeytan da kaçmaktadır. Eteğine sarılan kimse de, sen bu hale gelince senden kaçar!
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  7. #57
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    BEŞ MAYMUN (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Kafese beş maymunu koyarlar, ortaya da bir merdiven ve tepesine de iple muzları asarlar. Her bir maymun merdivenleri çıkarak muzlara ulaşmak istediğinde dışarıdan üzerine soğuk su sıkarlar. Her bir maymun aynı denemeye giriştiğinde çok soğuk suyla ıslatılır, bütün maymunlar bu denemeler sonunda sırılsıklam ıslanırlar.

    Bir süre sonra muzlara hareketlenen maymunlar diğerleri tarafından engellenmeye başlanır. Su kapatılıp, maymunlardan biri dışarı alınıp ve yerine yeni bir maymun konulur, ilk yaptığı iş muzlara ulaşmak için merdivene tırmanmak olur. Fakat diğer dört maymun buna izin vermez ve yeni maymunu döverler. Daha sonra ıslanmış maymunlardan biri daha yeni bir maymunla değiştirilir ve merdivene ilk yaptığı atakta dayak yer, bu ikinci yeni maymunu en şiddetli ve istekli döven ilk yeni maymundur. Islak maymunlardan üçüncüsü de değiştirilir. En yeni gelen maymun da ilk atağında cezalandırılır.

    Diğer dört maymundan yeni gelen ikisinin, en yeni gelen maymunu niye dövdükleri konusunda hiçbir fikirleri yoktur. Son olarak en baştaki ıslanan maymunların dördüncüsü ve beşincisi de yenileriyle değiştirilir. Tepelerinde bir salkım muz asılı olduğu halde artık hiçbiri merdivene yaklaşmamaktadır.

    Neden mi? Çünkü burada işler böyle gelmiş ve böyle gitmektedir...'
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  8. #58
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    BİLGİLER EMEN ZAHİT HİKAYESİ (MESNEVİDEN HİKAYELER, SEÇME ÖYKÜLER) (HİKAYELERDEN SEÇMELER)

    Gazne’de bilgiler emen bir zahit vardı. Adı Muhammet’di, Künyesi Serrezi. Her gece üzüm çotuğunun ucunu yer, onunla iftar ederdi. Yedi yıl bu haldeydi. Varlık padişahından birçok şaşılacak şeyler gördü. Fakat maksadı padişahın cemalini görmekti.
    O kendine doymuş er, bir dağ başına çıktı. Dedi ki: Ya bana kendini göster, yahut kendimi bu dağdan atacağım.

    Allah dedi ki: O ihsanın zamanı gelmedi. Kendini atarsan da ölmezsin, ben seni öldürmem. Şeyh, iştiyakından kendisini o yüce dağdan derin bir suya attı. O canına doymuş er ölmedi. Ölümden kurtulduğuna feryat etmeye başladı. Çünkü bu yaşayış ona ölüm gibi görünmedeydi. İş, onca tersineydi. O, ***b aleminden ölüm istiyor, hayatım ölümümdedir deyip duruyordu. Ölümü, hayat gibi kabul etmede, helakine gönül vermedeydi.

    Ali gibi kılıçla hançer, ona reyhan kesilmiş, nerkisle nesrin, canına düşman olmuştu. Açlıktan da ileri, gizlilikten de ileri duyulmamış bir ses geldi: Yürü ovayı bırak şehre git! Dedi ki: Ey kıldan kıla bütün gizliliklerimi bilen Allah, şehirde ne yapayım? Söyle.

    Allah dedi ki: Nefsini alçaltman için Abbas-ı Debs gibi rüsvay ol, dilen. Bir müddet zenginlerden para topla, yoksullara dağıt. Bir müddet hizmetin budur. Şeyh, baş üstüne ey canımın sığındığı Allah dedi.

    Mahlukatın Allahsı ile o zahit arasında bir çok sual, cevap birçok macera oldu. Öyle ki yerle gök bunlarla nurlandı. Bütün bu sözler, dillere destan oldu. Fakat ben, bu sözü kısa kesiyorum, her aşağılık kişi, sırları duymasın diye.

    Şeyh Allah buyruğunu kabul edip Gaznenin şehrini yüzünün nuru ile aydınlattı. Bir bölük halk, ferahtan ona karşı vardılar. Fakat o acele bilinmez bir yoldan şehre girdi. Şehrin ileri gelenleri uluları hep birden kalkıp onun için köşkler hazırladılar.

    Şeyh ben dedi, kendimi göstermeye gelmedim, ancak horluğa ve dilenciliğe geldim. Dedikoduda bulunmaya niyetim bile yok. Elimde zembil kapı kapı gezeceğim. Buyruk kuluyum buyruk da Allah’tan. Ben dilencilik edeceğim, dilencilik edeceğim, dilencilik. Dilenirken de duyulamamış sözler söyleyecek değilim. Dilencilerin aşağılık yolundan başka bir yol yordam tutmayacağım. Bu suretle tamamı ile alçaklığa dalayım da ileri gelenlerden de, halktan da kötü sözler duyayım.

    Allah buyruğu candır, ben ona tabiim. O, tamah hakkında “Tamah eden alçalır” buyurdu. Mademki din sultanı benden tamahkarlık istiyor, bundan böyle kanaatin başına toprak! O, alçalmamı istiyor, ben nasıl yüceliğe savaşırım? O, dilenci olmamı diliyor, ben nasıl beylik edeyim? Bundan böyle benden yalnız dilencilik ve alçaklık iste. Dağarcığımda yirmi tane Abbas var benim.

    Şeyh, eline zembili almış sokak,sokak kapı, kapı dolaşıyor. Ağam Allah için bir şey ver, Hak bu hususta sana tevfik verdi mi ki? Diyordu. Sırları arştan yüceydi, kürsüden de. Öyle olduğu halde işi gücü “Allah için, Allah için” demekti.

    Peygamberlerin hepsi, bu çeşit hareket ederler. Halk müflistir, öyle olduğu halde onlar, halktan bir şey isterler.

    “Allah’a ödünç verin, Allah’a ödünç verin” derler. İşi tersine yürütürler de “Allah’a yardım ederseniz Allah da size yardım eder” derler.

    Bu şeyh de kapı kapı dolaşıp yalvarmadaydı. Halbuki şeyh için gökyüzünde yüzlerce kapı açıktı. O dilenciliği boğazı için değil Allah için yapıyordu. Bu işe iyice sarılmıştı. Hatta boğazı için bile dilense ne çıkar? O boğaz Allah nuru ile dopdoluydu.

    Onun ekmek, bal ve süt yemesi, yüz yoksulun çilesinden, üç günde bir iftar ederek oruç tutmasından daha hayırlıdır. O, nur yer, ekmek yiyor deme. Görünüşte otlar, fakat hakikatte lale eker.

    Kandilin yağını yiyen alev gibi o da etrafındakileri aydınlatır, onların nurunu arttırır. Allah ekmek yiyene “İsraf etmeyin” dedi, nur yiyene “Artık kafi” demedi. O boğaz, iptila boğazıdır, buysa israftan da emin, ileri gidişten de.

    Şeyhin bu hale düşmesi hırsından tamahından değildi, buyruğa uymasındandı. Öyle can hırsa tamaha uymaz ki. Kimya, bakıra gel kendini tamamı ile bana ver derse bu sözü tamahından söylemez. Allah yedinci göğe kadar toprak hazinelerini Şeyhe göstermişti.

    Şeyh dedi ki: Ey beni yaratan! Ben aşığım. Senden başka bir şey dilersem kötü kişi olayım. Sekiz cennet gözüme görünür, yahut sana cehennem korkusundan hizmet edersem, ancak kendi selametini arayan bir inanmış kul olurum. Çünkü cennet de bedene aittir, cehennem de. Bir aşık, Allah aşkı ile gıdalanırsa yüzlerce beden, onca bir gazel yaprağına değmez.

    O ulu Şeyhin bedeni de başka bir şey oldu, artık ona pek beden deme. Hem Allah aşığı olmak, hem de ücret istemek olur mu? Emniyet sahibi Cebrail, hiç hırsızlık eder mi?

    O yaslı Leyla’nın aşkına bile bu alem saltanatı bir zerre göründü. Önce toprakla altın birdi. Altın da nedir? Canını bile tehlikeden esirgemiyordu.

    Aslan kurt ve başka yırtıcı canavarlar bile bunu duydular, anladılar da onunla akraba gibi çevresine toplandılar. Çünkü o, hayvan huyundan arındı, temizlendi. Aşkla doldu. Yağı, eti de zehirli bir hal aldı. Aklın şekerler dökmesi, canavarlara zehir olur. Çünkü iyinin iyiliği kötünün zıddıdır.

    Aşığın etini canavarlar yiyemez. Aşk iyilerce de bilinir, tanınır, kötülerce de. Faraza aşığı kurt kuş yese bile eti zehir olur, yiyeni öldürür. Aşktan başka ne varsa her şeyi aşk yer, yutar, iki alem de aşk kuşunun gagası önünde bir taneden ibarettir. Bir tane, hiç kuşu yiyebilir mi? Samanlık hiç atı otlatabilir mi?

    Kulluk ta bulunan da belki sen de aşık olursun. Kulluk bir kazançtır ki, amelle elde edilir. Kul, kulluktan azat olmayı diler. Aşıksa ebediyen azat olmak istemez. Kul daima elbise vergi diler. Aşığın elbisesiyse daima sevgilinin cemalidir. Aşk, söze sığmaz. Aşk, bir denizdir ki dibi görünmez.

    Denizin katralarını saymaya imkan yoktur. Yedi deniz de aşk denizinin önünde küçücük bir göl kalır. A canım bu sözün sonu gelmez. Yine zamane Şeyhinin hikayesine dön.

    Böyle bir Şeyh, sokak sokak dolaşan bir dilenci oldu. Aşk, pervasızca geldi, ne yapsın? sakının aşktan. Aşk, denizi bir çömlek gibi kaynatır. Aşk, dağı kum gibi ezer, eritir. Aşk, gökyüzünü çatlatır, yüzlerce yarık açar. Aşk, sebepsiz yeryüzünü titretir.

    Pak aşk, Muhammed’le eşti. Allah aşk yüzünden ona “Sen olmasaydın” dedi. Hasılı o, aşktan tekti. Onun için Allah, onu peygamberler içinden seçti. Sen, pak aşka mensup olmasaydın, sende aşk olmasaydı dedi, hiç gökleri var eder miydim? Ben aşkın yüceliğini anlayasın diye kadri yüce göğü yücelttim. Gökten daha başka faydalar da gelir. O yumurta gibidir. Bu, civciv gibi ona tabidir.

    Aşıkların horluğundan bir koku alasın diye toprağı tamamı ile hor ettim, ayaklar altına serdim. Aşkla bir yoksul nasıl değişir, anlaman için toprağa yeşillik ve tazelik verdim. Şu terinden kımıldamayan dağlar da sana aşıkların sebatını söyler.

    Gerçi oğul, o manadır, bunlar suret. Fakat anlayışa yaklaştırmak için lazım bu. Kederi, dikene benzetirler. Dikenin kendisi değildir, bu benzetiş, ancak uyandırmak, anlatmak içindir. Katı gönle taş derler. Gönlün taşla münasebeti yoktur, fakat bir örnektir verirler işte. Düşüncede onun tıpkısı olmaz. Fakat öyle değildir deme de ayıbı benzetişe, anlatışa ver.

    Şeyh bir günde yoksul gibi dört kere bir beyin köşküne gitti. Zembili elinde, Allah için canı yaratan, sizden bir lokma ekmek istiyor sözleri dilindeydi. Oğul, bunlar, aklı küll-ü bile şaşırtan, sersem eden tersine çakılmış nallardır. Bey, onu görünce kötü kişi dedi, sana bir şey söyleyeceğim ama bana nekes deme. Bu ne küstahlık, bu ne utanmaz yüz, bu ne çeşit iş? Bir günde tam dört kere geliyorsun? A şeyh, burada seninle mukayyet olacak kim var ki? Ben senin gibi küstah bir dilenci görmedim. Dilencilerin namusunu berbat ettin. Bu yaptığın, ne çirkin Abbaslık? Abbası Debs, senin hizmetkarın olamaz. Bu şom nefis, mülhitte olmasın.

    Şeyh dedi ki: Beyim, sus, ben emir kuluyum. İçimdeki ateşi bilmiyorsun, bu kadar coşma. Ekmek için kendimde bir hırs görseydim ekmek isteyen karnımı deşerdim.

    Yedi yıl bu bedenim, aşk ateşiyle yandı kavruldu. Çöllerde asma yaprağı yedim, onunla geçindim. Hatta taze, yahut kuru yaprak yemeden bu bedenimin rengi yemyeşil oldu. İnsanlar atasının suretinde, perdesinde bulundukça aşılara öyle pek serserice bakma.

    Akıllı fikirli kişiler, kılı kırk yardılar. Heyet (kozmografya) bilgisini elde ettiler. Neyrencat, sihir ve felsefeyi, hakkı ile beslemeyi dilerse de, mümkün olduğu kadar çalıştılar, elde ettiler, bütün akranlarını geçtiler.

    Aşk kıskançlığından kendisini gizledi. Böyle bir güneş, onlardan gizli kaldı. Gündüzün yıldızları gören keskin gözden güneş yüzünü gizledi. Bundan geç de öğüdümü dinle. Aşıları aşk gözü ile gör.

    Vakit dar, can da kuşkuda. Artık, sana özür getirmesine imkan yok. Sen anla da o sözü bekleme. Aşıların gönüllerini az incit. Sen bu neşeyi anlayamamışsın. Bari ahır ol ihtiyatı bırakma.

    Mutlaka yapılması lazım şey var, yapılsa da olur, yapılmasa da olur iş var, bir de yapılmasına imkan olmayan var. Sen bu ikisinin ortasını tut, ihtiyatta caiz olanı gözet ey bu kavme sonradan gelip katılan kişi!

    Şeyh bu sözleri söyleyip hay hayla ağlamaya koyuldu, gözyaşları yeryüzünü ıslatmaya başladı. Şeyhin doğruluğu, beyin içine aksetti. Aşk, her bir görülmemiş çömlek kaynatır durur. Aşkın doğruluğu cansız bir şeye bile tesir eder. Bilen bir kişinin gönlüne dokunsa şaşılır mı? Musa’nın doğruluğu, sopaya ve dağa tesir etti, hatta azametli denize bile dokundu. Ahmed’in doğruluğu ayın yüzüne tesir etti. Hatta parlak güneşin bile yolunu vurdu.

    İkisi yüz yüze verip feryada başladılar. Emir de ağlamaya koyuldu, fakir de. Uzun bir müddet ağlaştılar. Sonra bey dedi ki: Ulu kişi kalk!

    Hazineden ne dilersen al. Bunun gibi yüzlerce ihsana müstehaksın ya, fakat gönlünün dilediğini devşir. O senindir. Neye meylin varsa al. Zaten sana iki alem bile dar gelmede. Şeyh dedi ki: Bana böyle izin vermediler. Elinle dilediğin şeyi al demediler. Ben bu küstahlığa kendi dileğimle kalkışmadım ki bir kavme sonradan gelip katılanlar gibi bu eve girip dilediğimi alayım.

    Bu sözleri bahane edip kalktı. O ihsan, doğru bir ihsan değildi, onun için kabul etmedi. Beyin özü doğruydu, gıllügişi yoktu. Fakat her doğru, Şeyhin gözüne görünmez, o her doğruyu kabul etmezdi ki. Allah bana git dilencilik ederek ekmek iste buyurdu dedi.

    O iş eri, tam iki yıl bu işi yaptı. Ondan sonra Allah’tan emir geldi. Bundan sonra ver, fakat kimseden isteme. Biz sana bu kudreti ***ptan ihsan ettik. Kim senden birden bine kadar ne isterse istesin elini hasırın altına sok, çıkar. Bu zahmetsiz hazineden ver. Avucunda toprak altın kesilecektir hemen ver.

    Ne dilersen ver hiç düşünme. Allah bil ki sana çoklardan çok ihsanda bulundu. İhsanımızda ne tükenme vardır, ne azalma. Bu vergiden ne pişman oluruz, ne hasret duyarız. Ey dayanılmaz zat, elini hasırın altına daldır da ihsanımız, kötü gözlerden gizli kalsın.

    Hasırın altından avucunu doldur, beli kırılmış dilenciye sun. Bundan böyle ardı arası kesilmeyecek, sonu gelmeyecek olan ihsanımızdan ver. Değerli inci isteyenlere hemen bahşet. Yürü, “Allah eli, onların elleri üstündedir” sırrı sana verildi. Allah eli gibi sebepsiz, vesilesiz rızk saç. Borçluları borcundan kurtar. Alem döşemesini yağmur gibi yeşert.

    Bu yıl da işi buydu ancak. Din rabbinin kesesinden boyuna altın verirdi. Kara topar, elinde altın kesilirdi. Hatemi Tay, onun safında adeta bir yoksuldu.

    Yoksul, ihtiyacını söylemese de o bilir, ne kadar ihtiyacı varsa verirdi. O beli bükülmüş yoksulun gönlünde ne varsa ne fazla, ne noksan, o kadar verirdi ona. Ona ne bildin ki bu kadar istiyor, bunu nereden anladın? Derlerdi.

    Derdi ki: Gönül evi bomboş, cennet gibi nasıl ki orada da (cennette) fakr ve ihtiyaç yoktur adeta. Orada yalnız Allah sevgisi var. Onun vuslatı hayalinden başka hiç kimsecikler yok. Ben evi, iyi kötü her şeyden sildim, süpürdüm. Evin tek Allah’ın sevgisiyle dolu.

    Orada Allah’tan başka ne görürsem benim malım değildir, benden bir şey isteyen yoksulun malıdır. Suda bir hurma fidanı, yahut hurmanın kırılıp eğilmiş, yeni aya dönmüş dalı görününce o akis, dışarıdaki fidanın, dışarıdaki dalın aksidir. Suda bir suret görürsen o, dışarıda bulunan şeyin aksidir yiğidim.

    Fakat suyun pislikten arınması için beden ırmağını temizlemek arıtmak şarttır. Bu suretle onda bir bulanıklık ve çer çöp kalmamalı ki yüzün, içine aksetsin görünsün. A adamcağız, bedeninde toprakla karışmış sudan başka ne var? Söyle. A gönül düşmanı, suyu topraktan arıt. Halbuki sen, her an yemekle, içmekle o dereye daha fazla toprak dökmede, o suyu daha fazla bulandırmadasın.

    O suyun içinde hiçbir şeycikler bulunmadığından yüzler, ona akseder orada görünür. Halbuki senin için temizlenmemiş. Evin, şeytanla, adam olmayanlarla, canavarlarla dolu. A eşek, inadından eşeklikte kala kaldın. Nereden Mesih’e ait ruhlardan bir koku alacaksın?

    Orada bir hayal baş gösterse hangi pusudan çıktığını nereden bileceksin? İçteki hayallerin süpürülmesi için beden, riyazatla hayale döner.
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  9. #59
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    BİLGİNİN İKİ KANADI VARDIR ŞÜPHENİN İSE TEK HİKAYESİ (MESNEVİDEN HİKAYELER, SEÇME ÖYKÜLER) (HİKAYELERDEN SEÇMELER)

    Bilginin iki kanadı vardır, şüpheninse tek. Zan noksandır, uçmaz. Tek kanatlı kuş, çabucak baş aşağı düşer. Sonra uçmaya savaşır ama ya iki adımlık bir yer aşabilir, ya birazcık daha fazla. Şüphe kuşu düşe kalka ümit yuvasına tek kanatla uçmaya savaşır. Fakat şüpheden kurtuldu da bilgi sahibi oldu mu o tek kanatlı kuş,iki kanatlı kesilir. Kanatlarını açar.

    Ondan sonra yüzüstü, eğri büğrü değil, doğru yolda güzelce uçur gider. Cebrail gibi iki kanatlı şüphesiz, hilesiz, kıylı kalsiz uçar. Bütün alem, ona “ Sen Allah yolundasın, dinin doğru” dese. O onların lafına güvenmez, o sözlerden gururlanmaz, onun tek canı, onlara çift olmaz.

    Yahut herkes “ Sen yol azıtmışsın, kendini dağ sanıyorsun ama bir saman çöpüsün sen” dese, bir zerre bile hayale düşmez, azıcık olsun kınayanların kınamasından elem duymaz.

    Bir mektebin talebesi, hocalarından bıkmışlar, çalışıp çabalamadan usanmışlardı. Ne yapıp yaparak bir iş becermek, bu suretle de muallimi derde düşürmek için birbirleriyle görüşüp danıştılar. “ Hoca hiç hastalanmıyor ki birkaç günceğiz olsun mektebe gelmesin de rahat kalalım.

    Bir hapisten bu darlıktan, bu çalışıp çabalamadan kurtulalım. Mermer kaya gibi yerinde durup duruyor” dediler. İçlerinden birisi, en zekileriydi. Bir tedbir düşündü. “ Hocam, nasılsın, neden böyle benzin sararmış? Hayır ola, rengin kaçmış senin bu ya hava çarpmasından, ya sıtmadan derim.

    Hoca, elbette bu sözden biraz olsun vehme düşer. Sen de bu çeşit sözlerle bana yardım edersin kardeşim. Mektebin kapısından içeri girer girmez, “ Hayır ola hocam, bu halin ne” dedi. Vehmi biraz daha artar, akıllı adam bile vehimle delirir gider. Üçüncü, dördüncü, beşinci sözler, acıklanırlar.

    Otuz çocuk da hep bu sözü söylerse adamı iyice vehim kaplar, iş olur biter” dedi. Çocukların hepside “ Aferin zeki çocuk, bahtın daima yaver olsun, Allah sana yardım etsin” dediler. Birleşip hiç birisinin bu kavilden, bu karardan dönmeyeceklerine ait kuvvetlice ahdettiler. Sonra o zeki çocuk, içlerinden kimsenin bunu söylememesi için hepsine yemin ettirdi.

    O çocuğun bu tedbiri, hepsinin tedbirinden üstün olmuştu, onun aklı, bütün çocukların aklından ileriydi. Güzellerin bazıları, nasıl bazılarından üstün, bir kısmı da öbürlerinden aşağıysa insanların akılları da fazla, yahut eksiktir. Ahmed, “ Erlerin güzelliği, dillerinin altında gizlidir” mealinde bir söz söyledi.

    Akıllardaki aykırılık, yaratılıştadır. Bu hususta Sünnilerin sözünü dilemek, onların hükmünü kabul etmek gerek. Bu hüküm itizal ehlinin sözlerine aykırıdır. Onlar, “ Akıllar yaratılışta aynı derecededir. Tecrübe ve öğreniş, aklı çoğaltır, azaltır, bu suretle bir adam, öbüründen daha bilgili olur” derler.

    Bu söz batıldır. O zeki çocuk, herhangi ir meslekte tecrübe sahibi değildi ya. Fakat o küçük çocuk, öyle bir tedbirde bulundu ki yüzlerce tecrübe sahibi ihtiyar, o tedbirinin kokusunu bile alamadı. Zaten yaradılışta olan üstünlük, çalışıp çabalama, düşünüp taşınma ile elde edilen üstünlükten elbette iyidir. Sen söyle, Allah vergisi mi daha iyi, yoksa topal eşeğin rahvan atı taklidi mi?

    Ertesi gün oldu. Çocuklar, bu düşünceyle mektebe geldiler. Hepsi de dışarıda bu fikri ortaya atan zeki çocuğu bekliyorlardı. Çünkü bu tedbirin kaynağı oydu. Baş, daima ayağın reisidir. Ayağı çekip götüren baştır. A mukallit, gök nurunun bir kaynağı olan kişiden üstün olmayı isteme.

    Çocuk geldi, hocaya, selam verip hocam, hayır ola, benzin sararmış” dedi. Hoca “Hasta filan değilim, saçmalama geç yerine otur” dedi. Dedi ama hatırına da bir vehim tozudur kondu, az bile olsa gönlüne bir endişedir düştü. Derken öbür çocuk içeri girdi. O da öyle söyleyince o vehim arttı. Böyle, böyle arttıkça arttı. Haline şaştı kaldı, hasta olduğuna hükmetti.

    Kadın, erkek, çoluk, çocuk halkın secde etmesi de Firavunun gönlüne tesir etti, hastalandı. Herkes ona Allahsın, padişahsın dedikçe vehimlendi, bu vehimleşti öyle bir dereceye geldi ki, Allahlık, davasında yiğitleşti, ejderha kesildi, doymak nedir bilmez oldu! Aklı cüzinin afeti vehimdir, zandır.

    Çünkü onun vatanı karanlıklar diyarındadır. Yerde yarım arşın enlikte bir yol olsa insan, hiç vehimlenmeden rahatça yürür. Fakat yüksek bir duvarın üstünde gitsen yolun genişliği iki arşın olsa yine eğri büğrü gidersin. Hatta gönlüne düşen vehim yüzünden belki de düşersin. Vehimden gelen korkuya iyice dikkat et de vehimin kötülüğünü anla.

    Hoca vehimden korkudan hastalandı. Yerinden sıçrayıp kalktı, kilimini başına örttü. “ Zaten sevgisi az, ben u halde, olduğum halde halimi sormadı bile. Renginin solukluğunu, benzimin uçukluğunu haber bile vermedi. Bana kastediyor. , benden kurtulmaya yol arıyor.

    Kendi güzelliğinden kendi cilvesinden kendisi sarhoş olmuş. Benimse haberim bile yok. Halbuki leğenim, damdan düşmüş, rüsvay olmuş gitmişim” diye karısına kızgın bir halde, evine gelip kapıyı şiddetle açtı. Çocuklarda hocanın ardından geliyordu. Karısı : “Hayır ola, erken geldin. Allah esirgesin, başına kötü bir şey gelmesin de” dedi.

    Hoca dedi ki. “ Kör müsün sen? Bir benzime, bir halime baksana Yabancıların bile derdimle dertleniyor, feryada geliyor. Sen evimin içinde olduğun halde bana düşmanlığından, bana karşı münafıklıkta bulunduğundan yanıp yakıldığımı, görmüyorsun bile”

    Kadın, “ A hocam, senin bir şeyin yok. Bu endişen manasız ve saçma bir vehimden ibaret” dediyse de, “ A kahpe inat mı ediyorsun? Halimde ki kırgınlığı, tir, titrediğimi görmüyor musun? Körsen benim ne cürmüm var? ben kendi derdime düştüm, bu gussadan perişan bir haldeyim zaten” dedi. Kadın “ Hocam, ayna getireyim de bak. Benim bir suçum var mı?

    Yalan söylüyor muyum, anla” dediyse de hoca, “ Git, aynan da batsın, sen de bat. Zaten daima buna buğzetmede, daima bana kin gütmede, benimle inat edip durmadasın sen. Yatağı yay, yorganı getir ben yatayım hele başım ağırlaştı” dedi. Kadın biraz duraklayınca “ Hadi behey düşman senin layığın bu laf, durmasana” diye bağırmaya başladı.

    Kocakarı, yatak yorgan getirip döşedi. “ İçi vehim ateşiyle dolu, imkan yok. Bir şey söylesem beni itham edecek. Fakat söylemesem de bu hastalık sahiden hastalık haline gelecek. Kötüye yorma, vehimlenme, insanı hiçbir hastalığı yokken hasta eder. Kabul edilmesi farz olan Peygamber hadisidir bu: hasta değilken kendinizi hasta gösterirseniz sahiden hastalanırsınız.

    Hasta değilim desem, bu karı yalnız kalmayı istiyor, yapacağı bir iş var. beni evden atacak sonra da ne kötülükte bulunacaksa bulunacak diyebilir” dedi. Hoca yorganını çekip uzandı, ahlayıp puflamaya, inim, inim inlemeye başladılar. “ Bunca işler işledik, bunca düzenler düzdük; yine de zindandayız. Kurduğumuz yapı, kötü yapıymış, biz de kötü kurucular!” diyorlardı.

    O zeki çocuk, “ Arkadaşlar, dersinizi bağıra, çağıra okuyun” dedi. Hepsi birden bağıra, , bağıra okumaya başlayınca dedi ki. “ Çocuklar, bizim bağırmamız hocaya fena gelir. Bu gürültü hocanın baş ağrısını fazlalaştırır. Bu dert, bir kuruşa değer mi? Hoca doğru söylüyor, başımın ağrısı fazlalaştı. Hadi gidin!” dedi.

    Çocuklar, yeri öpüp “ Kerem sahibi, hastalık, senden uzak olsun” dediler. Mektepten fırlayıp tanelere uçuşan kuşlar gibi evlerine koşuştular. Anneleri kızarak “Bu gün mektep var. sizse oyuna dalmışsınız” dedi. Özür getirip dediler ki: “ Dur hele anne, suç bizim değil, bizim kabahatimiz yok. Nasılsa hocamız hastalandı, perişan bir hale geldi”

    Anneleri dedi ki. “Hile , düzen. Siz bir ayran için yüz yalan söylersiniz. Hele sabah olsun, hocanıza gideyim de bu hilenin aslını öğreneyim” çocuklar, “ Peki, git de doğru mu söylüyoruz, yalan mı, anla” dediler.

    Sabah olunca anneleri, hocayı dolaşmaya gittiler. Bir de baktılar ki hoca, ağır bir hastalığa tutulmuş, yatmakta. Fazla örtündüğü, başını bağladığı, yüzünü kapattığı için kan-tere batmış. Hafif, hafif ah etmekte. Hepsi La havle demeye başladılar. “ Hayrola hocam, bu baş ağrısı ne? Allah sağlık versin, vallahi hiç haberimiz yok” dediler.

    Hoca” Benim de haberim yoktu. Bu kahpe oğulları haber verdiler işte, ben çalışıp çabalıyor, kıylı kaalle meşgul bulunuyordum, haberim bile yoktu. Meğerse içimde dehşetli bir hastalık varmış” dedi. İnsan bir işe ciddiyetle koyuldu mu hastalığını göremez, körleşir.

    Mısır kadınları da Yusuf’un güzelliğine daldılar, haberleri bile olmadı da, ellerini paramparça ettiler. Hayrete düşen ruh, ne önü görür, ne ardı! Nice babayiğit erler vardır ki savaşta elleri, ayakları kesilir de, yine savaştan el çekmez, kendini sağlam sanırlar. Fakat sonradan görür ki el kesilmiş, bir hayli de kan akmış da haberi bile yok!

    Bil ki bu ten, elbiseye benzer, yürü, bu elbiseyi giyeni ara, elbiseye sürünüp durma. Ruha Allah’ı tevhit etmek hoş gelir. Görünmeyen bir başka el, ayak var. rüyada el ayak görür, bir şey alır bir yere gider, birisiyle görüşür, konuşursun ya onu hakikat bil saçma zannetme. Sen bedensiz bir bedene sahipsin, ***ri canının cisminden çıkacağından korkma.
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  10. #60
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    BİLMELİSİN Kİ (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Bilmelisin ki .... Duvarda asılı diplomalar insanı insan yapmaya yetmez.

    Bilmelisin ki ... Aşk kelimesi ne kadar çok kullanılırsa, anlam yükü o kadar azalır.

    Bilmelisin ki .... Karşındakini kırmamak ve inançlarını savunmak arasında çizginin nereden geçtiğini bulmak zor.

    Bilmelisin ki ... Gerçek arkadaşlar arasına mesafe girmez. Gerçek aşkların da!

    Bilmelisin ki ... Tecrübenin kaç yaş günü partisi yaşadığınızla ilgisi yok, ne tür deneyimler yaşadığınızla var.

    Bilmelisin ki ... Aile hep insanın yanında olmuyor. Akrabanız olmayan insanlardan ilgi, sevgi ve güven öğrenebiliyorsunuz. Aile her zaman biyolojik değil.

    Bilmelisin ki ... Ne kadar yakın olursa olsunlar en iyi arkadaşlar da ara sıra üzebilir. Onları affetmek gerekir.

    Bilmelisin ki .... Bazen başkaların ı affetmek yetmiyor. Bazen insanin kendisini affedebilmesi gerekiyor.

    Bilmelisin ki ... Yüreğiniz ne kadar kan ağlarsa ağlasın dünya sizin için dönmesini durdurmuyor.

    Bilmelisin ki ... Şartlar ve olaylar, kim olduğumuzu etkilemiş olabilir. Ama ne olduğumuzdan kendimiz sorumluyuz.

    Bilmelisin ki ... İki kişi münakasa ediyorsa, bu birbirlerini sevmedikleri anlamına gelmez. Etmemeleri de sevdikleri anlamına gelmez.

    Bilmelisin ki .... Her problem kendi içinde bir fırsat saklar. Ve problem, fırsatın yanında cüce kalır.

    Bilmelisin ki ... Sevgiyi çabuk kaybediyorsun, pişmanlığın uzun yıllar sürüyor .....
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

Sayfa 6 Toplam 14 Sayfadan BirinciBirinci 1234567891011121314 SonuncuSonuncu

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu anda 4 kullanıcı bu konuyu görüntülüyor. (0 kayıtlı ve 4 misafir)

Benzer Konular

  1. Playlist`ten Seçmeler..
    Konu Sahibi qLnSytN Forum Karışık Videolar
    Cevap: 8
    Son Mesaj : 12.Aralık.2015, 00:30
  2. Divan Şiirinden Seçmeler
    Konu Sahibi ÇağanCan Forum Edebi Eserler
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 19.Kasım.2014, 14:41
  3. Ehli Nur'Seçmeler
    Konu Sahibi Ehli Nur Forum Giyim - Çanta - Ayakkabı
    Cevap: 28
    Son Mesaj : 16.Kasım.2014, 11:14
  4. Nietszche’den Seçmeler (Hayat)
    Konu Sahibi ÇağanCan Forum Serbest Bölge
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 07.Eylül.2014, 12:51
  5. Ruznamemden seçmeler
    Konu Sahibi ÇağanCan Forum Serbest Bölge
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 29.Ağustos.2014, 22:20

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  
gaziantep escort bayan gaziantep escort sesli sohbet seks hikaye onwin venüsbet giriş tipobet365 sahabet karabük escort ordu escort kars escort kocaeli escort izmit escort edirne escort ısparta escort karabük escort manisa escort adana escort
ankara escort ankara escort ankara escort bayan escort ankara çankaya escort kızılay escort kızılay escort ankara eskort ankara escort çankaya escort ankara otele gelen escort kayseri escort istanbul escort avrupa yakası escort çapa escort şirinevler escort avcılar escort beylikdüzü escort