kayseri escort ankara escort izmir escort antalya escort bursa escort istanbul escort

Etiketlenen üyelerin listesi

Sayfa 11 Toplam 14 Sayfadan BirinciBirinci ... 234567891011121314 SonuncuSonuncu
Toplam 134 adet sonuctan sayfa basi 101 ile 110 arasi kadar sonuc gösteriliyor
  1. #101
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    DOĞUŞTAN KÖR (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Brooklyn köprüsünde, bir bahar günü, kör bir adam dilencilik yapıyormuş. Dizlerinin dibine bir tabela koymuş. Üzerinde "DOĞUŞTAN KÖR" yazılı imiş. Herkes dilencinin önünden geçip gidiyormuş. Bir REKLAMCI bunu görmüş. Tabelayı almış arkasına bir şeyler yazmış, olduğu yere tekrar bırakmış.

    Ne olduysa olmuş... Gelip geçen ve bu tabeladaki yeni yazıyı okuyan herkes, başlamış dilencinin önündeki şapkaya, ha bire para atmaya...

    Bir cümle yetmiş, onca kişiyi etkilemeye ve dilencinin şapkasının kısa sürede ağzına kadar parayla dolup taşmasına...TABELADAKİ EKLENEN YAZI ŞUYMUŞ:

    "GÜZEL BİR BAHAR GÜNÜ... AMA BEN BAHARI GÖRMÜYORUM..."
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  2. #102
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    DOKUNUŞ (YARARLI İŞ) (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Haşir meydanındaki insanlar, ebed ülkesine uçmak için sabırsızlanıyordu. Peygamberler, şehitler ve büyük veliler için herhangi bir problem yoktu. Ancak diğerleri, “Elli bin sene sürer” denilen bu yolu, dünyadaki hayatlarının karşılığı olan bir vasıta ile aşmak durumundaydı. Her insan, sevap ve günahlarını ortaya döküp ince hesaplar yaparken, sermayeleri yetmeyen bazı gençler bir araya geldi ve kendilerine gözcülük eden meleğe başvurarak:

    — Bizler, dünyada iken meşhur bir yarışmaya katılmış ve ellerimizi günler boyu süren bir sabırla lüks arabaların üzerinden çekmeyerek onları kazanmıştık, dedi. Bu ***retimize karşılık o arabaların verilmesini istiyor ve bu zorlu yolu onlarla aşmayı planlıyoruz.

    Melek, yarışmanın detayını öğrendikten sonra:

    — Yanlış şeye dokunmuşsunuz, dedi. Sizin arabanız, bu yolda gitmez.

    Gençler, biraz ilerideki insanları göstererek:

    — Şuradaki insanların da bir şeylere dokunduğu söyleniyor, diye itiraz etti. Ama şimdi Cennet’e uçuyorlar.

    — Evet!.. dedi, melek. Onlar da dokundular. Hem de günde sadece bir saatçik.

    — Bir saat mi?.. diye atıldı gençler. Oysa bizler günler boyu çekmedik elimizi. Uyumadık, aç kaldık, nerdeyse ölüyorduk. Peki onlar nelere dokundular?

    — Seccadeye, dedi melek. Küçük bir seccadeye. Şimdi ise onlarla uçuyorlar.
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  3. #103
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    DOLUNAYIN HİKAYESİ (EFSANE) (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Çoook çok eskiden, yeşil bir vadinin içinde
    bir Irmak kıyısında kurulu bir köy varmış,
    taa dünyanın öbür ucunda.
    Çok eski dedik ya,
    o zamanlar gündüzleri pek güneşli geçermiş,
    yağmur yağmadıkça;
    geceleri hep yıldızlı olurmuş, bulutlar olmadıkça.
    Köy sakinleri tarımla uğraşırlarmış,
    hayvanlar avlarlarmış, uçsuz, bucaksız arazilerinden,
    sularını, kaynağı çok uzakta olan köylerinin içinden geçen,
    ırmaktan alırlarmış.
    Köyde herkes birbirini sever,sayarmış.
    Köyde bir tek kişinin kalbinde, öyle büyük bir sevgi
    varmış ki, bütün köyünküne bedelmiş;
    Dolun'un İntera'ya olan aşkıymış bu.
    Kız, Dolun'u bilirmiş de tanımazmış yakından.
    Dolun dayanamamış; bir gün gitmiş kızın yanına,
    sormuş İntera'ya onunla evlenip evlenmeyeceğini.
    İntera demiş ki, Dolun'a: “Evlenirim evlenmeye ama
    benim isteyenim çoktur, her gelen kişiden
    aynı şeyi ister benim babam. Ancak babamın
    bu isteğini yerine getiren benimle evlenir.
    “Dolun şaşırmış. “Sensin benim kalbimin sahibi”
    diyerek başlamış sözüne “Senin dileğin benim için bir
    emirdir, söyle isteğini hemen yapayım” demiş aşkına.
    İntera demiş ki; “Bir çiçek vardır;
    yaprakları gümüşten tomurcukları elmastan,
    onu ister babam, benle evlenmek isteyenden” .
    Dolun, “Bekle beni” demiş İntera'ya,” hemen
    gidip getireyim o çiçeği ama nerededir yeri?
    “İntera parmağıyla göstermiş akan ırmağı;
    “işte bu ırmağın kaynağındadır der babam,
    kırk gün yürümek gerekirmiş oraya varmak için
    ama bir giden bir daha gelmedi şimdiye dek çünkü
    oralar büyülüymüş derler, giden geri gelmezmiş
    çünkü, buralardan çok daha güzelmiş oralar.
    Dolun; “Senden daha güzel ne olabilir ki,
    bu dünyada” demiş İntera'ya “Döneceğim, o çiçekle,
    döneceğim çünkü seviyorum seni, çünkü sensiz
    anlamı olmaz benim için o güzelliğin” .
    Dolun çıkmış yola sonra.
    Kırk gün yürümüş ırmağın yanından. Hep
    ne kadar sevdiğini düşünmüş İntera'yı yol boyunca.
    Aklındaki İntera'ymış, tek amacı ise; o çiçek.
    Kırkıncı gün kalkmış Dolun sabah erkenden,
    yüzünü yıkamış ırmaktan,
    anlamış çok yaklaştığını kaynağına
    ırmağın suyunun serinliğinden.
    Devam etmiş yoluna sonra. Biraz sonra varmış
    kaynağa, bütün yeşilliklerle çevrili bir göl varmış
    kaynakta, gölün ortasında bir adacık,
    adacığın üstünde de o çiçek duruyormuş.
    Anlamış İntera'nın anlattığı çiçek olduğunu, güzelliğinden.
    Yüzmeye başlamış adaya doğru hemen.
    Adaya çıkınca karşısında bir adam belirmiş Dolun'un.
    Adam Dolun'a; “Her gülün bir dikeni, koruyucusu
    olduğu gibi, bende bu çiçeğin koruyucusuyum, eğer
    almaya geldiysen; ben Salut, izin vermem buna” demiş.
    Dolun şaşkın ve de kararlı bir tonla
    “Ben o çiçeği alacağım sonra aşkıma kavuşacağım”
    demiş. “Hiç bir şey beni kararımdan çeviremez” .
    “O zaman beni biraz dinleyeceksin” demiş Salut...
    “Sana neden koparmaman gerektiğini anlatacağım,
    eğer halâ ikna olmazsan o zaman izin veririm
    almana” . Dolun ikna olmuş ve çökmüş
    yoncaların üstüne, başlamış dinlemeye...
    “Eğer bir şeyi çok fazla istersen
    ve engelin yoksa önünde; onu alırsın.
    Hayat da böyledir, insan engelleri aşarsa
    yaşamına devam edebilir. Bu çiçek de
    sadece yaşam için bir şeyler yapacaksan
    engelleri kaldırır önünden çünkü, onun da bir görevi
    var. Bu çiçek, sadece 28 gecede bir açar
    yapraklarını ve döker parlayan tohumlarını göle,
    bu sayede buradaki sular yükselir ve
    ırmaktan taşar gider zamanla. Bu ırmak sayesinde
    yaşar bu doğadaki yeşillikler, insanlar, hayvanlar.”
    demiş Salut. Dolun başlamış düşünmeye,
    eğer çiçeği koparırsa kavuşacaktır sevdiğine
    ama kuruyacaktır ırmakları bunun yanında.
    Sonunda çiçeğin başına çöker kalır Dolun.
    Gümüş yapraklarında kendini görür Dolun, çiçeğin.
    Yanında İntera vardır ama niye mutsuzdur ikiside.
    Aslında kalbindeki tek endişeyi görür Dolun.
    Zaman geçtikçe Dolun'un düşünceleri
    yoğunlaşır kafasında. Mutsuzluğunu düşünür,
    çiçeksiz, İntera'sız bir yaşam düşünür.
    Koparamaz çiçeği günlerce Dolun,
    artık yaşamaktan zevk almaz şekilde sadece
    aşkını düşünerek beklemeye başlar olacakları.
    Bir gece çiçek tohumlarını bırakırken göle
    bir tomurcuk da Dolun'un
    sertleşmiş kalbinin üstüne düşmüş,
    aniden Dolun kalbindeki aşkının
    büyüklüğü kadar kocaman bir taşa dönmüş,
    taş o kadar büyükmüş ki, dünyaya sığmamış,
    gökyüzüne yükselmiş ve Dünya ile dönmeye başlamış.
    Böylece Ay olmuş Dolun'un kalbi Dünya'ya.
    O günden sonra sadece 28 gecede bir göstermiş
    Dolun kalbinin tüm yüzünü,
    aşkının bütün parıltısını diğerlerine;
    sadece o gecelerde aydınlatmış Dünya'yı
    aynı çiçek gibi...
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  4. #104
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    DOST OLMAK İÇİN (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Sende çocuk, bende kuyruk acısı oldukça dost olamayız.

    Eski zamanlarda bir belde de fakir bir adam varmış. O kadar fakirmiş ki, köyün çobanı bile ondan zenginmiş. Adam bir gün dağda oduna giderken sıcaktan bunalmış. Bu vaziyette ağzını açmış sanki “Su! Su!” diye bağıran bir yılan görmüş. Adamcağız kendi kendine yılanı sulaması lazım geldiğini düşünmüş. Araya araya bir miktar su bularak yılanın üzerine dökmüş. Yılan da hakikaten susuzluktan yanmakta olduğundan adamın döktüğü suyu büyük bir zevkle yalamaya başlamış ve adamdan memnun olduğunu belirten bir tavırla oradan çekip gitmiş. Birkaç gün sonra, adam yine ormana gittiğinde yılanı görmüş, yılan da adamı görünce boynunu bir tarafa kıvırarak

    -Ne yapayım ben? Der gibi çekip gitmiş...

    Fakat adam dağdaki işini bitirip de evine dönerken yine yılanla karşılaşmış. Fakat bu sefer yılanın ağzında bir altın varmış, adamı görünce oraya adamın geçeceği yola bırakıp çekip gitmiş. Adam da altını alarak eve gelmiş. İkinci gün yılandan memnun olduğu için sevinçle bir kaba süt doldurarak yılanı gördüğü yere varmış ki yılan yine ağzında bir altınla adamı bekliyor.

    Adam sütü bir yere bırakmış yılan da hemen ağzındakini bırakarak süte koşmuş. Adam da altını alarak geri dönmüş ve arkadaşlık başlamış. Yani adamdan süt, yılandan altın... Derken adam zengin olup hacca gitmeye karar vermiş, oğluna da meseleyi uzun uzun anlatarak her gün bir şişe süt götürüp altını almasını söylemiş.

    Adam hacca gittikten sonra çocuk bir gün sütü götürmüş altını almış, ikinci gün, ben demiş her gün süt götüreceğime yılanı takip eder altının yerini öğrenir onu öldürürüm. Ondan sonra da altınların tamamını alır yılana süt getirmekten kurtulurum, demiş. Hakikaten ikinci gün sütü getirip altını aldıktan sonra, gitmeyip yılanı beklemiş.

    Yılan tam deliğine başını sokmuş, kuyruğunu da çekeceği zaman çocuk elindeki balta ile yılanın kuyruğunu kesmiş. Fakat yılan can havliyle çıkarak çocuğu sokup öldürmüş ve deliğine geri girmiş ama ölmemiş.

    Adam hacdan gelip durumu öğrenmiş ama yine de yılana minnettar olduğu için süt götürmeyi ihmal etmemiş. Bir gün sütü götürdüğünde yılana:

    -Kabahat bizim çocukta, ben sana süt getirmeye devam edeyim, sen de bana altın getirmeye devam et! dediğinde yılan getirilen sütü içip lisanı hal ile şöyle demiş:

    -Arkadaş, bu zamana kadar böyle devam ettik. Fakat bende kuyruk, sende de çocuk acısı olduğu müddetçe biz dost olamayız. en iyisi sen rızkını, ben de rızkımı başka yerlerde arayalım , deyip çekip gitmiş.

    İşte meşhur darb-ı mesel böyle vuku bulmuş.
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  5. #105
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    DUVARDA ÇİVİLİ KERTENKELENİN ANLAMI (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Japon mimarlarından biri evini baştan aşağı yeniliyordu. Tamirat esnasında söktüğü kapılardan birinin duvarla irtibatlı bölümünde, iç kısmında, iki tahta arsında sıkışıp kalmış bir kertenkele buldu. Biraz daha dikkatle bakınca kertenkelenin canlı olduğunu fark etti.

    Onu oradan kurtarmaya çalışırken bu kez kertenkelenin bir ayağından duvara çivilenmiş olduğunu gördü.

    On yıl önce yapılan eve kapısı takılırken dışarıdan çakılan bir çivi, o an kapıyla duvar arasında bulunan kertenkelenin ayağına isabet etmiş olmalı diye düşündü Japon mimar.

    Peki nasıl olmuştu da bu kertenkele, bir santim boyu bile kıpırdayamadığı bu karanlık duvar boşluğunda on yıldır canlı kalmayı başarmıştı?

    Mimar, tamirat işlerini bir kenara bırakarak kertenkeleyi izleme ye başlı. Bu kertenkelenin sadece havayla beslenmediğine göre, bunca yıl yaşamını nasıl sürdürebildiğini merak ediyordu.

    Bir süre sonra duvar boşluğunda bir hareket oldu. Japon mimar, nereden çıktığını fark edemediği başka bir kertenkelenin geldiğini gördü. Gelen kertenkele, yerinden kıpırdayamayacak halde olana ağzında yiyecek taşıyordu.

    Bu kertenkele diğerinin belki annesiydi, belki eşi, belki de arkadaşı Kim bilir? Ama bilinene bir şey var ki aralarındaki güçlü sevgi, birinin bıkıp usanmadan diğerini hayatta tutabilmek için ona yiyecek taşımsına neden olmuştu.
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  6. #106
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    EKTİĞİNİ BİÇERSİN (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Çin'in kırsal kesiminde yaşam savaşı veren bir aile vardı. Dede, baba, anne ve çocuktan oluşan bu aile oldukça sıkıntı çekiyordu.

    Bir gün baba, yılların verdiği yorgunlukla bir köşede oturmaktan başka işe yaramayan dedeyi, pazar küfesine koyarak nehre doğru yola çıktı.

    Nehrin kenarında arkadaşlarıyla oynayan çocuk, babasına ne yaptığı sordu. Baba:

    Büyük babasının bize yük olmaktan başka yaptığı bir şey yok. Onu bu küfe ile beraber nehre atmaya karar verdim dedi.

    Çocuk heyecanlanarak atıldı: Aman baba, küfeyi atma. Çünkü bir gün gelip sen de yaşlandığında o küfe bana lazım olacak
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  7. #107
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    ELİNDEKİ BARDAĞI BIRAK (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Profesör elinde içi dolu bir bardak tutarak dersine başladı

    Herkesin göreceği bir şekilde tutuyordu ve ardından sordu :

    Bu bardağın ağırlığı sizce ne kadardır?

    '50gm!' .... '100gm!' .....'125gm' ..diye öğrenceiler yanıtladı.

    Bardağı tartmadıkça gerçekten ben de bilemem, dedi profesör, ama, benim sorum şu ki:

    Bu bardağı böyle birkaç dakikalığına tutsaydım ne olurdu?

    “Hiçbir şey” diye yanıtladı öğrenciler

    Tamam, peki 1 saat boyunca tutsaydım ne olurdu?' diye sordu profesör bu kez

    Kolunuz ağrımaya başlardı efendim' diye öğrencilerden biri yanıtladı

    Haklısın, peki şimdi ben 1 gün boyunca tutsam ne olurdu?

    Kolunuz iyice ağrır, kas spazmı & batar vs gibi sorunlar yaşardınız ve hastaneye gitmek zorunda kalırdınız!

    Tüm öğrenciler çeşitli yorumlar yaptı ve gülüştüler

    Çok iyi.

    Peki, tüm bu sorunlar olurken bardağın ağırlığında bir değişme olur muydu?

    Diye sordu profesör.

    Hayır. Diye yanıtladı herkes

    Peki o zaman kolun ağrımasına ve kas spazmına neden olan neydi?

    Öğrenciler bulmaca çözermişçesine düşünmeye başladılar.

    Acıdan ve ağrıdan kurtulmak için ne yapmam gerekir bu durumda, diye tekrar profesör sorar

    Bardağı bırakın düşsün! diye öğrencilerden biri yanıt verir

    Kesinlikle, der profesör.

    Hayatın problemleri de böyle bir şeydir.

    Onları kafanda birkaç dakika tutarsın & Bir sorun yokmuş gibi görünür.

    Uzun bir süre düşünürsün & Başınız ağrımaya başlar

    Daha uzun düşünün & Artık seni bitirmeye ve hiçbir şey yapamamana neden olur.

    Hayatınızdaki mücadeleleri ve problemleri düşünmek önemlidir,

    Fakat DAHA ÖNEMLİSİ onları her günün sonunda, uyumadan önce yere bırakmaktır (bardak gibi).

    Bu şekilde strese girmez ve her gün taze bir beyin ile uyanır ve her konuyla ve yolunuza çıkan her mücadele ile başa çıkabilecek güçte olursunuz
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  8. #108
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    EMRİN LEZZETİ HİKAYESİ (MESNEVİDEN HİKAYELER, SEÇME ÖYKÜLER) (HİKAYELERDEN SEÇMELER)

    Padişah, bir gün divana gitti. Bütün memleket büyüklerini divanda toplanmış buldu. O nurlu padişah, bir mücevher çıkarıp vezirin eline vererek. Dedi ki: Bu, nasıl bir mücevher, değeri nedir? vezir, yüz eşek yükü altın değerinde bir mücevher dedi.
    Padişah, kır bu mücevheri deyince dedi ki: Nasıl kırabilirim? Senin hazinenin malını iyiliğini dileyen biriyim ben. Değer biçilmez böyle bir mücevherin zayi olmasını nasıl reva görebilir? Padişah vezirin sözünü taktir etti, ona bir elbise ihsan etti. O cömert ve er padişah inciyi ondan aldı. O cömert padişah, vezire giydiği elbiselerden başka daha nice ağır elbiseler verdi. Onları bir müddet söze tuttu. Yeni şeylere, eski vakalara ait bahislerde bulundu.

    Sonra mücevheri perdecinin eline verdi, bir isteklisi olsa dedi ne değer acaba? Perdeci, bu mücevher dedi, ülkenin yarısı değerinde. Allah ülkeyi tehlikelerden korusun.

    Padişah kır bu mücevheri dedi. Perdeci, ey kılıcı güneş gibi parlayan padişahım, bunu kırıp ufalamak pek yazıktır, pek yazık. Değeri şöyle dursun şu parlaklığa bak. Gündüzün nuru bile ona uymada. Bunu kırmaya nasıl elim varır? Nasıl olur da padişahın hazinesine düşman olurum dedi.

    Padişah ona elbise verdi, gelirini arttırdı. Onun aklını övmeye başladı. Bir müddet sonra mücevheri bir beyin eline verdi. Onu da bir sınadı. O da öyle söyledi, bütün beyler de. Her birine ağır elbiseler ihsan etti. Elbiselerini arttırdı o aşağılık kişileri yoldan çıkardı kuyuya attı. Elli, altmış bey, hepsi de veziri taklit ederek böyle söylediler.

    Gerçi dünyanın değeri taklittir ama her mukallit de sınanmada rüsvay olur.

    Ey Eyaz, söylemiyorsun, bu parlaklıkta, bu güzellikte olan bir mücevherin değeri nedir? eyaz söyleyebileceğimden de fazla deyince Padişah, peki dedi, hadi öyleyse hemen onu kır, hurdahaş et.

    Eyaz’ın yenlerinde taş vardı. Derhal onları çıkarıp mücevheri kırdı, un ufak etti. Belki o delikanlı bu işi rüyada görmüştü de yenine, koltuğuna iki taş gizlemişti. Yusuf gibi hani. O da işinin sonunun nereye varacağını kuyu dibinde görmüştü.

    Kime fetih ve zafer, haber verirse onca murada ermede birdir, ermeme de. Kimin payandası, sevgilinin, vuslatı olursa o, kırılmadan savaşmadan ne korkacak? Karşısındakini mat edeceğini iyice bilen at gitmiş, fil gitmiş aldırır mı? Onca bunlar zaten saçma şeylerdir. At arayan, atını alıp götürse al götür der, önüne düşecek o at değil ya.

    İnsan atla bir soydan olur mu? Adamın ata olan sevgisi, öne geçmek içindir. Suretler için bu kadar elem çekme. Suret baş ağrısı olmaksızın manayı elde et. Zahit, işin sonunu düşünür. Soru hesap günü halim ne olacak diye dertlenir. Ariflerse başlangıçtan, önden haberdardır, sonu düşünme derdinden de kurtulmuşlardır.

    Arifte arif olmadan önce korku da vardı, yalvarış da. Fakat Allah takdirini bildiğinden, işin önünden haberdar olduğundan bu bilgi, her ikisini de ortadan kaldırmıştır. Evvelce mercimek ektiğini bildiğinden ne mahsul elde edeceğini de bilir. Ariftir korkudan da kurtulmuştur, ürkmeden de. Allah kılıcı, o hay huyu kesmiş, ikiye bölmüştür. Evvelce Allah’tan korkar umardı. Korku yok oldu o yalvarış meydana çıktı.

    Eyaz da o değerli mücevheri kırınca beylerden yüzlerce feryat ve figan koptu. Bu ne korkusuzluk Allah hakkı için bu nurlu mücevheri kıran kafirdir dediler. O topluluğun hepsi de körlüklerinden padişahın inci gibi olan buyruğunu kırmıştı. Mücevherin değeri ile sevginin sonucu gönüllerinde gizli kalmıştı.

    Eyaz dedi ki: Ey ünlü ulular, Padişahın buyruğumu daha ileri mücevher mi? Sizce Allah hakkı için söyleyin, Padişahın emri mi daha üstün, yoksa bu güzelim mücevher mi? Ey mücevhere bakan, Padişaha aldırış etmeyen beyler, önünüzde gul var ana cadde değil.

    Ben gözümü padişahtan ayırmam. Müşrik gibi taşa yüz tutmam. Boyalı taşı seçip Padişahın buyruğunu geri bırakan canda hiçbir cevher, hiçbir değer yoktur. Gül renkli oyuncağı ardına at. Onlara renk vereni aklına getir ve şaş. Dereye gir testiyi taşa çal. Kokuya renge ateş ver. Din yolunda yol kesicilerden değilsen kadınlar gibi renge kokuya tapma.

    Bu sözler üzerine o yüce erler, bu hatalarına özür olmak üzere başlarını önlerine eğdiler. O anda her birinin gönüllerinden belki iki yüz kere ah çıktı, bir duman gibi ta göğe kadar ulaştı.

    Padiaşh ihtiyar cellada emir verdi: Bu çerçöpü benim yüce tapumdan uzaklaştır. Bu aşağılık adamlar, bu yüce makama layık değiller. Bir taş için benim buyruğumu ret ettiler. Buyruğum, bu çeşit fesatçılarca bir boyalı taş için hor hakir oldu.

    Bunun üzerine merhametli Eyaz sıçradı, o ulu Padişahın tahtına doğru koştu. Secde edip boğazını tutarak, padişahım dedi, senin gibi yüce bir padişahın sultanlığına gök yüzü bile hayran olmuştur.

    Ey hüma kuşu, hümalar kutluluğu senden bulur, cömertler cömertliğe senden ereler. Ey kerem sahibi, alemdeki kerem ve ihsanlar, senin bağışlamana karşı mahvolur gider. Ey lütuf sahibi, kırmızı gül, seni görünce utancından gömleğini yırtar. Yarlıgama senin yarlıgamanla doymuş, tilkiler, senin affınla aslanlara üstün olmuştur.

    Senin buyuğuna karşı korkusuzca harekette bulunan, affından başka nereye dayansın? Bu suçluların gafletleri, küstahlıları, ey af madeni padişah, senin affının çokluğundan meydana geldi. Gaflet daima küstahlıktan meydana gelir. Ululama gözden kuru ağrıyı giderir.

    Gaflet ve kötü bir alışkanlık olan unutkanlık, ululama ateşiyle yanıp gider. Onun heybeti adama uyaklık ve anlayış verir, adamın içindeki unutkanlık ve yanılma çıkar, kalmaz. Yağma zamanı halkın uykusu gelmez. Kimse hırkamı çalmasınlar diye uyumaz. Hırka korkusu ile bile uyku kaçarsa artık can ve boğaz korkusu ile kim uyur ki?

    Buna tanık “Rabbimiz, unutup işlediğimiz suçlarla bizi suçlu sayma” ayetidir. Çünkü unutma da bir bakıma suçtur. Unutan, onu layık olduğu veçhile ululamıştır. Yoksa hiç savaşta adamı uyku tutar mı?

    Unutma, çaresiz gelip çatar ama buna tutulmamak için de sebeplere yapışmak lazım. Çünkü onu ululamada gevşeklik gösterdi mi insanda ya unutma meydana gelir, ya yanlış. Sarhoş gibi hani. O da cinayetlerde bulunur, sonra da mazurdum, ne yapayım der.

    Ona derler ki: Doğru ama a kötü işli, o zıkkımı sen içtin, dileğinle isteğinle zıkkımlandın. Sarhoşluk sana kendi kendine gelmedi, onu sen davet ettin. O dileği de kendin meydana getirdin. Sarhoşluk, senin kastın, çalışıp çabalaman olmasaydı da kendi kendine sana gelip çatsaydı can sakisi, senin ahdini korur, gözetirdi. Sana arka olur, senin adına o, özür dilerdi. Allah sarhoşluğuna kul köle olayım.

    Ey her çeşit elde edilen şey, kendisinden olan Allah, bütün alemin af ve ihsanı, senin ihsanından bir zerredir. Aflar senin affını överler. İnsanlar, sakının, ona benzer ona eşit yoktur. Onların canlarını sen bağışla, huzurundan da kovma. Ey muradına erişen, senin damağının tadıdır onlar. Yüzünü görene acı, nasıl olur da seni gören, acı ayrılığını çekebilir? Ayrılıktan bahsediyorsun, ne yaparsan yap da bunu yapma. Senin tuzağına tutulup yüz binlerce defa ölmek bile ayrılmaya bedel olamaz.

    Ey suçluların feryadına yetişen ayrılık acısını erlerden de uzaklaştır, kadınlardan da. Senin vuslatını umarak ölmek hoştur. Fakat ayrılığın acısı, ateşin üstündedir. Kafir bile cehennemden bana bir baksaydın cehennemde olduğuma gam mı çekerdim deyip durur. Çünkü o bakış, bütün eziyetleri tatlılaştırır; büyücülerin el ve ayaklarının kan diyetidir o bakış.

    Gökyüzü zararı yok sesini dudu. Gökyüzü, sanki o savlicana bir top kesildi. Firavunun vuruşu bize zarar vermez ki dediler, Allah’ın lütfu, başkalarının kahrından üstündür.

    Ey insanları azgınlık, sapıklık yoluna süren, sırrımızı bilsen a can gözü kör herif, anlarsın ki biz kendimizi kurtarıyoruz. Kendine gel de bu yana yanaş, bu erganunun “Keşke kavmim, rabbim beni yüzden yarlıgadı, bilselerdi” sesini dinle.

    Allah ihsanı, bize bir Firavunluk verdi ki senin Firavunluğun kaç para eder, senin saltanatın geçici. Ey Mısır’a ve Nil ırmağına kapılıp gururlanan. Başını kaldır da ebedi ve ulu saltanatı gör. Sen şu pis hırkayı terk edersen Nil ırmağını can nilinden gark edersin.

    A Firavun kendine gel de Mısır’dan el çek. Can Mısır’ının içinde yüzlerce Mısır var. Sen, halka “ben rabbinizim” deyip durursun ama bu iki sözden de gafilsin. Rab olan rablık ettiği kişiden nasıl titrer? Ben demeyi bilen, nasıl olur da cisim ve can bağına bağlı kalır?

    İşte bak buracıkta bizler ben diyoruz, çünkü benlikten kurtulduk; zahmetlerle, belalarla dolu benlik ten halas olduk. A köpek, o benlik sana kutlu gelmedi. Fakat bizce mühürlenmiş bir devlet oldu. Bu benlik sana kin gütmese idi bize böyle güzel bir ikbal, bir devlet olur muydu? Yokluk yurdundan kurtuluyoruz, buna şükrane olarak şu darağacının başında sana bir öğüt verelim. Bizim ölü darağacımız, göç burağıdır. Senin saltanat yurdunsa gururdan, gafletten ibarettir.

    Bu yaşayış ölüm suretinde gizlidir. O ölümse yaşayış kabuğunda gizli. Nur, ateş şeklinde görünmede, ateş de nur şeklinde. Yoksa dünya, hiç gurur yurdu, aldanma durağı olur muydu? Kendine gel acele etme. Önce yok ol. Battın mı nur doğrusundan baş göster. Ezel benliğinden gönül hayretlere düştü; bu benlik, soğuk bir hale geldi, ayıp ve ar kesildi. Can bensiz benlikten hoş bir hal aldı, alem benliğinden sıçrayıp çıktı.

    Benden kurtuldu da şimdi ben oldu. Aferinler olsun zahmetsiz benliğe. O kaçmada, benlikse peşine düşmüş. Onu, onsuz gördüğünden ardını bırakmamak da. Sen, onu istedikçe o, seni istemez. Fakat öldün mü isteğini elde edersin.

    Diri oldukça ölü yıkayıcı seni yıkar mı? Sen istedikçe isteğin seni ara mı? Bu bahse akıl, yol gösterici olsaydı Fahr-i Razi, din sırrını bilirdi. Fakat “Tatmayan bilmez”. Onun için onun aklı ve kurduğu hayallerde, ancak hayretini arttırır.

    Bu ben, nerede düşünceyle açılacak, bulunacak? O ben, yokluktan sonra açılır, bulunur. Bu akıllar, araştırma yüzünden ittihat ve hulül uçurumuna düşer. Ey yakınlaşma yüzünden yokluğa erişmiş, yıldız gibi güneş nurlarına dalmış olan Eyaz! Hatta ittihat ve hulülle değil de meni gibi beden haline gelmiş olan dost.

    Ey af etmeyi sandığına almış, kendine mal edinmiş zat, affet. Sen lütufta en ileri gidensin. Bütün lütuf edenler, senin ardındadır. Ben kim oluyorum ki af diyeyim? Ey padişahım ey Kün emrinin hulasası!

    Ben kim oluyorum ki ey bütün benler, eteğine sarılmış olan padişahım, benliğimden geçmeden seninle beraber bulunayım?

    Hilimle dolu olana ben nasıl olur da acımayı öğretmeye kalkışır, bilgi sahibine nasıl olur da hilim yolunu gösterebilirim? Beni sillelerle tokatlarla zebun etsen bile hakkın var. Ben yüz binlerce tokada layık bir kulum. Ben huzurunda ne söyleyeyim de sana bir şey anlatmaya kalkışayım. Yahut da ne yüzle kerem şartını sana hatırlatmaya girişeyim?

    Sence bilinmeyen ne var? Alemde hatırında olmayan nedir ki? Sen, bilgisizlikten arısın; bilgin de alemde bulunan şeylerden herhangi birini unutmadan da arıdır. Bir hiç olanı tuttun adam ettin; onu güneş gibi nurlarla parlattın. Madem ki beni adam ettin, yalvarırsam yalvarışımı kerem et dinle. Benim suretimden ihzar ettiğin şefaati de yine sen ediyorsun demektir.

    Çünkü bu yurt, benim malımdan, mülkümden bomboş, burada benim hiçbir şeyim yok. Evde kuru yaş ne varsa benim değil. Duamı su gibi akıttın, sebatını da bağışla ve o duayı kabul et. Önce bana duayı ilham eden sensin, sonunda duamı da sen kabul et. Kabul et de o alem padişahı suçluların suçunu bu kulu için af etti diyeyim.

    Ben kendimi beğenmekteydim, baştanbaşa dertten ibarettim, Padişahım, her dertliye deva verdi. Cehennemliktim, kötülüklerle, şerlerle doluydum. Onun ihsan eli beni bir kevser haline getirdi. Cehennem kimi yakar, yandırırsa ben o yana şeyleri cesette tekrar çıkarır bitiririm. Kevserin işi nedir? her yanan, onun vasıtası ile biter yenilenir. Kevser katra katra keremlerini ilan eder; cehennemin yaktığı şeyleri ben yine yerine getiririm der.

    Cehennem güz mevsiminin soğuğuna benzer. Kevserse ey gül bahçesi bahar gibidir. Cehennem ölüme mezar toprağına benzer. Kevserse sur üfürülmesi gibidir. Ey cehennemde bedenleri yananlar, Allah keremi sizi kevsere çağırmadadır. Ey daima faal olan diri Allah, lütfen “Halkı benden faydalansınlar diye yarattım; ben onlardan faydalanayım diye değil” buyurmuştun. Bu senin cömertliğindir; bütün noksanlar o cömertlikle düzelir. Bedene tapan şu kullarını afet. Af denizinin af edişi yerinde bir iştir. Halkı ırmak gibi, sel gibi afet, yıka, arıt, kendi denizine daldır, temizle.

    Aflar her gece şu gönlünden çıkar, güvercinler gibi sana uçar ulaşır. Seher çağı yine onları uçurur, geceye kadar şu bedenlere hapsedersin. Yine akşam çağı, o sayvanın, o adamın aşkı ile kanat çırparak uçarlar.

    Bedenden vuslat ipini kopardılar mı sana, senin huzuruna gelirler. Çünkü senden ikbal ve devlete erişmişlerdir. Baş aşağı geri dönmeden emin olarak “Biz şüphe yok rabbimize dönenleriz” diye havada kanat çırparlar. O keremden de “gelin yücelin” diye ses gelir. O dönüşten sonra artık o hırs, o keder kalmaz.

    Alemde çok gariplikler çektiniz. Ey ulular kadrini bilin. Bu ağacın gölgesinde nazla sarhoş olarak ayaklarınızı uzatınız. Din yoluyla zahmetler çeken ayaklarınızı ebedi hurilerin kucaklarına ellerine bırakınız. Huriler merhametli bir halde işaret ederek bu sofiler, seferden döndüler. Güneş nuru gibi saf sofiler, bir müddet toprağa düştüler, pisliğe karıştılar. Fakat ayaklarında üstlerinde başlarında hiçbir pislik olmaksızın tertemiz olarak güneşin nuru gibi yüce, yüce güneş değirmesine geldiler.

    Yüce Allah bu suçlularda başlarını duvarlara vurdular. Kendi hatalarını suçlarını anladılar. Padişahın oyununda mat oldular ama, şimdi ah ederek ey lütfu, suçlulara yol gösteren Allah diye sana yüz tuttular. Lütfet yolda kirlenenleri tez af fıratın da, yıkanılacak kaynakta yıka, arıt.

    Arıt da uzun zamandır işlene gelen suçtan yıkansınlar, temizlerin safına katılıp namaz kılsınlar. Sayıdan dışarı olan o saflarda “Bizler saflarız” nuruna gark olsunlar. Söz, bu halin övüşüne gelince kalem de kırıldı kağıt da yırtıldı. Hiç deniz bir kaba sığar mı? Aslanı bir kuzu kapıp götürebilir mi?

    Perde ardındaysan perdeden çık da şaşılacak padişahlığı gör. Sarhoş kavim, kadehini kırdılar ama senden sarhoş olanların özrü var. Onların sarhoşluğu, ikbal ve mala değildir ey işleri tatlı Allah senin şarabından sarhoş olmuştur onlar.

    Ey padişahlar padişahı, onlar senin hususiyetinden sarhoş olmuşlardır. Ey saf eden Allah, kendi sarhoşunu afet. Hitap ettiğin zaman senin hususiyetinin lezzeti, insanı, öyle bir sarhoş eder ki, yüz küp şarap insanı öyle sarhoş edemez.

    Mademki beni sarhoş ettin, had vurma bana. Şeriat, sarhoşlara had vurmaz. Aklım başıma gelsin de o vakit döv. Zaten ben ayılmayı istemiyorum ki.

    Ey lütuflar ve ihsanlar sahibi Allah, senin şarabını içen, ebedi olarak aklından da kurtuldu gitti, had vurulmasından da. Onlar, sarhoşluklarının verdiği yoklukta ebedi olarak kalırlar. Sizin sevginizde yok olan ***ri ayrılık kalmaz.

    İhsanın bize yürü der, yürü ey aşkımızın ayranına kapılmış olan. Sinek gibi ayranımıza düşmüşsün Sen sarhoş değilsin ey sinek şarabın ta kendisisin. Ey sinek gerkesler senden sarhoş olurlar. Çünkü sen bal denizine at sürmüşsün.

    Dağlar zerreler gibi senin sarhoşundur. Nokta da senin elindedir, pergel de, çizgi de. Halkın titrediği fitne, senden titrer. Her değerli mücevher, sence ucuzdan ucuzdur. Allah, bana beş yüz ağız verseydi de ey can ve ey cihan seni anlatsaydım. Halbuki bir ağzım var, o da et sırları bilen Allah, senden utancından kırık dökük. Fakat yokluktan daha kırık dökük olmam ya. Bunca ümmetler, onun ağzından zuhur etti. Yüzlerce ***p eserleri, Allah’ın lütuf ve ihsanı ile yokluktan dışarı çıkmayı beklemede.

    Ey keremine kurban olduğum Allah, başım senin havanla dönmede. Sana rağbetimiz senin dileğinle oluyor. Nerede bir yol yürüyen varsa onu Allah cezbesi çekmededir. Hiç yel olmadan toprak havaya kalkar mı? Hiç deniz olmadan bir gemi, denize ayak atabilir mi? Abıhayat önünde kimse ölmez. Halbuki abıhayat, senin suyunun yanında bir tortudan ibarettir.

    Abıhayat can kıblesidir. Dostlar, bağlar, bahçeler, suyla yeşerir, güler. Ölümü içenler, onun aşkı ile diridirler; gönüllerini candan da çekmişlerdir, abıhayattan da. Aşkının suyu mademki bize el verdi, abıhayatın bizce hiçbir değeri yok artık.

    Her can, abıhayattan diridir. Fakat abıhayatın suyu da sensin. Her an bana bir ölüm, bir haşir verdin de o keremin neler yaptığını gördüm. Senin yeniden dirilteceğine güvenim var; o yüzden bu ölüm, bana uyku gibi görünmede ey Allah.

    Her an yedi denize de serap olsa ey suyun suyu, sen onu kulağından tutar, getirirsin. Akıl ecelden titrer durur, halbuki aşk, neşe içindedir. Taş, toprak parçası gibi yağmurdan korkar mı hiç?

    Bu cilt mesnevinin beşinci cildidir. Can göğünün burçlarındaki yıldızlara benzer. Yıldızları tanımayan gemiciden başkasının duyguları, yıldızla yol bulamaz. Başkaları, yıldızları ancak seyrederler, ne kutlularından haberleri vardır, ne kırandan.

    Geceleri ta sabahlara kadar böyle şeytanları yakıp yandıran yıldızlara aşinalık et. Her biri kötü zanna kapılmış şeytanı defetmek için gök kalesinden adeta neft atmaktadır. Yıldızlar şeytana akrep gibidirler, fakat müşteriye en yakın bir dosttur onlar.

    Yay, okla şeytanı oklar, bir yere mıhlarsa ekinleri, meyveleri sulamak için kova, suyla dolu. Balık gerçi azgınlık gemisini kırarsa da dost için öküz gibi ekim eker.

    Güneş geceyi aslan gibi paralasa da lal, onun yüzünden atlas elbiselere nail olur.

    Yokluktan baş gösteren her varlık birine zehirdir, öbürüne şeker. Dost ol, kötü huyundan ayrıl da zehir küpünden bile şeker ye.

    Faruki tiryak, ona şeker kesilmişti de onun için zehir, Faruk’a bir zarar vermedi.
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  9. #109
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    EN GÜZELİ HANGİSİ (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Evvel zaman içinde muhteşem bir hükümdarın dünyalar güzeli bir kızı varmış. Kız evlilik çağına gelmiş ama kimseleri beğenmezmiş. Ne kralların oğulları, ne zengin tüccarların oğulları... Kız herkese burun kıvırıyormuş.

    Bu ülkede yakışıklı ama fakir bir genç de istemiş bu kızı. Tabii ki reddedilmiş. Bu genç başka bir ülkeye gitmiş, çalışmış çok zengin olmuş. Ülkesine yıllar sonra geri donmuş ve kendisini reddeden bu kızı görmek istemiş.

    Sormuş, soruşturmuş, kızın evini öğrenmiş. Gitmiş evin önünde beklemeye başlamış. Derken kapı açılmış, çirkin bir adam çıkmış. Adam gittikten sonra bizimki kapıyı çalmış. Kız açmış. Genç neden bu kadar çirkin bir adamla evlendiğini sormuş kıza. Kız da onu evin arka bahçesinde bulunan muhteşem bir gül bahçesine götürmüş.

    "Sorunun cevabini öğreneceksin. Şimdi bu gül bahçesinde en güzel gülü bulup bana getirmeni istiyorum. Yalnız bir şartla, bahçede ilerlerken asla geri adım atamazsın."

    Genç

    "Tamam" demiş ve başlamış bahçede ilerlemeye. Tam en güzel gülü gördüm derken, başka güzel bir gül daha görüyormuş. Tam o güle elini atacakken başka güzel bir gül, tam onu koparacakken başka güzel bir gül... Bir bakmış bahçenin sonuna gelmiş, geriye adım atması yasak! Bahçenin sonunda boynu bükük solmuş güzel olmayan bir gül koparmak zorunda kalmış.

    "İşte! demiş kız. Anladın mı şimdi niye bu adamı seçtiğimi?"
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  10. #110
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    ENGELLER HAYATIMIZI KOLAYLAŞTIRIR (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacaktı?

    Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler.

    Pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu.

    Sonunda bir koylu çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye başladı. Sonunda kan ter içinde kaldı ama, kayayı da yolun kenarına çekti. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü. Açtı.. Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde..

    "Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir" diyordu kral. Koylu, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı. "Her engel, yasam koşullarınızı daha iyileştirecek bir fırsattır.."
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

Sayfa 11 Toplam 14 Sayfadan BirinciBirinci ... 234567891011121314 SonuncuSonuncu

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu anda 6 kullanıcı bu konuyu görüntülüyor. (0 kayıtlı ve 6 misafir)

Benzer Konular

  1. Playlist`ten Seçmeler..
    Konu Sahibi qLnSytN Forum Karışık Videolar
    Cevap: 8
    Son Mesaj : 12.Aralık.2015, 00:30
  2. Divan Şiirinden Seçmeler
    Konu Sahibi ÇağanCan Forum Edebi Eserler
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 19.Kasım.2014, 14:41
  3. Ehli Nur'Seçmeler
    Konu Sahibi Ehli Nur Forum Giyim - Çanta - Ayakkabı
    Cevap: 28
    Son Mesaj : 16.Kasım.2014, 11:14
  4. Nietszche’den Seçmeler (Hayat)
    Konu Sahibi ÇağanCan Forum Serbest Bölge
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 07.Eylül.2014, 12:51
  5. Ruznamemden seçmeler
    Konu Sahibi ÇağanCan Forum Serbest Bölge
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 29.Ağustos.2014, 22:20

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  
gaziantep escort bayan gaziantep escort sesli sohbet seks hikaye onwin venüsbet giriş tipobet365 sahabet karabük escort ordu escort kars escort kocaeli escort izmit escort edirne escort ısparta escort karabük escort manisa escort adana escort
ankara escort ankara escort ankara escort bayan escort ankara çankaya escort kızılay escort kızılay escort ankara eskort ankara escort çankaya escort ankara otele gelen escort kayseri escort istanbul escort avrupa yakası escort çapa escort şirinevler escort avcılar escort beylikdüzü escort