kayseri escort ankara escort izmir escort antalya escort bursa escort istanbul escort

Etiketlenen üyelerin listesi

Sayfa 12 Toplam 14 Sayfadan BirinciBirinci ... 234567891011121314 SonuncuSonuncu
Toplam 134 adet sonuctan sayfa basi 111 ile 120 arasi kadar sonuc gösteriliyor
  1. #111
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    EŞEK GİTTİ HİKAYESİ (MESNEVİDEN HİKAYELER, SEÇME ÖYKÜLER) (HİKAYELERDEN SEÇMELER)

    Köylünün biri, öküzünü ahıra bağlamıştı. Aslan gelip öküzü yedi,yerine geçip oturdu. Köylü geceleyin ahıra gidip köşeye, bucağa el atarak öküzü aramaya koyuldu. Elini aslana sürmekte, sırtını yağrısını yukarı aşağı okşamaktaydı. Aslan “ aydınlık olaydı ödü patlar, yüreği kan kesilirdi. Fakat şimdi pervasızca beni okşuyor, kaşıyor. Çünkü gece vakti beni öküz sanıyor demekteydi.

    Hak da “Ey mağrur kör, Tur dağı benim adımdan paramparça olmadı mı? Eğer biz kitabımızı dağa indirseydik dağ parçalanır, yerinden kopar, başka bir yere göçerdi. Eğer Uhud Dağı beni anlasaydı o dağdan ırmak, ırmak kan akardı. ” Deyip duruyor. Sen bu adı babandan,anandan işittin de onun için bu ada gafilce yapıştın. Bu sırrı taklitsiz anlasan Allah lütfüyle nişansız bir hale gelir, hatife benzersin. Tehdit için söyleyeceğimiz şu hikayeyi duy da taklidin zararını bil!

    Bir sofi yoldan gelip bir tekkeye misafir oldu. Eşeğini götürüp ahıra çekti. Eliyle sucağınızı, yemceğinizini verdi. Bundan önce söylediğimiz hikayedeki gibi yapmadı. İhtiyatlı davrandı, fakat kaza gelince ihtiyatın ne faydası olur? Sofiler, yok, yoksul kişilerdi. Yoksulluk, az kala helak edici bir küfür ola yazdı.

    Ey zengin, sen toksun, sakın o dertli yoksulun aykırı hareketine gülme! O sofiler, acizlikten umumiyetle birleşip merkebi satmaya karar verdiler. Zarurette murdar da mubahtır. Nice kötü şeyler vardır ki zarurette iyi ve doğru olur. Hemencecik o eşekceğizi sattılar, yiyecek aldılar. Mumlar yaktılar. Tekkeye, bu gece yemek var diye bir velveledir düştü. “ Bu sabır niceye dek, bu üç günlük oruç ne vakte kadar, bu zembil taşıyıp dilenme ne zamana sürüp gidecek? Biz de halktanız, bizim de canımız var. Bu gece devlete erdik, konuk geldi” dediler.

    Hakikatte can olmayanı can sandıkları için batıl tohum ektiler. O konuk da uzak yoldan gelmiş, yorulmuştu. O iltifatı, Sofilerin kendisini birer, birer ağırladığını, güzel bir surette izzet ve ikram tavlasını oynamakta bulunduklarını,Kendisine olan meyil ve muhabbetlerini görünce “ Bu gece eğlenmeyeyim de ne vakit eğleneyim?” dedi.

    Yemek yediler semaa başladılar. Tekke, tavanına kadar toza dumana boğuldu. Bir taraftan mutfaktan çıkan duman, bir taraftan o ayak vurmadan çıkan toz,bir taraftan sofilerin iştiyak ve vecitle canlarıyla oynamaları ortalığı birbirine katmıştı. Gah el çırparak ayak vuruyorlar,gah secde ederek yeri süpürüyorlardı. Dünyada tamahsız sofi az bulunur. O sebepten sofi hayli hor, hakirdir.

    Ancak Allah nuruyla doyan ve dilenme zilletinden kurtulmuş olan sofi, bundan müstesnadır. Fakat sofilerin binde biri bu çeşit sofilerdendir. Öbürleri de onun sayesinde yaşarlar. Sema, baştan sona doğru varınca çalgıcı bir Yörük semai usulünce taganniye başladı. “ Eşek gitti, eşek gitti”demeye koyuldu. Bu hararetli usule hepsi uyup, Bu şevkle seher çağına kadar ayak vurup el çırparak “Ey oğul, eşek gitti, eşek gitti” dediler.

    O, konuk olan sofi de onları taklit ederek “Eşek gitti” diye bağırmaya başlamıştı. O aysuişret, o sema ve safa çağı geçip sabah olunca hepsi vedalaşıp gitti. Tekke boşaldı,sofi kaldı. Eşyasının tozunu silkmeye başladı. Nesi var, nesi yoksa hücreden dışarı çıkardı. Eşeğe yükleyip yola çıkmaya niyetlendi.

    Alelacele yoldaşlarına yetişip ulaşmak üzere eşeği getirmek için ahıra gitti, fakat eşeğini bulamadı. “ hizmetçi suya götürmüştür. Çünkü dün gece az su içmişti. ” Dedi. Hizmetçi gelince sofi, “Eşek nerede?” dedi. Hizmetçi “ sakalını yokla!” diye cevap verdi, kavga başladı. Sofi “Ben eşeği sana vermiştim onu sana ısmarlamıştım.

    Yolu yordamlı konuş, delil getirmeye kalkışma. Sana ısmarladığım eşeğimi getir. Sana verdiğimi senden isterim. Onu iade et. Peygamber dedi ki. “Elinle aldığını geri vermek gerek” Serkeşlik eder de buna razı olmazsan mahkeme işte şuracıkta, kalk gidelim” dedi. Hizmetçi “ Sofilerin hepsi hücum etti, ben mağlup oldum, yarı canlı bir hale düştüm. Sen bir ciğer parçasını kedilerin arasına atıyorsun, sonra da onu aramaya kalkışıyorsun.

    Yüz açın önüne bir parçacık ekmek atıyor, yüz köpeğin arasına zavallı bir kediyi bırakıyorsun!” dedi. Sofi dedi ki: “ Tutalım senden zulmeden aldılar ve benim gibi yoksul birisinin kanına girdiler. Ya niçin bana gelip de söylemiyor, biçare, eşeğini götürüyorlar, demiyorsun? Eğer söyleseydin eşeği kim aldıysa ondan alırdım, yahut da parasını aralarında paylaşırlar, o paraya razı olurdum.

    Onlar o vakit buradaydılar. Yüz türlü çare bulunurdu. Halbuki şimdi her birisi bir tarafa gitti! Kimi tutayım? Kime gideyim? Bu işi başıma sen açtın, seni kadıya götüreyim de gör! Niçin gelip de “ Ey garip, böyle bir korkunç zulme uğradın” diye haber vermedin”

    Hizmetçi “ Vallahi kaç kere geldim, sana bu işleri anlatmak istedim. Fakat sen de “ oğul, eşek gitti” deyip duruyordun. Hatta bu nağmeyi hepsinden daha zevkli söylemekteydin. Ben de “ o da biliyor, bu işe razı, arif bir adam” deyip geri döndüm” dedi.

    Sofi “Onların hepsi hoş, hoş söylüyorlardı, ben de onların sözünden zevke geldim. Onları taklit ettim, bu taklit beni ele verdi. O taklide iki yüz kere lanet olsun! Hele böyle ekmek için yüzsuyu döken saçma adamları taklide! Onların zevki bana da aksediyor, bu akis yüzünden gönlüm zevkleniyordu” dedi.

    Dostlardan gele akis, sen denizden muhtaç olmaksızın su almaya iktidar kesbedinceye kadar hoştur. İlkönce gelen aksi taklit bil. Sonradan birbiri üstüne ve biteviye gelirse anla ki hakikidir. Hakiki akse erişinceye kadar dostlardan ayrılma. Sedefi terk etme, o katra daha inci olmadı ki. Gözün, akın ve kulağın saf olmasını istiyorsan o tamah perdelerini yırt.

    Çünkü sofiyi yoldan çıkaran tamahtır. Yoldan çıkarır da sofinin hali tebah olur, ziyan içinde kalır. Yemeğe, zevk ve semaa tamah ediş, hakikate akıl erdirmesine mani olur. Ayna bir şeye tamah etseydi bizim gibi münafık olur, her şeyi olduğu gibi göstermezdi. Terazinin mala tamahı olsaydı tarttığını nasıl doğru tartardı?

    Her peygamber, kavmine açıkça “ Ben sizden peygamberlik için ücret istemiyorum. Ben delilim müşteriniz Allah’tır. Allah, benim tellallığımı iki baştan da verdi. Benim ücretim dosta kavuşmaktır. Ebubekir kırk bin dinar verdi ama. Onun kırk bini benim ücretim değil ki. Hiç boncuk, Aden incisine benzer mi?” demiştir. Bir hikaye söyleyeyim, can kulağıyla dinle de tamah, adamın kulağına nasıl perde oluyor, anla! Kimde tamah varsa dili tutuk bir hale gelir. Nasıl olur da tamahla göz ve gönül aydınlanır, buna imkan var mı? Tamahkar adamın gözünün önünde makam ve altın hayali, gözdeki kıl gibidir.

    Fakat Hak’la dolu olan sarhoş bundan müstesna. Ona hazineler de versen yine hürdür. Sevgiliye kavuşma devletine eren kişinin gözünde bu dünya murdar bir şeyden ibarettir. Fakat bu sarhoşluktan uzak olan sofi, nihayet hırs yüzünden nursuz, pirsiz bir hale gelir. Hırsa düşkün olan, yüzlerce hikaye dinler de haris kulağına girmez.
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  2. #112
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    EŞEK TİLKİ VE ASLAN HİKAYESİ (MESNEVİDEN HİKAYELER, SEÇME ÖYKÜLER) (HİKAYELERDEN SEÇMELER)

    Bir çiftçinin bir eşeği vardı. Beli yaralı, karnı bomboş, tamamı ile arık bir halde idi. Gündüzün, ta gecelere kadar otsuz kayalıklarda gıdasız, koruyucusuz aç biilaç dolaşır dururdu. Oralarda içecek sudan başka bir şey yoktu. Eşek gece gündüz yas matem içindeydi. Oralarda bir kamışlık, bir orman vardı. Orada işi gücü avlanmak olan bir aslan vardı.
    Aslan bir erkek fille savaşmış, yorulup hastalanmış, avdan kalmıştı. O zayıflıkla bir müddet avlanamadı. Öbür canavarlarda kuşluk yemeği yiyemez oldular. Çünkü aslandan artan artıkları onlar yerlerdi. Aslan hastalanınca onlarda dara düştüler.

    Aslan, bir tilkiye var git, benim için bir eşek avla. Çayırlıkta bir eşek bulursan ona maval oku, kandırıp buraya getir. Eşeğin etini yer, kuvvetlenirsem ondan sonra başka bir av tutabilirim. Birazcığını ben yiyeyim, geri kalanını siz yersiniz. Ben de bu suretle sizin gıdalanmanıza sebep olayım. Benim için ya bir eşek ara, ya bir öküz. Ne bulursan ona o bildiğin afsunlardan oku. Onu afsunlarla güzel sözlerle aldat, buraya çek, getir diye emir verdi.

    Kutup aslandır,işi de avlanmaktır. Bu halkın arta kalanları, onun artıklarını yerler. Kudretin yettikçe kutbun rızasına çalış da o kuvvetlensin, vahşi hayvanları avlasın.

    Onun halk gibi kuvvetsiz kalması caiz mi? Bütün boğazlara giren rızk aklın elinden verilir. Çünkü halkın bulabildiği şey, ancak onun artığıdır. Senden av isterse bunu gözet. O, akıl gibidir. Halksa bedendeki uzunlara benzer. Bedenin tedbiri, akla bağlıdır. Kutbun zayıflaması, ten cihetinden olur, ruh cihetinden değil. Gemi zayıflar, Nuh zayıflamaz. Kutup, o kimsedir ki kendi etrafında döner dolaşır. Göklerse onun etrafında döner.

    Gemisini tamir hususunda ona yardım et. Ona has bir kul, tam bir köle olduysan buna çalış. Ona yardım edersen yardım sana yarar, ona değil. Allah “Allah’a yardım ederseniz yardıma nail olursunuz” buyurdu.

    Tilki gibi av avla da ona feda et. Bu suretle o verdiğin avın binlerce mislini karşılık olarak al. Müridin avlanması tilkicesine olur. İnatçı sırtlan ölü hayvan avlar. Onun önüne ölüyü getirirsen o ölü dirilir. Bostana dökülen gübre, mahsulü geliştirir.

    Tilki aslana emriniz baş üstüne. Hileler düzeyim, aklını başından alayım, istediğin gibi hizmette bulunayım. Hile ve afsun benim işimdir. İşim gücüm, masal söylemeden, halkı yoldan çıkarmadan ibarettir dedi.

    Dağ başından dereye doğru koşmaya başladı. Derken o yoksul ve zayıf eşeği buldu. Candan bir selam verip yanına gitti, o saf yoksulun yanına vardı.

    Dedi ki: bu kuru ovada ne alemdesin? Bu çorak kayalıklarda ne yapıyorsun? Eşek dedi ki: İster gamda olayım, ister cennette. Kısmetimi Allah veriyor ona şükretmedeyim. Dosta hayır zamanında da şükrederim, şer zamanında da. Çünkü kaza ve kaderde beterin beteri var. Mademki rızkı taksim eden o, şikayet küfürdür. Sabrı gerektir. Sabır genişliğe ulaşmanın anahtarıdır.

    Allah’tan başka herkes düşmandır, dost odur. Şu halde dosttan düşmana şikayet etmek iyi bir şey mi? Bana ayran verirse bal istemem. Çünkü her nimetin bir gamı vardır.

    Bir saka vardı. Onun da bir eşeği vardı. Mihnetten çember gibi iki büklüm olmuştu. Sırtında ağır yükten açılmış yüzlerce yara vardı. Ölüm gününe adete aşıktı. Ölümünü arayıp duruyordu. Arpa nerede? Kuru otu bile bulamıyor, onunla bile karnını doyuramıyordu. Bir yandan sırtında yara vardı, bir yandan da sahibi demir bit şişle onu nodullayıp duruyordu.

    İmrahor, onu görüp acıdı. Eşeğin sahibi ile dostluğu vardı. Ona selam verdi, bu eşek neden böyle dal gibi iki kat olmuş diye sordu.

    Adam, benim yoksulluğumdan, benim taksiratımdan. Bu ağzı dili bağlı mahluk saman bulamıyor dedi.

    İmparator dedi ki: Sen, birkaç onu bana ver de padişahın ahırında kuvvetlensin. Adam, eşeği o merhametli kişiye verdi. O da onu padişahın ahırına bağladı. Eşek, her yanda tavlı, semiz, güzel Arap atlarını gördü. Ayak bastıkları yerler süpürülmüş, sulanmıştı. Saman da tam vaktinde geliyordu, arpa da tam vaktinde.

    Atların tımarını da görünce başını göğe kaldırdı dedi ki: Ey ulu Allah, tutalım eşeğim, senin mahlukun değil miyim? Neden böyle perişanım, neden sırtım yaralı, neden zayıfım? Geceleri arkamın acısından, karnımın acılığından her an ölümümü istiyorum. Bu atların halleri böyle mükemmel. Peki neden azap ve bela yalnız bana mahsus?

    Derken ansızın savaş koptu Arap atlarına eğerleri vurup savaşa sürdüler. Onlar, düşmandan oklar yediler. Her yanlarına temrenler sapladı. Savaştan geri dönüp hepsi de perişan bir halde ahıra düştüler. Ayakları sağlam iplerle mükemmel bağlandı. Nalbantlar sıra sıra dizildi. Hançerlerle bedenlerini yarıyor, yaralardan temrenleri çıkarıyorlardı.

    Eşek bunları görünce dedi ki: Yarabbi ben yoksullukla süregeldim şu afiyete razıyım. O gıdadan da bizarım, o çirkin yaradan da. Afiyet dileyen dünyayı terk eder.

    Tilki dedi ki: Allah emrine uyup helal rızk aramak farzdır. Bu alem sebepler alemidir. Sebepsiz hiçbir şey elde edilmez, şu halde mutlaka dilemek lazımdır. Allah “Allah’ın ihsanını dileyin” diye emretti. Kaplan gibi kaçmak caiz değildir. peygamber rızk için “Kapısı bağlıdır kapısında da kilit var” buyurmuştur. O kilidin anahtarı bizim hareketimiz, gelip gitmemiz ve kazancımızdır. Bu kapının anahtarsız açılmasına yol yok. İstemeden ekmek vermek Allah’ın adeti değil.

    Eşek o senin dediğin Allah’a dayanmanın zayıflığından. Yoksa can veren ekmek de verir. Padişahlık ve zafer isteyen kişiye ekmek lokması az gelmez oğlum. Tuzak kurup av avlayanlarla yırtıcı canavarların hepsi rızk yemede. Bunlar ne kazanç peşinde dolaşırlar, ne de rızk kazanmaya çalışırlar. Rızk verici Allah, herkese kısmetini vermededir. Herkesin kısmetini, önüne koymadadır.

    Kim sabrederse rızkı gelir yetişir. Çalışıp çabalama zahmetine düşmen senin sabırsızlığındandır. Dedi.

    Tilki dedi ki: Allah’a dayanma, nadir bulunur. Bu dayanmada mahir olanlar, pek az kimselerdir. Nadir şeyin etrafında dönüp dolaşmak, bilgisizlikten ileri gelir. Herkes nereden padişahlığa yol bulacak? Peygamber kanaate hazine demiştir. Gizli hazineyi herkes elde edebilir mi?haddini bil de yukarılarda uçma. Uçma da kötülük çukuruna düşme!

    Eşek bunu ters söylüyorsun dedi, bil ki kötülük, insana tamahtan gelir. Kanaatten hiç kimse ölmedi, hırsla da hiç kimse padişah olmadı. Allah, ekmeği domuzlarla köpeklerden bile esirgemiyor. Şu bulut ve yağmur, insanların kazancı değil ya. Sen nasıl rızka düşkün bir aşıksan rızk da rızk yiyene öyle düşkün bir aşıktır.

    Bir zahit, Mustafa’dan “Herkesin rızkı Allah’tan gelir. Dilesen de dilemesen de rızkın, senin aşkınla koşa koşa gelir, sana ulaşır” sözünü duymuş. Denemek için sahralara düştü, bir dağın dibine vardı, yatıp uyudu. Bakalım diyordu rızkım gelecek mi? Şunu bir göreyim de bu husustaki inancım kuvvetlensin.

    Bir kervan yolunu kaybetti. Süre süre o adamın bulunduğu yere kadar geldi. Kervan halkı onu uyumuş görünce, birisi bu adam neden böyle çölde yoldan ve şehirden uzak bir yerde çıplak bir halde yatıyor? Hiçbir kurttan, hiçbir düşmandan korkmuyor. Ölü mü acaba, yoksa diri mi? Dedi.

    Kervan halkı gelip onu yakaladılar. O ulu er hiçbir şey söylemedi. Ne vücudunu oynattı, ne başını. Ne de gözünü açtı. Bunun üzerine bu zavallı zayıf, açlıktan ölüm haline gelmiş dediler. Ekmek ve bir kap içinde yemek getirdiler. Boğazına dökmek istediler.

    Zahit rızkın insana çaresiz yetişip geleceği hakkındaki sözü iyice anlamak için inadına dişlerini sıktı. Kervan halkı acıdılar. Bu zavallı, tamamı ile bitmiş, açlıktan ölüm haline gelmiş dediler. Koşup bıçak getirdiler, ağzına dayayıp dişlerini zorla açtılar. Ağzına çorba döktüler ekmek parçaları tıktılar.

    Adam dedi ki: Gönül susuyorsun ama sırrı biliyorsun da kendini naza çekiyorsun. Gönlü cevap verdi. Biliyorum ki canıma da rızk veren Allah’tır, tenime de. Bunu da mahsustan yapıyorum. Bundan fazla sınama, deneme olur mu? Rızk sabredenlere ne güzel yetişiyor bak.

    Tilki dedi ki: Bu hikayeleri bırak da az bile olsa elini kazanca at. Allah sana el vermiştir, bir iş yap. Kazan da bir dosta da yardımda bulun. Herkes bir kazanca yürümüş, başka dostlarına da, yardım ediyor.

    Bütün kazancı bir kişi elde edemez. Bir kişi hem dülger, hem saka, hem terazi olamaz ya. Alemin kararı böyledir. Herkes yoksulluğundan bir işe sarılmıştır. Ortada bedava yemek şart değildir. sünnet olan yol, iş işlemek ve bir şey kazanmaktır.

    Eşek dedi ki: Ben Allah’a dayanmadan daha iyi bir kâr bilmiyorum. İki alemde de en iyi kazanç budur. Ona şükretme kazancının eşini göremiyorum. Allah’a şükür rızkı artırır. Aralarında bahis uzadı. Nihayet sualden de kaldılar, cevaptan da.

    Tilki, bundan sonra ona “Nefislerinizi, ellerinizle tehlikeye atmayın” emrini söyledi. Kuru ve kayalık bir sahrada sabretmek ahmaklıktır. Allah’ın alemi geniş. Buradan çayırlığa göç. Oradan ırmak kenarında yeşil otlat otla. Cennet gibi yemyeşil bir çayırlık. Orada yeşillikler bitmiş, ta bele kadar büyümüş. Ne mutlu o hayvana ki oraya varır. Deve bile o yeşillikte kaybolur.

    Orada her yanda bir kaynak akmada. Orada hayvanlar amana kavuşmuş, hepsi rahattaydı. eşek eşekliğinden “A melun sen oradasın da neden böyle zayıfsın? Nerede neşen, semizliğin, nerede nurun, ferin? Neden bu sıkıntılara düşmüş bedenin böyle zayıf? Bu aç gözlülük, bu görmezlik, senin yoksuzluğundandır, beylerbeyi olduğundan değil. Madem kaynaktan geldin neden kurusun? Madem misk ceylanısın nerede sende misk kokusu? Söylediğin anlattığın şeylerden neden sende bir nişane yok ey yüce kişi? Diyemedi.

    Birisi deveye “Ey izi kutlu, nereden geliyorsun? Dedi. Deve dedi ki: Senin civarında bulunan sıcacık hamamdan. Adam evet dedi, zaten dizinden belli.

    İnatçı Firavun, Musa’nın ejderhasını görünce mühlet istedi, yumuşaklık gösterdi. Akıllılar dediler ki: Bu daha fazla sertleşmeliydi hani ya Allah idi. Mucize ister ejderha olsun, ister yılan. Onun Allahlık kibri, Allahlık hışmı ne oldu? Oturunca “Ben yüce Allah’ım “diyordu. Bir kurtcağız için bu yaltaklanma neden?

    Senin nefsin mezeyle, hurma şarabı ile sarhoşsa bil ki ***b salkımını görmemiştir. Çünkü o nuru görenlerde alâmetler vardır. Onlar bu gurur yüzünden uzaklaşırlar. Acı suyun etrafında dönüp dolaşan kuş tatlı suyu görmemiştir. Onun imanı da taklitten ibarettir. Canı, iman yüzünü görmemiştir. Mukallide yoldan da büyük bir tehlike vardır, yol kesen taşlanmış bir Şeytandan da.

    Fakat hak nurunu görünce emin olur. Ondaki şüphe ıstırapları yatışır. Denizin köpüğü, aslı olan toprağa gelmedikçe çalkalanıp durur. O köpük toprağa aittir, deniz de gariptir. Gariplikte de ıstırap çekmesinden başka bir çaresi yoktur.

    Bir adamın gözü açıldı da o nakşı okudu mu artık şeytan bir daha ona el atamaz. Eşek tilkiye sırlar söyledi ama serserice söyledi mukallitçe söyledi. Suyu övdü, fakat iştiyakı yoktu. Yüzünü elbisesini yırttı, fakat aşık değildi.

    Münafıkın özrü kabul edilmez. Çünkü o özür, dudağındadır, kalbinde değil. Elma kokusuna sahiptir ama elmaya değil. O koku onda ancak zarar vermek için vardır. Bütün kadınlar, savaşta saf (bilgi yelpazesi. net) yarmazlar, feryat ve figan ederler. Onu saf içinde aslan gibi görürsün, eline kılıcını almıştır ama eli titrer durur. Vay aklı dişi, kötü ve çirkin nefsi erkek ve atılmaya hazır olana. Nihayet onun aklı alt olur. Ziyandan başka bir yere göçemez. Ne mutlu aklı erkek olana, çirkin nefsi dişi ve aciz bulunana!

    Cüz-i aklı, erkek ve üst olursa dişi nefsini aklı alt eder. Görünüşte dişinin saldırması da kuvvetlidir ama onun ziyanı, o eşek gibi eşekliğindendir. Kadında hayvan sıfatı üstündür. Çünkü kadının renge kokuya meyli vardır.

    O eşekte çayırlığın rengini kokusunu duyunca elindeki bütün deliller kaçıp gitti. Yağmura muhtaç bir susuz haline geldi, bulut yoktu. Öküz açlığına uğradı, sabrı yoktu. Babam, sabır demir kalkandır. Allah, kalkana “Zafer geldi çattı” yazısını yazmıştır.

    Mukallit söz arasında yüzlerce delil getirir. Fakat onları kıyas bakımından söyler, açık bir tarzda değil. Misklere bulanmıştır ama misk değildir. kendisinde misk kokusu vardır ama pis bir şeydir ancak.

    Ey mürit, pislik misk haline gelinceye kadar yıllarca o bahçede otlamak gerek. Evet, arpa yememeli eşekler gibi. Ceylancasına Huten ülkesinde erguvan otlamak gerek. Karanfillerden, yaseminden, gülden başka bir şey otlama. O ceylanlarla Huten sahrasına yürü. Mideni o reyhanlara, güllere alıştır da peygamberlerin hikmet ve gıdasını bul. Mideni şu ottan arpadan vazgeçir; reyhan ve gül yemeye başla.

    Ten midesi insanı samanlığa çeker. Gönül midesi reyhanlığa. Ot ve arpa yiyen kurban olur. Allah nuru ile gıdalanan Kur’an olur. Senin yarın pisliktir,yarın misk. Kendine gel de pisliği değil, Çin miskini arttır.

    O mukallitte yüzlerce delil, yüzlerce söz vardır. Ama dile getirince görürsün ki onlarda can yok. Söyleyende can ve fer olmazsa sözünde yaprak ve meyve nereden olacak? Öyle söz, tesir eder mi hiç?

    Küstahçasına insanları yola sokar ama kendisi saman çöpünden fazla titrer. Sözü pek parlaktır, fakat sözünde de bir titreyiş gizlidir.

    Nura ulaşmış şeyh, insana yol bildirir, sözünü nurla yoldaş eder. Çalış çabala da sarhoş ol, nura ulaş, sözünden Allah nuru aksın. Pekmez içinde ne kaynatılırsa pekmez lezzetini alır. Havuç, elma, ayva ve ceviz, pekmez de kaynatılsa hepsinden de pekmez lezzeti alırsın. Bilgi de nura karışırsa inatçı ve kötü kişiler bile bilginden nur bulurlar. Ne söylersen o da nur olur. Çünkü gökten sudan başka bir şey yağmaz. Gök ol, bulut ol, yağmur yağdır. Oluk da yağmur yağdırır ama faydası yok.

    Oluktaki su iğretidir, halbuki bulutta ve deniz de yaratılıştan vardır. Düşünce oluğa benzer. Vahiy ve keşif, bulut ve denizdir. Yağmur suyu, bahçeyi yüz türlü renklerle bezer. Halbuki oluk, komşuları birbirine düşürür, kavga çıkarır.

    Eşek, tilkiyle iki üç kere bahiste bulundu. Fakat mukallitti, tilkinin hilesine kapıldı. Görgü ve anlayışı olmadığından tilkinin hilesi onu kandırdı. Yemek hırsı onu öyle bir alçalttı ki beş yüz delili olmakla beraber tilkiye zebun oldu.

    Bir oğlancı evine bir oğlan götürdü. Onu baş aşağı edip düzmeye koyuldu. Bu sırada o melun çocuğun belinde bir hançer gördü. Dedi ki: Belindeki ne? Oğlan, kötü düşünceli biri hakkımda kötü düşünceye kapılırsa bununla karnını deşeceğim diye cevap verdi.

    Oğlancı, Allah’a hamdolsun dedi, iiyi ki ben sana bir hile yapıp kötü bir düşünceye kapılmadım.

    Sen de adamlık olmadıktan sonra hançerlerin ne faydası var? Yürek olmadıktan sonra bunda ne fayda var ki? Tutalım ki Ali’den Zülfikar’ı miras aldın, Allah aslanındaki kol, sende de varsa göster. Mesih’ten bir nefes bellediğini farz edelim, İsa’nın dudağı, dişi nerede ki a çirkin adam?

    Kazanmak bir şeyler elde etmek için diyelim ki bir gemi yaptın, Nuh gibi bir gemi kaptanı hani. Tutalım ki İbrahim gibi put kırıyorsun, beden putunu onun gibi ateş içine atış nerede? Delilin varsa meydana çıkar da tahta kılıcı bile o delillerle Zülfikar haline getir.

    Bir delil seni amelden alıyorsa o Allah’ın gazabıdır. Yolda korkanları kuvvetli bir hale getirdin ama sen hepsinden fazla korkmada, hepsinden ziyade tirtir titremedesin. Herkese Allah’a dayanma dersi veriyorsun ama hırsından havadaki sivrisineğin damarını sormadasın.

    A oğlan, askerin önünde gidiyorsun ama bıyığının yalancılığına aletin tanıklık vermede. Gönül, namertlikle dolu olduktan sonra sakalınla, bıyığına, ancak gülünür. Yağmur gibi gözyaşları dökerek tövbe et de bıyık ve sakalını, alay mevzuu olmadan kurtar.

    Erlik ilacını kullan da hamel burcundaki kızgın güneşe dön. Mideyi bırak, gönül tarafına salın. Salın da Allah’tan sana perdesiz bir selam gelsin. Kendine çeki düzen verecek bir iki adım at da aşk, kulağını tutup seni çeksin.

    Tilki hilede ayak diredi. Eşeğin sakalını tutup çekti. Nerede o tekkenin ilahicisi ki hararetle defe vurup “Eşek gitti eşek gitti” desin. Bir tavşan bile aslanı kuyuya sürüklerse bir tilki, eşeği çayırlığa nasıl sürüklemez? Kulağını tıka da o ihsan ve lütuf sahibi velinin afsunundan başka bir afsun okuma. Onun afsunu helvadan da tatlıdır. Hatta öyle bir erdir ki ayağının bastığı toprak, yüzlerce helvaya değer. Şarapla dolu koca küpler, onun dudaklarındaki şaraptan mayalanmıştır. Ondan uzakta kalan can, lal dudaklardaki şarabı görmediği için şaraba aşıktır. Kör kuş, tatlı suyu görmemiş, kara ve acı suyun etrafında dönüp dolaşmasın.

    Can Musası, gönlü Sina haline getirir, kör dudu kuşlarının gözlerini açar. Can şirininin Hüsrev’i nöbet tutmuştur. Şehirde şeker ucuzlamıştır. ***b Yusufları ordularını çekmede, şeker denklerini getirmede. Mısır’dan gelen develerin yüzü bizim tarafa yönelmiş, ey dudu kuşları, şenlik seslerini duyun. Şehrimiz yarın şekerle dolacak. Şeker zaten ucuz ama daha da ucuzlayacak.

    Ey tatlı sevenler, şekerlere bulanın, sofrası olanların körlüklerine rağmen dudu gibi şekerlere bakın. Şeker kamışını dövün iş ancak bundan ibaret. Canlar feda edin, işte sevgili. Şimdi şehrimizde bir tek ekşi suratlı bile kalmadı. Çünkü Şirin Hüsrev’leri tahta çıkardı.

    Ya hey! Şarap üstüne şarap, meze üstüne meze. Artık minareye çık da sala ver. Taş ve mermer, lal ve altın haline geliyor. Güneş gökyüzünde elceğizlerini çırpmada. Zerreler aşılar gibi birbirleriyle oynaşmada.

    Kaynaklar yeşilliklerden, çayırlık, çimenliklerden mahmurlaştı. Gül, dallar üstüne çicekler açıyor. Devlet gözü tam bir büyü yapmada; ruh Mansur oldu Enel Hak diye bağırmada.

    Tilki bir eşeği baştan çıkarırsa bırak çıkarsın. Sen eşek olma da gam yeme.

    Birisi kaçıp bir eve sığındı. Korkudan benzi uçmuş, sapsarı kesilmiş dudakları gövermişti. Ev sahibi peki dedi, A amcasını canı, eşekleri titremede. Ne oldu neden kaçtın? Neden böyle benzin attı? Adam dedi ki: Zalim padişahı eğlendirmek için bugün sokakta ne kadar eşek varsa yakalıyorlar. Ev sahibi, peki dedi. A amcasının canı, eşekleri yakalıyorlar. Sen eşek değilsin ya, bundan ne tasan var senin?

    Adam dedi ki: Bu işe öyle bir girişmişler, öyle kızışmışlar ki beni bile eşek diye yakalarlarsa şaşılmaz. Eşek yakalamaya el atmışlar hiçbir şey fark etmiyor artık. Bir şeyi fark etmeyen kişiler başımıza geçerlerse eşeğin sahibini de eşek diye götürürler mi, götürürler.

    Fakat bizim şehrimizin padişahı abes iş yapmaz. Onun temyiz hassası vardır. O her şeyi duyar, her şeyi görür. Adam ol da eşek tutanlardan korkma. Ey zamanenin İsa’sı, eşek değilsen ürkme.

    Dördüncü kat gök, senin nurunla dolu. Haşa senin durağın ahır değil. Sen, bir iş için ahırdasın ama gökyüzünden de yücesin sen, yıldızlardan da. İmrahor başkadır eşek başka. Her ahıra giden eşek değildir. Neden böyle eşeğin kuyruğuna yapıştık, ardına düştük? Gül bahçesinden güllerden bahset. Narı, turuncu elma dalını söyle. Şarabı ve sayısız güzelleri anlat. Yahut dalgası inci olan, inci söyleyen, gören denizi, yahut gül devşiren, yumurtaları altından, gümüşten olan kuşları söyle.

    Yahut ceylanları besleyen, hem sırt üstü, hem yüzükoyun uçan doğan kuşlarından bahset. Alemde gizli merdiven vardır, basamak basamak ta göğe kadar. Her bulutun başka bir merdiveni vardır, her gidişin başka bir göğü. Her biri öbürünün halinden bihaberdir. Geniş bir ülkedir, ne başı var, ne sonu.

    Bu, o neden böyle hoş diye şaşmaktadır; o, bu neden böyle şaşıyor diye hayrette. Yeryüzü sahası geniştir. Orada her ağaç, yerden baş vermiş, boy atmıştır. Ağaçlardaki yapraklarla dallar, ne de güzel ülke ne de geniş saha diye şükrederler.

    Bülbüller, yediğin şeyden bize de ver diye kıvrım kıvrım çiçeklerin çevrelerinde uçuşur, ötüşürler. Bu sözün sonu yoktur. Sen yine o tilkinin aslanın, o illetin ve açlığın hikayesine dön!

    Tilki eşeği alıp çayırlığa götürdü. Aslan, ona saldırıp paramparça edecekti. Eşek aslandan uzaktı. Eşeği görünce hırsından yaklaşmasına sabredemedi. Birden korkunç bir surette kükredi. Fakat kımıldayacak kuvveti yoktu zaten.

    Eşek, uzaktan bunu görünce dönüp nalları kaldırdı, ta dağın eteğine kadar kaçtı. Tilki dedi ki: A padişahım kavga zamanında neden sabretmedin? O sapık, sana yaklaşsaydı hafif bir saldırışta ona üstün gelirdin. Acele, Şeytanın hilesidir; sabır ve tedbir Allah’ın lütfu. O uzaktaydı hamleni görüp kaçtı. Zayıflığını anladı, yüzünün suyunu döktü. Aslan kuvvetim yerinde sandın dedi, bu derece halsiz olduğumu zannetmiyordum. Fakat açlık ve ihtiyacım hadden aştı. Açlıktan sabrım da kayboldu aklım da. Elinden gelirse bir kere daha onu baştan çıkar, buraya getir. Düzenlerle onu buraya getirmeye çalış. Sana pek minnettar olurum.

    Tilki evet dedi, Allah yardım eder de körlükle gözünü bağlar, çektiği korkuyu unutursa ne ala. Bu da, onun eşekliğinden uzak değildir. fakat onu yine kandırırda buraya getirirsem yine acele edip emeğimi yele verme.

    Aslan dedi ki: Evet sınadım anladım ki pek halsizim bedenimde fer kalmamış. Eşek tamamı ile bana yaklaşmadıkça yerimden bile kımıldamam. Kendimi öyle uyur gösteririm.

    Tilki yola düştü. “Aman padişahım sen bir himmet et de aklını bir gaflet bürüsün. Eşek her kötü kişiye kanmamak için Allah’a tövbeler etmiştir. Onun tövbelerini hilelerimle bozayım. Biz aklın ve aydın ahdın düşmanıyız. Eşek başı çocuklarımızın topudur, eşek fikri elimizin oyuncağı" diyordu.

    Zühal yıldızının devrinden meydana gelen aklın, aklı külle karşı ne değeri vardır? O akıl, Utarit’le Zuhal’den feyiz alır, bilgi sahibi olur. Bizse sıfatı lütuf ve ihsan olan Allah kereminden feyiz alır, bilgi sahibi oluruz.

    Turamızın kıvrımı, “Allah insana bilgi öğretti” ayetidir. Maksatlarımız, Allah indindeki bilgidir. O aydın güneş bizi terbiye etmiştir. O yüzden “Rabbim yücelerin yücesidir” der dururuz.

    Tilki, eşek hilemizi sınadıysa da bununla beraber bu hileye yüzlerce sınamayı unutur gider. Belki o gevşek huylu tövbesini bozar da bunun seyyiesine uğrar demekteydi.

    Ahdı, tövbeyi bozmak, sonunda insanı lanete uğratır. Cumartesi günlerinde iş işlemeye mecbur olan Yahudiler, tövbelerini bozdular da çarpılıp helak oldular. Allah o kavmi maymun şekline soktu. Çünkü inada girişip Allah ahdini bozdular.

    Bu ümmette beden çırpınması yoktur. Fakat ey akıllı fikirli adam, gönül çarpılması vardır. Bir adamın gönlü maymun gönlüne döndü mü bedeni de maymunun gönlünden aşağı olur. O eşeğin gönlü de hakikatten haberdar olsaydı, bir hünere nail olmuş bulunsaydı sureti yüzünden hor olur muydu hiç?

    Ashabı kehf’in köpeğinin huyu iyiydi, fakat sureti, köpek suretindeydi. Fakat bu suretti, ona bir noksan verdi mi? Yahudiler, halk zahiri azabı görsün diye zahiren çarpıldılar. Fakat iç aleminden bunlardan başka yüz binlercesi, tövbesini bozma yüzünden domuz ve eşek oldu.

    Tilki çabucak eşeğin yanına geldi. Eşek, senin gibi dosttan çekinmek gerek.

    A adam olmayan dedi, ben sana ne yaptım da beni ejderhanın yanına götürdün? Bana kinlenmene sebep neydi? Yaradılışındaki kötülükten başka ne sebep vardı buna a inatçı? Ona hiçbir eziyet vermediği, dokunmadığı halde gencin ayağını sokan akrep gibi hani. Yahut ta bizden kendisine bir kötülük gelmediği halde can düşmanımız olan Şeytan gibi. Şeytan tabiatı bakımından insana düşmandır. İnsanın helak oluşuna sevinir. Her an adamın peşine düşer, bir türlü bırakmaz. Huyunu, çirkin tabiatını bırakır mı hiç?

    Çünkü onun içindeki kötülük, sebep yokken onu zulme, düşmanlığa çeker. Her an, seni bir kuyuya atmak için bir otağa çağırır. Baş aşağı havuza yuvarlamak için filan yerde bir havuz var, dereler akıyor der durur. Vahye nail olan, gözü açık bulunan Adem’i bile o melun, kötülüğe, şerre düşürdü.

    Adem’in geçmişte bir suçu yoktu, ona bir zarar vermemişti, bir haksızlıkta bulunmamıştı.

    Tilki dedi ki: O bir büyü, bir tılsımdı, senin gözüne aslan göründü. Yoksa ben beden bakımından senden zayıfım, öyle olduğu halde gece gündüz orada otlamaktayım. O çeşit bir tılsım yapmasalar da her obur, doğru oraya koşardı.

    Fillerle, ejderhalarla dolu aç bir dünya durup dururken hiç tılsım olmadıkça yazı, öyle yemyeşil durur mu? Ben, öyle korkunç bir şey görürsen sakın korkma diyecektim ama, gönlüm haline yandı, o derde daldım da aklımdan çıktı. Seni köpek gibi açıkmış, perişan bir halde görünce koşa koşa gelsin diye seğirttim. Yoksa sana tılsım anlatacak, sana bir hayal görünür ama aslı yoktur diyecektim.

    Eşek dedi ki: Hadi ey düşman, çekil önümden, çekil de çirkin suratını görmeyeyim. Seni kötü talihli bir hale getiren Allah, çirkin suratını da kerih ve pek berbat bir hale soktu. Bana hangi suratla geliyorsun? Gergedanın yüzü bile bu kadar kalın derili değildir. Seni çayıra götüreyim diye apaçık canıma kastettin.

    Azrail’i gözlerimle gördüm. Sonra da yine bana düzen kurmaya, beni kandırmaya savaşıyorsun ha! Ben ister eşek olayım, ister eşeklerin kusuru. Nihayet benim de canım var. Bunu nasıl feda edebilirim? O gördüğüm amansız korkuyu çocuk görseydi derhal kocalırdı. O korkudan, o heybetten kendimi cansız, gönülsüz bir halde dağdan baş aşağı attım. O perdesiz azabı görür görmez ayağım, kakıldı kaldı. Allah’a ahdettim. Yarabbi dedim, ayağımdaki şu bağı çöz.

    Bundan böyle kimsenin vesvesesine kanmayayım ey lütuflar sahibi Allah, ey yardımcım, ahtım olsun, nezrim olsun. Allah, o anda ayağımın bağını çözdü. O dua ve sızlanma, o niyaz yüzünden ayağım çözüldü. Yoksa o erkek aslan bana yetişseydi halim ne olurdu? Aslanın pençesi altında eşek ne hale gelir? Yine o aç aslan hileyle seni bana yolladı değil mi a kötü arkadaş?

    Herkesin, kendisine muhtaç olduğu ihtiyacı bulunmayan pak Allah’ın zatına and olsun ki kötü yılan bile kötü arkadaştan yeğdir. Çünkü kötü yılan, insanın yalnız canını alır. Kötü arkadaşsa insanı cehenneme sürer, orasını adama durak eder. İnsanın, düşüp kalktığı adamla konuşa görüşe huyu ile huylanır. Gönül arkadaşının huyunu kapar. O sana gölge saldı mı mayasız olduğu için senin mayanı çalar.

    Aklın sarhoş bir ejderha bile olsa kötü arkadaş, bil ki zümrüttür. Aklının gözünü çıkarır, kör eder. Onun kınaması, seni taunun eline teslim eder.

    Tilki dedi ki: Bizim safımızda tortu yoktur. Fakat vehme gelen hayallerde, küçümsenecek şeyler değildir. ey saf ve bön adam, bütün bunlar senin vehmindir. Yoksa sana karşı hiçbir gıllügışim yok. Kötü hayaline kapılıp bana bakma. Dostlara karşı neden kötü zanda bulunuyorsun?

    Saf kardeşler hakkında iki zanda bulun. Zahiren onlardan cefa bile görsen haklarında kötü düşünceye kapılma. Bu kötü hayal, bu kötü zan, meydana çıktı mı yüz binlerce dostu birbirinden ayırır. Seni esirgeyen biri, sana cevreder, seni sınarsa hakkında kötü zanna düşmemek gerektir. Akıl karı budur.

    Hele ben hiç kötü değilim. Adim kötüye çıkmış ama aldırma. O gördüğüm aslan değildi tılsımdı. O uğradığın şey kötü bile olduysa yine dostlar, o hatayı af ederler. Vehim ve tamahla korku alemi, yolcuya pek büyük bir settir. Bu nakışlar bu hayal suretleri, dağ giiiiibi Halil’e bile zarar verdi. Cömert İbrahim bile vehim alemine düşünce “Bu benim rabbimdir” dedi. Tevil incisini delen o zat, yıldızı görünce böyle dedi işte.

    Gözleri bağlayan vehim ve hayal alemi, öyle bir dağı bile yerinden oynattı. O bile “Bu benim rabbimdir” dedi. Artık, eşeği ne hale kor, bir düşün! Dağ gibi akıllar bile vehim deniziyle hayal girdabına gark olur. Bu kötülük tufanı, dağları bile aşarken Nuh gemisine binenlerden başka kim aman bulur?

    Yakin yolunun bekçisi olan bu hayal yüzünden din ehli, tam yetmiş iki fırka oldu. Yalnız yakin eri, vehim ve hayalden kurtulur. Kaşını kılını yeni ay sanmaz. Fakat bir kimseye Ömer’in nuru dayanç olmadıkça onun eğri kaşı yolunu vurur. Yüz binlerce koskocaman gemi, vehim denizinde paramparça olmuştur. Bunların en aşağısı akıllı ve filozof Firavun’dur. Onun aya da vehim burcundan tutulup gitti. Hiç kimse orospu kadın kimdir bilmez. Bilen, o kadını iyice tanıyan da hakkında şüpheye düşmez.

    Vehmin seni şaşkın bir hale getirdiyse neden öbür vehmin etrafında dönüp dolaşırsın? Ben kendi benliğimden aciz kaldım. Sen neden benlikle dolu bir halde önümde duruyorsun? Canla başla benlikten, varlıktan kurtulmayı istiyorum ki onun güzelim savlicanına top olayım. Kim benliğinden kurtulursa bütün benlikler onun olur. Kendisine dost olmadığı için herkese dost kesilir. Nakışsız bir ayna haline gelir, değer kazanır. Çünkü bütün nakışları aksettirir.

    Eşek bir hayli çalıştı tilkiden korundu. Fakat köpek gibi acıkmıştı, açlık kendisine eş olmuştu. Hırsı üstün geldi, sabrı zayıfladı. Ekmek sevdası nice boğazları yırtmıştır.

    Kendisine hakikatler keşfedilen peygamber, onun için “Az kaldı ki yoksulluk, küfür olayazdı. ” Dedi. O, eşek açlığa tutsak olmuştu. Hileyse bile dedi tut ki öldüm. Bari bu açlık azabından kurtulurum ya. Yaşayış buysa ölüm bence daha iyi.

    Önce tövbe etmiş and içmişti ama nihayet eşekliğinden tövbesini de bozdu, andını da. Hırs, insanı kör ahmak eder, bilgisiz bir hale sokar, ölümü kolaylaştırır. Halbuki ölüm eşeklere kolay değildir. çünkü ebedi canları yoktur ki. Ebedi canı olmadığı için de kötülükte bulunan birisidir. Ecele cüreti ahmaklıktandır.

    Çalış da ebedi cana ulaş, ölüm gününde de elinde bir azık bulunsun. Kötü kişinin rızk veren Allah’a güveni yoktur. ***ptan ona rızkının cömertçe saçıldığına inanmaz. Gerçi zaman zaman ona bir açlık verdi, verdi ama Allah ihsanı, şimdiye kadar onu rızksız bırakmadı. Eğer açlık olmasaydı imtilaya tutulurdun, ondan sonra da sende daha yüzlerce illet baş gösterirdi. Açlık illeti, hem latif oluş, hem hafif bir hale geliş, hem de Allah’a yalvarıp ibadette bulunuş bakımından o illetlerden elbette daha iyidir. Açlık zahmeti, illetlerden daha iyidir; hele açlıkta yüzlerce fayda ve hüner de varken.

    Kendine gel açlık ilaçların padişahıdır. Açlığı canla başla kabul et, onu böyle hor görme. Bütün hastalıklar, açlıkla iyileşir. Bütün ilaçlar aç olmadıkça sana tesir etmez.

    Birisi küflü ekmek yiyordu. Bir adam neden bu kadar haris ve aç gözlü oldun? Diye sordu.

    Dedi ki: Sabrın sonucunda açlık, iki misli arttı mı arpa ekmeği bile bana helva gelir. Sabrettim, sabırlı oldum mu daima helva yemiş olurum. Zaten açlık herkese zebun olmaz ki. Bu açlık, hadden aşırı bir otlaktır. Açlığı, onunla güçlü kuvvetli aslan kesilsinler diye ancak Allah haslarına vermişlerdir. Açlığı, öyle her adi yoksula neden verecekler? Ot az değil ya önüne koyuverirler. Ye derler, sen ancak buna layıksın. Suda yüzen kuş değilsin sen, ekmek yiyen bir kuşsun.

    Bir şeyh, müridiyle dara düşmüştü. Şehirde ekmek vardı, bulundukları yerde kıttı. Müridin gönlünde açlık ve kıtlık korkusu, gafletinden her an artmaktaydı. Şeyh biliyordu müridin içinden geçeni anlamıştı. Ona dedi ki: Ne vakte dek bu elem bu ıstırap içinde kalacaksın? Ekmek derdinden yanıp yakılıyorsun. Adeta Allah’a dayanma gözünü kapamışsın. Sen o yüce nazeninlerden değilsin ki sana ceviz ve kuru üzüm vermesinler.

    Açlık Allah hastalarının gıdasıdır. Senin gibi ahmak yoksul, nereden ona zebun olacak? Aldırış etme sen onlardan değilsin ki bu mutfakta ekmeksiz bekleyesin. Şu aşağılık ve karnına düşkün kişilere daima kase üstüne kase sunarlar, ekmek üstüne ekmek. Bu çeşit adam öldü mü ekmek, önünden giderek ey yoksullukla, ümitsizlikle kendini öldüren der.

    İşte sen öldün, ekmek kaldı. Hadi kalk da al ekmeğini bakalım ey kendini elemlerle öldüren. Kendine gel de elin ayağın titremesin. Rızkın, senin ona aşık olmandan ziyade sana aşıktır. Aşıktır, senin sabırsızlığını bilir de emekliye emekliye sana gelir a herzevekil. Sabrın olsaydı rızkın gelir aşıklar gibi kendini sana teslim ederdi. Açlık korkusundan bir titreyiş nedir? Allah’a dayanmayla tok yaşanabilir pekala.

    Dünyada yemyeşil bir ada vardır, orada yalnız başına obur bir öküz yaşar. Akşama kadar bütün yazıyı yalar, otlar, doyar, semirip şişer. Gece oldu mu yarın ne yiyeceğim diye düşünceye dalar, bu düşünce onu dertlendirir, ince bir kıla döner.

    Sabah olunca yazı yine yeşermiştir. Yeşillik, çayır, çimen, ta bele kadar büyümüştür. Öküz, öküz açlığına tutulmuştur, akşama kadar bütün yazıyı baştanbaşa otlar, bitirir.

    Yine büyür, semirir, şişer. Bedeni yağlanır, güçlü kuvvetli bir hale gelir. Derken akşam oldu mu açlık korkusuna düşer, bu korkuyla titremeye başlar, yine korkusundan zayıflar. Yarın yayım zamanı ne yiyeceğim, ne edeceğim? Diye düşünür durur. Yıllardır, o öküz bu haldedir işte. Bunca yıldır bu yeşilliği otlar, bu çimenlikte yayılırım, hiçbir gün rızkım azalmadı. Bu korku nedir, bu gönlümü yakıp yandıran gam nedir diye düşünmez bile. Akşam oldu, gece bastı mı o semiz öküz, eyvahlar olsun, rızkım bitti diye yine zayıflar.

    İşte nefis, o öküzdür, yazı da dünya. Nefis ekmek korkusuyla daima zayıflar durur. Gelecek zamanlarda ne yiyeceğim, yarının rızkını nasıl ve nerede elde edeceğim kaydına düşer. Yıllardır yedin, yiyeceğin eksilmedi. Artık biraz da gelecek düşüncesini bırak da geçmişe bak. Yediğin rızkları hatırına getir, geleceğe bakma da az sızlan.

    Tilkicik eşeği ta aslanın yanına kadar götürdü. Aslan, eşeği paramparça etti. O canavarlar padişahı, bu savaşta yoruldu, susadı. Su içmek üzere kaynağa gitti. Tilkiceğiz eşeğin ciğeriyle yüreğini fırsat bulup yedi. Aslan, su içip dönünce aradı, eşeğin ne ciğeri vardı, ne yüreği.

    Tilkiye ciğeri nerede, yüreği ne oldu? Dedi. Canavar, hayvanın bu iki uzvunu pek sever.

    Tilki dedi ki: Onda yahut ciğer olsaydı hiçbir kere buraya gelir miydi? O kıyamet görmüş, o dağdan düşmeyi seyretmiş, o korkuyu tatmış, güç ile kaçmıştı. Ciğeri yahut yüreği olsaydı tekrar senin yanına gelir miydi? Bir gönülde gönül nuru olmadı mı o gönül, gönül değildir. bir beden de ruh yoksa o beden, topraktan ibarettir.

    Bir kandilde can nuru yoksa sidikten, pislikten ibarettir. O sırçaya kandil deme artık. O sırça, o kap, halkın yapısıdır ama kandilin nuru, ululuk ıssı Allah’ın ihsanıdır. Hasılı sayı ve çokluk kaplardadır, alevlerdeyse ancak birlik vardır. Bir yere altı tane kandil koysalar nurlarında sayı ve çokluk olmaz.

    O çıfıt, kapları gördü de müşrik oldu. Öbürü de nuru gördü de imana geldi, anlayış sahibi oldu. ruh, kaplara baktı mı, Şis’le Nuh’u iki görür. Derenin, suyu varsa deredir. Adam canı olan adamdır.

    Bunlar insan değillerdir, suretten ibarettirler. Bunlar ekmek ölüsüdürler, şehvet öldürmüştür bunları.
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  3. #113
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    EVETAMALAR, YAPICAMLAR, KEŞKECİLER, İYİKİYAPTIMLAR (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Küçük bir kasabanın dört ayrı mahallesi varmış. Birinci mahallede Evetama'lar yaşıyormuş. Evetama'lar ne yapılması gerektiğini bildiklerini düşünürlermiş. Yapma zamanı geldiğinde ise "evet, ama" diye cevap verirlermiş. Cevapları hep yanlış olurmuş. Suçu başkalarına atmakta da ustaymışlar.

    İkinci mahallede Yapıcam'lar yaşarmış. Ne yapacaklarını bilirlermiş. Kendilerini yapacakları şeye adım adım hazırlarlarmış, ama yapacakları sırada şanslarını kaçırdıklarının farkına varırlarmış. Bu mahallede insanların dizleri dövülmekten yara bere içindeymiş. Yaşamı ertelememek için verdikleri kararı bile ertelerlermiş.

    Üçüncü mahallede yaşayan Keşkeci'lerin, hayatı algılama güçleri mükemmelmiş. Neyin yapılması gerektiğini daima en isabetli şekilde bilirlermiş ama, her şey olup bittikten sonra. Keşke'cilerin de başları kanarmış hep, duvarlara vurmaktan!

    Kasabanın en yeşil bölgesinde, en güzel evlerin olduğu mahallede ise İyikiyaptım'lar otururmuş. Keşkeci'ler bu mahallede yürüyüşe çıkar, etrafa hayranlıkla bakarlarmış.

    Yapıcam'lar Keşkeci'lerle birlikte bu mahallede yürüyüşe çıkmak ister ama bir türlü fırsat bulamazlarmış.

    Evetama'lar ise mahallenin güzelliğini görmek yerine, ağaçların gölgelerinin yeterince geniş olmadığından, güneşin daha erken saatte doğması gerektiğinden şikayet ederlermiş.

    İyikiyaptım mahallesindeki insanların kusuru da, beyinlerinde mazeret üretme merkezlerinin olmayışıymış!.
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  4. #114
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    EVLİLİK FİDANI, EVLİLİĞİN ÖNEMİ (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Yeni evli bir çift vardı.

    Evliliklerinin daha ilk aylarında, bu işin hiç de hayal ettikleri gibi olmadığını anlayıvermişlerdi.

    Aslında birbirlerini sevmiyor değillerdi.

    Son zamanlarda o kadar sık olmasa da, evlenmeden önce sık sık birbirlerini çok sevdiklerine dair ne kadar da dil dökmüşlerdi.

    Ama şimdilerde, küçük bir söz, ufak bir hadise aralarında orta çaplı bir kavganın çıkmasına yetiyordu.

    Bir akşam oturup ilişkilerini gözden geçirmeye karar verdiler.

    Her ikisi de, boşanmayı istememekle beraber, işlerin böyle gitmeyeceğinin farkındaydılar.

    Erkek, "Aklıma bir fikir geldi" dedi. "Bahçeye bir ağaç dikelim ve eğer bu ağaç üç ay içinde kurursa boşanalım.

    Kurumaz da büyürse bunu bir daha aklımızdan geçirmeyelim.

    Bu süre içinde de ayrı ayrı odalarda kalalım."

    Bu ilginç fikir hanımının da hoşuna gitti.

    Ertesi gün gidip bir meyve fidanı aldılar ve birlikte bahçeye diktiler.

    Aradan bir ay geçti.

    Bir gece bahçede karşılaştılar.

    Her ikisinin de elinde içi su dolu birer bidon vardı.
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  5. #115
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    EVLİYA GİBİ BİR DOST (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Yaşlı adamın hastalığına çare bulunamayınca, kendisine evliya denilen birinin adresini vermişler. Söylenenlere göre en ağır hastalar o zatın duasıyla iyileşebiliyormuş. İhtiyar adam verilen adresi çaresizlik içinde cebine atıp doktorun yanından ayrıldığında, sokağın köşesinde simit satan 6 – 7 yaşlarındaki bir çocuğa rastladı.

    Çocuk son derece masum gözlerle kendisine bakıyor ve onu tanıyormuş gibi gülümsüyordu.

    Adam, o yaştaki çocukların tamamen günahsız olduğunu düşünerek yoluna devam ederken, aniden duruverdi. Simitçinin üzerindeki eski tişörtün üzerinde bir “E” harfi yazılıydı. Ve bu “E” mutlaka evliyanın “E” si olmalıydı...

    Aradığı evliyaya bu kadar çabuk ulaşmanın heyecanıyla yanına gidip bir simit aldıktan sonra;

    - “Doktorlar benim hasta olduğumu söylediler,” dedi. “İyileşmem için bana dua eder misin?”

    Çocuk bu teklif karşısında şaşırmışa benziyordu. Kafasını olur der gibi sallarken;

    - “Bende sık sık hastalanıyorum,” diye karşılık verdi. “Ama dedem, Allaha inananların ölünce yıldızlara uçtuklarını ve orada cenneti seyrettiklerini söylüyor.

    Bu yüzden korkmuyorum hastalıklardan.”

    Adam içinin bir anda ferahladığını hissetti. Onun soğuktan moraran yanaklarına bir öpücük kondururken;

    - “Deden çok doğru söylemiş,” dedi. “Ama ben yine de yardım istiyorum senden.”

    Çocuk, duasının kıymetini anlamış gibiydi. Karşı kaldırımdan geçmekte olan baloncuyu göstererek;

    - “Size dua edeceğim” diye cevap verdi. “Ama eğer iyileşirseniz, bana 10 tane balon alacaksınız, tamam mı?”

    Bu sefer adam başını salladı. Fakat çocuk bu kadar büyük bir hazineyi istemekle haksızlık yaptığına hükmetmişti. Mahcubiyetten kızaran yanaklarını elleriyle örtmeye çalışırken;

    - “Uçan balon almanıza gerek yok,” diye devam etti. “Normalinden 10 tane istemiştim. “

    Adam elini uzatarak çocukla tokalaştı. Anlaşma nihayet yapılmış, ayrıntılara geçilmişti. Buna göre hastalıktan kurtulması halinde 6 ay sonraki ramazan bayramında çocukla buluşacak ve her hangi bir sebeple gelemediği takdirde, önceden hazırlanan balonların ona ulaşmasını veya postalanmasını sağlayacaktı.

    Adam küçük çocuğun adını ve adresini bir kâğıda yazdıktan sonra, başını okşayarak onunla vedalaştı.

    Aradan soğuk bir kış geçip ramazana ulaşıldığında, adamın hastalığından eser bile kalmamıştı. Hayata tekrar dönmenin sevinciyle en güzel balonlardan bir paket hazırladı ve bayramın ilk gününü iple çekerek randevu yerine gitti. Küçüklerin cıvıl cıvıl kaynaştığı bayram yerindeki diğer simitçiler, çocuğu tanımıyordu. Adam onu biraz ilerdeki bakkala sorduğunda, dükkân sahibi;

    - “Ciğerleri hastaydı yavrucağın,” dedi. “Geçen hafta aniden ölüverdi.”

    Adam bir anda beyninden vurulmuşa döndü. Ve koşar adımlarla orayı terk ederken, önüne çıkan ilk baloncuya bir tomar para uzatıp;

    - “Şu uçan balonlardan 10 tane istiyorum,” dedi. “Çabuk ol, gecikmeden ulaşmalı yerine.”

    Adam, satıcının aceleyle uzattığı balonların iplerini birbirine düğümledikten sonra, onları besmeleyle gökyüzüne bıraktı. Bayram yerindeki herkes gibi baloncu da şaşkındı. Sonunda dayanamayıp;

    - “Ne yaptığınızı anlayamadım.” dedi. “Neden bıraktınız onları öyle?”

    Adam, nazlı nazlı yükselmekte olan balonları buğulu gözlerle takip ederken;

    - “Onları bekleyen küçücük bir dostum var,” diye mırıldandı. “Hem de evliya gibi bir dost. Balonları adresine postaladım
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  6. #116
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    EYAZ'IN DEFİNESİ HİKAYESİ (MESNEVİDEN HİKAYELER, SEÇME ÖYKÜLER) (HİKAYELERDEN SEÇMELER)

    Eyaz, pek akıllı, fikirli olduğundan postu ile çarığını bir odaya asmıştı. Her gün o boş odaya gider, kendi kendisine ululanma derdi, işte çağırın şu. Padişaha onun bir odası var dediler, oraya biriktirdiği altınları, gümüşleri altın küplerini koymuş. Kimseyi oraya sokmuyor. Daima kapısını kapalı tutuyor.
    Padişah dedi ki: Tuhaf şey. O kölenin bizden gizlediği nedir ki acaba? Bir beye, oraya git, gece yarısı kapıyı aç. Odaya gir. Ne bulursan yağma et, sırrını da kapı yoldaşlarına aç. Bizden bu kadar ikramlar gördüğü, sayısız lütuflarımıza nail olduğu halde hasisliğinden altın gümüş biriktiriyor ha!

    Vefa gösterme de seviyorum demede, coşup köpürmede. Hey gidi buğday gösterip arpa satan hey! Sevgide dirilik bulana kulluktan başka her şey haramdır, dedi.

    Gece yarısı o bey, otuz tane güvenilir adamla Eyaz’ın odasını açmaya gitti. Bunca yiğit meşaleler yakmışlar, sevinerek odaya gidiyorlar. Padişahın emri bu. Odayı açacak, altın torbalarını alacağız diyorlardı. Onların birisi hey gidi hey diyordu, altın da nedir? akik, lâl ve inciden haber ver.

    Çünkü padişah mahzeninin en has kulu o. Hatta bu güz o padişaha can mesabesinde. Böyle bir sevgiye karşı yakutun, lâl-in akikin sözü mü olur?

    Padişahın ondan şüphesi yoktu. Sınama için bir latifeye girişmişti. Onu her türlü gıllugıştan temiz biliyordu. Fakat yine de vehmimden gönlü titriyordu. Allah esirgesin diyordu, ya böyle bir şey çıkarda bundan incinirse. Utanmasını hiç istemem. Bunu yapmamıştır ya, yapsa bile pekala yapmış. O benim sevgilim, ne dilerse yapsın! Sevgilimin yaptığını ben yaptım demektir. Ben perdeyim ama hakikatte o benden ibarettir, ben de oyum.

    Sonra ondan diyordu, bu çeşit huylar ne kadar uzak. Bu saçma bir söz beyhude bir hayal. Eyaz’ın böyle bir şey yapmasına imkan yok. Çünkü o bir deniz ki dibini görmenin imkanı bulunmaz. Yedi deniz de o denizin bir katrası. Bütün varlık onun dalgasından bir damla. Bütün temizlikleri o denizden elde ederler. Katraları teker,teker birer sırça yapan sanatkar. O padişahlar padişahı, hatta padişahlar meydana getiren o. Yalnız kötü göz deymesin diye adı Eyaz olmuş.

    Kötü öz şöyle dursun, iyi gözler bile onu nazarlar. Çünkü güzelliğinin haddi yok, elbette kıskanacaklar. Gökler kadar geniş bir ağız isterim ki o meleklerin bile kıskandıkları güzeli öveyim. Hatta bu çeşit bir ağza sahip olsam, yahut bunun yüz misli geniş bir ağız elde etsem yine de feryat-ü figan o ağza sığamaz.

    Fakat ey dayandığım dost, bu kadar da söylemesem gönül sırçası, zayıflığından çatlayacak. Gönül sırçasını pek nazik gördüm de biraz teskin edebilmek için nice cüppeler yırttım.

    Güzelim; ben her ay başı mutlaka üç gün deli olurum. Kendine gel bu gün o üç günün ilki. Bu gün zafer günü firüze günü değil. Padişahın derdine düşen her gönle anbean ay başı var. Deli oldum da Mahmut’un hikayesiyle Eyaz’ın vasıflarını söyleyemedim kaldı gitti işte.

    Çünkü film rüyaya Hindistan’ı gördü. Köy harap oldu, haraçtan ümidini kes. Aklım fikrim zayi olduktan sonra nasıl nazım düzebilir, kafiyeye riayet edebilirim? Dertlerle deliliğim bir değil ki. Bende delilik içinde delilik var, delilik içinde delilik. Yoklukta varlığı göreli bedenim gizli işaretlerden eridi bitti.

    Ey Eyaz aşkınla kıla döndüm, hikayeyi söylemeden kaldım, artık sen benim hikayemi söyle. Ben aşkla senin hikayeni çok söyledim. Artık ben hikayeye döndüm, sen benim hikayemi oku. Ey uyduğum zat, zaten okursun, ben okuyamam. Ben Tur dağına benzerim, sen Musa’sın bu da ses. Biçare dağ söz nedir, ne bilsin? Dağ, bomboştur, sözü Musa bilir. Dağ bilse,bilse kadrince bilir. Beden ruh letafetinden çok az bir şeye maliktir.

    Ten hesaplarsan usturlaba benzer, güneşe benzeyen ruhun bir delilidir. Gözü iyi görmeyen müneccimin usturlaba müracaatı zaruridir. Güneşi usturlapla hesaplaması lazımdır ki güneşin nerede bulunduğundan bir koku alsın. Doğruyu usturlapla arayan can, gökyüzünü ve güneşi ne kadar bilebilir? Sen göz usturlabı ile bakıp gördükçe alemi pek dar görürüsün. Sen alemi gözünün alabildiği kadar görebilirsin. Halbuki alem nerede, sen neredesin? Niye bıyığını buruyorsun ya? Ariflerin bir sürmesi vardır, onu ara da dereye benzeyen şu gözün deniz kesilsin.

    Zerrece aklım fikrim varsa bu ne sevdadır, bu ne dağınık söz? Aklım, fikrim başımda yoksa benim bunda ne günahım var? Benim günahım yok ama aklımı alan sevgilinin de günahı yok. Bütün akılların aklı onun huzurunda ölüp gitmede.

    Ey akıllara fitne salan, onları hayran eden, akılların senden başka sığınacağı yer yok. Beni çıldırttığın demden beri aklı hiç arzulamadım. Beni süsleyip bezediğin zamandan beri güzelliğe hiç haset etmedim. Senin sevdana düşüp çıldırmam hoş ve iyi değil mi? Allah sana hayırlar versin, evet iyi de!

    O ister Arapça söylesin ister Farsça. Nerede bir kulak nerede bir akıl ki o sözleri anlasın. Onun şarabı, her aklın harcı değil. Onun küpesi her kulağın oyuncağı değil. Bir kere daha delicesine geldim işte. Yürü, yürü ey can, çabuk bir zincir getir. Fakat sevgilimin zülfünden başka iki yüz tane zincir olsa kırarım ha.

    Yine Eyaz’ın aşk hikayesine dön. Çünkü o hikaye sırlarla dopdolu bir hazinedir. Her gün o güzelim odaya çarığını postunu görmeye giderdi. Çünkü varlık, insanı adamakıllı sarhoş eder, aklını başından alır, utancını gönlünden. Önce gelenlerden nice yüz binlerce taifeyi varlık sarhoşluğu, bu geçitte yere yıktı.

    İblis de neden Adem benden üstün olsun ki deyip Azazil kesildi. Ben hem hocayım hem hoca oğlu. Yüz binlerce hünere kabiliyetim var, her şeyi yapabilirim. Hüner ve marifette kimseden aşağı değilim ki hizmet etmek üzere düşmanın önünde ayak üstü durayım.

    Ben ateşten doğdum, o balçıktan. Ateşe karşı balçığın ne değeri vardır ki? Ben alemin en ulusu, zamanın övünülecek kişisiyken o vakit o neredeydi? Dedi.

    Şeytanın can ateşi alevlenmede. O bir ateştir ki aslı gibi. “Çocuk babasının sırrıdır” denmiştir. Hayır yanlış söyledim. O ateş Allah kahrıdır. Bu hususta bir sebep göstermeye ne hacet? Sebepsiz ve sebeplerle hiçbir münasebeti olmayan bir iş, ezelden beri daima olagelmektedir. Onun sebepsiz ve illetsiz pak sanatına, ne sonradan yaratılan bir şeyin sebebi sığar, ne de sonradan yaratılan bir şey.

    Baba sırrı da ne oluyor? Babamız onun yaratışı. Yaradılış içtir, babaysa deriye benzer bir suret. Bil ki ey aşk fındığı, dostun aşktır. Canını iç haline getirmek ister de derini yırtar, döker.

    Sevgilisi deri olan kişinin derisini Allah, her an değiştirir durur. Manen için, ateşe hakimdir. Fakat kabukların, ateşe ancak odun olabilir. Ateşin kudreti, içinde su olan tahta testinin dışındadır. İnsanın sırrı ateşten üstündür. Hiç cehennemin maliki ateşe helak olur mu?

    Şu halde sen, bedenini çoğaltma, mananın fazla olmasına bak ki Malik ateşten üstün olasın. Halbuki sen deri üstüne deriye bürünüyor, derilere bürünmüş bir kurda dönüyorsun. Ateşin yiyeceği ancak deridir. Allah kahrı kibrin derisini yırtar, yüzer. Bu kibirlenme, derinin bir neticesidir. Kibrin mevkii, malı, o sevgiliden, deriden meydana gelir.

    Bu kibirlenme nedir? içten haberdar olmamak. Donan suyun güneşten gafil oluşu gibi. Fakat su güneşten haberdar oldu mu buzu kalmaz, yumuşar, ısınır akıverir.

    İçi görmek, bütün bedeni hor etmek, aşık olmaktır. Çünkü bu taktirde bütün beden tamahtan ibaret olur. “Tamah eden alçalır” denmiştir. Fakat içi görmeyen, deriyle kanaat eder. “Kanaat eden yüceldi” bağı, ona zindan olur. Burada yücelik kafirliktir alçalmak din. Taş taşlıktan fani olmadıkça yüzüğe takılır mı? Hem hala taşsın, hem de ben diyor, varlık güdüyorsun. Halbuki senin yoksullanmanın, yok olmanın tam zamanı.

    Kafir, daima mal ve mevki arar. Çünkü külhan, fışkı ile tavlanır. Bu iki dadı, mal ve mevki, deriyi şişirir, yağla etle, kibirle, benlikle doldurur. Kafirler gözlerini işin içine atmadılar da o yüzden deriyi iç sandılar.

    Bu yola kılavuz İblistir. Çünkü mevki tuzağına ilk avlanan odur. Mal yılana benzer mevki ise ejderhadır. Allah erlerinin gölgesi bu ikisine de zümrüttür. Yılanın o zümrütten gözü kamaşır, kör olur; yolcu da kurtulur.

    O ulu, yani İblis, önce bu yola diken döşemiştir. Onun için her incinen, lanet şeytana der. Yani bu dert, bana onun hilesinden geldi. Hilede ilk önce ayak olan odur demek ister. Ondan sonra nice zamanlar geçmiş, niceleri gelip gitmiş, fakat herkes, onun yoluna ayak basmıştır.

    Yiğidim kim bir kötü adet koysa, ondan sonra halk körlüğünden o adete uysa. Bütün o adeti işleyenlerin günahı, o adeti ilk koyana da yazılır. Çünkü o, baştır öbürleri kuyruk. Fakat Adem, ben topraktan yaratıldım diye o çarıkla postu önüne koymuştur.

    Eyaz gibi o da çarığını göz önünde tuttu, sonunda akibeti Mahmut oldu. Mutlak varlık yoklukları meydana getirip durur. Yokluktan başka var yaratan iş yurdu var mı? Adam, yazılmış kağıda yazı yazar mı, yahut fidan dikilmiş fidanlığa tekrar fidan diker mi? Yazmak için yazılmamış bir kağıt arar. Tohum ekmek için ekilmemiş bir yeri aktarır.

    Sen de kardeş tohum ekilmemiş bir yol ol, yazılmamış beyaz bir kağıt kesil de, “Nun vel kalem” yazısı ile şeref kazan, sana da o kerem sahibi tohum eksin. Bu palüzeden tatmamış ol. Gördüğün mutfağı görmezlikten gel. Çünkü bu palüze insana sarhoşluk verir de postla çarık hatırından çıkar. Can verme ve ölüm zamanı gelince sonra ah eder, o zaman hırkanı çarığını anarsın.

    Fakat çirkinlik dalgasına dalmadıkça, sana bir sığınacak bulunmadıkça, o doğru düzen gemiyi aklına bile getirmez, çarık ve pöstekine göz bile atmazsın. Fakat yokluk denizine daldın da aciz oldun mu sevgi davasına düşer, “Rabbimiz kendimize zulmettik” demeye kalkışırsın.

    Şeytan der ki: Hele şu hama bakın. Şu vakitsiz öten horozun kesin başını.

    Bu huy Eyaz’ın zekasından uzaktır. Yalvarıp yakarmadan namaz kılmaz o. O, önceden de gökteki horozdur. Onun nazarları tam zamanındadır.

    Ey horozlar, ötmeyi para için değil, Allah için ötenden öğrenin. Yalancı sabah gelir, onu aldatamaz. Yalancı sabahı, ona iyilik ve kötülük alemidir. Dünya ehlinin aklı, noksan olduğundan yalancı sabahı, sahici sabah sanırlar. Yalancı sabah, nice kervanın yolunu vurmuştur. Kervancılar, o yalancı aydınlığı sabah sanıp yola çıkmışlardır. Yalancı sabah, halka kılavuz olmasın. Çünkü nice kervanları yele vermiştir.

    Ey yalancı sabaha kapılan, sahici sabahı da yalancı görme. Nifaktan, kötülükten kurtulduysan neden kardeşin hakkında kötü zanna düşüyor, münafıklık diyorsun? Kötü zanda bulunanın işi, daima çirkindir. Dostun hakkında da kemdi kitabını okur o. Eğrilikte kalan aşağılık kişiler, peygamberlere de büyücü ve eğri adam dediler.

    O kötü düşünceli aşağılık beyler de Eyaz’ın odası hakkında böyle kötü düşünceye saptılar. Orada definesi, hazinesi var dediler. Başkalarını kendi aynanda görme. Padişah onun temizliğini biliyordu. O araştırmayı onlar için yaptırıyordu.

    O beye, odayı gece yarısı aç da haberi olmasın. Bu suretle düşünceleri meydana çıksın. Ondan sonra ona yapılacak şeyi biz biliriz. O altınları mücevherleri de size bağışladım. Yalnız neler çıktığını bana (bilgi yelpazesi. net) haber verin, o kadar dedi. Dedi ama eşi olmayan Eyaz için de içi titremekteydi. Bunları ben mi söylüyorum? Bu sözleri duysa ne hale gelir? Diyordu. Sonra da diyordu ki: Dini hakkı için onun temkini bundan da artıktır. Benim sitemime kızmaz, benim sözümden alınmaz, maksadımı sırrımı anlar.

    Bir belaya uğrayan, o dertten perişan olmaz, bir çok tevillerde bulunur. Eyaz’da sabırlıdır, tevillerde bulunur. O işin sonuna bakar. Yusuf gibi, bu zindandakilerin rüyalarını tabir eder, tabiri onca aşikardır. Rüyasını yoramayan başkasının rüyasını nasıl yorabilir? Ben onu sınasam, sınama yüzünden ona yüzlerce kılıç vursam yine o merhametli sevgilinin sevgisi eksilmez. Bilir ki o kılıcı kendime vuruyorum.

    Ayrılık derdinden Mecnun, ansızın hastalandı. İştiyak aleviyle kanı kaynadı, nihayet boğaz illetine tutuldu. Tedavi için hekim geldi. Gördü ki damarını yarmak ve kan almaktan başka çare yok. Kanı defetmek için hacamat lazım dedi. Çağırdılar hünerli bir hacamatçı geldi. Kolunu bağladı, şiş olan yeri deşeceği sırada o huyu, aşktan ibaret olan aşık, bir nara attı.

    Dedi ki: Paranı al git, hacamat etme. Ölürsem öleyim, bu köhnemiş beden bırak ölsün!

    Hacamatçı dedi ki: Bundan ne korkuyorsun sen kükremiş aslandan bile korkmazsın. Geceleyin aslan, kurt, ayı, yaban sığırı gibi hayvanlarla bütün yırtıcı hayvanat, saf,saf çevrene toplanırlar. Onlar sende aşk ve vecitten başka hiçbir şey görmezler. Senden insan kokusu almazlar.

    Kurt, ayı ve aslan bile aşk nedir, biliyor. Artık aşktan kör olan kişi köpekten de aşağıdır. Köpekte aşk damarı olmasaydı Ashabı kehf’in köpeği, kalp erbabını arar mıydı hiç? Şöhret olmamıştır ama alemde onun cinsinden çok köpekler vardır. Sense kendi cinsinden olandan bile bir koku almadın. Artık kurtla koyundan aşk kokusunu nereden alacaksın?

    Aşk olmasaydı, varlık nereden olurdu? Ekmek nasıl olur da gelir senin vücuduna katılırdı? Ekmek varlığa katıldı neden? Aşktan, istekten. Yoksa ekmeğin can olmasına yol var mı? Aşk ölü olan ekmeği can haline getirmede, fani olan canı ebedileştirmede.

    Mecnun dedi ki: Ben yaradan korkmuyorum. Sabrım, taştan yapılma dağlardan da fazladır. Yarasız durmaya hayatta tahammülüm yok. Yaralara aşığım, onlara koşa,koşa giderim. Fakat vücudum Leyla ile doludur. Bu sedef o incinin sıfatları ile dolmuştur.

    Ey hacamatçı, korkarım beni hacamat ederken Leyla’yı yaralarsın. Gönlü aydın olan akıllı kişi, bilir ki benimle Leyla arasında bir fark yok.

    Bir sevgili aşkını sınamak istedi de bir seher çağı dedi ki: Ey falan oğlu falan, ey dertlere uğramış aşık, beni mi daha çok seversin kendini mi? Doğru söyle.

    Aşık dedi ki: Ben, sende öyle bir fani olmuşum ki tependen tırnağa kadar seninle doluyum. Varlığımdan bir addan başka bir şey kalmadı. Ey güzelim, vücudumda senden başka bir varlık yok. Bu sebeple sirke bal denizinde nasıl yok olursa ben de sende öyle yok oldum. Hani taş halis lal haline gelir, güneşin sıfatları ile dolar ya, artık onda taşlık kalmaz. Onun önü de güneşin sıfatıyla dolar, ardı da. Ondan sonra kendini severse o güneşi sevmektir civanım. O, canla başla güneşi sever yine şüphe yok ki kendisini sevmiş olur. Halis lal, ister kendisini sevsin, ister güneşi.

    Bu iki sevgide zaten fark yoktur. Her iki tarafta da doğu ışığından başka bir şey yoktur ki. Fakat taş lal olmadıkça kendisine düşmandır. Çünkü orada bir varlık değil, iki varlık vardır. Çünkü taş karanlıktır, gündüz bile kördür. Karanlıksa hakikatte nurun zıddıdır.

    O, kendisini sever, kafirdir. Çünkü, büyük güneşi men eder durur. Şu halde taşın “ben” demesi yaraşır bir şey değil. O, daima karanlıktadır, yokluktadır.

    Firavun ben Allah’ım dedi alçaldı. Mansur Ben Hakkım dedi kurtuldu. O “Benim” deyişin ardından hemen Allah laneti ulaştı. Fakat ey seven kişi, bu “Benim” deyişin ardından hemen Allah rahmeti ulaştı. Çünkü, o kara taştı, bu akik. O, nura düşmandı bu aşık.

    Bu “Benim” demek, a boşboğaz, hakikatte odur demektir. Fakat iki nurun birleşmesi gibi de değil,, bir şeyin bir şeye sızması gibi de değil.

    Çalış da taşlığın azalsın, lal ol da taşın nurlansın. Savaşta, zahmet çekmede sabırlı ol da anbean yoklukta varlık bul. Sende her zaman taşlık sıfatı azalsın, lal sıfatı kuvvetlensin. Bedenden varlık sıfatı gitsin, başındaki sarhoşluk çoğalsın. Kulak gibi tamamı ile kulak ol da sana lal küpe takılsın.

    Kuyu kazan adam gibi sen de adamsan şu bedenin kuyusunu kaz da suya ulaş. Fakat duru suyun rabbinden bir cezbe gelirse kuyu kazmadan da su, yerden fışkırır. Yalnız sen buna kulak asma da kazmaya savaş. Yavaş,yavaş kuyunun toprağını deş derinleştir. Kim zahmet çekerse defineyi elde eder. Kim çalışır çabalarsa devlete ulaşır.

    Peygamber, Rukü ve secde varlık halkasını Allah kapısına vurmaktır dedi. Kim o kapının halkasını döverse elbette ona devlet baş gösterir.

    O emin adamlar, hazine, altın ve altın dolu küpler bulmak üzere oda kapısına geldiler. Yüzlerce hünerle ve istekle çırpınarak kilidi açtılar. Çünkü kilit pek sağlamdı, adamakıllı kilitlenmişti. Aynı zamanda başka kilitlere de benzemiyordu.

    Eyaz bu odayı hasisliğinden, yahut malını, ham altınını gizlemek için değil, bu sırrı halktan gizlemek için kilitlemişti. Bazıları kötü hayallere kapılır, bir kısım halkta bana riyakar der demişti. Himmetli adamların öyle can sırları vardır ki lal madeni gibi onları aşağılık adamlardan gizlerler. Fakat ahmaklarca altın, candan yeğdir. Padişahların yanındaysa can altını saçılır.

    Onlarda altın hırsı ile hararetlenmişler, koşuyorlardı. Akılları böyle hızlı gitmeyin, daha yavaş olun diyordu ama dinleyen kim? Hırs beyhude yere seraba doğru koşar. Akılsa iyi bak der o su değil. Hırs üstün gelmişti, altın da can gibi sevgiliydi. Artık o anda aklın sesi duyulmaz olmuştu. Hırsları şamataları bir iken yüz olmuştu. Aklın tedbir ve irşadı artık gizlenmişti. Nihayet aldanma kuyusuna düşecekler, o vakit hikmetin kınamasını duyacaklardı.

    Tuzağın ipine dolaşıp gururu kırılınca nefsi levvamenin kınanmasını işiteceklerdi. Bu çeşit adam, başını bela duvarına çarpmadıkça kulağı sağırdır, gönlün öğüdünü duymaz. Helva ve şeker hırsı çocukların iki kulağını sağır eder, öğütleri duymaz. Fakat çıban çıkarmaya başladı mı kulakları açılır, öğütleri dinler.

    O birkaç kişi yüzlerce hırsla, yüzlerce hevesle odanın kapısını açtılar. Kokmuş ayrana üşüşen, ayranın içine düşen sinekler gibi birbirlerini çiğneyerek odaya girdiler. Sinekler de ayrana debdebeyle ve koşa,koşa atılırlar ama içine düştüler mi içmelerine imkan bulunmaz, iki kanatları da ıslanır kala kalırlar.

    Onlar da içeri girip sağa, sola bakındılar. Fakat odada bir yırtık çarıkla bir eski kürkten başka bir şey yoktu. Tekrar burası boş olamaz. Bu çarık, işi gizlemek için konmuş. Keskin kazmalar getirelim de yeri kazalım dediler. Her tarafı kazdılar eştiler. Delikler açtılar, derin,derin çukurlar kazdılar. Çukurları kazarlarken o çukurlar, onlara, a kazıcılar, bizde bir şey yok diyordu.

    Nihayet bir şey bulamayınca bu zandan utandılar, çukurları doldurmaya koyuldular. Her biri sayısız Lahavle okumaktaydı. Tamah kuşları gıdasız kalmıştı. Duvarın, kapının yarıkları, delikleri, onların o beyhude sapıklığına şahitti. Sanki duvar değildi, inkar edememeleri için Eyaz’ın huzurunda onlar aleyhinde birer tanıktı.

    Suçsuz birisine bir töhmet atıldı mı duvar ve ören tanıklık verir. Hasıla üstleri, başları tozla toprakla dolu, yüzleri sapsarı utanmış bir halde Padişahın huzuruna vardılar.

    Padişah mahsustan fikrini gizleyerek onlara “Hayrola koltuklarınızda ne altın var, ne torba. Paralarla ağır kumaşları gizlediyseniz yüzünüzdeki neşe nerede? Dedi.

    Kök, gizlice ürer, kök verir ama “Eseri, yüzlerinde görünür” yaprağı yemyeşildir. Yücelmiş dal, o kökün zehirden, şekerden ne yediyse, yediklerini bağıra,bağıra ilan eder. Kökte bir maya bir sermaye yoksa daldaki bu yeşil yapraklar nedir? toprak, kökün ağzını mühürlese bile el ve ayak dalları tanıklık verir.

    O emin adamlar, hep birden gölge gibi padişahın huzurunda secde edip özür getirdiler. O kızgınlığın, o benlik davasının mazur görülmesini niyaz etmek için huzura kılıç ve kefenle gittiler. Utançlarından her biri parmaklarını ısırıyorlardı. Her biri cihan padişahı diyordu.

    Kanımızı dökersen sana helaldir. Canımızı bağışlarsan bu da bir nimettir, bir lütuf ve ihsandır. Biz, bize layık olanı işledik. Artık ey ulu padişah, sen ne buyruk yürütürsen yürüt.

    Ey gönülleri aydınlatan Padişah, suçumuzu bağışlamazsan haklısın, bağışlarsan lütuf etmiş olursun. Geceleyin gece gibi hareket etmiş, gündüzün gündüz gibi hareket etmiş olursun. Bağışlarsan ümitsizliğimiz gider, bağışlamazsan bizim gibi yüzlercesi sana feda olsun.

    Padişah dedi ki: Bu yanıp yakılmayı, bu yalvarıp yakarmayı ben istemem. Bu Eyaz’ın hakkı. Bu kötülük bana değil onadır. Bu yara, o izi güzel kölenin damarlarına vurulmuştur. Can bakımından biriz ama görünüşte bu kârdan, bu zarardan uzağım ben.

    Kulun bir töhmet altına alınması, padişaha ayıp değildir. bu, padişahın ancak bilimini keremini gösterir. Padişah töhmet altına alınanı ihsanları ile Karun gibi zengin ederse suçsuza bakınca neler yapmaz?

    Padişahı gafil sanma. O, herkesin yaptığını bilir. Yalnız bildiğini dışarıya vurmasına hilmi rıza vermez. Onun bilgisine karşı “Burada kim şefaatçi olabilir?” Onun hilminden başka pervasızca kim şefaat edebilir? Zaten o suç, önce onun hilmi yüzünden meydana gelir. Yoksa onun korkusu, kimde suç işlemeye mecal bırakır ki?

    Adam öldürenin kan diyeti Padişahın hilmine havale edilmiştir. Nefsimiz sarhoştu kendinde değildi. O hilimden haberi yoktu. Şeytan, sarhoşluğundan istifade etti de külahını kaptı.

    Halimliğinin sakisi şarap dökmeseydi Şeytan, nereden Adem’le kav***a girerdi?

    Meleklere bilgi belletildiği zaman Adem onların hocasıydı; paralarının ayarına bakan oydu. Fakat cennette hilim şarabını içtiği için Şeytanın bir oyunu ile yüzü sarardı.

    O bela, Allah belletmesinin incileriydi. Onu çabuk çevik bilgi sahibi yapmıştı. Yine Allah’ın kuvvetli hilim afyonu, hırsız Şeytanı, onun eşyasına doğru sürmüş, getirmişti. Akıl, sakim sensin, elimden tut diye onun hilmine gelir sığınır.

    Ey Eyaz suçlulara hükmet. Ey tertemiz olan ve kötülüklerden yüzlerce defa sakınıp çekinen Eyaz! Seni iki yüz kere kaynatıp sınasam sende yine bir hile bulamam. Sayısız halk sınanmadan utanır. Halbuki sınamalarda sen herkesi utandırıyorsun. Bu,yalnız bilgi değil, adeta dağ, yüzlerce dağ.

    Padişah bu sözleri söyleyince Eyaz dedi ki: Padişahım, bu lütuf ve ihsan, senin lütuf ve ihsanındır. Bunu böyle bilirim ben, ancak o çarıkla posttan ibaretim. Onun için Peygamber bunu anlattı, dedi ki: Kim kendisini bilirse Allahsını bilir.

    Çarığın menidir, kanın post. Hocam bundan ötesi hep onun ihsanı. Başka yok, bu, bu kadardır deme. Daha arayıp isteyesin diye ihsan etmiştir. Bağcı, bostanının fidanlarını, mahsulünü bilesin diye sana birkaç elma verir. Buğdaycı, alıcıya bir avuç buğday verir ama ambarındaki anlasın diye.

    Bilgisini, bilgisinin çokluğunu anlasın diye hoca, sana birkaç mesele anlatır. Yok, ilmi işte bu kadar dersen sakaldan çerçöp silker gibi seni atar, kendisinden uzaklaştırır.

    Ey Eyaz, şimdi gel de ceza ver. Alemde görülmemiş bir adaletin temelini koy. Suçluların ölümüne müstahaktır. Fakat affını hilmini gözetiyorlar, tamahları buna. Bakalım, merhametin mi üstün olacak, öfken mi? Kevser suyu mu üste çıkacak alev mi?

    Halkı avlamak için Elest ahdinden beri hilim dalı da hışım dalı da İkisi de var. Bunun için o apaçık Elestü sözünde nefiyle ispat birbirine eşit. Çünkü bu söz, ispatı bildiren bir sorgudur, fakat onda “Leyse-değildir” sözü gömülüdür. Bırak da bu ham anlayış kalsın. Hasların kasesini halkın önüne koyma.

    Allah’ın kahrı vebaya, lütfu da sabah yeline benzer. Birisi demiri çeker, öbürü saman çöpünü. Allah, doğruları doğru yola kadar çeker. Batıl olanlarda batılları çekerler. Mide helvayı severse helvayı çeker, safraya mensupsa sirkeyi ister. Sıcak döşeme, üstüne oturanın soğukluğunu alır, soğuk döşeme hararetini alır.

    Dost görürsen sevgin kaynar, düşman görürsen kızar, öfkelenirsin. Ey Eyaz, bu işi çabuk bitir. Çünkü bu, bir çeşit öç almadır ki beklenmekte.

    Eyaz, padişahım dedi, bütün ferman senin. Güneş varken yıldız görünmez. Zühre, Utarit, yahut da şahap ne oluyor ki güneş varken görünebilsin. Hırkamla postumdan geçebilseydim hiç böyle kınama tohumu eker miydim? Odanın kapısındaki kilidi açmak da neydi? Hayale kapılan yüzlerce hasetçi bundan ne umuyordu? Suyun içine el atmışlar, her biri dere de kuru toprak arıyordu. Hiç derede kuru toprak bulunur mu? Hiç balık suya asi olabilir mi?

    Bu yoksulun cefacı olduğunu sanıyorlardı. Halbuki, öyle vefalıyım ki vefa bile benim vefamı görür de utanır. Mahrem olmayanlardan çekinmeseydim vefaya ait birkaç söz söylerdim. Alem şüpheci ve tutulacak bir yer arayıcı. Onun için bizde deriden hariç söz söyleyelim. Kendini kırarsan iç olur, içe ait latif hikayeler duyarsın.

    Cevizin kabuğunda ses vardır ama içinde, yağında ses ne gezer. Onun da sesi vardır, vardır ama kulak duyamaz. Onun sesi, güzelim kulaktan gizlidir. Yoksa için sesi pek güzeldir. Onu duyan, kabuğun şakırtısını dinler mi hiç?

    Sen sükut ederek içi elde edesin diye o şakırtıya tahammül ediyorsun. Bir müddet dudaksız, kulaksız ol da sonra dudak gibi tatlı şeylere eş ol. Niceye bir nazım ve nesir söyleyecek, sırları açığa vuracaksın? Hocam, bir günceğiz de şunu sına, dilsiz ol bakalım.

    Ne kadar zamandır kabız veren acı ve sert yemekler pişirdin, bir kere de tatlı yemekler pişirmeyi dene. Birisi, kıyamette kendine gelir. İsyan defteri, eline simsiyah olarak verilir. Yas mektupları gibi üstü simsiyah, içi kenarları suçlarla dolu. Baştanbaşa kötülüklerle suçlarla dolu. Kafirle dolu olan savaş yeri gibi.

    Elbette pis ve veballe dolu olan öyle bir defter, sağlam gelmez sol yandan gelir. Peki, o halde burada da defterine bak, sol eline mi yaraşır sağ eline mi? Dükkanda bir tek sol ayak mesti, bir tek de sol ayak ayakkabısı bulunsa sınamadan onların sol olduğunu anlarsın. Sen de mademki sağ değilsin, bil ki solsun. Aslanla maymunun sesi anlaşılır.

    Fakat gülü güzelleştiren, ona güzel kokular veren Allah’ın ihsanı, lütfu, her solu sağ yapar. Her solağa o, sağlık verir. Denize duru suyu o ihsan eder. Onun tapısında soldan sağ ol da onun lütuf ve ihsanlarını gör.

    Reva görür müsün şu bayağı defter, soldan sağa geçsin? Sen söyle. Zulüm ve cefalarla dolu olan böyle bir defter, nasıl olur da sağ ele layık olur?

    Ey Eyaz, bir çarık parçasına şu sevgi nedir? neden bir put gibi ona aşıksın? Mecnun gibi kendi Leyla’dan yüzünü çevirmişsin de bir çarığı kendine din, iman edinmişsin. İki eski çarığa niceye kadar bir taze sözler söyleyecek, cansız bir şeye ezeli sırrı açacaksın?

    Ey Eyaz, Araplar gibi sevginden çöllerde kalan çadır yerlerine, oralardaki döküntülere uzun, uzun hitap ediyorsun. Çarığın göçüp giden hangi sevgiliden kalma? Pöstekin, sanki Yusuf’un gömleği. Hıristiyan gibi hani, gider de keşişe bire yıllık sucunu, yaptığı zinaları, kalbinden geçirdiği kötülükleri sayıp döker.

    Keşiş, suçunu bağışladı mı, onun affını Allah affı bilir. Halbuki o papaz, ne suç bilir, ne adalet. Ama aşk ve inanış pek kudretli bir sihirbazdır. Dostluk ve vehim, yüzlerce Yusuf yaratır. Büyü zaten Harun’la Marut’tan kalmadır.

    İnsan, sevgilinin hatırası ile bir suret yaratır. O suretin çekişi, seni dedikoduya sevk eder. Suretin önüne varır, yüz binlerce sır dökersin, dostun dosta sır söylemesi gibi. Halbuki ortada ne bir suret vardır, ne bir heykel. Öyle olduğu halde ondan yüzlerce Elest duyulur, bundan yüzlerce Bela.

    Nitekim gönlü yaralı bir ana da yeni ölmüş yavrusunun mezarına, candan yürekler sırlar söyler. O cansız toprak, ona diri görünür. O toprağı diri ve canlı sanır, o toprak yığınının gözü, kulağı vardır zannına kapılır. Onca toprağın her zerresi duyar, o coştu mu, feryadını işitir, anlar. O toprağı, adeta duyurur sanır. Şu büyücü aşka bak hele. Ana, çocuğunun mezarının toprağına anbean gözyaşları ile kapanır, yüzünü gözünü sürer.

    Oğlu diriyken bile o canının canına, o can yavrusuna asla böyle yüzünü gözünü sürmemiştir. Fakat bu ölümden birkaç gün geçti mi sevgisinin ateşi yatışır. Ölüye karşı aşk ebedi olmaz ki. Sen, cana canlar katan diriyi sev.

    Bu acı geçti mi o mezarın karşısında durmaktan yorgunluk gelir, uykusu gelir. Cansız bir şeyden ancak cansız bir şey doğar. Çünkü aşk, afsununu çalmış, gitmiştir. Ateş sönüverdi mi kül kalmıştır. Gencin aynada gördüğünü ihtiyar, tamamı ile kerpiçte görür.

    Pir, senin aşkındır, sakalı da ak olan değil. Pir, yüz binlerce ümitsizin elinden tutandır. Aşk ayrılık aleminden suretler düzer. Fakat insan hakiki sevgili ile buluştu mu tasavvur bile edilmeyen tasvire bile sığmayan hakikat meydana çıkar da, der ki: Aklın ve akıllının da aslının aslı benim, sarhoşun da. Suretlerdeki o güzellik, bizim aksimizdir.

    Şimdi perdeleri kaldırarak, güzelliğimizi vasıtasız gösterdik. Çünkü benim aksimle çok uğraştın, nihayet zatının tecrit kuvvetini buldun. Bu taraftan benim cezbem gelince Hıristiyan, arada papazı görmez. Halbuki o, papaz perdesinin ardındaki Allah lütfundan bağışlanmasını, o lütuftan cürüm ve hatanın yarlıganmasını diler.

    Bir taştan bir kaynak çıkıp aksa taş, artık o akar suyun içinde gizli kalır. Ondan sonra artık kimse ona taş demez. Çünkü o taştan o inci çıkıp akmaktadır. Bu suretleri kaseler bil. Bu kaselere, Hak ne dökerse o dolar.

    Eyaz, çarığın sırrı nedir? söyle. Bir çarığa bu kadar niyazın nedir? söyle de Sunkur’la arkadaşın Bekbaruk duysun, pösteki ile çarığın sırrının sırrını anlasın.

    Eyaz kulluk senden nurlandı. Nurun, aşağılık alemden kurtuldu gökyüzüne yüceldi. Senin yüzünden kulluk, hür kişilerin hasret çektikleri bir şey oldu. Sen, kulluğa hayat vereli hürler bile kulluğa özenir oldular. İnanmış adam ona derler ki her hususta kafir bile onun imanına haset etsin, özensin.

    Bu söz, hadde hesaba sığmaz Ey Eyaz, sen şimdi ahvalini söyle. Senin ahvalin, bir yenilik madeninden meydana gelmede. Sen bu hallere nasıl razı olabilirsin ki? Hadi, o güzel hallerini anlat da şu beş duyguyla altı cihet ahvalinin başına toprak saç. İç ahvali söze gelmiyorsa sana ait tek ve çift perdesi altında dış halini söyleyeyim.

    Bil ki sevgilinin lütfu ile ölümün acılıkları bile cana şeker kamışından daha hoş gelmede. O tatlı nebattan denize bir toz uçsa denizin tuzluluğu kalmaz, baştanbaşa tatlılaşır.

    Ey emniyetli dost, bunun gibi yüz binlerce haller gelir, sonra yine geldiği gibi ***b alemine gider.

    Her günün hali, düne benzer. Ahval ırmak gibi akar durur, onu bağlayacak hiç bir şey yoktur. Her günün neşesi, bir başka çeşittir. Her günün düşüncesinde bir başka eser vardır.

    Ey doğru özlü, daima yalvarıp yakarmada olan Eyaz, doğruluğun denizden de artıktır, dağdan da. Ne istek zamanı bir hataya düşüyorsun, dağ gibi aklın saman gibi uçuyor. Ne öfke ve kin zamanı sabrın gevşeyip karar ve sebatını terk ediyor.

    Erlik budur işte. Yoksa adam, sakalla, aletle adam olmaz. Öyle olsaydı eşeğin aleti erlerin padişahı olurdu. Allah Kuran’da kimlere er dedi? Nerede bu beden oraya varacak? Babacığım hayvan ruhunun ne değeri var? Kasapların pazarından geç de gör. Yüz binlerce baş, gövde üstüne konmuştur. Değerlerini yağdan kuyruktan kıyas et.

    Orospu olur ki aletin dönüp dolaşması yüzünden aklı fareye döner, şehveti aslana.
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  7. #117
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    FAKİR VE KÖR (YARDIMLAŞMA, KONUKSEVERLİK) (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Kibirli ve zengin birisi kapısına gelen bir fakire bir şey vermediği gibi, onu hem paylar hem de kapıyı yüzüne kapatır.. Zavallı fakir içlenir; bir tarafa çekilir ve oturur, ağlamaya başlar.. Bir kör, onun ağlamalarını duyar. Kalkar yanına gelir, niçin böyle üzgün olduğunu, ağladığını sorar.

    Fakir olanı biteni anlatır.

    Kör, teselli vererek, üzülmemesini, kendi evine gelmesini, evinde kalmasını, ekmeğini çorbasını kendisiyle paylaşmasını ister ve ısrarda eder. Fakir onun içtenliği ve ısrarı karşısında kabul eder, onunla gider.

    Kör ona karşı çok güzel bir konukseverlik gösterir. Fakirin, hem karnı doyar hem de gönlü hoş olur.

    Gönlü öyle hoş olur ki, o hoşnutluk içinde:

    - Sen bana evini açtın, sen bana gönlünü açtın, Kadir Mevlam da senin gözünü açsın, diye dua eder.

    Gece olur, körde bir gariplenir bir gariplenir ki, o gariplik içersinde gözünden birkaç damla yaş damlar, gözleri birden açılır. Görmeğe başlar.

    Körün görmesi ile ilgili haber bir anda şehirde yayılır. Yer yerinden oynar. Bu haberi onu kapısından kovan, kovmakla kalmayan taş yüreklid duyar. İşin doğruluğunu anlamak için gözü açılan şahsa gelir:

    - Çok şanslıymışsın. Gözün nasıl açıldı, kim açtı.

    - Hey! seni gidi gafil seni, sen nasıl bir adammışsın ki, öyle bir mübarek zatı azarladın, üzdün, yüzünü yıktın. devlet kuşunu bıraktın, baykuş ile meşgul oldun. Gözümün kapısını, senin yüzüne kapıyı kapattığın o kimse açtı.

    - Desene kendime yazık ettim, öyle bir doğanmış ki öyle bir devletmiş ki, kıymetini bilemedim, bana değil sana nasip oldu, ben avlayamadım sen avladın, der ve kıskançlıkla parmağını ısırır.

    Dişini sıçan gibi hırsa batırmış kimse koca doğanı nasıl avlayabilir? İyilerin bastıkları toprak derman diye, göz açar. Ancak gönül gözü kör olanlar o dermandan gafildirler, kıymetini ne bilsinler.

    Bostan ve Gülistan'dan uyarlanmıştır.
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  8. #118
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    FAKİRLİK, GERÇEK FAKİR (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Günlerden bir gün gerçekten zengin bir baba oğlunu yakın bir köye götürdü. Bu yolculuğun tek amacı vardı, insanların ne kadar fakir olabileceklerini oğluna göstermek. Çok fakir bir ailenin çiftliğinde bir gece ve gün geçirdiler.

    Yolculuktan dönüşlerinde baba oğluna sordu,

    "İnsanların ne kadar fakir olabildiklerini gördün mü?"

    "Evet!"

    "Ne öğrendin peki?"

    Oğlu cevap verdi,

    "Şunu gördüm: bizim evde bir köpeğimiz var, onlarınsa dört. Bizim bahçenin ortasına kadar uzanan bir havuzumuz var, onlarınsa sonu olmayan bir dereleri. Bizim bahçemizde ithal lambalar var, onlarınsa yıldızları. Bizim görüş alanımız ön avluya kadar, onlarsa bütün bir ufku görüyorlar."

    Oğlu sözünü bitirdiğinde babası söyleyecek bir şey bulamadı. Oğlu ekledi,

    "Teşekkür ederim baba, ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için!"
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  9. #119
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    FARKLI YAKLAŞIMLAR, FARKLI SONUÇLAR, BAKIŞ AÇISI (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Dr. Ruskin, Amerikan Tıp Birliği dergisinde yayınlanan aşağıdaki yazısında, gülünç bir yanlış anlamanın kişide nasıl tümüyle farklı bir yaklaşım duygusu oluşturabileceğini anlatmaktadır.

    Dr. Paul Ruskin, öğrencilerine yaşlanmanın psikolojik belirtilerini öğretirken onlara şu olayı okudu:

    Hasta ne konuşuyor, ne de söylenenleri anlıyor. Bazen saatlerce anlaşılmaz şeyler geveliyor. Zaman, yer ya da kişi kavramı yok. Yalnız, nasıl oluyorsa, kendi adı söylendiğin de tepki veriyor.

    Son altı aydır onun yanındayım, ne görünüşü için bir çaba harcıyor ne de bakım yapılırken yardımcı oluyor. Onu hep başkaları besliyor, yıkıyor ve giydiriyor. Dişleri yok, yiyeceklerin püre halinde verilmesi gerekiyor. Gömleği salyalarından dolayı sürekli leke içinde.

    Yürümüyor. Uykusu sürekli düzensiz. Gece yarısı uyanıp çığlıklarıyla herkesi uyandırıyor.

    Çoğu zaman mutlu ve sevecen, fakat bazen ortada bir neden yokken sinirleniyor. Bir gelip onu yatıştırana dek de feryat Figen bağırıyor.

    Bu olayı okuduktan sonra, Ruskin öğrencilerine böyle birinin bakımına üstlenmek isteyip istemediklerini sordu.

    Öğrenciler bunu yapamayacaklarının söylediler. Ruskin, kendisinin bunun büyük bir zevkle yaptığını ve onlarında yapması gerektiğini söyleyince öğrenciler şaşırdılar.

    Daha sonra Ruskin hastanın fotoğrafını dolaştırmaya başladı.

    Fotoğraftaki, doktorun altı ayaklı kızıydı.
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  10. #120
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    FİL YAVRULARI HİKAYESİ (MESNEVİDEN HİKAYELER, SEÇME ÖYKÜLER) (HİKAYELERDEN SEÇMELER)

    Bilmem işitin mi? Akıllı bir adam, Hindistan da dostlarından iki üç kişinin uzak bir seferden geldiklerini, aç ve çıplak bir halde bulunduklarını gördü. Bilgiden doğma merhameti coşup “ Hoş geldiniz” dedi, güller gibi açıldı. Biliyorum karnınız bomboş, pek açsınız. Açlıktan adeta Kerbela’ya düşmüşsünüz. Bu yüzden bütün mihnetlere uğramışsınız.

    Fakat dostlar, aman Allah için olsun sakın fil yavrusu yemeyin. Şimdi gideceğiniz yolda filler vardır benim öğüdümü can-ü gönülden dinleyin. Yolunuzdaki fil yavrularını avlamak istersiniz. Bu gönlünüze pek hoş gelir. Onlar pek kuvvetsiz. Pek latif ve semizdir. Fakat anaları pusudadır, onları korur.

    Yavrusunun ardından feryad-ü figan ederek yüz fersah yol yürür, evladını arar durur. Hortumundan ateşler saçar, dumanlar savurur. Yavrularına merhameti çoktur. Sakın ha yavrularını avlamayın” dedi. Yavrum, veliler de Allah çocuklarıdır. Onlar ortada olsun, olmasın.

    Allah, mallarını, canlarını korur, onların ahvalinden haberdardır. Sakın noksanlarını bulup aleyhlerine gıybet etme. Onlar için kin güden, onların öcünü alan Allah’tır. Allah dedi ki : Bu veliler benim çocuklarımdır. Gariplik alemindedirler, eşleri yoktur. Ne işleri vardır, ne güçleri.

    Halkı imtihan için hor ve yetim görünürler. Fakat hakikatte dostları da benim, nedimleri de. Hepsi de benim korumama arka vermiştir. Sanki onlar, benim cüzülerimdir. Sakın, sakın! Bunlar benim hırka giyenlerimdir. Binlerce kişi arasında yüz binlerce kişidirler. Fakat yine de hepsi bir vücuttur. ”

    Öyle olmasaydı Nuh, bir beddua ile doğuyu batıyı sulara gark edebilir miydi? İhsan ve kerem sahibi lut, zalimlerin şehirlerini perişan eyleyebilir, yerlere batırabilir miydi? Cennete benzeyen şehirleri karasu oldu. Diclesi oldu Git de gör. Bu karasu Şam tarafındadır. Kudüs’e giderken yolda görürsün.

    Hakk’a tapan yüz binlerce peygamber yüzünden her devirde nice azaplar oldu. Söylesem uzun sürer. Ciğerde ne oluyor ki? Dağlar bile kan kesilir. Dağlar kan kesilir de sonra yine donar, kalır. Sen bu kan oluşu görmezsin, çünkü körsün, kötüsün. Bu görüşten ne kadar uzaksın!

    Bu kör, ne şaşılacak şey kördür, uzağı görür, gözü de keskin. Fakat yalnız devedeki yükü görür. İnsan hırsından her şeyi kıldan kıla görür, bilir ama oynayıp salınmasında hayır yoktur. Bu oynayış şerle doludur. Benliğini kıracak yerde oyna, salın da şehvet yarasının üstündeki pamuğu çek, kopar.

    Erler, meydanda oynar, dolanır, kendi kanları içinde raks ederler. Varlıklarından kurtuldular mı? Ellerini çarpar, noksanlarından ayrıldılar mı raksa girerler. Çalgıcıları, içlerinden def çalar, denizler, onların coşkunluğunu görüp köpürürler. Sen görmezsin ama onların ***retinden yapraklar bile dalların üstünde el çırpar.

    Dalların el çırpışını görmüyorsun değil mi? Buna can kulağı gerek, ten kulağıyla duyulmaz ki. Baş kulağını alaya, yalana, dolana kapa da aydın can şehrini gör. Muhammet’in kulağı, sözlerin iç yüzünü duyar. Allah ona Kuran da “ Kulağın ta kendisi” der.

    Bu peygamber baştanbaşa kulaktır, gözdür. Onun merhameti sütninedir. , biz de onun süt emer çocuklarıyız. Bu sözün sonu gelmez. Sen yine o fil hikayesine dön, yine o hikayeye başla da onu anlat.

    Fil onların her birinin ağızlarını koklamakta, hepsinin midelerinin etrafın da dönüp dolaşmakta. Yavrusunu kim kebap edip yemişse, bularak öç almaya, kuvvetini göstermeye çalışmaktaydı. Sen de Allah kullarının etlerini yemekte, onların aleyhinde bulunup günah kazanmaktasın.

    Kendinize gelin, sizin ağzınızı koklayan da Allah’tır. Doğrudan başka kim canını kurtarabilir? Bir adamın kabirde ağzını koklayan Münker, yahut Nekir olursa yazıklar olsun o acımağa değer kişiye. ! O ulu meleklerden ne ağzını gizlemeye imkan var, ne güzel kokularla iyi bir hale getirmeye çare.

    Mezara girene, onlara yaltaklanmak mümkün değil; akıl, fikir için hileye sapmaya yol yok! Saçma sapan söyleyen adamın başına gürzler iner, pençeleri batar. Azrail’in sopasını, demirini gözünle görmüyorsan gürzünün eserine bak! Bazı zamanlar suret bakımından da görünür de onun için yalnız, hasta bunu, anlar, duyar.

    O hasta dostlar, der, Bu tepenin üstünde duran kılıç nedir ki? Dinleyenler de “ Biz öyle bir şey görmüyoruz . bu hayalden ibaret” derler . halbuki ne hayali? Göçme zamanı bu! Ne hayali bu aşağılık felek bile bunun korkusuyla hayal haline geldi. ölüm haline gelen hastanın önünde gürzlerle kılıçlar his alemine girdiler.

    O, bu kılıçların ona çekildiğini görür. Fakat ondan başka düşmanın gözü de bağlıdır, dostun gözü de bunları gören yoktur. Dünya hırsı gitti de o yüzden hastanın gözü kuvvetlendi; gözü, kan dökme zamanı aydınlandı. Kibrinin, hışmının yüzünden gözü, vakitsiz öten horoza döndü.

    Vakitsiz çan çalan, vakitsiz öten horozun başını kesmek vaciptir. Her an canının bir cüzü ölüm halindedir. Her an can verme zamanındadır. Can verme anında imanını gör, gözet! Ömrün altın kesesine benzer, geceyle gündüz de para sayan adamdır. Bilmeden, anlamadan sayar durur, nihayet kese boşalır, ay tutulur.

    Dağdan alsan da yerine koymasan dağ bile yerin de kalmaz, yok olur gider. Şu halde her an yerine karşılık koy ki: “ Secde et de yaklaş” ayetinin maksadı neyse bulasın. Bütün işlere böyle çalışma, dindeki işten başka iş için savaşma. Sonra sonunda tamamlamadan geçip gidersin.

    İşlerin sona ermez, ekmeğin de ham kalır. O mezarını lahdini yapma işi taşla, tahtayla kilimle, keçeyle olmaz. Kendine gönülde bu benliği görmen gerektir. Onun toprağı olman, gamına gömülmen lazım ki nefesin, nefesinden yardımlara nail olsun, nefesin kutlu ve tesirli bir hale gelsin .

    Mezara türbe yapmak, üstüne kubbe kurmak, mana sahiplerine makbul değildir. Bir bak da gör, diri iken atlaslara bürünen kişinin aklını o ipekler, o atlaslar hiç fazlalaştırır, onun reyine isabet verir mi?

    Canı Münker ve Nekir’in azabına uğramış gamlı gönlünde de gam akrepleri yer tutmuştur. Zahirini süslemiş püslemiş ama içi düşünceler den feryatlara düşmüş başka birini de görürsün ki eski elbiseler giyinmiş ama o köhne libaslar içinde kamışa benzer, sözü de şeker gibidir.

    Öğütçü dedi ki “ Bu öğüdümü tutun da gönlümüz, canınız belalara düşmesin. Otlara, yapraklara kaani olun fil yavrularını avlamaya varmayın. Ben boynumdaki öğüt borcumu ödedim. Öğüdü tutanın sonu, ancak kutluluktur. Ben sizi nedametlerden kurtarmak için elçiliğimi yaptım.

    Kendinize gelin, sakın tamah yolunuzu urmasın. Tamah, yaprak yapraklarınızı ta kökünden söker, çıkarır” bunları söyleyip “ Haydi, hayra karşı” diyerek onları uğurladı, selametledi gitti. Onlar, yolda kıtlığa düştüler, susuzlukları artıkça arttı. Ansızın yolda yeni doğmuş güzel bir fil yavrusu gördüler.

    Sarhoş kurtlar gibi başına üşüştüler. Onu tertemiz yiyip bu işten ellerini yıkadılar. Yoldaşlarından biri, onlara öğüt verdi. O adamın öğüdü hatırındaydı. Bu söz adamın o fili kebap edip yemesine mani oldu. Eski ve tecrübe görmüş akıl, sana yeni bir baht bağışlar.

    Onlar fil yavrusunu yiyip yattılar, uyudular. O aç adamsa sürüyü bekleyen çoban gibi uyanıktı. Birdenbire baktı ki kızgın bir fil çıkageldi. Önce o gözetleyene gelip çattı. Ağzını üç kere kokladı. Fakat ondan hiçbir kötü koku gelmedi. Birkaç kere etrafın da dönüp dolaşarak gitti.

    O iri fil, adama hiç dokunmadı. Uyuyanların hepsinin ağızlarını kokladı, hepsinden de koku aldı. Yavrusunu kebap edip yiyenleri hemencecik paraladı öldürdü. O anda hepsini de birer ,birer paralıyor, onlardan hiç de ürkmüyordu. Onların her birini havaya kaldırıp yere vurarak parçalamaktaydı.

    Ey halkın kanını emen, bu işten uzaklaş, halkın malı kanı demektir. Çünkü mal güçle, kuvvetle çalışmayla ele geçer. O fil yavrularının anaları kan güder, fil yavrusunu yiyenden öç alır, öldürür. Ey rüşvet alan, sen fil yavrusu yemektesin, sana düşman olan fil, kökünü kazır, seni mahveder.

    Hilelere sapanı koku, rüsvay etti. Fil yavrusunun kokusunu bilir. Hak kokusunu yemenden duyan bendeki batıl kokuyu nasıl olurda duymaz? Mustafa ta uzak yol dan koku alır da ağzımızda ki güzel kokuyu nasıl almaz? Duyar, duyar ama yüzümüze urmaz, örter.

    İyi koku da göklere çıkar kötü koku da. Sen uyuyup durursun, o haram koku ise şu yeşil gökyüzüne urup durur. Seni çirkin nefeslerine yoldaş olup felekte kokuları alanlara kadar gider. Kibir, hırs, şehvet kokusu, söz söylerken soğan gibi kokar. Yemin eder de “Ben onları ne zaman yedim?

    Soğandan da çekinmekteyim, sarımsaktan da” dersen o yalan yemini ederken nefesin, kovuculuk eder. Kokusu seninle beraber oturanların dimağına vurur. O koku yüzünden dualar ret edilir. O kötü kalp, sözle kendisini gösterir. O duaya “ Sesinizi kesin” cevabı gelir. Her azgının cezası onu kovan sopadır. Fakat sözün eğri, özün doğru olursa o söz eğriliği, Allah’a makbuldür.
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

Sayfa 12 Toplam 14 Sayfadan BirinciBirinci ... 234567891011121314 SonuncuSonuncu

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu anda 12 kullanıcı bu konuyu görüntülüyor. (0 kayıtlı ve 12 misafir)

Benzer Konular

  1. Playlist`ten Seçmeler..
    Konu Sahibi qLnSytN Forum Karışık Videolar
    Cevap: 8
    Son Mesaj : 12.Aralık.2015, 00:30
  2. Divan Şiirinden Seçmeler
    Konu Sahibi ÇağanCan Forum Edebi Eserler
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 19.Kasım.2014, 14:41
  3. Ehli Nur'Seçmeler
    Konu Sahibi Ehli Nur Forum Giyim - Çanta - Ayakkabı
    Cevap: 28
    Son Mesaj : 16.Kasım.2014, 11:14
  4. Nietszche’den Seçmeler (Hayat)
    Konu Sahibi ÇağanCan Forum Serbest Bölge
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 07.Eylül.2014, 12:51
  5. Ruznamemden seçmeler
    Konu Sahibi ÇağanCan Forum Serbest Bölge
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 29.Ağustos.2014, 22:20

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  
gaziantep escort bayan gaziantep escort sesli sohbet seks hikaye onwin venüsbet giriş tipobet365 sahabet karabük escort ordu escort kars escort kocaeli escort izmit escort edirne escort ısparta escort karabük escort manisa escort adana escort
ankara escort ankara escort ankara escort bayan escort ankara çankaya escort kızılay escort kızılay escort ankara eskort ankara escort çankaya escort ankara otele gelen escort kayseri escort istanbul escort avrupa yakası escort çapa escort şirinevler escort avcılar escort beylikdüzü escort