kayseri escort ankara escort izmir escort antalya escort bursa escort istanbul escort

Etiketlenen üyelerin listesi

Sayfa 14 Toplam 14 Sayfadan BirinciBirinci ... 4567891011121314
Toplam 134 adet sonuctan sayfa basi 131 ile 134 arasi kadar sonuc gösteriliyor
  1. #131
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    GÖZYAŞI BEDAVA HİKAYESİ (MESNEVİDEN HİKAYELER, SEÇME ÖYKÜLER) (HİKAYELERDEN SEÇMELER)

    Arab’ın birinin köpeği ölmek üzereydi. Arap yağmur gibi gözyaşı dökmede, başıma ne dertler geldi demedeydi. Bir dilenci geçiyordu. Dedi ki: Niye ağlıyorsun? Kimin çin feryat ve figan ediyorsun?
    Arap bir köpeğim vardı dedi, pek iyi huyluydu. İşte şuracıkta yol üstünde ölüyor. Gündüz avcımdı, gece bekçim. Gözü pekti, avı hemen yakalardı. Hırsızı derhal kovardı.

    Adam derdi ne yaralandı mı? Diye sordu. Arap, hayır dedi, açlık onu bu hale getirdi. Adam, bu derde, bu mihnete sabret dedi, Allah, sabredenlere karşılık ihsanda bulunur. Ondan sonra dedi ki: Ey hür kişi, elindeki şu dolu dağarcıkta ne var?

    Arap, dün akşamdan artan ekmeğim, azığım. Bedeni kuvvetlendirmek için taşımaktayım dedi. Adam dedi ki: Neden o köpeğe ekmek yemek vermedin? Arap o kadar merhametim yok. Yolda parasız ekmek ele geçmez. Fakat gözyaşı bedava dedi.

    Adam, a havayla dolu kırba, toprak başına! Demek ki sence ekmek, gözyaşından daha iyi ha? Gözyaşı kandır, dertle su haline gelir. Topraktan meydana gelen ekmek, beyhude kan dökmeye değmez dedi.

    Arap, iblis gibi bütün vücudunu hor hakir bir hale getirmişti. Bu bütünün parçası, anacak aşağılık ve bayağı bir şeydir. Ben varlığını o ihsan ve cömertlik sahibinden başkasına satmayana kul, köle olayım. O ağlarsa gökyüzü de ağlar. O feryat ederse gökyüzü de Yarabbi demeye başlar.

    Ben o himmet sahibi bakıra kul, köle olayım ki kimyadan başka bir şeye eğilmez. Dua ederken Allah’a sınık bir halde el kaldır. Allah’ın merhamet ve ihsanı, sınık kişiye doğru uçar.

    Bu daracık kuyudan kurtulmak istiyorsan durmadan ateşe yüz çevir kardeş. Allah’ın hilesini gör, kendi hileni bırak. Ey hilesine karşı hilebazların bile utanıp şaşırdıkları Allah’ım!

    Tavus kuşu gibi kanadına bakma, ayağını gör ki kötü göz, sana bir pusu kurmasın. Dağ bile kötülerin nazarıyla yerinden oynar. Kuran’da “Yüzlikunneke”yi oku da anla.

    Dağ gibi Ahmet bile yolda çamur ve yağmur yokken nazara uğradı da ayağı titremeye başladı. Bu duraklama, sürçme, bu ayak titremesi de ne? Bu işin boş olmasına imkan yok diye hayrette kaldı. Nihayet ayet geldi de, o hal sana kötü gözden erişti diye hikmetini bildirdi.

    Allah eğer senden başka biri olsaydı derhal yok olur, o nazara avlanır erir giderdi. Fakat benim korumam, eteğini çemreyip geldi de kurtuldun, yalnız bu titreyişin, bu sürçmen, bu sırrı sana bildirmek içindi dedi.

    İberet al da o dağ gibi olan Peygambere bak Ondan sonra a saman çöpünden aşağı olan adam, hünerini malını arz etme!

    Ey Allah peygamberi, o mecliste öyle adamlar vardır ki herkesin kuşlarına bile nazar değdirir, onları bile öldürürler. Nazarlarından kükreyen aslanın bile kellesi yarılır, inlemeye başlar. Güçlü deveye nazarı ile ölüm değdirir, sonra arkasından köleyi, yürü bu devenin yağından satın al diye yollar. Köle deveyi sakatlanmış görür. Atla beraber koşan o deve sakatlanmış başı kesilmiştir.

    Şüphe yok ki hasetle, kötü gözle feleğin dönüşünü, yürüyüşünü bile başka bir tarzda döndürürler. Su gizlidir, fakat dolap meydanda. Fakat su esasen dönüp yürümektedir. Kötü gözün ilacı iyi gözdür. İyi göz, kötü gözü ayağının altına alır, yok eder.

    İlerisi gidiş, rahmettir sıfatıdır, iyi göz de rahmettir. Halbuki kötü göz, kahır ve lanetten meydana gelmededir. Allah’ın rahmeti gazabından üstündür. Bunun içindir ki her peygamber, kendi zıddına üst olmuş onu mat etmiştir.

    Çünkü, peygamber rahmetin neticesidir. Zıddı ise kötü yüzlüdür, kahır neticesidir. Kazın hırsı birdir. Şehvet hırsı yılandır, mevki hırsı ejderha. Kaz hırsı, boğaz ve cima şehvetinden meydana gelir. Fakat baş olma hırsında bu şehvetlerin tam yirmi tanesi toplanmıştır. Mevki sahibi, mevkii yüzünden Allahlıktan dem vurur. Allah ile ortak olmayı tamah eder, nasıl af edilebilir?

    Adem’in işlediği kusur karın ve cima yüzünden oldu. Fakat iblisin suçu ululuktan ve mevki yüzündendi. Hasılı Adem çabucak tövbe etti, halbuki o melun, tövbe etmeye tenezzül etmedi. Boğaz ve cima hırsı da kötüdür. Fakat mevki hırsı olmadıkça yine de sınıklıdır.

    Bu mevki hırsının kökünü dalını söylemeye kalkışırsam bir başka cilt lazımdır. Arap serkeş ata Şeytan dedi, yazıda yayılan ata değil. Şeytanlık lügat ta baş çekmedir. Bu sıfat lanete layıktır. Bir sofranın çevresine yüz tane adam oturur, yer. Fakat baş olmak isteyen iki adam dünyaya sığamaz.

    O, dünya yüzünden bunun bulunmasını istemez. Hatta padişah padişahlığıma ortak olur diye babasını bile öldürür. Duymuşsundur ya saltanat kısırdır derler. Padişahlık davasında olan, korkusundan akrabalığı filan hep keser, hepsinden vazgeçer.

    Çünkü, saltanat kısırdır, onun oğlu yoktur. Ateş gibi kimseyle dostluğu olamaz. Kimi bulursa yakar, yırtar. Kimseyi bulamazsa kendi kendisini yer. Hiç ol da onun dişinden kurtul. O katı yürekliden merhameti az um!

    Hiç oldun mu o katı yürekliden korkma. Her sabah mutlak yokluktan ders al. Ululuk, ululuk ısısı Allah’ın elbisesidir. Kim onu giymeye kalkışırsa vebale girer. Taç onundur kemer bizim vay haddini aşana! Bu tavusluk kanadı, sana bir sınamadır. Buna kapıldın mı Allah’a ortak olmaya, onun gibi noksan sıfatlardan arı olduğunu davaya kalkışırsın.

    Bir tavus kuşu, ovada kanatlarını yolmaktaydı. Hakimin biri gezmeye çıkmıştı. Onu görüp dedi ki: Ey tavus böyle güzelim kanatları nasıl yoluyor da kökünden yolup atıyorsun? Hiç acımıyor musun?

    Bu süsü koparıp balçığa atmana gönlün nasıl razı oluyor? Hafızlar o tüyleri beğendiklerinden alıp mushafların arasına koyuyorlar. Halk havalanmak için tüylerinden yelpazeler yapıyorlar. Bu ne nankörlük bu ne cüret! Bilmiyor musun ki nakkaşın kim? Yahut da biliyor da nazlanıyor; mahsustan o süsleri yoluyorsun.

    Birçok naz vardır ki suç olur; kulu, padişahın gözünden düşürür. Nazlanmak, şekerden tatlıdır ama az çiğne, yüzlerce tehlikesi vardır. Niyaz yolu emin bir yoldur. Nazı bırak da o yola düş. Nice nazlananlar vardır ki kol kanat çırpar ama nihayet o hal adama vebal olur. Nazın güzelliği seni bir an yüceltse bile onun gizli korkusu, seni eritir mahveder.

    Bu yalvarışa gelince: Seni zayıflatır. Zayıflatır ama parlak ayın on dördü gibi baş köşeye geçirir. Ölüden diriyi çekip çıkarınca ölen, doğru yolu bulur. Diriden ölüye çıkarınca da diri nefis, ölüm tarafına yönelir, ölüm tarafına dönüp dolaşır.

    Öl ki hiçbir şeye ihtiyacı olmayan diri Allah, ölüden diri meydana getirsin. Allah, bu ölü bedenden meydana bir diri getirsin. Kış olursan baharın gelişini, gece kesilirsen gündüzün oluşunu görürsün.

    O kanatları yolma ki bir daha yerine yapışmaz. Ey güzel yüzlü, yasa düşüp yüzünü yırtma. Kuşluk güneşine benzeyen o güzelim yüzü yırtmak, yanlış bir iştir. Böyle bir yüzü tırnakla yaralamak kafirliktir. Ay bile onun ayrılığı ile ağlamakta. Yoksa yüzünü görmüyor musun? Bırak bu inatçılığı, bırak bu düşünceyi!

    Bedende Nefsi Mutmainne’nin yüzünü düşünce tırnakları yaralar. Kötü düşünceyi zehirli tırnak bil. Bu tırnak, derinleştikçe can yüzünü tırmalar. Müşkül düğümleri açmak ister; fakat bu, adeta altın bir kaba aptes bozmaya benzer.

    Ey işin sonuna varan düğümü çözülmüş say. Bu düğüm, boş keseye vurulmuş kuvvetli ve çözülmez bir düğümdür. Düğümleri açmakla uğraşa,uğraşa kocaldım, başka birkaç, düğümü de çözülmüş sayıver.

    Asıl boğazımızdaki çözülmez düğüm şudur: Sen kendini bil, bakalım, aşağılık bir adam mısın, yoksa bahtı yaver bir adam mı? Adamsan bu müşkülü çöz. İnsan nefsine sahipsen nefsini bu yolda sarf et. Ayan ve arazı bildin tut, ne çıkar? Asıl, kendi haddini bil ki bundan kaçıp kurtulmaya imkan yok.

    Kendi haddini bilince de artık bu hadden kaç da ey toprak eleyen, hadsiz aleme ulaş. Ömrün mahmul ve mevzu derdiyle geçti. Gözün açılmadı, hayatın duyduğun şeylerle geçip gitti. Neticesiz ve tesirsiz olan her delil boş çıktı. Sen kendi neticene bak.

    Yapanı ancak yapılan şeylerle görebildin; iktirani kıyasla kanaat ettin. Filozof davasında delilleri çoğaltıp durur. Halbuki kalbi temiz Allah kulu, onun aksine delillere bakmaz bile. Delil ve hicaptan kaçar, delalet edilenin peşine düşer, başını yakasının içine çeker. Filozofa göre duman, ateşe delildir ama bizce dumansız olarak o ateşe atılmak daha hoştur.

    Hele yakılıktan, sevgiden meydana gelen şu ateş yok mu? O, bize dumandan daha yakındır. Hasılı cana ariz olan hayallere kapılıp dumana koşmak ve bu yüzden candan olmak, pek kötü bir iştir, pek bahtsızlıktır.

    Kanadını yolma, onun sevgisini gönlünden sök, çıkar. Çünkü, savaşmak için düşmanın bulunması şarttır. Düşman olamadıkça savaş imkanı yoktur. Şehvetin olmazsa ondan kaçınma emrine uyman mümkün değildir. meylin olmazsa sabrın manası yok. Düşman yoksa ordu sahibi olmana ne hacet?

    Kendine gel de kendini hadım etme, papaz olma. Çünkü, çekinmek ve temiz durmak, şehvetin zıddıdır. Heva ve heves olmadıkça have ve hevesten çekinin denmesi mümkün değildir. ölülere gazilik taslanmaz ya.

    “Yoksullara verin onları doyurun “ denmiştir, şu halde kazan. Çünkü elinde eskiden kazandığın bir şey olmadıkça harcayamazsın ki. Gerçi o mutlak olarak “Yoksulları doyurun” demiştir ama sen “Kazanın da sonra yoksulları doyurun” diye oku.

    Yine böyle o padişah “Sabredin” buyurdu. Bir istek olmalı ki yüz çeviresin. “Yiyin” emri şehvet için bir tuzaktır, ondan sonra gelen “İsraf etmeyin” emriyse temizliktir. Şehvet olmasa ondan kaçınmaya imkan olabilir mi?

    Sabretme ezasına uğramadıkça karşılığında bir hayır ve mükafat elde edemezsin. Ne hoştur o şart ve ne sevinçli şeydir o mükafat. O gönüller açan, canlara canlar katan mükafat!

    Aşıkların neşesi de odur, gamı da, hizmetlerine karşılık aldıkları ücret de. Aşk, sevgiliden başkasını seyre dalarsa bu, aşk değildir, aslı yok bir sevdadır. Aşk, o yalımdır ki parladı mı sevgiliden başka ne varsa hepsini yakar.

    La kılıcı, Allah’tan başka ne varsa hepsini keser silip süpürür. Bir bak hele, La’dan sonra ne kalır? İllahlah kalır, hepsi gider. Neşelen, sevin ey ikiliği yakıp yandıran şiddetli aşk! Zaten evvelkilerde oydu, sonrakiler de. İkilik ancak şaşı gözün bir görüşüdür, bunu böyle gör. Ne şaşılacak şey! Hiç onun aksinden başka bir güzel olur mu? Beden, ancak canla hareket edebilir. Canı olmayan bedeni istersen yağla, balla beslemeye kalk, yine beyhudedir.

    Bunu, bir günceğiz olsun dirilip bu canlar canının elindeki kadehi alan, o şarabı içen bilir. Fakat gözü, o yüzleri göremeyene şu duman, can görünür. Abdülaziz oğlu Ömer’i görmediğinden Haccac onca adalet sahibidir.

    O, Musa’nın ejderhasını görmemiştir de büyücülerin iplerinde can var sanır. Arı duru suyu içmeyen kuş, kara su içinde kanat çırpıp durur. Zıt olmadıkça zıttı tanınamaz. Yara görülünce onulmaya başlanır.

    Hasılı Elest ikliminin kadrini bilesin diye dünya, önce gelmiştir. Fakat buradan kurtulup oraya vardın mı ebed şeker hanesinde şükreder durursun. Dersin ki: Sanki orada toprak elemişim. Bu tertemiz alemden kaçıp duruyormuşum.

    Keşke bundan önce ölseydim de o balçıkta çektiklerim, daha az olsaydı. İşte onun için o her şeyi bilen peygamber, “Kim ölür bedenini terk ederse, öldüğünden, göçtüğünden dolayı hasrete düşmez. Ancak taksiratından, fırsatı fevt ettiğinden hasrete düşer.

    Ölen keşke maksadıma bundan önce erişseydim diye diler. Kötüyse, önce ölseydi kötülüğü daha az olurdu. İyiyse, iyilik yurduna daha önce giderdi. Kötü, haberim yokmuş, ben an be an önümdeki perdeleri arttırıp duruyormuşum. Bundan önce buraya göçseydim bu perdem, daha az olurdu der” buyurmuştur.

    Hırsa düşüp kanaat yüzünü az yırt. Ululanıp aşağılanma yüzünü az incit. Hasisliğinden cömertlik yüzünü, Şeytanlığından secdenin güzelim cemalini az parala. O cenneti bezeyen kanatları yolma. O yolları kaplayan kanatları yolma.

    Tavus kuşu, bu öğüdü duyunca ona baktı. Sonra da zari, zari ağlamaya koyuldu. O dertlini feryadı figanı orada bulunanları da feryada düşürdü. Neden kanatlarını yoluyorsun diye soran cevapsız kalıp pişman bir halde ağlamalı oldu.

    Neden boşboğazlıkta bulundum da sordum? O, zaten dertle doluymuş, ben onu büsbütün coşturdum diyordu. Gözlerinden akan yaşlar toprağa damlamakta idi. Damlayan damlaların her birinde yüzlerce cevap vardı.

    Doğru ve özden ağlayış, canlara dokunur, feleği ve arşı bile ağlatır. Akıl ve gönüller, şüphe yok ki arşa mensuptur, hicap içinde olarak arş nurundan doğarlar.

    Harut’la Marut gibi. O iki temiz melek de bu alemde korkunç bir kuyuda mahpusturlar. Aşağılık şehvet alemine düştüler de suçları yüzünden bu kuyuda bağlana kaldılar. İyilerle kötüler büyüyü ve büyüyü bozan şeyleri bu iki melekten öğrenirler. Fakat önce kendine gel, büyüyü öğrenme vazgeç bu sevdadan.

    Biz bu büyüyü seni belaya uğratmak ve sınamak için öğretiriz diye öğüt verirler. Sınamada şart ihtiyar sahibi olmaktır. Kudret elde olmadıkça da ihtiyar olamaz. İstekler uyumuş köpeklere benzer. Onlardaki hayır ve şer de gizlidir. Kudretleri olmadığı için bunlar, yere yatmış odun parçaları gibi yatakalmışlardır.

    Fakat aralarına pis bir şey atıldı mı adeta köpeklere hırs surunu üfürür. O sakaktaki bir eşek düşüp öldü mü uyuyan yüzlerce köpek uyanır. ***p gizliliğinden gitmiş olan hırslar, yenlerinden yakalarından baş çıkarır, hücuma koyulurlar.

    Her köpeğin kılları diş kesilir hile için kuyruk sallamaya başlarlar. Köpeğin belden aşağısı hile, belden yukarısı öfke olur, odun bulmuş zayıf ateşe döner. Mekansızlık elinden yalım,yalım gelip çatar, ateşten çıkan alev ta göğe kadar, ağar.

    Bunun için yüzlerce köpek de insanın bedenin de uyumuştur. Bir av olmadığı için onlar, adeta gizlenmişlerdir. Yahut da gözleri bağlı doğan kuşlarına benzerler. Perde ardında bir av sevdasıyla yanıp tutuşurlar. Fakat doğanın külahını kaldırdın da avını gördün mü derhal dağlara dönüp dolaşmaya başlar. Hastanın isteği yatışmıştır. Hatırı, yalnız iyileşmektedir. Ama ekmek, elma ve karpuz görünce onu yemek ister bu istekle zarar korkusu, savaşa girişir. Sabrederse bunları görüşü, iyiliğine yarar. Çünkü o heyecana düşmek, onun gevşemiş tabiatına iyi gelir. Fakat sabredemezse görmemesi daha iyidir. Okun zırhsız adamdan uzak olması yeğ!

    Tavus kuşu ağlaması bitince dedi ki: Yürü, sen renge ve kokuya kapılmışsın. Görmüyorsun ki bu kanatlar yüzünden her yandan başıma yüzlerce bela gelip çatmada. Nice merhametsiz avcılar, bu kanatlar yüzünden her yanda benim için tuzak kuruyorlar. Nice okçu kanatlarım için yayını çekmiş bana ok atmada.

    Gücüm kuvvetim yok, kendimi koruyamıyorum, bu kazadan, bu beladan, bu fitnelerden kurtulmama imkan yok. Madem ki iş böyle, dağlarda, ovalarda emin olabilmek için çirkin olmam daha iyi.

    Ey yiğit, bu kanatlar, benim ululanma silahım kesildi. Ululanmaysa ululananları yüzlerce belaya uğratır.
    Nice hüner ve sanatlar vardır ki ham kişiyi helak eder. Çünkü o, taneye koşar, bu yüzden de tuzağı görmez. İhtiyarına sahip olmak, “Sakının” emrine uyan ve kendisine sahip olan adam için iyidir. Kendini koruyamıyor kötülüklerden çekinemiyorsan sakın, o aleti uzaklaştırır, ihtiyarı bırak.

    Benim de cilvelendiğim şey ve ihtiyarım, o kanattır. Onu yoluyorum, çünkü başıma kastetmede. Sabır sahibi, kendi kanadını yok farz eder, bu suretle kanadı da onu kötü düşüncelere sevk etmez.

    Şu halde ona de ki: Kanadını yolma, onun bir zararı yoktur. Bu çeşit adama ok gelse önüne kalkanını tutar. Fakat bana bu güzel kanat düşmandır. Çünkü sabredemiyor, cilveleniyorum. Eğer çekinme ve korunma bana yol gösterseydi ihtiyar yüzünden debdebem, devletim artardı. Ben çocuğa yahut sarhoşa benziyorum, sınanmalara tahammülüm yok. Benim elime kılıç vermek caiz değildir.

    Eğer aklım olsaydı da beni men etseydi kılıç, elimde bir zafer vasıtası olurdu. Güneş gibi nurlar saçan bir akıl lazım ki doğrudan başka bir suretle kılıç vurmasın. Parlak aklım ve iyi bir huyum yok, şu halde silahımı neden kuyuya atmayayım?

    Bu silah, bana düşman olacak. Onun için kılıçla kalkanı kuyuya atıyorum. Ne kolumda kuvvet var, ne dayanacağım bir yer. Kılıcımı atmazsam düşmanım elimden alır onunla beni yaralar. Bu kötü huylu nefis, yüzünü örtmemekte. Ben de onun inadına yüzümü yırtmaktayım. Bu suretle şu yücelik, şu güzellik azalsın da tamamı ile bitince de ben vebale az düşeyim. Yüzümü bu niyetle yırttığımdan suçum yok. Çünkü, bu yüzü yaralarla örtmek gerek. Gönlüm, gizlenme huyuna sahip olsaydı yüzüm, günden güne parlar, güzelleşirdi.

    Kuvvetim kudretim yok, iyiliğe de meyledemiyorum. Bunu gördüm, düşmanımı da gördüm, derhal silahımı kırdım. Bu suretle de onun bana üstün olmamasına, hançerimin kendime vebal olmamasına ***ret etmiş oldum.

    Damarım oynadıkça kaçıyorum, çünkü adamın kendisinden kaçması kolaydır. Başkasından kaçan, ondan kurtulunca karar eder. Halbuki benim düşmanım da benim, benden kaçan da ben. Şu halde işim kıyamete kadar boyuna kaçmaktır. Adama kendi gölgesi düşman olursa ne Hint’te emin olur, ne Huten’de.
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  2. #132
    Nokta - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Nokta
    Eline sağlık

  3. #133
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    GURURUN AKLA OYUNU HİKAYESİ (MESNEVİDEN HİKAYELER, SEÇME ÖYKÜLER) (HİKAYELERDEN SEÇMELER)

    Aklın aklından kaçan, peygamber ve velilere uymayan kişi meşhur Harut’la Marut’a benzer. Onlar da gururları yüzünden zehirli ok yediler. Mukaddes yaradılışlarına, melek olduklarına itimat ettiler. Fakat bu itimat, su sığırının aslana itimadı gibidir. Manda, aslana ne kadar itimat edebilir?
    Onun yüz tane boynuzu olsa ve bu boynuzlarla korunmaya çalışsa yine aslan, onun boynuzunu değil; boynuzunun boynuzunu bile parça parça eder. Kirpi gibi baştan aşağı diken olsa, aslan, yine onu çaresiz öldürür.

    Kasırga, birçok ağaçları kökünden sökerse de alçacık bir ota ihsanda bulunur. O sert rüzgar, otun zayıflığına acır. Gönül, artık sen de kuvvetten dem vurma. Balta ağaçların, dalların çokluğundan, sıklığından hiç korkar mı? Hepsini paramparça eder, kesip biçer. Fakat bir ota saldırmaz. Neşter yaradan başka yere vurulmaz. Aleve odunun çokluğundan ne gam? Kasap koyun sürüsünden kaçar mı?

    Manaya nispetle suret nedir? Çok zayıf, çok aciz. Kötüyü baş aşağı tutan ondaki manadır. Dolap gibi dönüp duran gökten kıyas tut. Onun dönmesi nedendir? Onda müdebbir olan akıldan. Oğul, siper gibi olan bu kalıbın dönüşü, hareketi de gizli ruhtandır.

    Bu rüzgarın hareketi onun manasından ( o suretle zahir olan manadan, Allah kudretindendir) değirmen çarkına benzer; çark, ırmak suyunun esiridir. Bu nefesin alınıp verilmesi, girip çıkması da hevesli candan başka kimdendir? Can, o nefesi, nefesle çıkan sözü, bazen cim haline kor; bazen de ha ve dal haline ( bu suretle de inkar da bulunur). Gah o sözü barış sözü yapar, gah savaş sözü.

    Can, o nefesi bazen sağa götürmektedir, bazen sola . . Bazen gül bahçesine koymaktadır, bazen diken haline. Yine böyle Allah’ımız, bu rüzgarı Ad kavmine ejderha yaptığı halde, Yine aynı rüzgarı; müminlere rahmet, hayat ve emniyet verici bir hale getirmişti.

    Alemlerin Rabbinin manalar denizi olan bin Şeyhi, “ mana Allah’dır” dedi. Bütün yerler, gökler; o yürüyen denizde, o can deryasında çör çöp gibidir. Suda çör çöpün saldırması, oynaması, suyun dalgalanmasındandır. İnat eder de onları hareketsiz bırakmayı dilerse kıyıya atıverir. Kıyıdan dalgalandığı yere, kendisine çekti mi ateş, ota ne yaparsa deniz de onlara onu yapar (hepsini siler, süpürür, yok eder) Bu söze de son yoktur. Ey genç sen yine Harut Marut hikayesine dön.

    Bu iki melek, cihan halkının günahını, kötülüğünü görünce, hiddetlerinden ellerini ısırıyorlardı. Fakat gözleriyle kendi ayıplarını görmüyorlardı. Bir çirkin, aynada kendisini görünce yüzünü çevirmiş, kızmış. Kendisini gören kendisini beğenen; birisinde bir suç gördü müİçinde cehennemden daha şiddetli bir ateş parlar. O, bu kibre din ***reti adını takar; kendi kafir nefsini görmez.

    Din ***retinin başka alameti vardır. O ateşten bütün bir dünya yeşerir, hayat bulur. Allah; Harut’la Marut’a “ Eğer siz, nurdan yaratılmış, masum melekseniz aldanmış, ziyankar suçları görmeyin.

    Ey gökyüzünün askerleri, benim kullarım! Şükredin ki şehvetten ve cinsi temayülden kurtulmuşsunuz. Eğer size de şehvet versem, artık gök, sizi kabul etmez. Sizdeki masumluk, benim ismetimin, benim korumamın aksindendir. O masumluğu benden bilin, kendinizden değil. Kendinize gelin, kendinize Lanetlenmiş Şeytan, size galip gelmesin” dedi.

    Nitekim Peygamberin vahiy katibi de hikmeti kendisinde gördü, kendine de vahiy geliyor zannetti.

    Allah kuşlarının sesi, kendinde de var sandı, o kötü ıslık, o kuşların sesi gibi güzeldir zannına düştü. Sen, kuşların seslerini övüp dururken nereden kuşun muradını anlayacaksın. Bülbülün sesini öğrensen, tanısan da gül ile ne yapıyor, ne işi var? Nereden bileceksin?

    Kıyas ve şüphe yoluyla bildiğini farz edelim O biliş sağırların, dudak oynamasından anladıkları kadar bir anlayış ve bilişten ibarettir.

    Anlayışlı, hal hatır, yol yordam bilen birisi bir sağıra “ komşun hasta” diye haber verdi. Sağır kendi kendisine dedi ki: “ Bu sağır kulakla ben onun sözünü nereden anlayacağım. Hele hasta olur, sesi pek çıkmazsa Fakat mutlaka da gitmek lazım. Dudağını oynar görünce ne dediğini kıyas yoluyla kendiliğinden düşünür, bulurum.

    Ey benim mihnete düşmüş dostum, nasılsın? Derim. O, elbette iyiyim, yahut hoşum, diyecek. Şükürler olsun diye cevap verir, ne çorbası yedin diye sorarım. O mesela, mercimek çorbası diye cevap verir. Afiyet olsun der, hekimlerden kim geliyor, kendini hangisine tedavi ettiriyorsun? derim.

    O, filan deyince derim ki: ayağı çok kutludur. Geldi mi işin yoluna girdi demektir. Biz de onun kademini denedik. Nerede vardıysa dilek hasıl oldu. ” O iyi adam, kıyas yoluyla tasarladığı bu cevapları düzüp koşarak hastaya hal hatır sormaya gitti.

    “Nasılsın “dedi. Hasta “öldüm” deyince dedi ki: “ Çok şükür!” Hasta, bu sözden hiddetlendi, canı pek sıkıldı. “ Bu ne biçim şükür? O bizim kötülüğümüzü istiyormuş, anlaşıldı” diye düşündü. Sağır bir sözdür, tasarladı ama yanlış düştü. Sonra “Ne yedin ?diye sorunca hasta

    “Zehir” dedi. Sağır “ Afiyet olsun” der demez hastanın kahırlanması fazlalaştı.

    Sağır, bundan sonra da “ Tedavi için hekimlerden kim geliyor?” diye sordu. Hasta “ Hadi be, defol, Azrail geliyor!” diye cevap verdi. Sağır “ Ayağı pek kutludur, sevin, neşelen!”dedi. Sağır; şükür, böyle bir zamanda hal hatır sorup komşuluk hakkını gözettim diye sevinerek dışarı çıktı.

    Sağır, eşekliğinden tamamı ile aksini sandı, ziyanın ta kendisi olan o işi kar zannetti. Hasta ise “Bu, bizim canımıza düşmanmış, onun cefa madeni olduğunu bilmiyormuşuz” diyordu. Hatırına yüz türlü kötü şeyler geliyor, ona türlü ,türlü haber göndermeyi kuruyordu.

    Kötü bir yemek yiyenin o yemeği kusuncaya kadar gönlü bulanır. İşte hiddeti yenmek budur; onu kusma ki karşılık tatlı sözler duyasın. Hasta olmadığı için hasta kıvranmakta, “ nerede bu kötü sözlü köpek ki. Söylediklerinin hepsine karşılık vereyim. O zaman tamamı ile hastaydım, aslan gibi olan aklım uyumuştu, hatırıma bir şey gelmedi. Hal hatır sorma, gönül almak ve teselli etmek içindir. Halbuki bu, hatır sorma değil, düşmanlık!

    Düşmanını zayıf ve bitkin bir halde görüp memnun olmak istemiş” diyordu. Nice ibadetten vazgeçmiş, kulluktan çıkmış kişilerin gönüllerinde Allah’ın rızasını almak, sevaba nail olmak vardır, bunu umarlar. Halbuki bu, esasen gizli bir günahtır.

    Nice bulanık şeyler vardır ki sen, onları saf ve berrak sanırsın. O sağır gibiSağır, iyilik yaptım sanmıştı, halbuki aksi zuhur etti. O, bir hastaya iyilikte bulundum hatırını ele aldım, komşuluk hakkını ele getirdim diye rahatça oturmuştu. Halbuki hastanın gönlünde bir ateş alevlenmiş, kendisini de yakmıştı. Yaktığınız ateşlerden korkun. Siz, onu günahlarınızla çoğalttınız, günahınız yüzünden alevdesiniz.

    Peygamber bir riyakara namaz kıldığı halde “ Ey yiğit kalk, namaz kıl, çünkü senin kıldığın namaz değil” dedi. Bu korkular yüzünden her namazda “ ihdinassıratal müstakime- sen bizi doğru yola hidayet et” denir.

    Yani “ Ey Allah! Bu namazımı yolunu azıtmışların, riyakarların namazıyla karıştırma” O sağır adamın seçtiği kıyas yüzünden on yıllık konuşma hiç olup gitti. Ulu kişi, hele bu kıyas, tavsif edilemeyecek vahiyde aşağılık duygusunun kıyası olursa Senin duygu kulağın harfleri anlayabilirse de bil ki ***bı duyan kulağın sağırdır.

    Allah nurlarına karşı bu kıyasçıkları ileri süren ilk kişi, İblisti. Dedi ki: “ Şüphe yok, ateş topraktan daha iyidir. Ben ateşten yaratıldım Adem kapkara topraktan. Şu halde fer’i, asla nispetle mukayese edelim: O zulmettendir, biz aydın nurdan. ”

    Allah “ Hayır, soy sop yok. Zahitlik ve şüpheli şeylerden çekinmek, faziletin mihrabıdır. Bu, fani dünyanın mirası değildir ki soy sop yüzünden onu elde edesin. Bu can mirasıdır. Hatta peygamberlerin mirası. Bunun varisi şüpheli şeylerden sakınan müminlerin canıdır.

    O Ebucehl’in oğlu, açıkça müslüman oldu; şu Nuh Peygamberin oğlu yolunu yanılanlardan. Topraktan yaratılan, ay gibi nurlandı. Ateşten yaratılan sen, yüzü kara oldun, defol!” dedi.

    Bu kıyaslar, bu araştırmalar; bulutlu günde, yahut geceleyin kıbleyi bulmak içindir. Fakat güneş doğmuş, Kabe de karşıdayken bu kıyası, bu araştırmayı bırak, arama! Kıyas yüzünden Kabe’yi görmezlikten gelme, ondan yüz çevirme.

    Doğruyu Allah daha iyi bilir. Allah kuşundan bir ötüş duyunca ders beller gibi yalnız zahirini beller, hatırında tutarsın. Sonra da kendinden kıyaslar yapar, hayalin ta kendisini hakikat sanırsın. Abdalların ıstılahları vardır ki sözlerin, onlardan haberi yok. Sen, kuş dilini, yalnız ses bakımından öğrendin; yüzlerce kıyas ve hevesler ateşledin.

    Fakat o hastanın incindiği gibi senden de gönüller incindi, kederlendi. Halbuki sağır, kendi zannına kapılıp, isabet ettiğini sanıp sevincinden sarhoş oldu. O vahiy Katibi de kuşun sesini duyup kendini de o kuşla eşit sandı. Fakat kuş, bir kanat vurup onu kör etti işte Onu ölümün ve elemin ta dibine kadar götürdü.

    Kendinize gelin, sizde bir akis, yahut zan yüzünden göklerdeki duraklarınızdan düşmeyesiniz. Harut’la Marut’sanız da, “ Biz sana saf ,saf ibadet ediyoruz” damının üstünde herkesten ileriyseniz de. Kötülerin kötülüklerine acıyın. Benliğin kendini görüp beğenmenin etrafında dolaşmayın. Kendinize gelin. Allah ***reti, pusudan çıkmayı görsün; baş aşağı yerin dibine gidersiniz.

    İkisi de dediler ki: “ Allah, ferman senin ihsanın, senin koruman olmazsa nerede bir ihsan, nerede bir koruyan?” Hem bunu söylemekte, hem de yeryüzüne inip hükmetmek için yürekleri oynamaktaydı. “ Bizden kötülük gelir mi? Biz ne güzel kullarız!” diyorlardı.

    Bunların bu gurur ve istekleri, kendilerini rahat bırakmadı: nihayet bunları kendilerini beğenmiş bir hale soktu.

    “Ey toprağa, suya, yere, ateşe mensup insanlar, ey ruhanilerin temizliğinden haberi olmayanlar. Biz şu gökyüzünün üstünde perdeler dokuyor, yeryüzüne inip şadırvanlar kuruyoruz. Adalet yapar, ibadet eder; her gece yine göklere uçar gideriz. Bu suretle de şu devrin şaşılacak büyükleri olur, yeryüzüne adalet ve emniyeti yayarız” diyorlardı. Gökyüzü ahvalini yeryüzüne kıyas ettiler, fakat bu kıyas, doğru değil Arada büyük bir fark var!

    Perde altına girmiş olan Hakimin sözünü dinle: Şarap içtiğin yere baş koy, yat. Meyhaneden çıkıp yol, yanılan sarhoş, çocukların maskarası ve oyuncağı olur. Her tarafa, her yola, çamurların içine düşer, her ahmak da ona güler. O bu haldeyken onun sarhoşluğundan, içtiği şarabın neşe ve zevkinden haberleri olmayan çocuklar peşine takılırlar.

    Allah sarhoşundan başka bütün halk, çocuktur. Heva ve hevesinden kurtulmuş kişiden başka baliğ yoktur. Allah “ Dünya kuru bir istek, faydasız bir oyuncaktan ibarettir, siz de çocuklarsınız. ” Dedi. Allah doğru buyurur. Oyuncağı terk etmedikçe çocuksun. Ruh arınmadıkça nasıl temiz olabilirsiniz?

    Dünyada daima istenen, peşinde koşulan, bir türlü terk edilemeyen bu şehvet; bil ki çocukların cimaı gibidir. Çocuğun cimaı nedir ki? Bir Rüstem’in, bir yiğidin cimaına nispetle oyundan ibaret. Halkın savaşı da çocukların savaşı gibidir. Tamamı ile manasız, esassız ve hor! Hepsi sopadan kılıçlarla savaşırlar.

    Hepsi faydasız bir şeyle uğraşıp dururlar. Hepsi, bu bizim Burak’ımız Düldül yürüyüşlü atımız diye bir sopaya binmiştir. Sırtlarında yük var, fakat bilgisizliklerinden kendilerini yüksek görüp ata binmiş, yol gidiyor sanırlar.

    Hele dur halk atlıları, bir gün atlarını sürerek dokuz kat gökten geçsinler de bak! O gün ruh ve melek Allah’a yücelir. Ruhun yücelmesinden gök titrer! Siz ise umumiyetle çocuklar gibi eteğinize binmişsiniz Ata binmiş gibi eteğinizin ucunu tutmuşsunuz!

    Allah’tan “ Şüphe yok ki zan fayda vermez” hükmü gelmiştir. Zan merkebi nerede gökler koşacak? İki türlü zan olursa kuvvet hangisindeyse o tercih edilir. Fakat güneş zuhur etti mi onun varlığında ve parlaklığında inat edilmez. İşte o zaman bindiğiniz şeyleri görürsünüz; anlarsınız ki ancak ayaklarınıza binmişsiniz

    Vehmi, fikri, duyguyu, anlayışları sopa gibi çocuk atı bil! Gönül ehlinin ilimleri, kendilerini taşır. Ten ehlinin ilimleriyse kendilerine yüktür. Gönle uran, adamı gönül ehli yapan ilim; insana fayda verir. Yalnız tene tesir eden, insana mal olmayan ilim yükten ibarettir.

    Allah “ Yahmilü esfara-Tevrat’ı bilip onunla amel etmeyen kitap taşıyan eşeğe benzer” dedi. Allah’tan olmayan bilgi yüktür. Allah’tan vasıtasız olarak verilmeyen ilim, gelini süsleyen kadının ona sürdüğü renk gibi diri kalmaz, uçup gider. Fakat bu yükü iyi çekersen yükünü alırlar, rahat ettirirler.

    Heva ve heves uğrunda o bilgi yükünü taşıma ki içindeki ilim ambarını göresin. İlmin rahvan atına bindikten sonra sırtından yükü alırlar. Allah kadehi olmadıkça heva ve heveslerden nereden geçeceksin? Ey Allah’a ait yalnız “HU” ismine kani olan! Sıfattan, addan ne doğar? Hayal! O hayal, sahibine ancak vuslat delili olur. Medlulü olmayan bir delalet edici hiç gördün mü?

    Yol olmadıkça katiyen gül de olmaz Hakikatı olmayan bir adı hiç gördün mü; yahut Kar ve Lam harflerinden gül topladın mı? Mademki ismi okudun; var, müsemmayı da ara. Ayı gökte bil derede değil!

    Addan ve harften geçmek istersen hemencecik kendini tamamı ile kendinden arıt (yok ol!) Demir gibi demirlikten çık, renksiz bir hale gel. Riyazatta tozsuz passız bir ayna ol! Kendini kendi vasıflarından arıt ki asıl kendi saf, pak zatını göresin.

    O vakit kitap, müzakereci ve üstat olmaksızın gönlünde peygamberlerin ilimlerini görür bulursun. Peygamber “ ümmetimden öyleleri vardır ki onlar, benimle aynı yaratılıştadırlar, benimle aynı himmete sahiptirler. Ben onları hangi nurla görüyorsam onların canları da beni mutlaka aynı nurla görür” dedi.

    Bunlar Peygamberi, Shihayn kitapları, hadisler, hadisi rivayet edenler olmaksızın, bunlara hacet kalmaksızın abıhayat kaynağında (gönüllerinde) görürler. “Kürt olarak yattık” sırrını bil, “ Arap olarak sabahladık” sırrını oku! Gizli ilme dair bir misal istersen Rum halkıyla Çinlilere ait hikayeyi söyle:
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  4. #134
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    GÜLÜMSEMENİN ÖNEMİ, TEBESSÜM (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Genç kız üzgün görünen yabancıya gülümsedi. Adam kendini daha iyi hissetti.

    Geçmişte bir arkadaşının yaptığı bir iyiliği hatırladı ve ona bir teşekkür mektubu yazdı.

    Bu mektup arkadaşının öyle hoşuna gitti ki yemek yediği lokantada iyi bir bahşiş verdi.

    Bu bahsisin miktarına şaşıran garson, paranın bir kısmını yolda gördüğü fakire verdi.

    Fakir adam çok sevindi çünkü iki gündür ağzına bir lokma koymamıştı. Yemeği bittikten sonra kaldığı izbe odaya gitmek üzere yola koyuldu. Yolda soğuktan titreyen bir köpek yavrusuna rastladı ve onu alp eve götürdü. Soğuktan kurtulup başını sokacak yer bulduğu için köpekçik çok mutluydu.

    Gece evde yangın çıktı. Köpek yavrusu havlamaya başladı Bütün ev halkını uyandırana dek havladı ve böylece bütün ev halkı kurtuldu. Kurtulan çocuklardan birisi büyüdü ve cumhurbaşkanı oldu.

    Bunların olmasını sağlayan ise bir kurusa bile mal olmayan masum, sıcak ve içten bir 'GÜLÜMSEME' idi
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

Sayfa 14 Toplam 14 Sayfadan BirinciBirinci ... 4567891011121314

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu anda 4 kullanıcı bu konuyu görüntülüyor. (0 kayıtlı ve 4 misafir)

Benzer Konular

  1. Playlist`ten Seçmeler..
    Konu Sahibi qLnSytN Forum Karışık Videolar
    Cevap: 8
    Son Mesaj : 12.Aralık.2015, 00:30
  2. Divan Şiirinden Seçmeler
    Konu Sahibi ÇağanCan Forum Edebi Eserler
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 19.Kasım.2014, 14:41
  3. Ehli Nur'Seçmeler
    Konu Sahibi Ehli Nur Forum Giyim - Çanta - Ayakkabı
    Cevap: 28
    Son Mesaj : 16.Kasım.2014, 11:14
  4. Nietszche’den Seçmeler (Hayat)
    Konu Sahibi ÇağanCan Forum Serbest Bölge
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 07.Eylül.2014, 12:51
  5. Ruznamemden seçmeler
    Konu Sahibi ÇağanCan Forum Serbest Bölge
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 29.Ağustos.2014, 22:20

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  
gaziantep escort bayan gaziantep escort sesli sohbet seks hikaye onwin venüsbet giriş tipobet365 sahabet karabük escort ordu escort kars escort kocaeli escort izmit escort edirne escort ısparta escort karabük escort manisa escort adana escort
ankara escort ankara escort ankara escort bayan escort ankara çankaya escort kızılay escort kızılay escort ankara eskort ankara escort çankaya escort ankara otele gelen escort kayseri escort istanbul escort avrupa yakası escort çapa escort şirinevler escort avcılar escort beylikdüzü escort