kayseri escort ankara escort izmir escort antalya escort bursa escort istanbul escort

Etiketlenen üyelerin listesi

Sayfa 5 Toplam 14 Sayfadan BirinciBirinci 1234567891011121314 SonuncuSonuncu
Toplam 134 adet sonuctan sayfa basi 41 ile 50 arasi kadar sonuc gösteriliyor
  1. #41
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    AY YÜZLÜ HİKAYESİ (MESNEVİDEN HİKAYELER, SEÇME ÖYKÜLER) (HİKAYELERDEN SEÇMELER)

    Bir kovucu, Mısır halifesine, Musul padişahının huri gibi bir cariyesi olduğunu söyleyip dedi ki: Onun bir cariyesi var ki alemde onun gibi güzel yok. Güzelliğinin haddi yok. , söze sığmaz, anlatılmaz ki. İşte resmi, şu kağıtta bir bak.
    O ulu halife, kağıttaki resmi görünce hayran oldu, elindeki kadeh düştü. Derhal Musul’a büyük bir ordu ile bir er gönderdi. Eğer o ay parçasını teslim etmezse orasını yak yık. Verirse bir şey yapma, bırak, yalnız o ay parçasını getir de yeryüzündeyken ayı kucaklayayım dedi.

    Er, binlerce Rüstem’le, davul ve bayraklarla yola düştü, Musul’a yollandı. Sayısız asker, şehri mahvetmek üzere tarlanın çevresine üşüşen çekirgeler gibi oraya üşüştüler. Savaş için her yana Kafdağı gibi mancınıklar kurdurdu.

    Oklar yağmur gibi yağmada, mancınıklarla atılan taşlar gürler gibi gürlemeye, kılıçlar şimşek gibi çakmaya başlamıştı. Savaş, tam bir hafta sürdü, kanlar döküldü. Taştan yapılma kale mum gibi eridi, yerle yeksan oldu. Musul padişahı, bu korkunç savaşı görünce içeriden bir elçi göndererek, Müslümanların kanını dökmeden maksadın ne? Bu şiddetli savaşta ölüp gidiyorlar. Meramın nedir? maksadın, Musul şehrini almaksa böyle kan dökmeden de olur bu iş. Ben şehirden çıkayım gel, sen gir. Tek mazlumların kanı, seni tutmasın. Yok, muradın mal, altın ve mücevherse bunu, bu şehirden almak, zaten kolay bir şey dedi.

    Elçi o erin huzuruna gelince er, cariyenin resmini verdi. Bu kağıda bak dedi, bunu istiyorum. Derhal teslim etsin yoksa ben üstünüm. Elçi gelip maksadı söyleyince o erkek padişah dedi ki: Bu suret eksik olsun tez götür. Ben iman ahdinde puta tapanlardan değilim. Putun puta tapanda olması daha doğru. Elçi, kızı getirince o yiğit er, derhal aşık oldu.

    Aşk bir denizdir, gökyüzü, bu denizde bir köpük. Aşk, Yusuf’un havasına kapılan Zeliha gibi insanı hayran eder. Gönüllerin dönüşünü aşktan bil. Aşk olmasaydı dünya, donar kalırdı.

    Aşk olmasaydı nereden cansız bir şey, nebata girer, onda mahvolurdu; büyüyüp yetişen nebatlar, nereden kendilerini canlılara feda ederlerdi?

    Ruh, nasıl olurdu da o nefese feda olurdu da onun esintisinden Meryem gebe kalırdı? Her biri yerlerinde buz gibi dona kalırdı. Nereden çekirge gibi uçar gıda arardı ki? O yüceliğe aşık olanlar, zerre zerre, fidan gibi yüceliğe koşmadalar. Onların bu koşmaları, “Allah tesbih”tir. Can için bedeni temizlemededirler.

    O yiğit er kuyuyu yol sanmış, çorak yerden hoşlanmış, oraya tohum ekmeye kalkışmıştı. O yatıp uyuyan, rüyada bir hayal görür, onunla buluşur düşü azar. Uyanıp kendine gelince görür ki o oyunbozanlık, uyanıkken olmamış. Vah der beyhude yere erlik suyumu zayi ettim, o işveli hayalin işvesine kapıldım. O yiğit er de beden yiğidi idi, asıl erliği yoktu. O yüzden erlik tohumunu öyle bir kuma saçtı gitti.

    Aşk bineği, yüzlerce gemi atmış, ölümden bile korkmam diye nara atmaktaydı. Aşk ve sevda da halifeden pervam bile yok. Varlığımla ölümüm birdir bence diyordu. Fakat böyle ateşli ateşli ekmeye kalkışma. Bir iş eriyle danış. Fakat meşveret nerede, akıl nerede? Hırs seli, adama yıkık yerleri kazdırır, tırnaklarını uzatır.

    Bir güzele aşık olanın önünde de set vardır, ardında da. Öyle adam, artık önünü ardını az görür. Kara sel cana kastetmeye geldi mi bir tilki aslanı kuyuya düşürür. Dağ gibi aslanlar, kuyuda olmayan bir hayali görürler de kendilerini kaldırıp atarlar.

    Hiç kimseyi kadınlarla mahrem tutma. Çünkü erkekle kadın, ateşle pamuğa benzer. Allah suyu ile yunmuş bir ateş gerek ki bülüğa erme sırasında bile Yusuf gibi kötülükten çekinsin. Selvi boylu latif Zeliha’dan aslanlar gibi kendini çeksin.

    O yiğit er de Musul’dan döndü, yola düştü. Yolda bir ormana, bir yeşilliğe geldi. Aşk ateşi, öyle bir parlamıştı ki yerle göğü fark etmiyordu. Çadır içinde o ay parçasına kastetti. Akıl nerede, halifeden korkma nerede?

    Şehvet, bu ovada davul dövdü mü akıl dediğin ne oluyor ki a turpoğlu turp. Yüzlerce halife, o anda o erin ateşli gözüne bir sinekten aşağı görünür. O kadına tapan er şalvarını çıkarıp cariyenin ayak ucuna oturdu. Aleti, dosdoğru gideceği yere giderken orduda bir gürültü, bir kızılca kıyamet koptu.

    Er sıçradı, götü başı açık bir halde ateş gibi Zülfikar elinde dışarı çıktı. Bir de ne görsün, ormandan kara bir erkek aslan, kendisini ordunun içine kapmış koy vermiş. Atlar, ürküp köpürmüşler, her çadır ve ağır yeri yıkılmış, herkes birbirine girmiş. Erkek aslan, ormanın gizli bir yerinden fırlamış, havaya, deniz dalgası gibi tam yirmi arşın sıçramıştı. Er, pek yiğitti, aldırış bile etmeden sarhoş bir erkek aslan gibi aslanın önünü kesti. Kılıçla bir vurdu, başını ikiye böldü. Derhal o ay yüzlü dilberin bulunduğu çadıra koştu. O hurinin yanına gelince aleti hala dimdikti. Öyle bir aslanla savaştı da erliği, yine sönmedi, hala ayaktaydı.

    O, tatlı ve ay yüzlü güzel onun erliğine şaşıp kaldı. İstekle ona kendisini teslim etti. O anda iki can birleştiler.

    Bu iki canın birbirleriyle birleşmesi yüzünden ***ıptan bir başka can gelir erişir. Kadının rahminde meniyi kabule mani bir şey yoksa bu can, doğuş yolu ile gelir, yüz gösterir.

    Her nerede iki adam, sevgiyle, yahut kinle birleşseler, bir üçüncü can, mutlaka doğar. Fakat o suretler, ***p aleminde doğarlar. Oraya varınca onları gözünle de görürsün. O sonuçlar, senin birleşmelerinden doğdu. Kendine gel de her eşe hemen sevinme.

    Vaktini bekle. O zürriyetlerin sana ulaşacağından emin ol. Onlar, amelden ve sebeplerden doğmuşlardır. Her birinin sözü vardır, mekanı vardır.

    O güzelim perdelerden sesleri erişir: Ey bizden gafil olan, hadi, çabuk yücel. Kadının canı da kıyamet gününü bekler, erkeğin canı da. Bu alemde emeklemen nedir ki? Daha çabuk adım at.

    O er, o yalancı sabah yüzünden yolunu kaybetti de sinek gibi ayran kabına düştü işte.

    Birkaç gün murat alıp verdiler. Fakat sonra o büyük suçtan pişman oldu. Ey güneş yüzlü, bu işe dair halifeye bir şey söyleme diye cariyeye yemin verdi. Halife cariyeyi görünce sarhoş oldu, onun tası da damdan düştü. Onu, övdüklerinin yüz misli güzel buldu. Hiç görme, işitmeye benzer mi? Övme, akıl kulağı için bir tasvirdir. Fakat suret, bil ki gözün harcıdır, kulağın değil.

    Birisi, bilir bir adama sordu: A sözü güzel er, hak nedir, batıl ne? O er, adamın kulağına tutup bu batıldır dedi, gözse haktır onun her şeye yakini vardır. O, yani duymak, buna nispetle batıldır. Ey emin kişi, sözlerin çoğu da nispetten ibarettir.

    Yarasa güneşten gizlenir, perde ardına girerse güneşin hayalinden gizlenmiş değildir. korku, ona bir hayal verir. İşte o hayal, onu karanlığa çeker. Nur hayali, onu korkutur da karanlık gecelere sarılmasına sebep olur. Sen düşmanın hayali ve tasavvuru yüzünden sevgiliye ve dosta sarılmışsındır.

    Ey Musa sana keşfedilen tecelli nurları, dağa vurdu. Fakat o hayaller kuran dağ, senin hakikatinin ziyasına tahammül edemedi. Kendine gel de hayaline kabiliyetim var diye gururlanma, bu yoldan hakikate ulaşacağını umma. Savaş hayalinden kimse korkmaz. Savaştan önce yiğitlik yoktur bunu bil kafi. Puşt da savaş hayaline kapılır, aklından Rüstemler gibi yiğitlikler geçirir. Hamam duvarına yapılan Rüstem resmine her ham kişi saldırabilir. Fakat duymadan meydana gelen bu hayal, göz önüne geldi mi puşt kim oluyor? Rüstem bile aciz kalır. Çalış da o duyduğun şeyi gör. Batıl olan hak olsun.

    Ondan sonra kulağın, göz tabiatını kazanır. Bir yün yumağı gibi olan kulakların, göz kesilir. Hatta bütün bedenin aynaya döner. Her tarafın göz ve gönül haline gelir.

    Kulak bir hayal meydana getirir, o hayal de o güzelliğin vuslatına miyancıdır. Çalış, bu hayal çoğalsın da miyancı olan bu hayal, Mecnun’a kılavuzluk etsin.

    O ahmak Halife de bir zaman o güzel cariyeye kapıldı, onunla gönül eğledi işte. Tut ki bütün doğuyu batıyı zaptettin, her tarafın saltanatına sahip oldun. Madem ki bu saltanat kalmayacak, sen onu bir şimşek farz et, çaktı, söndü. Ebedi kalmayacak mülkü, gönül, bir rüya bil. Cellat gibi boğazına yapışan debdebeyi, şan ve şöhreti ne yapacaksın ki?

    Bil ki bu alemde de bir emniyet bucağı vardır. Yalnız münafıkın sözünü az duy, çünkü o söz zaten söz değildir.

    Ahireti inkar edenin delili, her an ancak şudur: Eğer başka bir alem olsaydı onu görürdük. Bir çocuk aklın eserlerini görmüyor diye akıllı adam, akla ait şeyleri nakletmez mi ki? Akıllı bir adam da aşk ahvalini görmezse aşkın kutlu ayı eksilmez ya.

    Yusuf’un güzelliğini kardeşlerinin gözleri görmedi. Fakat Yakup’un gözünden gizli kalmadı ki. Musa’nın gözü, asayı bir sopadan ibaret gördü ama ***b gözü de onu bir yılan, bir kıyamet gördü. Baş gözü ile can gözü savaşta idi. Can gözü üstün geldi delil gösterdi. Musa’nın gözü, elini el gördü ama can gözüne karşı o elden bir nurdur parladı.

    Bu söz kemal bakımından sonsuzdur. Hakikatten haberi olmayan mahrumlara hayal görünür. Çünkü onca hakikat, ferçten ve boğazdan ibarettir. Onun yanında sevgilinin sırlarını az söyle.

    Bizce ferç ve boğaz hayaldir. Bunun için de can, her an cemalini bize gösterir.

    Kim ferç ve boğazına düşmüş, bu düşkünlüğünü kendisine adet ve huy edinmişse ona denecek söz, ancak “Sizin dininiz sizin, benim ki benim” sözünden ibarettir. Böyle bir inkara karşı sözü kısa kes. Ey Ahmet eski kafirle az konuş.

    Halife buluşmayı diledi, bu maksatla o cariyenin yanına gitti. Onu andı aletini kaldırdı. O cana canlar katan, o sevgisini gittikçe arttıran güzelle buluşmaya niyetlendi. Kadının ayakları arasına oturdu. Oturdu ama takdir zevkinin yolunu bağladı. Farenin çıtırtısı kulağına değdi. Aleti indi uyudu, şehveti tamamı ile kaçtı. Bu ıslık yılan ıslığı olmasın, çünkü hasır kuvvetle oynamakta dedi.

    Cariye, Halifenin gevşekliğini görünce kahkahalarla gülmeye başladı. O erin, aslanı öldürüp geldiği halde hala aletinin inmediğini hatırladı. Kahkahası arttıkça arttı, uzadıkça uzadı. Kendini tutmaya çalışıyordu ama bir türlü dudaklarını kapatamıyordu ki. Esrara alışık olanlar gibi boyuna gülüyordu. Kahkaha, kârına da üstün gelmişti zararına da.

    Ne düşündü aklına ne getirdiyse fayda vermedi; aklına getirdiği şeylerde gülmesini arttırıyordu. Sanki bir selin bendi birden yıkılmıştı. Ağlayış, gülüş gönlün gamı, neşesi Bil ki her birinin ayrı bir madeni vardır. Her birinin ayrı mahzeni vardır ve o mahzenin anahtarı, kapalı kapıları açan Allah’ın elindedir. Bir türlü gülmesi dinmiyordu. Nihayet Halife alındı huysuzlandı.

    Hemencecik kılıcını kınından sıyırdı. Habis dedi, neden gülüyorsun? Söyle. Bu gülüşten gönlüme bir şüphe düştü hileye kalkışma, doğru söyle. Yalanla beni kandırmaya kalkışırsan, yahut boş bir bahane icat edersen, ben bunu anlarım, gönlümde bunu anlayan bir nur vardır. Doğruyu söylemek gerek vesselam.

    Bil ki padişahların gönüllerinde ulu bir ay vardır. Bazı, bazı gaflet yüzünden bulut altına girer ama önemi yok. Gönülde gezip dolaşma zamanı bir ışık vardır ki hiddet ve hırs vaktinde leğen altına (bilgi yelpazesi. net) gizlenir. O anlayış, şimdi benim dostumdur. Söylenecek sözü söylemezsen, bu kılıçla boynunu vururum. Bahanen hiç fayda vermez. Doğru söylersen seni azat ederim. Allah hakkı için neşeni kırmam. Yedi mushafı birbiri üzerine koyup sözünü tutacağına yemin etti.

    Cariye aciz kalınca ahvali anlattı. O yüz Zal-e bedel olan Rüstem’in erliğini söyledi. Yoldaki gerdeği, o sırada vukua gelen olayları bir bir nakil etti.

    Erin kılıcı çekip gidişini, aslanı öldürdükten sonra gelişini, aletinin hala gergedan boynuzu gibi ayakta olduğunu söyledi. Ondan sonra namuslu Halifenin gevşekliğini ve farenin bir çıtırtısından aletinin söndüğünü görünce dayanamayıp güldüğünü bildirdi.

    Allah sırları meydana çıkarır. Mademki sonunda bitecek, kötü tohum ekme. Su, bulut, ateş ve bu güneş, sırları toprağın altından çıkarır.

    Yaprakların dökülmesinden sonra gelen bahar, kıyametin varlığına bir delildir. Bahar, o sırları meydana çıkarır, şu yeryüzü ne yediyse rüsvay olur. Yedikleri, ağzından, dudağından biter, çıkar. İçindeki neyse meydana gelir. Her ağacın kökündeki sır ve o ağacın yemişi tamamı ile üstünde görünür. Gönlünü inciten her gam, içtiğin şarabın tesiri iledir. Fakat nereden bileceksin o mahmurluk, o baş ağrısı, hangi şaraptan meydana geldi?

    Bu baş ağrısının o tanenin meyvesinden olduğunu aklı, fikri olanlar anlar. Dalla meyve, tohuma benzemez. Meni, hiç insanın bedenine benzer mi? Heyula esere benzemezken tohum, hiç ağaca benzer mi?

    Meni, ekmekten meydana gelir, fakat ekmek gibi midir? İnsan, meniden olur, fakat hiç meni gibi midir? Cin, ateşten yaratılmıştır, fakat nereden ateşe benzer? Bulut buhardandır, fakat buhar gibi değildir ki.

    İsa, Cebrail’in üfürmesinden vücut buldu. Fakat suret bakımından onun gibi midir, yahut ona benzer mi? Adem, topraktan yaratılmıştır, toprağa benzemez. Hiçbir üzüm, üzüm çotuğu gibi değildir. hırsız, darağacının ayağı gibi midir? İbadet ebedi cennete benzer mi?

    Hiçbir asıl esere benzemez. Şu halde zahmetin ve baş ağrısının aslını bilemezsin. Fakat bu mücazat, mükafat, bir aslı olmadan vücuda gelmez. Allah, hiçbir suçsuz kulunu incitmez. Asıl neyse, o şeyi çeken odur. Ona benzemez ama ondandır.

    Şu halde bil ki çektiğin zahmet, yaptığın bir suçun sonucudur. Sana inen bir tokat bir şehvetten ötürüdür.

    İbret almaz o suçu bilmezsen bile hiç olmazsa derhal ağlayıp sızlanmaya koyul, yargılanma dile. Secde et, yüzlerce defa Yarabbi de, bu gam, yaptığım suçun karşılığıdır ancak.

    Ey Yarabbim, sen zulümden, sitemden temizsin. Nasıl olur da suçsuz olarak insana bir dert, bir gam verirsin? Ben suçu belli beyan bilmiyorum, fakat bu derde sebep de mutlaka bir suçtur. Sebebi örttüğün gibi suçu da ört. Çünkü ceza, benim suçumu ortaya koymaktadır. Ceza sebebiyle hırsızlığım meydana çıkar.

    Padişah, kendi kendisine suçunu, kabahatini, kızı ele geçirmek için ettiği ısrarı anıp tövbe etti, Allah’tan yargılanmak diledi.

    Dedi ki: Başkalarına yaptığım şeyler, ceza haline geldi, bana gelip çattı. Mevkiime güvenip başkalarının eşine kastettim. Bu kasıt bana döndü,kuyuya düştüm. Başkasının kapısını dövdüm, o da tuttu benim kapımı dövdü. Kim başkalarının karısına kötülük ederse bil ki kendi karısına pezevenklik eder. Çünkü bir kötülüğün cezası, tıpkı onun gibi olan bir kötülüğe uğramaktır. Suçun cezası, o suçun misli olur.

    Sen, başkasının karısını bir sebeple kendine çektin mi, aynen sen de onun gibi, hatta ondan da üstün bir deyyussun. Ben, Musul padişahının cariyesini zorla aldım, benden onu derhal aldılar. Emniyet ettiğim adam olan lalam, hain çıktı, bana hıyanette bulundu.

    Kin gütme, öç alma zamanı değil. Ben kendi elimle bir ham iştir yaptım. O beye de kin güdersem yapacağım zulüm yine başıma gelir. Şu ceza bir kere başıma geldi ya, bunu sınadım artık sınanmışı tekrar sınamam.

    Musul padişahının derdi, boynumu kırdı adeta. Artık başkasını incitmem. Allah, bize mükafatını anlattı. “Döner kötülüğe gelirsimiz de cezanızı veririz” dedi.

    Burada ileri gitmek faydasızdır. Sabırdan, merhametten başka iyi bir iş yoktur. Rabbimiz, biz nefsimize zulüm ettik, bir hatada bulunduk. Ey merhameti büyük Allah bize acı. Ben onu afettim, sen de yeni suçumu da afet, eski suçlarımı da.

    Sonra cariyeye sakın dedi bu senden duyduğum sözü kimseye söyleme. Seni beyinle evlendireceğim. Allah hakkı için sakın bu hikayeyi kimseye anma. Anma da o, benden utanmasın. Çünkü o, bir kötülükte bulundu ama yüz binlerce de iyilik etti. Ben onu, defalarca sınadım, ona senden de güzel kadınları emniyet ettim. Hiç dokunmadı bu olan şey benim yaptığımın cezası.

    Bundan sonra o beyi huzuruna çağırdı. Alemi kahretmeyi düşünen hışmını yendi. Ona kabul edilecek bir bahane buldu. Dedi ki: Ben bu cariyeden soğudum. Sebebi de şu: Çocuğumun anası, bir cariyeyi kıskanmada, adeta bir tencere gibi kaynayıp durmada, yüzlerce sıkıntılara uğradı. Oğlumun anasıdır onun nice hakları vardır. Böylece cevir ve cefalara layık değildir o. Kıskançlığa başladı kanlar yutmada. Bu cariye yüzünden pek şiddetli acılara düştü.

    Hasılı bu cariyeyi birisine vereceğim. Buna karar verdikten sonra azizim efendim, senden daha iyisini bulacak değilim ya.

    Sen onun için canınla oynadın. Artık onu senden başkasına vermek doğru değil. Onu, o beye nikahlayıp verdi. Öfkesini, hırsını kırdı geçirdi.

    Onda erkek eşeklerin gücü, kuvveti yoktu. Fakat peygamberlerin erliği vardı. Hışmı, şehveti, hırsı terk etmek, erliktir. Bu, peygamberlik damarıdır. Söyle, damarında eşek erliği olmasın da Allah onu daima Ulu beylerbeyi diye çağırsın.

    Allah’tanuzak merdut bir diri olmaktansa Allah’ın görüp gözettiği bir ölü olmam daha yeğ. Şu erliğin içi, sırrıdır, öbürü deriden ibaret. O, adamı cennete götürür, bu cehenneme.

    Cennetin, hoşa gitmeyen şeylerle çevrildiği kaplandığı söylenmiş, cehennemin heva ve hevesten meydana geldiği haber verilmiştir.

    Ey Eyaz, ey Şeytanı öldüren erkek aslan, eşek erliğini azalt, akıl erliğini çoğalt. Bu kadar yüzlerce alemin anlayamadığı şey, sence bir çocuk oyuncağı oldu. İşte sana er.

    Ey benim emrimin lezzetini bulan, ey emrime vefakarlıkta bulunmak üzere canlar veren.

    Emre, emrin lezzetine dair manevi hikayeyi dinle şimdi.
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  2. #42
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    AYDAN PARLAK HİKAYESİ (MESNEVİDEN HİKAYELER, SEÇME ÖYKÜLER) (HİKAYELERDEN SEÇMELER)

    Ey Hak Ziyası Hüsamettin, sen öyle bir ersin ki Mesnevi, senin nurunla ayı bile geçti, aydan bile parlak bir hale geldi. Ey lutfu, keremi ile umulan, yüce himmetin bu Mesneviyi nereye çekmekte? Allah bilir. Bu Mesnevinin boynunu bağlamış, bildiğin yere doğru çekmektesin.
    Mesnevi, koşup gitmekte çeken gizli. Fakat görecek gözü olmayan gafilden gizli. Mesnevinin yazılmasına önce sen sebep olmuşsun artar, uzarsa arttıran, uzatan yine sensin. Madem ki sen böyle istiyorsun. Allah da böyle istiyor Allah takva sahiplerinin dileğini ihsan eder.

    Evvelce sen, varlığını Allah’a verdin karşılık olarak Allah da varlığını sana verdi. Mesnevi sana binlerce şükretmede ellerini kaldırıp dualar eylemede Allah, Mesnevinin diliyle, eliyle sana şükrettiğini gördü de ihsanlarda bulundu, lutuflar etti, keremini çoğalttı. Çünkü Allah, şükredenin nimetini çoğaltmayı vaat etmiştir.

    Nitekim secdenin karşılığı, Allah’a yakın olmaktır. Allah’ımız “Secde et de yaklaş” dedi bedenlerimizin secde etmesi, canlarımızın Allah’a yaklaşmasına sebeptir. Mesnevi, ziyadeleşiyorsa, uzuyorsa bu yüzden ziyadeleşiyor, bu yüzden uzuyor fazla ve büyük görünmek için değil!

    Üzüm çubuğu, yazdan nasıl hoşlanırsa, onunla nasıl bağdaşmışsa biz de seninle öyle bağdaşmışız, senden öyle hoşlanmaktayız istiyorsan emret, çek de çekip götürelim!

    Ey sabır, varlığın anahtarıdır sırrının emri, bu kervanı güzel güzel ta hacca kadar çek, götür!

    Hac. Allah evini ziyarettir, ev sahibini ziyaretse erliktir. Hüsamettin, sen bir güneşsin, onun için sana ziya edelim bu iki söz, Hüsam ve Ziya, senin vasıflarındır. Bu Hüsam ve Ziya birdir Şüphe yok ki güneşin kılıcı ziyadandır.

    Nur, ayındır, bu ziya da güneşin Kuran’ı oku da bak! Babacığım, Kuran güneşe ziya dedi, aya da nur hele bak da gör! Güneş, aydan daha üstündür ya Şu halde Ziyayı da mertebe bakımından nurdan üstün bil!

    Hiç kimse gidilecek yolu ay ışığıyla görmedi de güneş doğunca yol meydana çıktı, göründü. Güneş, alınacak, satılacak şeyleri güzelce gösterdi de bu yüzden pazarlar gündüzleri kuruldu. Kalp akçeyle sağlam akçe iyice ayırt edilsin, kimse hileye kapılmasın, aldanmasın diye.

    Güneşin nuru yeryüzüne adamakıllı vurdu, alışveriş edenler için alemlere rahmet kesildi. Fakat bu, kalpazanların istemedikleri bir şeydir. Onlara pek ağır gelir bu iş çünkü güneşin nuru, onların işine kesat verir, kalp akçeleri görünür, fark edilir de geçmez olur?

    Kalp akçe, sarrafın can düşmanıdır yoksula köpekten başkası düşman olur mu?

    Peygamberler, düşmanlarla savaşırlar melekler de “Yarabbi, sen koru!” diye dua ederler. Allah’ın pek nurlu olan bu kandili hırsızların üflemesinden, onların nefesinden uzak tut! Hırsız ve kalpazan, nura düşmandır vesselam

    Ey feryada yetişen Allah, sen feryadımıza yetiş! Hüsamettin, bu dördüncü deftere nurlar saç! Çünkü güneş de dördüncü kat gökten doğar, alemi nurlara gark eder. Sen de bu dördüncü defterle alemlere güneş gibi nurlar saç da şehirlerle ülkelere parlarsın, her tarafı nura gark etsin!

    Bu kitap, masal diyene masaldır fakat bu kitapta halini gören, bu kitapla kendini anlayan kişi de erdir! Mesnevi, Nil ırmağının suyudur Kıptiye kan görünür ama Musa kavmine kan değildir, sudur! Bu sözün düşmanı, şimdi gözüme şöyle görünmede Cehenneme baş aşağı düşmüş!

    Ey Hak Ziyası, sen onun halini gördün Hak, sana, onun işlerine karşılık verdiği cevabı gösterdi! ***b alemini gören gözün, ***b alemi gibi üstattır. Bu görüş, bu ihsan, şu alemden eksik olmasın!

    Bizim halimiz olan şu hikayeyi burada tamamlarsan yakışır. Adam olmayanları, adam olanların hatırı için bırak; hikayeyi bitir, hikayeye son ver! Hikaye üçüncü cilt de tamamlanmadıysa işte dördüncü cilt onu, burada düzene koy, tamamla!

    O adamın, bekçiden korkup bağa at sürdüğünü anlatıyorduk. O adamın aşık olup bu dertle tam sekiz yıl yanıp yakıldığı güzel de meğerse o bağdaymış! Aşık o sevgilinin gölgesini bile görmeye imkan bulamıyordu. Ancak Zümrüdüanka’yı duyar gibi onun da vasfını işitmekteydi.

    Kazara nasılsa onu, bir kerecik görmüştü, o ilk görüşte ona vurulmuş, ona gönül vermiş gitmişti. Ondan sonra ne kadar çalıştı çabaladıysa o sert huylu dilber, bir türlü mecal vermemiş, bir türlü kendisini göstermemişti. Ne yalvarmamın bir çaresi olmuştu, ne mal, mülk vermenin o fidan sevgilinin gözü toktu, tamahı yoktu!

    Allah, her hüner ve sanata, her dilenen ve istenen şeye aşık olan kişinin dudağını, ilk önce o şeye dokundurur, ona lezzeti tattırır Ondan sonra aşıklar, o lezzetle, dileklerini aramaya koyuldular mı her gün önlerine bir tuzak çıkarır, ayaklarına bir bağ vurur!

    Aramayıp taramaya giriştiler mi “hele nikah parasını getir bakalım” diye kapıyı kapar. Aşıklar da, o ümitle döner dolaşır, koşarlar Her an ricaya düşerler, her an ümitsizliğe kapılırlar. Herkesin, bir şey elde edeceğim diye bir ümidi vardır nihayet bir gün olur, ona bir kapı da açarlar. Açarlar ama hemencecik yine o kapıyı örterler. O kapıya tapan, oraya ümit bağlayan kişi de ümitlenir, o ümitle ateş kesilir, işe girişir!

    O genç de hoş bir halde o bağa girince ansızın ayağı defineye batıverdi! Allah bekçiyi sebep etti bekçi korkusundan geceleyin koşa koşa bağa girdi, sığındı da, Bağdan geçen ırmağa yüzüğünü düşürmüş olan sevgilisinin elinde bir fener, yüzüğünü aramakta olduğunu gördü.

    O anda neşesinden Allah’a şükürler ederek bekçiye hayır dualarda bulunmaya başladı:

    “Bekçiden huylanıp kaçtım, ziyanlara girdim, ama yarabbi, sen onun yirmi misli altın ve gümüşü onun başına saç! Onu, kötü kişilerin şerrinden kurtar ben nasıl neşelendiysem onu da sen neşelendir! Onu bu alemde de mesut et, o alemde de Onu kötülükten, köpeklikten kurtar!

    Allah’ım, gerçi o kötü kişinin huyu daima halkın belasını istemektir. ( ama yine sen onu koru). Kötü kişi, padişah, Müslümanları suçlu buldu diye bir haber duydu mu semirir, neşelenir Yok eğer padişah, merhamet etti, o cezayı cömertliğiyle Müslümanlardan bağışladı diye bir söz duysa, bu söz yüzünden canı sıkılır, yaslara düşer kötü kişide daha buna benzer yüzlerce yomsuzluklar vardır.

    Fakat o aşık, kötü bekçiye hayır dualar edip duruyordu. Çünkü rahata onun yüzünden kavuşmuştu. Bekçi herkese zehirdi, fakat ona panzehir! Bekçi, onun sevgilisine kavuşmasına sebep olmuştu. Görüyorsun ya, dünyada mutlak olarak kötü bir şey yoktur. Kötü, buna nispetle kötüdür. Sonra şunu da bil ki,

    Alemde hiçbir zehir, yahut şeker yoktur ki birine ayak, öbürüne ayakkabı olmasın! Evet birine ayak olur, öbürüne bukağı. Birisine zehirdir, öbürüne şeker gibi tatlı! Yılanın zehiri, yılana hayattır, insanaysa ölüm! Deniz mahluklarına deniz, bağ, bahçe gibidirfakat karada yaşayanlara ölümdür, dağdır!

    Ey iş eri, bu nispeti birden tuttur da böylece bine kadar saya dur! Zeyd, birisine göre şeytandır, öbürüneyse sultan! O, zeyd pek yüce bir kişidir der Bu zeyd gebertilecek bir kafirdir der!

    Zeyd, bir adamdır ama ona öyledir, bunaysa baştanbaşa zahmettir, ziyandır! Eğer onun, sana göre de şeker haline gelmesini istiyorsan var, onu aşıklarının gözüyle gör! O güzele kendi gözünle bakma isteneni isteyenlerin gözüyle gör!

    Kendi gözünün yerine, ona aşık olanlardan ariyet bir göz edinHatta ariyet olarak ondan bir göz, bir görüş, al da onun yüzüne, onun gözüyle bak! Bak da bıkmadan, usanmadan emin ol. İşte ululuk ıssı peygamber, bunun için “Kim kendini Allah’a verirse Allah, kendisini ona verir” dedi

    “Onun gözü de ben olurum, eli de, gönlü de bu suretle devleti, bahtsızlıktan kurtulur” buyurdu. Ne olursa olsun, kötü ve istenmeyen bir şey bile olsa değil mi ki sana kılavuzluk etti,sevgiline ulaştırdı, sevimlidir, dosttur!
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  3. #43
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    AYKIRI GİDİŞ HİKAYESİ (MESNEVİDEN HİKAYELER, SEÇME ÖYKÜLER) (HİKAYELERDEN SEÇMELER)

    Aykırı gidişe Kurandan getireceğimiz başka bir misal de dinlesen yerindedir. Münafıklar, buna benzer bir çift, tek oyununu da Peygamberle oynamışlardı. “Ahmet dinini yüceltmek için bir mescit yapalım” dediler. Halbuki bu mürtetlikten başka bir şey değildi. Bu çeşit aykırı bir oyuna girişerek Peygamberin mescidinden başka bir mescit yaptılar. Döşemesini, tavanını, kubbesini düzdüler.

    Fakat bununla cemaati ayırmak diliyorlardı. Yalvararak Peygamberin yanına geldiler, deve gibi huzuruna çöktüler. “ Ey Allah Peygamberi, lütfedip o mescide kadar bir zahmet etsen; kademlerinle kutlasan. Günlerin kıyamete kadar ter-ü taze olsun! Topraklı, bulutlu günün, zaruret ve yoksulluk gününün mescidi işte. Diledik ki oraya bir garip gelirse yer bulsun, bu hizmet konağında bolluğa ersin.

    Bu suretle de din şiarı çoğalsın, etrafa yayılsın, dostlarla olunca acı yemiş bile hoştur. Bir an orayı şereflendir, bizi tezkiye et sen aysın biz de gece. Bir an olsun bizimle ol da. Gece cemalinle gündüze dönsün, ey cemali, geceleri aydınlatan güneş. !” Dediler. Ah ne olurdu bu sözleri gönülden söyleselerdi de muratları olsaydı. Gönül istemeden ağza gelen latif sözler, külhandaki yeşilliğe benzer dostlar. Uzaktan bak, geç. Yavrum onlar yemeye kokmaya değmez.

    Vefasızlara gitme. Onlar; iyi dinle, yıkık köprüdür. Bilgisiz biri oraya ayak basarsa köprü de yıkılır, ayağı da kırılır. Asker, nerede bir bozgunluğa uğrarsa iki üç karı tabiatlı adamın yüzünden uğrar. O, erkek gibi silahlanıp savaş safına girer. Diğerleri de, işte tam dost diye ona güvenirler. Fakat savaş zahmetlerini gördü mü yüz çevirir. Onun kaçışı senin manevi kuvvetini de kırar. Bu bahis, uzundur. Uzadıkça uzar, maksat da gizli kalır, geçelim.

    Halk Peygambere masallar okumakta; yalan dolan atını sürmekteydiler. O merhametli, şefkatli Peygamber gülümseyerek ancak “ Peki” diyebildi. O cemaatin teşekkür edilmesi icap eden işlerini anladı, icap edeceğini söyleyerek haber getirenleri sevindirdi. Onların hileleri gözünün önünde görünüp duruyor, o hileleri sür içinde kıl görür gibi birer, birer görüyordu. Fakat o lütuf sahibi Peygamber, kılı gömemezlikten geliyor, o zarif kimse sütü övüyordu. Yüz binlerce hile ve hud’a kıllarına o an gözünü yummuştu.

    O kerem denizi doğru buyurmuştu. “ Ben sizi sizden ziyade esirgerim, ben adeta dehşetli surette alevlenmiş, yalınlanmış bir ateşin kıyısına oturmuş bir adama benzerim. Siz pervane o tarafa koşuyorsunuz. Ben de iki elimle pervane koymaktayım” Münafıkları dileği üzerine Peygamber, o tarafa yürüyünce Allah ***reti haykırdı: “ Gul sesini dinleme, bu habisler hile ettiler, söyledikleri sözlerin hepsi aykırıdır.

    Maksatları kara yüzlülükten başka bir şey değildir. Hıristiyanlarla, Yahudiler, en hayırlı dini nasıl olur da aralar? Cehennem köprüsü üstüne bir köprü kurdular, Allah’a tavlada hileye giriştiler” maksatları Peygamberin sahabesinin arasını bozmaktı. Her herzevekil Hakk’ın fazıl ve ihsanını nasıl tanır? Şam’dan buraya bir Yahudi getirmek niyetindeydiler. Yahudiler, o Şamlı Yahudi’nin va’zından sarhoş olmuşlardı. Peygamber, “ Gelmeğe gelirim ama şimdi yol üstündeyiz. Savaşa gidiyoruz. Savaştan dönünce o mescide giderim” buyurdu; Onları defetti; savaşa gitti. O kötü, o yalancı kişileri bu suretle avuttu. Dönünce münafıklar, tekrar gelip evvelki va’dini hatırlattılar. Allah, “ Peygamber, açıkça söyle. Neticesi savaş bile olsa onların hıyanetlerini açığa vur” dedi. Peygamber de “ Ey hilebaz Kavim susun da sırlarınızı söylemeyeyim” deyip sırlarından birkaçını söyleyiverdi. Derhal halleri kötüleşti. Münafıkların elçileri ,hemen “haşa, haşa” demeğe başladılar.

    Her münafık, koltuğuna bir Mushaf urup hile ile Peygambere koştu; yemin etmeye koyuldu. Çünkü yemin etmek siperdir ve yemin etmek,yalancı kişilerin adetidir. Yalancı, dolancı adam, dinde vefakar olmadığından her an yemininin bozar. Doğruların yemin etmeğe ihtiyaçları yoktur. Onların gözleri aydındır. Ahdi, misakı bozmak, ahmaklıktandır.

    Yeminine vefa etmek ve yemininde durmaksa temiz kişinin işidir. Peygamber dedi ki : Sizin yemininize mi inanayım, Allah’ın yeminine mi?” Münafıklar, yine ellerin de Mushaf olduğu halde güya ağızlarının orucuyla yemin etmeye giriştiler. “ Bu doğru ve temiz kelam hakkı için o mescidi kurmamız Allah rızası içindir.

    Bu hususta hiçbir hilemiz, düzenimiz yok. Orada ancak Allah’ı anacak, doğru bir yürekle Allah’a ibadet edeceğiz” dediler. Peygamber dedi ki : “ Allah’ın sesi, kulağına diğer sesler gibi gelmekte. Hak, kulaklarınızı mühürledi de Allah sesini duymuyorsunuz. İşte apaçık kulağıma Allah sesi gelip duruyor. Adeta tortuyu saftan süzmekteyim” nitekim ey bahtı kutlu, hak sesi, Musa’ya da bir ağaçtan gelmişti. “ Ben Allah’ım” sesini bir ağaçtan duymuştu. O sesle beraber nurlar belirmiş, parlamıştı.

    Vahiy nuruna karşı aciz kalınca yine yemin etmeye koyuldular. Allah yemine siper demiştir. Savaşçı ,siperi elden bırakır mı? Peygamber, yine apaçık onları yalanladı ve fasih bir surette onlara “ Şüphe yok, yalan söylüyorsunuz” dedi.

    Peygamber, va’dinden dönünce sahabe beden birisinin gönlüne inkar düşüncesi düştü. Peygamber böyle ak sakallı, kamil, koca kişileri utandırıyor. Nerede kerem, nerede ayıp örtmek, nerede haya? Hani Peygamber, yüz binlerce ayıbı örterlerdi? Dedi; derhal yine bu itiraz, yüzümüzü saratmasın, mahcup düşmeyeyim diye gönlünden istiğfar etti.

    Münafık kişilerle dost olmanın şomluğu mümini de onlar gibi çirkinleştirdi, asileştirdi. Yine “ Ey gizli şeyleri bütün inceliğiyle bilen Allah, beni küfrümde ısrar eder bir halde bırakma. Bakışım nasıl elimde değilse gönlüm de elimde değil. Yoksa bu an hışımla gönlümü yakardım” dedi.

    Bu düşünceyle uykuya daldı, münafıkların mescidini fışkı ile dolu gördü. Mescidin taşları pislik içinde harap olmuştu. Onlardan kara dumanlar tütüyordu. Çıkan dumanlar, adamın boğazına girdi, boğazı yandı. O acı dumanın kokusundan uyandı. Hemen yüzüstü kapanıp ağlamaya başladı. Allah bunlar, münkirlik nişanesi.

    Kahır ve gazap, beni iman nurundan ayıran böyle bir şefkatten daha iyi” diyordu. Mecaz ehlinin çalışıp çabalamasını araştırsan görürsün ki soğan gibi kat, kattır. Fakat her katı, öbüründen daha içsiz, daha boş. Halbuki doğruların her işi öbüründen daha iyi, daha yerindedir. Münafıklar, ziyneti libaslarının üsütne. Kuba Mescidini yıkmak için yüzlerce ***ret kemeri kuşanmışlardı. Onlar, Eshab-ı Fil’e benziyorlardı. Habeşistan’da bir Kabe yapmışlardı da Allah, Kâbelerine ateş vurmuştu.

    Bunun üzerine öç almak için Kabe’yi yıkmaya niyetlendiler. Halleri nice oldu, Kuranı oku anla! Dinde kara yüzlü olanların hileden düzenden,savaştan başka bir şeyleri yoktur. Her sahabe, mescit hakkında apaçık bir rüya gördü, bu suretle münafıkların o mescidi yapmaktaki maksatları meydana çıktı. Bu rüyaları bir, bir söylesem şüphe edenlerce de hakikat apaçık anlaşılır. Fakat sırlarını açmaktan ürküyorum. Çünkü peygamberler nazenindirler, onlara naz yaraşır.

    Onlar şeriatı, taklide uymaksızın kabul etmişler, o peşin parayı mehenge vurmadan almamışlardır. Kuranın hikmeti müminin kayıp malıdır. Herkes kaybını bilir, tanır.

    Mesela bir deven olsa da kaybetsen, araştırmaya koyulsan bulunca, senin deven olduğunu nasıl bilmezsin? Arapça da “ Dalle” kaybolmuş, elinden kurtulup kaçmış, bir yere gizlenmiş deveye derler. Kervan, yükü yüklemeğe gelmiş. Seninse deven kaybolmuş, ortada yok. Dudağın kupkuru o yana bu yana koşup durmaktasın, kervan da uzaklaşıyor. Gece de yakın.

    Pılı pırtı kokulu yerde, toprak üstünde kalmış, sen deve peşinde şuraya buraya dönüp dolaşıyorsun. “ Müslümanlar; sabahleyin ahırdan bir deve kaçtı göreniniz var mı ? kim söylerse kim haber verirse şu kadar para veririm” demeye başlarsın; Herkesten sorup soruşturursun. Her aşağılık adam, sana bıyık altından güler. Biri “ Bir deve gördük, şu tarafa, çayıra doğru gidiyordu” der. Öbürü “ Ha ,ha kulağı da kesikti” der, bir başkası da der ki: “Üstünde nakışlı bir çuval vardı. ” Diğer biri “ Gördüm, tek gözlüydü” der, bir diğeri de der ki “ uyuzluktan tüyü filan da kalmamıştı Müjde almak için her bayağı adam, yüzlerce nişan söyler durur.

    Bu şuna benzer: herkes marifet hususunda ***p mefsufunu bir sıfatla över. Filozof onu başka bir çeşitte anlatır. Mübahase eden, onun sözünü cerh eder. Başka biri her ikisini de kınar. Bir başkası da riya ile can çekişir. Halk, bunları da o köyün adamı sansın diye her biri, bu yola ait deliller söyler. Hakikatten şunu bil ki bunların hepsi hak değildir. Fakat bu sürünün hepside sapık değil. Çünkü hak olmadıkça, batıl meydana çıkmaz. Ahmak, kalp altını, altın kokusunu duyar da alır.

    Alem de sağlam ve geçer akçe olmasaydı kalpı nasıl harcıya bilirdin? Doğru olmasaydı yalan olur muydu hiç? O yalan, doğrudan nurlanır. Doğru ümidiyle eğriyi de alırlar. Zehri şekere dökerler de öyle içerler. Güzel ve tatlı buğday olmasaydı buğday gösterip arpa satan ne yapardı?

    Şu halde bütün bu sözler batıldır. Batıllar hak ümidiyle gönüle tuzaktır. Ama hepsi hayalden, sapıklıktan ibarettir de deme. Çünkü alemde hakikatsiz hayal olmaz. Allah kadir gecesidir. Kadir gecesi, insan her geceyi ibadetle geçirsin diye geceler içinde gizlidir ya Allah da öyle gizli.

    Ey genç, her gece Kadir gecesi değildir ama bütün geceler de ondan hali değil. Hırka giyenler arasında bir Allah fakiri vardır. Sana da haksa ona yapış! Nerede anlayışlı bir mümin ki padişahtan yoksulu ayırt etsin. Alemde her şey ayıpsız olsaydı ticaret edenlerin hepsi aptal olurdu.

    Bu taktirde kumaş tanımak pek kolaylaştırdı. Madem ki ortada ayıp yok, ehil ne oluyor, na ehil ne oluyor? Fakat eğer her şey de ayıplı olsaydı bilginin ne faydası olurdu? Mademki hepsi odun, burada ödağacı yok demektir. Her şey hak demek ahmaklıktır, fakat her şey batıl diyen de şakidir. Peygamberlerin tacirleri kar ettiler, renk ve koku tacirleriyse ziyan!

    Yılan, güzel mal gibi görünür. İki gözünü de ovuştur da iyice bak! Bu alışverişe gıpta ile bakma, firavunla Semud kavminin ziyanını gör!

    Şu göğe defalarca bak. Çünkü Allah “ Ona bir kere daha dön de bak” buyurdu. Bu nurani tavana bir kere bakmakla kani olma, defalarca bak, “ Bir çatlak görebilir misin?” Allah, sana “ Bu güzel göğe ayıp arayan kişi gibi defalarca bak” dedi. Gök hususunda böyle olunca ya bu kara yeri görmek, fark edip anlayarak beğenmek için bilir misin. Ne kadar bakmak gerek!

    Tortuyu süzmek, safı meydana getirmek için aklımızın ne kadar zahmetler çekmesi lazım. Kış ve güz imtihanlarıyla yazın harareti, can gibi olan bahar, yeller, bulutlar, şimşekler, hep hadiselerin zuhur etmesi; Rengi toprak olan yerin yeninde, yakasında bulunan lalle adi taşı meydana (bilgi yelpazesi. net) çıkarması içindir. Bu abus suratlı toprak, hak hazinesinden, kerem deryasından ne çalmışsa, takdir şahnesi, hadi der, doğru söyle.

    Aldığın neyse bir kılına kadar anlat! Hırsız, yani toprak “ Hiçbir şey almadım, hiçbir şey” derse de şahne, onu durmadan çekiştirip durur, eğip büker. Şahne, ona gah şeker gibi latif sözler söyler; gah onu asar, en kötü işkencelerde bulunur. Bu suretle kahırla, lütufla, korku ve can ateşinin tesiriyle o gizli şeylerin açığa vurulmasına ***ret eder.

    O baharlar, Kibriya, şahnesinin lütfudur. Hazan da Allah’ın korkutması, tehdit etmesidir. Kış da “ Ey gizli hırsız, meydana çık” diye manevi bir çarmıhtır. Savaş erinin gönlü bir zaman ferahlar, bir zaman daralır, derde, gıllıgüşa düşer. Çünkü bedenlerimiz olan bu su ve toprak, bu balçık, münkirdir.

    Canların ziyasının hırsızıdır. Ulu Allah, ey yiğit, sıcağı soğuğu. Zahmeti, derdi bedenlerimize havale etmiştir. Bütün bunlar, korku, açlık,malların azlığı, bedenimizin hastalığı, hepsi can nakdinin meydana çıkması içindir. Vaitlerle tehditler, bu birbirine karışmış olan iyi ve kötüyü ayırt etmek içindir.

    Hakla,batıl birbirine karıştığından, sağlam parayla kalp akçayı bu hareme döktüklerinden dolayı. Ayırt etmek için haki katları sınamış, görmüş bir mehenk gerektir ki, Bu hileleri fark etsin, şu tedbirlerin esası olsun. Ey Musa’nın anası, Musa’ya süt ver, belaya düşeceğine düşünme, suya at! Kim, elest gününde o sütü emmişse Musa gibi sütü fark eder.

    Çocuğun fark ve temyiz sahibi olmasını cidden istiyorsan, ey Musa’nın anası, hemen şimdi onu emzir de, anasının sütündeki lezzeti anlaşılsın, yaratılışı kötü dadılara teslim olmasın.

    Ey itimada layık adam, sen bir deve kaybetmişsin, herkes sana devenden bir nişan vermekte. Sen devenin nerede olduğunu bile bilmiyorsun ama o söylenen nişanların yanlış olduğunu biliyorsun. Devesini kaybetmeyen de taklitle devesini kaybeden kişi gibi bir deve arar. “ Ben de devemi kaybettim. Kim bulursa müjdesini vereceğim” der. Deve aramakta seninle yoldaşlık eder, deveye tamah ettiğinden böyle bir oyuna girişir.

    Sen kime “ Bu söylediklerin yanlış” dersen o da sana uyup aynı sözü söyler. O yanlış nişaneyle doğrusunu ayırt edemez ama senin, sözün o mukallidin asasıdır, ona dayanır. Doğru ve benzer bir nişane verirlerse inanırsın, şüphen kalmaz. O, nişane, hasta canına şifa olur, benzinin rengi yerine gelir, iyileşir, kuvvetlenirsin.

    Gözün ışıklanır, ayağın tutar, yürür. Cismin can olur, canın tamamıyla ruh kesilir. “ Doğru söyledin ey emniyetli kişi, bu nişaneler, tamamıyla deveme ait. Bu nişaneler, apaçık ve inanılır deliller. Bu nişaneler, devemi gördüğüne delalet etmekte, adeta berat ve kadir, adeta kurtuluşun ta kendisi” Der, bu nişaneleri vereni “ haydi, önden yürü. Yürüme vakti, sen öne düş de, ben senin ardınca geleyim. Doğru sözlü kişi, devemin kokusunu aldın, şimdi de nerede, göster” diye onu öne salarsın. Fakat deve sahibi olmayıp bu araştırmada taklide uyan kişinin,bu nişanelerle yakını artmaz, ancak hakikaten devesi kaybolanın inanışı ona da akseder.

    Onun ciddiyetinden, tahassüründen bir koku alır, anlar ki onun bu yelip yortması saçma değil, elbette bir aslı var! Bu deve arayışı doğru değil ama o da bir deve kaybetmiştir. Başkasının devesine tamah edişi onun yüzünü örter de kendi kaybını unutturur. Devesi kaybolan nerelerde koşarsa bu da koşar, tamahından dertliye dost ve yoldaş olur.

    Yalancı da doğrucuyla yoldaş olunca yalanı, ansızın doğru olur. Devenin koştuğu o ovada yalancı da kendi devesini buluverir. Onu görünce devesini hatırlar; dostunun, arkadaşının devesinden tamahını keser. Devesini orada otlar görür de mukallitten muhakkik olur. Deveyi orada aramadığı halde bulunca o an hakikaten deveye talip kesilir.

    Bu nişaneler, apaçık ve inanılır deliller. Bu nişaneler, devemi gördüğüne delalet etmekte, adeta Berat ve Kadir, adeta kurtuluşun ta kendisi” der, bu nişaneleri vereni “ haydi, önden yürü. Yürüme vakti, sen öne düş de, ben senin ardınca geleyim, doğru sözlü kişi, devemin kokusunu aldın, şimdi de nerede, göster” diye onu öne saların. Fakat deve sahibi olmayıp bu araştırmada taklide uyan kişinin, bu doğru nişanelerle yakını artmaz, ancak hakikaten devesi kaybolanın inanışı ona da akseder.

    Onun ciddiyetinden, tahassüründen bir koku alır, anlar ki onun bu yelip yortması saçma değil, elbette bir aslı var! Bu deve arayışı doğru değil ama o da bir deve kaybetmiştir. Başkasının devesine tamah edişi onun yüzünü örterde kendi kaybını unutturur.

    Devesi kaybolan nerelerde koşarsa bu da koşar, tamahından dertliye dost ve yoldaş olur. Yalancı da doğrucuyla yoldaş olunca yalanı ansızın doğru olur. Devenin koştuğu o ovada yalancı da kendi devesini buluverir. Onu görünce devesini hatırlar; dostunun, arkadaşının devesinden tamahını keser. Devesini orada otlar görür de mukallitten muhakkik olur. Deveyi orada aramadığı halde bulunca o an, hakikaten deveye talip kesilir.

    Ondan sonra yalnızca yürümeye başlat, gözünü kendi devesine açar. Asıl deve arayan “Beni bıraktın mı, halbuki şimdiye kadar arkadaşlık ettik” deyince, “ şimdiye kadar abes bir şeyle meşguldüm,tamahtan sana yaltaklanıp duruyordum. Bu arayışta senden zahiren, cismen ayrıldım ama asıl şimdi seninle derttaş oldum.

    Şimdiye kadar devenin evsafını senden çalmıştım . Halbuki şimdi canım, benimkini gördü, artık gözüm doydu. Onu görmedikçe aramadım, istemedim. Fakat şimdi bakır mağlup oldu, altın üst geldi. Bütün suçlarım, şükür olsun,ibadet oldu, alay fena buldu, doğruluk kaldı.

    Suçlarım, Hakk’a vesile oldu. ***ri suçlarımı kınama, onlara dokunma. Seni doğruluğun arayıcı etmişti. Bana da ciddiyetim ve araştırmam doğruluk kapısını açtı. Seni, doğruluğun aramaya sevk etti, beni de aramam doğruluğa çekti. Alay olsun diye, iş olsu diye yere devlet tohumu ekiyordum. Halbuki onun aslı varmış, hakiki kazancımmış. Ektiğim her taneye bedel yüzlerce tane çıktı” diye cevap verir. Hırsız, bir eve girmeğe kalkışır, girince görür ki girdiği kendi eviymiş! Ey soğuk, hararetlen ki sınasın, sertliğe alış ki yumuşayasın.

    O iki deve değildir ki bir devedir. Fakat söz dar, mana ise pek geniş! Söz manaya daima kifayetsiz. Onun için peygamber” Allah’ı bilenin dili tutulur” dedi. Söz, hesapta usturlaba benzer. Usturlap, göğü güneşi ne kadar bilebilir ki? Hele bu gök olursa. Bu öyle bir gök ki gökyüzü, buna nispetle bir katre. Bu güneş,o güneşe nispetle bir zerre!

    Münafıkların yaptıkları mescidin hakiki bir mescide olmayıp hile yurdu, Yahudi tuzağı olduğu anlaşılınca, Peygamber “ Onu yıkın! Süprüntülük, küllük, gübürlük yapın” buyurdu. Mescidin sahibi de mescit gibi kalptı. Tuzağa saçtığın taneler, cömertlik sayılmaz ki.

    Oltandaki et lokması, balığı avlamak içindir. Öyle bir lokma ne ihsandır, ne cömertlik! Kuba’lıların Mescidi, taştan, topraktan ibaretken yine kendisinin naziri olmayan Mescid- i Dırar’ın vücuduna meydan vermedi. Taşa toprağa bile böyle bir zulüm ve sitem yapılmadı. Adalet emiri olan Resulellah, kuba mescidine benzemeyen o mescide şule vurdu, onu yakıp yıktı! Asılların aslı olan haki katların da bil ki farkları, ayrılıkları vardır.

    Ne hayatı onun hayatına benzer, ne mematı onun mematına. Hatta kabrini bile öbürünün kabri gibi sanma. O cihanın farkını ben nasıl söyleyeyim? Ey iş eri, sen işini mehenge vur da bir Mescid’i Dırar da sen yapma. Sen o mescit yapanları kınıyor, onlarla alay ediyorsun ama gözünü çevirip baksan görürsün ki sen de onlardansın!
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  4. #44
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    AZİM, ***RET, ÇABA, BAŞARI (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Japon çocuğun tek hayali çok ünlü bir karateci olmaktı. Fakat ailesi buna izin vermezdi. Bir gün talihsiz bir kaza sonucu çocuk sol kolunu kaybetti.

    Ailesi çocuğun moralinin çok kötü olduğunu görünce ona bir karate hocası tuttu. Hoca ilk dersinde çocuğa karsısındakini sağ koluyla tutup üstünden savurmayı gösterdi. Hatta ikinci, üçüncü ve sonraki bütün derslerde hep aynı hareketi yapıyorlardı.

    Çocuk bir gün hocasına "hocam ben çok sıkıldım, artık başka hareketlere geçsek" dedi. Hoca ise bunu kabul etmeyerek dünyada bu işi en hızlı yapan kişi olmadıkça bitirmeyeceğini söyledi. Çocuk o kadar hızlanmıştı ki, hocasını bile göz açıp kapayıncaya kadar yerden yere vuruyordu. Bir gün hoca elinde bir kağıtla geldi kağıtta çocuğun gençler karate şampiyonasına katılabileceği yazıyordu.

    Çocuk çok şaşırdı. Ertesi gün salonda ilk rakibinin karşısına çıkacakken heyecanla hocasına sordu, "hocam bu iş nasıl olur? Ben sadece tek hareket biliyorum kesin kaybederim" Hocası ise "sen sadece hareketi yap" cevabını verdi.

    Çocuk ringe çıktı ve hareketiyle rakibini eledi. Hatta tek hareketle finale kadar çıktı. Finalde karşısında kendisinin iki katı birisi vardı. Önce çok korktu ama gene bildiği hareketi yaparak son rakibini de yendi ve şampiyon oldu.

    Sevinçle hocasının yanına koştu ve sordu "hocam nasıl olur anlamıyorum, sadece bir hareket biliyorum, tek kolluyum ve şampiyon oldum" Hocası çocuğa baktı ve dedi ki, "senin yaptığın hareket karatedeki en zor hareketlerden biridir.

    Ve bir tek savunması vardır o da, rakibin sol kolunu tutmak".
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  5. #45
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    BABAMI İSTİYORUM (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Adam yorgun argın eve döndüğünde 5 yaşındaki çocuğunu kapının önünde beklerken buldu.

    Çocuk babasına, "Baba bir saatte ne kadar para kazanıyorsun" diye sordu... Zaten yorgun gelen adam, "Bu senin işin değil" diye cevap verdi.

    Bunun üzerine çocuk "Babacım lütfen, bilmek istiyorum" diye üsteledi. Adam "İllâ da bilmek istiyorsan 20 milyon" diye cevap verdi. Bunun üzerine çocuk "Peki bana 10 milyon borç verir misin" diye sordu. Adam iyice sinirlenip,

    "Benim senin saçma oyuncaklarına veya benzeri şeylerine ayıracak param yok. Hadi, derhal odana git ve kapını kapat" dedi.

    Çocuk sessizce odasına çıkıp kapıyı kapattı.

    Adam sinirli sinirli "Bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder." diye düşündü. Aradan bir saat geçtikten sonra adam biraz daha sakinleşti ve çocuğa parayı neden istediğini bile sormadığını düşündü, "Belki de gerçekten lazımdı"...

    Yukarı çocuğunun odasına çıktı ve kapıyı açtı...

    Yatağında olan çocuğa, "Uyuyor musun" diye sordu. Çocuk "Hayır" diye cevap verdi...

    "Al bakalım, istediğin 10 milyon. Sana az önce sert davrandığım için üzgünüm.

    Ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim" dedi...

    Çocuk sevinçle haykırdı, "Teşekkürler babacığım"... Hemen yastığının altından diğer buruşuk paraları çıkardı. Adamın suratına baktı ve yavaşça paraları saydı.

    Bunu gören adam iyice sinirlenerek, "Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun?...

    Benim, senin saçma çocuk oyunlarına ayıracak vaktim yok" diye kızdı...

    Çocuk "Param vardı ama yeterince yoktu " dedi ve yüzünde mahcup bir gülücükle paraları babasına uzattı. “İşte 20 milyon...”

    Şimdi bir saatini alabilir miyim babacım?..."
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  6. #46
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    BABANIN BASKISI VE VİCDAN AZABI (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Dinle oğlum, bunları sana sen uyurken söylüyorum. Küçücük elini yanağının altına sokmuşsun, nemli alnındaki sarı lülelerin yapış yapış ıslak. Odana bir hırsız gibi süzülerek girdim. Birkaç dakika önce kütüphanede oturmuş gazetemi okurken vicdan azabım nefes kesen bi dalga gibi üstüme geldi. Bir suçlu gibi yatağının başucuna geldim.

    Neler mi düşündüm oğlum? Sabah sabah kızmıştım. Okula gitmek üzere giyinirken seni azarladım, çünkü yüzünü ıslak havluyla öylesine silivermiştin. Ayakkabılarının kirli olduğunu görünce sana onları temizlettim. Bazı eşyalarını yere attığında sana öfkeyle bağırdım.

    Kahvaltı ederken bir sürü kusurunu buldum. Yiyecekleri etrafına saçıyordun, lokmalarını çiğnemeden yutuyordun, ekmeğine çok fazla tereyağı sürmüştün. Sen oyun oynamaya gidiyordun, bense trenime yetişmek zorundaydım. Bana baktın elini salladın ve “Güle güle babacığım” dedin. Ben ise kaşlarımı çattım ve “Dik dur!” dedim sana.

    Akşamüzeri de durum farksızdı. Eve gelirken seni yere çömelmiş arkadaşlarınla bilye oynarken buldum. Çorapların yırtılmıştı. Arkadaşlarının önünde seni küçük düşürdüm ve kolundan tutup eve götürdüm. Bu çoraplar çok pahalıydı ve giymek istiyorsan dikkatli olmalıydın. Düşün oğlum bunları sana baban söylüyordu!

    Hatırlıyor musun? Sonra çalışma odama girdin. Gözlerinde incinmiş bir ifade vardı. Kağıtlarımın üzerinden sana baktığımda bir an için çıkmaya yeltendin. “Ne istiyorsun?” diye bağırdım sana.

    Hiç bir şey söylemeden koşup boynuma sarıldın ve beni öptün. Hem de büyük bir sevgiyle. Sonra koşarak dışarı çıktın.

    Kağıdım elimden düştü. Bana neler oluyordu? Sürekli senin hatalarını buluyordum. Seni böyle ödüllendiriyordum. Seni sevmediğim için değil bu; senden çok şey beklediğim için. Seni kendi çağımın değer yargılarına göre değerlendiriyorum çünkü.

    Oysaki senin pek çok güzel özelliğin var. Kalbin öylesine yüce ki! Bu gece gelip beni öpüşün de bunu kanıtlıyor. Bu gece başka hiçbir şeyin önemi yok oğlum. Karanlıkta, yatağının yanında diz çöktüm ve çok utanıyorum. Bunları sana uyanıkken anlatsam da anlamazsın biliyorum. Ama yarın gerçek bir baba olacağım. Seninle oynayacağım. Sen acı çektiğinde acı çekecek, sen güldüğünde güleceğim. Dilimin ucuna kötü şeyler geldiğinde dilimi ısıracağım. Kendi kendime sürekli, “O bir çocuk!” diyeceğim.

    Ben seni büyük bir adam gibi gördüm. Oysaki sen daha küçük bir çocuksun. Daha dün annenin kolları arasındaydın, başını onun omzuna dayamıştın. Ah, senden çok şey bekledim oğlum, çok şey bekledim.

    Eleştirmeyin, kınamayın ve şikayet etmeyin!
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  7. #47
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    BAHÇE, KISKANÇLIK, KISKANÇLIĞIN ZARARLARI (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Zengin bir iş adamının bahçesinde, yan yana dikilen iki limon ağacı vardı. Mayıs ayı sonlarında açan limon çiçekleri, bütün bahçenin havasını bir anda değiştirir ve apartmanlara hapsedilmiş insanlara baharın geldiğini müjdelerdi. Ancak limon ağaçlarından biri, diğerinden cılız ve şekilsizdi. Bu yüzden büyük ağaç her fırsatta onu küçümser ve tepeden bakardı. Ev sahibi de küçük boylu limon ağacından ümit kesmiş görünüyordu. Ona göre ağaç, bu gidişle kuruyup ölecekti. Bu yüzden de onu fazla sulamaz ve bakımını yapmayı pek istemezdi.

    Günün birinde esen sert bir poyraz, karlı dağların yamaçlarındaki bir grup çiçek tohumunu iş adamının bahçesine uçurdu. Fakat bahçenin her tarafı parsellenmiş, sadece limon ağaçlarının altında yer kalmıştı. Bir an önce filizlenmek zorunda olan tohumlar, limon ağaçlarının yanına gelerek onların altında yeşermek için izin istedi.

    Büyük ağaç, iyice kasılarak:

    —Böyle bir şey asla mümkün olamaz, diye atıldı. Bizler kuru kalmayı pek sevmeyiz. Eğer dibimde çoğalırsanız, suyu emip beni kurutursunuz.

    Aslında büyük ağacın çekindiği başka bir şey daha vardı. Çiçekler rengarenk açtıklarında, limon ağacının sarıya çalan beyaz çiçekleri sönük kalacak ve bahçe sahibinin gözündeki değeri azalabilecekti. Oysaki ağacın, kendinden güzel olanlara hiç mi hiç tahammülü yoktu.

    Küçük ağaç, uzun boylu arkadaşının tohumlara verdiği cevabı beğenmemişti. Çünkü o, kendisine hayat verenin, o hayat için gerekli olan suyu da vereceğini çok iyi biliyordu. Bu yüzden, aklına bile gelmiyordu susuzluk.

    Tohumların teklifini kabul ederken:

    —Sizlerle birlikte olmak, bana mutluluk verir, dedi. Böylelikle yalnızlık da çekmeyiz.

    Büyük ağaç bu işten hoşlanmamıştı. Fakat küçük olanı:

    —Güzel yaratılanlardan kimseye zarar gelmez, diye tekrarlıyordu. Güzellerden güzellikler doğar sadece.

    Küçük limon ağacı altında filizlenen tohumlar, bir kaç hafta içinde cennet çiçekleri gibi açıp bütün bahçenin göz bebeği haline geldi. Bu arada ağaç, elinden geldiği kadar kendilerine yardımcı olmaya çalışıyor ve çiçeklerin sevdiği yarı güneşli ortamı sağlamak için, eski yapraklarını döküyordu.

    Çiçekler, kısa bir süre sonra mis gibi kokular yaymaya başladı. Bahçe sahibi, o ana kadar hiç duymadığı bu kokunun nereden geldiğini araştırdığınd davetsiz misafirleri bularak hayrete düştü. Adam, ancak rüyalarında görebildiği bu çiçeklerin güzelliğini devam ettirebilmek için sabahları artık daha erken kalkıyor ve onları en kaliteli gübrelerle besleyip bol bol suluyordu. Küçük limon ağacı, köklerinin en ince ayrıntılarına kadar ulaşan bu suları çiçeklerle birlikte içiyor ve büyük bir hızla serpilip büyüyordu.

    Çiçekleri sevgiyle kucaklayan ağaç, ertesi bahara kalmadan o civarın en büyük ağacı haline geldi ve birbirinden güzel kelebeklerin ziyaret yeri oldu. Daha sonra da kendi çiçeklerini açarak bahçenin güzelliğine güzellik kattı.

    Şimdi küçük ve yalnız kalmış olan limon ağacı ise, komşusuna duyduğu kıskançlıkla için için kuruyordu.
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  8. #48
    Serseri`aŞık - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    17.Kasım.2015
    Mesajlar
    276
    Mentioned
    0 Post(s)
    Tagged
    12 Thread(s)

    gereksiz yorum

    gereksiz
    Konu aRZuU tarafından (25.Ocak.2016 Saat 15:19 ) değiştirilmiştir. Sebep: .gereksiz
    Ne güzel bir kelimedir eyvallah. Gelene, gidene, sevene, sövene, başlayana, bitene, doğana, ölene hep eyvallah. Serseri`aŞık

  9. #49
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    BAHŞİŞ VE ÇOCUK (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Bir pastanın üç otuz paraya satıldığı günlerde 10 yaşında bir çocuk pastaneye girdi. Garson kız hemen koştu..

    Çocuk sordu: "Çikolatalı pasta kaç para?.."

    "50 cent!.."

    Çocuk cebinden çıkardığı bozukları saydı.

    Bir daha sordu: "Peki dondurma ne kadar.."

    "35 cent" dedi garson kız sabırsızlıkla..

    Dükkanda yığınla müşteri vardı ve kız hepsine tek başına koşuşturuyordu.

    Bu çocukla daha ne kadar vakit geçirebilirdi ki...

    Çocuk parasını bir daha saydı ve "Bir dondurma alabilir miyim lütfen" dedi.

    Kız dondurmayı getirdi. Fişi tabağın kenarına koydu ve öteki masaya koştu.

    Çocuk dondurmasını bitirdi. Fişi kasaya ödedi.

    Garson kız masayı temizlemek üzere geldiğinde, gözleri doldu birden. Masayı sanki akan yaşları ile temizleyecekti.

    Bos dondurma tabağının yanında çocuğun bahşiş olarak bıraktığı 15 cent duruyordu
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

  10. #50
    aRZuU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Title
    Forum Üyesi
    Üyelik tarihi
    04.Şubat.2014
    Mesajlar
    10,882
    Mentioned
    42 Post(s)
    Tagged
    34 Thread(s)
    BALON (HİKAYELERDEN SEÇMELER, SEÇME ÖYKÜLER, KISA HİKAYELER)

    Küçük çocuk, baloncuyu büyülenmiş gibi takip ederken, şaşkınlığını gizleyemiyordu. Onu hayrete düşüren şey, "Bizim eve bile sığmaz" dediği o güzelim balonların adamı nasıl havaya kaldırmadığı idi.

    Baloncu dinlenmek için durakladığında o da duruyor ve sonra yine takibe koyuluyordu. Bir ara adamın kendisine baktığını fark ederek ona doğru yaklaştı ve bütün cesaretini toplayarak:

    -Baloncu amca, dedi. Biliyor musun benim hiç balonum olmadı. Adam çocuğu söyle bir süzdükten sonra:

    -Paran var mı? diye sordu. sen onu söyle.

    -Bayramda vardı, diye atıldı çocuk, önümüzdeki bayram yine olacak.

    -Öyleyse bayramda gel, dedi adam. Acelem yok, ben beklerim.

    Çocuk sessizce geri döndü. O ana kadar balonlardan ayırmadığı gözleri dolu dolu olmuş, yürümeye bile mecali kalmamıştı. Bir kaç adım attıktan sonra elinde olmadan tekrar onlara baktığında, gördüklerine inanamadı. Balonlar, her nasılsa adamın elinden kurtulmuş ve yol kenarındaki büyük bir akasya ağacının dallarına takılmıştı. Çocuk, olup bitenleri büyük bir merakla takip ederken, baloncu ona doğru dönerek:

    -Küçük, diye seslendi. Balonları ağaçtan kurtarırsan birini sana veririm. Yapılan teklif, yavrucağın aklını başından almıştı. Koşarak ağacın altına doğru yöneldi ve ayakkabılarını aceleyle fırlatıp tırmanmaya başladı. Hedefine adım adım yaklaşırken duyduğu heyecan, bacaklarını kanatan akasya dikenlerinin acısını hissettirmiyordu. Sincap çevikliğiyle balonlara ulaştığında bir müddet onları seyretti ve dallara dolanan ipi çözerek baloncuya sarkıttı. Ancak balonlardan birisi iyice sıkıştığından diğerlerinden ayrılmış ve ağaçta kalmıştı. Çocuk onu kurtarmaya kalkışsa, dikenlerden patlayacağını çok iyi biliyordu. İster istemez balonu yerinde bırakıp aşağıya indi ve adama dönerek:

    -Birini bana verecektiniz, dedi. Hangisi o?

    Adam elini tersiyle burnunu sildikten sonra:

    -Seninki ağaçta kaldı evlat, dedi. İstersen çık al.

    Çocuk bu sefer ayakta bile duramadı. Kaldırım kenarına oturup baloncunun uzaklaşmasını bekledikten sonra, dallar arasında parlayan balona uzun uzun bakarak:

    -"Olsun", diye mırıldandı. "Olsun." Ağacın üzerinde kalsa da, bir balonum var ya artık.
    oLmadı bir çay koy.. Ben bir ömüR..demLenirim

    qözLerinde..!

Sayfa 5 Toplam 14 Sayfadan BirinciBirinci 1234567891011121314 SonuncuSonuncu

Konu Bilgileri

Bu Konuya Gözatan Kullanıcılar

Şu anda 5 kullanıcı bu konuyu görüntülüyor. (0 kayıtlı ve 5 misafir)

Benzer Konular

  1. Playlist`ten Seçmeler..
    Konu Sahibi qLnSytN Forum Karışık Videolar
    Cevap: 8
    Son Mesaj : 12.Aralık.2015, 00:30
  2. Divan Şiirinden Seçmeler
    Konu Sahibi ÇağanCan Forum Edebi Eserler
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 19.Kasım.2014, 14:41
  3. Ehli Nur'Seçmeler
    Konu Sahibi Ehli Nur Forum Giyim - Çanta - Ayakkabı
    Cevap: 28
    Son Mesaj : 16.Kasım.2014, 11:14
  4. Nietszche’den Seçmeler (Hayat)
    Konu Sahibi ÇağanCan Forum Serbest Bölge
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 07.Eylül.2014, 12:51
  5. Ruznamemden seçmeler
    Konu Sahibi ÇağanCan Forum Serbest Bölge
    Cevap: 0
    Son Mesaj : 29.Ağustos.2014, 22:20

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
  •  
gaziantep escort bayan gaziantep escort sesli sohbet seks hikaye onwin venüsbet giriş tipobet365 sahabet karabük escort ordu escort kars escort kocaeli escort izmit escort edirne escort ısparta escort karabük escort manisa escort adana escort
ankara escort ankara escort ankara escort bayan escort ankara çankaya escort kızılay escort kızılay escort ankara eskort ankara escort çankaya escort ankara otele gelen escort kayseri escort istanbul escort avrupa yakası escort çapa escort şirinevler escort avcılar escort beylikdüzü escort