1924 yılında Konya’nın Bozkır ilçesinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini İstanbul’da tamamladı. İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’nü bitirdi. Ankara Üniversitesi’nde doktora çalışmasını yaptı. Akademik hayatına burada devam etti.

Bir çok makale, tebliğ, ansiklopedi maddesi ve araştırmaya imza attı. Bu eserlerinin bir kısmı çeşitli dillerde yayınlandı. Türkiye’de olduğu gibi yurt dışında da pek çok görev aldı. Türk tarihini özellikle Oğuzların tarihini anlatmak için çalışmalar yaptı, konferans, panel ve makaleler yayınladı. Avrupa ülkeleri ve Türkmenistan’da yaptığı çalışmaları değerini bir kat daha arttırdı.
1995 yılında vefat etti.

ESERLERİ:
Sümer’in en önemli eseri Oğuzlar kitabıdır. Karakoyunlular, Safevîler, Kitab-ı Diyarbakriyya, Çepniler, Yabanlu Pazarı, Türk Devletlerinde Şahıs Adları ve Turkısh Archıtecture diğer kitaplarıdır.





English Biography

Prof. Dr. Faruk Sümer was born in Bozkır, Konya, in 1924. He attended primary and secondary school in Istanbul. After finishing History Academy of Istanbul University, he completed his doctorate in Ankara University and continued his academic life there. Prof. Dr. Faruk Sümer, who published numerous works, wrote lots of worldwide book. His best study is the book of Oğuzlar. Karakoyunlular, Safeviler, Kitab-ı Diyarbakriyya, Çepniler, Yabanlu Pazarı, Türk Devletlerinde Şahıs Adları and Turkısh Architecture are his other books. Some of his works were published in other languages. In addition to these, he published articles, conveying, the article of encyclopedia and articles. As in Turkey, he also worked abroad and he made some researches on the history of Oğuzlar and published conference, panel discussion and articles. With the studies in European Countries and in Turkmenistan, he became more famous. Because of an illness he caught, he died in 1995.




HAKKINDA YAZILANLAR

Bir Oğuz Beyi İçin Var mısınız?
Dr. Hasan Özönder
13.10.2011

Bundan onaltı yıl önce kaybettiğimiz Prof. Dr. Faruk Sümer, ilim dünyamızın gerçek bir Oğuz beyi idi. Örnek kişiliği, ilmî kimliği, dirayeti, sadakati, azmi ve ideali ile o, katıksız bir Oğuz beyi idi. Meslek hayatında istikbalinin mevkilerini, tırnaklarıyla kazarak kazandı. Gerçek ve mümtaz ilim adamı vasfı ile kendini ilim hayatına kabul ettirdi. O güne kadar ele alınmamış, çoğu meslekdaşlarının dalmaya cesaret edemedikleri konularda, hem de “kaynak eser” vasfını hâiz, birbinden kıymetli eserler yayınladı. Genellikler, Türk Tarihi konularında orijinal eserler verdi. Londra ve Frankfurt Üniversitelerinde misafir hoca olarak dersler verdi. Ömrünün son günlerine kadar okumayı ve yazmayı bırakmadı. Kitapları, makaleleri ve ansiklopedi maddeleri bu gün de “aşılamamış”lıklarını kurumaktalar. Mükerrer baskıları kapışılan “Oğuzlar (Türkmeler)”ı, “anıt eser” hüviyetine sahip. Bütün Türk İlleri’nde elden düşmeyen “muazzez kitap”. Hoca, uzun yıllarını vererek kaleme aldığı büyük emek mahsülü olan bu eserinin gördüğü alâkadan dolayı son derece memnun ve mesrurdu. 1991 yılındaki bir görüşmemizde, bu duygularını belirttikten sonra şunu da sözlerine ilâve etmekten kendini alamamıştı: “Geçenlerde Türkistan’ın bir bakanı, Ankara’da bizim bakandan, “Oğuzlar” kitabımı istemiş. O zamanki sayın bakan, “Kim bu Faruk Sümer, Oğuzlar kitabı nerede?” diye bulunması için, telaşla etrafındakilere görev yöneltmiş... Halbuki, Türkmenistan Cumhurbaşkanı Sefer Murat, kendi eliyle yazdığı mektubunda, Oğuzlar (Türkmenler) kitabının kıymetli yazarı Prof. Dr. Faruk Sümer’e şöyle sesleniyordu: “Lütfen Aşkabad’a geliniz. Bizim davetlimiz olarak Türkmen Cumhuriyeti’nin, halkımızın ve üniversitelerimizin şükran ve minnet armağanını almak için buyurunuz. Ödülünüzü size ben sunmak isityorum. Burda istediğiniz kadar kalmanız için en güzel köşklerimiz size açılacaktır.. Ayrıca, Türkmenistan Cumhuriyeti size çiftlikler ve ikametgâhlar sunacaktır.” İşte Faruk Sümer bu; “Oğuzlar” kitabı böyle. Kadirşinaslık ise, hazâ..

Hocamız, inceleme ve araştırma yolunda hiçbir engelden, zorluktan yılmazdı.. İlerlemiş yaşına, bazı sağlık problemlerine rağmen, dağ, taş, yokuş, iniş demez, belgelerin, bölgelerin peşinde olurdu. “Yabanlı Pazarı”nı yazarken, arazi incelemelerini, at sırtında yaparak, olanca dikliğine, engebelerine rağmen Kayseri/ Pınarbaşı Kalesi’ne kadar tırmanmıştı.

Hafızası gayet kuvvetli idi. Türk tarihi namına her şeyle ilgilenir, sahip çıkardı. Elindeki imkânlarla başkalarına yardımdan zevk alırdı.

Türkülerimize âşıktı. Çalışırken, araştırırken, tarihî bir türkümüzü mırıldanma âdetinde idi. Bu türküler genellikle Konya türküleri idi.

Konya’nın tarihî değerlerine sahip çıkılması konusunda, yetkililerle görüşür, zayiatın önlenmesi husunda girişimlerde bulunurdu.. Meselâ, Apa Barajı yapılırken, suları altında kalacak Selçuklu Kervansarayı için büyük uğraşılar vermişti. Taşlarının numaranılarak, sökülüp, taşınarak, yakın bir yere yeniden inşa edilmesini sağlamaya çabalamıştı.

Konya’dan hiçbir zaman kopmadı. Tabiri câiz ise, kalıbı başka yerlerde bulunduğu zamanlarda da, kalbi Konya’da idi. Her vesile ve fırsatla Konya’ya gelir, günlerce kalır, dostlarıyla doyulmaz sohbetler yapardı. Selçuk Üniveritesi’nin birçok ilmî toplantısına teşrif etmiş ve sunduğu tebliğlerle, dünya ilim çevrelerinin merak ve alâkasını celben konuşmalar yapmış; kongre tebliğler kitabının dünya ilim çevrelerinde aranmasına, kaynak eser olarak değerlendirilmesine vesile olmuştur. “ABD’de tarih kürsüsü ve aylık 5000 dolar teklif ettiler ama, gitmedim, gidemedim, Bu topraklardan ayrılamadım.” derdi. Bozkır’lı idi. 5. Kasım 1924’de Bozkır’da doğmuştu. “Suyu sert, insanı mert” diye tanımlanılan tipik Bozkır’lı idi. Konuşurken zaman zaman sertleşmekten, asabîleşmekten kendini alamazdı.

Nasıl sertleşmesin ki.. Ömür boyu saçını ağartıp, hayatını vakfettiği halde, o zamanki çevre ve muhataplarında, umduğunu bulamamış, hak ettiğini elde edememişti. Bozkır Belediye’si, hemşerileri Faruk Sümer’in adını bir caddeye vermişti de bu jeste, ne kadar memnun ve mütehassis olmuştu.. Hiç unutmam, Üniversitemizin 1992 yılında düzenlediği Selçuklu Semineri’ne vaki davetimize de çok sevinmiş ve karar vermeyi bize bırakarak birkaç tebliğ konusu bildirmişti. Bu gelişten istifade ederek, “Atçekenler” konusunda birkaç köyde incelemeler yapacağını, kendisine bir araç temin edilmesini istemiş ve “Benim de çok sevdiğim ‘Eşmekaya’nın kavakları gölgeli’ adlı türkümüzün de nereden gelmiş olduğu da . anlaşılmış olacaktır. ” diye yazmıştı.

Zaman zaman mektuplaşırdık. Bunlardan birinde, incelemekte olduğum “Beşare Bey ve Başarakavak” konusunda da uzunca bir mektupla ışık tutmuştu, onca meşguliyeti arasında.

Kısacası aziz dostlar, Faruk Sümer olmak zor. Faruk Sümerlere lâyık olmak, sahip çıkmak ise çok daha zor.. Yeni Faruk Sümerler yetiştirmeye mecbur, hattâ bir bakıma mahkumuz ama dedim ya, çok zor. Onlar, kendilerine has bir iklimin insanlarıydı. Bir iklimde yetişen ağaçların, meyvelerin farklı iklimlerde yetişmesi nasıl mümkün olmuyorsa, Faruk Sümer gibi örnek ve önder hocaları yetiştirmek için de, ihtiyaçları olan iklim şartlarının ve ortamının sağlaması lâzım. O zaman bu necip Millet, bakınız neler neler, nice büyük değerler yetiştirecektir.

Aziz hocamızı, Hakk’a yürüyüşünün içinde bulunduğumuz onaltıncı yılında rahmet ve minnetle bir kere daha anıyoruz. “Nisyan tülleriyle gözden ırakça kalan örnek kişiliğini, büyük hizmetlerini gençlerimize tanıtacak bir programı, üniversitelerimizden biri olsun, uygun bulur mu acaba?” diye düşünmekten kendi mi alamıyorum....