Erdem: iyilik, yardım, güzellik, hoşgörü, alçak gönüllülük, sosyallik, bilgelik, beraberlik vb. nitelikleri içinde barındıran davranış örüntüleridir. İnsanlık için kutsal olan her alanda bahsi geçen bir kavramdır. İnanç, yönetim, aile ve kültür sistemlerinde iyi veya kötünün, başarı ya da başarısızlığın temel ölçütlerinden biri olagelmiştir hep. İnsanlar birisini yüceltmek istediklerinde erdemli, alçaltmak istediklerinde erdemsiz sıfatı yakıştırılır.
İnsanın özünde varolan erdem özellikler iyiyi güzeli olumluyu tarih sürecinde uzun bir süre temsil ederken zamanla çeşitli faktörlerin etkisiyle ironik bir biçimde tam tersi özellikleri temsil etmeye başlamıştır. Bu ters özellikler arasında enayilik, aptallık işe yaramazlık, saflık, boşluk vb sıfatlar sayılabilir. Kim bu sıfatlara sahip olmak ister ki! Elbette aklı başında olan hiç kimse! Ama gel görelim ki aklı başında olan birçok insan istemeden bazen bu sıfatları ziyaret etmekte; bir süre civarlarında dolaşmakta ve sonra terk etmektedir. Ama süresi belli olmayan bu yolculuklar sırasında insanın yaşadığı sıkıntılar, çektiği sancılar, yasadığı pişmanlıklar, karşılaştığı hayal kırıklıkları tecrübe denen torbada kendilerine yer bulurlar. Ve insan elini bu torbaya her attığında canı yanar. Bazen de kimisi bu boşluk torbasına kendini öyle bir kaptırır ki belki hiç kurtaramaz kendini.

Şaşkınlık içinde oluyor çoğunluk. Neden diye sorulduğunda: Sadece düzenin ve kuralların doğru işlememesini gösterebiliriz. Kanunlar bazen tekdüze olmazlar. Her ne kadar normal koşullar altında etkiler beklendik tepkileri verseler de bazen de etkinin niteliğine bağlı olarak bu kurallar ihlal olur veya çok daha düşük yoğunlukta gerçekleşir. Mesela suyun kaldırma kuvvetini ele alalım suya atacağımız her madde acaba su yüzüne çıkar mı? Bu olay bazen atılan cismin bazen de suyun özelliğine bağlı olarak değişir. Bir yumurtayı veya bir taşı suyun içine attığımızda dibe batar fakat suyun içine belli bir oranda tuz katarsak bu maddeler su yüzüne çıkar. Aynı şekilde sosyal alanlarda etki tepki olayları her zaman istendik sonuçları vermez. Bunun nedenini ararsak fiziksel olaylar da olduğu gibi etkinin niteliğine bağlanabileceği gibi bunun en büyük nedeni tabi ki düzenin içeriğidir. Düzenin insan beynine ve düşünce yapısına yaptığı etkidir. İnsan varolma savaşı vermeye başladığında rakibi yine kendisidir. Yani insandır. Önceleri masumane bir görüntü içinde gözükebilen bu rekabet zaman içinde Makyevel adında bir adamın çıkıp kendi adını taşıyan düşünce sistemiyle başlayıp daha sonra papaz Malthus, ve nihayetinde ekonomist olan Ricardo ve Keynes gibi adamların düşünceleriyle yoğrulup olgunlaşan vahşi kapitalizmle yoldan çıkmıştır. Hitler ve Mussolini ‘ nin yanı sıra günümüz ABD ve İsrail politikalarıyla da zaman zaman faşizme kaçıp doruk noktasına çıkmıştır.
İnsanın kendisini zararlara karşı koruması çıkarlarını gözetlemesi kendisine faydalı iş uğraş ve eylemlere girişmesi kadar doğal hiçbir hak yoktur. Fakat kritik olan nokta insanın kendisini korurken, kendisi için bir değer bir fayda oluştururken bireyciliği kutsallaştırmaması başkasına zarar vermemesi ve başkasını sırtına basıp yükselmemesidir.

Ne zaman ki hırs insanın gözünü bürür, çıkar kutsallaştırılır ve bireycilik her şeyden öne geçerse erdem o zaman büyük zarara uğrar. İşte o zaman iyiye güzele olumluya dair ne varsa ironik bir biçimde tam tersi fonksiyonlar yüklenir. Yani bir doğa trajedisi, bir insanlık trajedisi başlar. Kaos, çıkmaz, anlamsızlık, huzursuzluk, tatsızlık, zevksizlik işte bu noktadan itibaren insan hayatını işgal etmeye başlar. Ve mutsuzluk dediğimiz yollardan birisine girilmiş olur. İşte bu noktalardan sonra iyiye, güzele, yardımseverliğe, sosyalliğe inanan insanların yolu yavaş yavaş değişim rotasına girer. İnsanlar öncelikle insanlara sonra kendilerine olan güvenlerini yitirmeye başlarlar. Ardından sosyal girişimciliklerinin önüne duvarlar örmeye başlarlar. Yalnızlığa, duyarsızlığa ve umarsızlığa doğru yeni bir yol çizerler.