Doğumdan önceki 12 haftalık ve doğumdan sonraki ilk bir haftalık devreye biz perinatal dönem adını vermekteyiz. Çocuk ölümlerinin daha fazla olması nedeniyle anne adayının bilhassa doğum öncesi dönemde sıkı kontrol altında bulundurulması gerekir. Doğum öncesi devrede gerek çocuk ölümünün, gerekse anne ölümünün fazla olduğu bir kısım gebelikleri biz yüksek rizikolu gebelikler olarak adlandırıyoruz. Bu devredeki çocuk ölümlerinin %90 kadarı “yüksek rizikolu” gebeler grubuna giren anne adaylarında görülmektedir. Bilindiği gibi ülkemizde ve özellikle Doğu Anadolu bölgesinde gerek anne karnında, gerekse doğum esnasında ve doğumdan hemen sonra olan bebek ölümleri dünya bebek ölümlerine göre oldukça fazladır. Doğum öncesi bakım ve kontrollerin kalitesi arttıkça bu devredeki ölüm olaylarında da aşikar bir düşüş görülmektedir.
Gebenin evveliyatında düşük, erken doğum, dış gebelik, duruş anomalisi yani çocuğun ters olması, ölü doğum, müdahaleli doğum, iri doğum, geçirilmiş doğum yolu operasyonu, ilk gebelik olup da 20 yaştan küçük veya 35 yaştan büyük olanlar, muayeneleri esnasında rahim anomalisi, doğum yolu darlığı veya kalp, karaciğer, böbrek gibi önemli organlara ait hastalık tespit edilenler, kızamıkçık, tüberküloz yani verem ve sifiliz gibi bazı bulaşıcı hastalığı olanlar, preeklampsi ve eklampsi dediğimiz gebelik zehirlenmesi bulunanlar, şeker hastalığı, kan uyuşmazlığı, kansızlık gibi hastalığı olanlar, gebelikte kanayan hastalar, hamileliği esnasında 15 kg.' dan fazla kilo alanlar ve çoğul gebelik tespit edilenler yüksek rizikolu gebelikler olarak adlandırılırlar. Ayrıca doğum sancılarının zamanından önce başlaması veya günü geçtiği halde sancısı başlamayanlarla birlikte, doğum sancıları sürerken su kesesinin vakitsiz açıldığı hastalar, çocuk kordonunun sarkması veya önden gelmesi, doğum sancılarının çok uzun sürmesi ve doğuramaması veya çocuk kalp seslerinin bozulduğu gebeler de yüksek rizikolu gebe grubuna dahil edilirler.
Yüksek rizikolu gebelerde plasenta yani çocuğun eşinin fonksiyonlarında azalma olmakta, dolayısı ile çocukla anne arasında olan beslenme ve oksijen alışverişi bozulmaktadır. Plasentanın besleyici görevleri azaldığında ki bu doğum öncesi devrede oldukça sık görülür, çocuk da kronik fetal distress dediğimiz bir olay gelişir. Kronik fetal distress, çocuğun ana karnında uzun süre tehlikede kalması demektir. Böyle hallerde çocuk gelişmesi yavaşlamaktadır. Kronik fetal distress çoğunlukla doğum esnasında çocukta ani bir hayati tehlike şekline dönüşmekte ve bebek ölümü ile neticelenmektedir. Akut distress dediğimiz böyle hallerde bebek ile anne arasındaki oksijen alışverişi bozulur. Bu tür komplikasyonlara özellikle yüksek rizikolu gebelerde sık rastlanır.
Yüksek rizikolu gebeliklerde anne ve bebek yönünden hayati tehlike varsa da bu tehlike hepsinde aynı oranda değildir. En yüksek doğum öncesi ölüm sırasıyla gebelik zehirlenmelerinde ve bilhassa eklampsi dediğimiz koma ile sonuçlanan şeklinde, gebeliğin ikinci yarısında görülen kanamalarda, çoğul gebelik ve düşük kilolu doğumlarda, kan uyuşmazlıklarında ve diabetik annelerin yani şeker hastası annelerin bebeklerinde görülmektedir. Bundan dolayı bahsettiğim bu gebeler özellikle çok sıkı kontrol altında bulundurulmalıdır.
Tabidir ki böyle gebelerin takibinde klasik muayene yöntemlerinin yanısıra ilerleyen teknolojinin ürünlerinden de yararlanarak çeşitli biyofizik, biyoşimik ve optik muayenelerden faydalanmak gerekir. Bu gaye için kullandığımız modern yöntemlerden bazıları Ultrasonografi dediğimiz aletler, çeşitli hormon tetkikleri, çocuğun su kesesinden yaptığımız bazı tetkikler, ana karnındaki çocuğun kalp seslerini Kardiotokografi dediğimiz bir aletle devamlı takip ederek ve fetüsten yani anne karnındaki bebekden kan alarak çeşitli kan tahlilleri yapmaktayız. Ancak böylece fetüsün ana rahmindeki durumu ve karşılaşabileceği tehlikeleri vaktinde teşhis edebilmekte ve gerekli önlemleri alabilmekteyiz.
Özellikle bu tür anne adaylarına ve tüm gebelere önerilerimiz, gebe kontrollerini muntazam olarak yaptırmaları, doktorlarının tavsiyelerine uymaları ve doğumlarını mutlaka tam teşekkülü bir klinikte yapmalarıdır.