Eski Türk resim sanatı; Budizm, Maniheism ve İslamlık dönemi olarak üç din çerçevesi içindeki eserleri içine alır. Böylece resim, sekizinci yüzyıldan on dokuzuncu yüzyıl sonuna kadar bin yıldan fazla bir zamana yayılmaktadır. Eski Türk resminin asıl temsilcileri, sanata çok yatkın olan Uygur Türkleridir. Eski Uygur kentleri harabelerinde bulunan sekiz ve dokuzuncu yüzyıllardan kalma Budist ve Maniheist duvar resimleri ile minyatürler Türk resminin bugüne kadar bilinen en eski örnekleridir. Bunlarda rahipler, vakıf yapanlar, müzisyenler tasvir edilmektedir. Kompozisyon sıralama halinde ve simetrik bir düzene göredir. Koyu mavi ve kırmızının çok olduğu parlak renkler kullanılmıştır.
İnsan yüzüne bireyin özelliklerini vermek, yani portre yapmak sanatı, ilk defa 750′den sonra Türk duvar resimlerinde başlamıştır. O zamana kadar insan vücudunun diğer kısımları gibi yüz de şemalara göre çizilmiş ve resmin altına adı yazılarak ayırt edilmiştir. Fresklerde, resimlerini yaptırmak isteyen kimseler tasvir edilmiş, böylece çeşitli insan grupları Hint ve Çin rahipler, Toharlar, İranlılar ayırt edilebilmiştir. Uygurlar kendilerinden farklı insanlar üzerinde dikkatlerini toplayarak bunları tiplere ayırmışlar ve kendilerini de daha belirgin olarak görmeye başlamışlardır. Bu durum onlara portre sanatı yaratmak ve geliştirmek yeteneğini kazandırmıştır (Aslanapa, 1992, 90).
Portre benzerliği, aynı kıyafet ve duruşta yan yana sıralanmış rahip resimlerinde açıkça bellidir. Bunların yüzleri, çeşitli insanları göstermektedir. Diğer resimlerde kendini belli eden bu portre sanatı bireysel düşünce bakımından çok önemli bir ilerlemeyi gösterir. Portre sanatının doğmasında eski geleneklerin de rolü olmuştur. Kök-Türklerde ve Uygurlarda eskiden bengü adı verilen hatıra taşlarına ölen kahramanın adı, ünvanı ve memuriyeti ile yaşı yazılarak ölümsüzleştirilmiştir. Uygurlarda bu düşünce sonradan etkisini göstermiş olmalıdır. Süs fresklerinde, Uygur prensleri çok gerçekçi olarak resmedilmiştir.
Uygurlar zamanından kalan minyatürler Maniheist kitaplardan sayfalardır. Bunlar kısmen dini, kısmen dünyevi sahneleri canlandırırlar. Bunlardan başka büyük resimli sayfalar ve sancaklar kalmıştır ki, bunlar Mani mabetlerinde saklanmış ve ayinlerde kullanılmıştır. Bu Uygur minyatürleri İslam minyatürünün kaynağı olmuştur.
Uygurlar, tipleri ayırmak, tarihlendirmek ve portre resimlerini oluşturmaktan başka ilah tasvirleri de yaparak her iki bakımdan Çin resmi üzerinde etkili olmuşlardır. Bunlardan başka, Uygur ressamları dokuzuncu yüzyılda yeni bir yöntem geliştirmişlerdir. Birçok küçük sahnelerle bir veya birkaç hikayeden oluşan, Tohar resimlerinden farklı olarak Uygurlar büyük ve sade kompozisyonlar oluşturmuşlardır. Renk olarak koyu lacivert ve açık yeşil yerine, kızıl kahverengi tercih edilmiştir (Aslanapa, 1992, 92).
Uygurlarda bu şekilde gelişmiş olan sanat gittikçe güçlenerek devam etmiştir. Uygur devleti dağılınca bu sanatçı Türklerin parlak mirası, yeni egemenlik kuran Moğollarla, Batı’ya ve İslam dünyasına geçmiştir.
Türklerin resim sanatındaki gelişimi, yeni ve farklı eser yaratmalarını sağlamıştır. Heykel ve resimdeki ayrıntılı tanımlama anlayışı, İslamiyetin kabulü ile yerini yeni anlayışlara bırakmıştır. Resimlerdeki insanları kişiselleştirme, her konuyla ilgili resim yapılması, yeni arayışlar yapıldığının göstergesidir. Türk resim sanatı kendi kendini geliştirmiştir. O dönem için örnek olmuş, etkisi bu güne kadar devam etmiştir.