islam tarihinin en alengirli dönemlerinde, fikirsel üretimleriyle müslümanların düşünce dünyalarına derinlik kazandırmış ekol. mu’tezile, müslüman dünyanın hızla genişlediği, emevi – abbasi devletinin dünyanın en köklü medeniyetleri üzerinde hakimiyet kurdukları çağlarda, ortaya koydukları kelami düşüncelerle müslüman dünyanın felsefi alanda derinleşmesini sağlamıştır. yaygın kanının aksine mu’tezile, yunan felsefesinden ve diğer kadim geleneklerden etkilenerek ortaya çıkmamış, onların üretimlerini geliştirerek sistemleşmemiştir. mu’tezile, bu felsefi yaklaşımlarla kimi etkileşimler yaşasa da, temelde islami değerler üzerine kurulu bir anlayış geliştirmiştir.mu’tezile, itizal edenlerin tamamı için ortak bir cephe olarak belirmiştir. itizal eden, yani genel kanının dışına çıkan, farklılaşıp ayrılanlar, düşünsel özgürlüğe ve akla önem verir, kur’an merkezinde bir algı geliştirmeye çalışırlarsa mu’tezile olarak anılmışlardır. her ne kadar mu’tezile, “usulul hamse” üzerinde birleşenleri ifade etse de, onu bir mezhep olarak görmek hatalı olacaktır. zira mu’tezile kendi tarihi içinde sürekli gelişim göstermiştir. ekolün kurucusu vasıl b. ata temel ilkelerden sadece üçünü tanımlayabilmişken, ibrahim nazzam ve allaf diğer ilkeleri netleştirmiştirler. cubbai, bir şafii fıkıhçısı olan kadı abdulcebbar ve cehm b. safvan gibi mu’tezile’ye katkı sağlayan imamlar pek çok konuda farklı yaklaşımlara sahip olmuşlardır.diğer taraftan, aklı önemseyenler, daha doğrusu rasyonalist bir anlayışla düşüncelerini şekillendirenlerin mu’tezile olarak tanımlanması doğru değil. zira mu’tezile akla önem vermesine karşın, onu vahyin rehberliğinde kullanmış, kur’an ekseninden ayrılmamıştır. nitekim ibni sina ve ibni farabi gibi filozoflarca kabul edilen, alemin ezeliliği, maddenin varolmadığı gibi şüpheci yaklaşımlarla deist fikirler mu’tezile tarafından kabul görmediği gibi, cahız ve cubbai gibi pek çok mutezili alimin reddiyelerine maruz kalmıştır. işte bu noktada, mu’tezile’yi doğru anlamak için onun akla yüklediği anlamı ve akıl – vahiy ilişkisini incelemek gerekir. mu’tezile’de genel kabul gören anlayışa göre akıl nakli bilgiden bağımsız olmayan; insanın bilgileri değerlendirip; doğru ile yanlışı, güzel ile çirkini ayırt etmede (furqan) kullanılan bir araçtır. sanılanın aksine mutezile aklı vahye alternatif bir kaynak olarak değerlendirmez. maalesef mutezilenin akıl teorisi bugünün alimlerince batıdaki “rasyonalizm” ile karıştırılmaktadır. rasyonalizm; akla bir çeşit uluhiyet yükleyerek; tanrılaştırmakta ve hayatta tek “kaynak” kabul etmektedir(sekülerizm). ancak mu’tezile’nin akıl tanımı bundan farklı olarak vahiy temelli ve vahyi anlamaya, hayatı ve evreni sorgulayarak; bu bilgileri vahiy ışığında hayatta uygulamak suretiyle öze ulaşmak demektir. mu’tezile buna “islami akıl” demektedir. mutezile’nin aklı kullanmada gösterilebilecek en önemli örneklerden biri de güzel çirkin veya iyi kötü yü belirlemede kullandıkları yöntemdi. buna göre akıl iyi ile kötüyü ayırt edebilir, güzel ile çirkini ayrıştırabilir. cubbai bu konuda şöyle der: “güzel ve çirkinin belirleyeni vahiydir. allah birşeyi nehyettiyse o şey çirkindir. allah’ın mübah kılması caiz olmayanlar ise fıtrat itibariyle zaten kötüdürler. allah emrettiği için bugün güzel olarak düşündüğümüz şeyler güzeldir. ancak bunlar allah emretmese de (fıtraten) güzeldirler. (. şehristani, el-milel vel-nihal, mutezili imam cubbai’nin sözleri için bkz. eşari-makalatül islamiyyin)islam akaidi açısından da mu’tezile mütevatir bilgiyi (kur’an’ı) ölçüt kabul etmiş, ancak kur’an’ın açıklamadığı alanlarda akıl yürütmüşlerdir. mu’tezile’nin metoduna göre kaynaklar şu şekilde sıralanır: akıl (algılama aracı olarak) = kur’an = akıl (vahiy eksenli kriter olarak akıl) = hadisler = diğer tarihsel veriler = toplumun örfleri. dolayısıyla mu’tezile’de akıl kur’an’ın önünde alternatif bir kaynak değil; kur’an’ı toplumsal yasalarla birlikte anlamaya çalışan bir araç; kur’an dışındaki kaynaklar için ise vahiy eksenli bir ölçüttür. bu nedenle mu’tezile’nin tartışılmaz kabul ettiği hiçbir bilgi yoktur. mu’tezile ortaya koyduğu bütün bilgileri belirli akli çıkarımlarla destekler. bu anlamda mu’tezile diğer mezheplerin aksine spekülatif bilgileri –hangi kaynaktan gelirse gelsin- kabul etmeyerek araştırmaya tabi tutmuş; mantıksal nedenlerini görebildiğinde inanç haline getirmiştir.