Türklerin esas etnografik belgelerinden olan TAŞ BABA geleneği bilimsel edebiyatta uzun müddet yanlış yorumlanmıştır.
Hatta “Altayda eski Türk taş heykelleri-1984” ve “Ulandırık kurganları-1987” adlı iki gösterişli kitabın yazarı arkeolog Vladimir Kubaryev birinci kitabın özetinde:
“Altay’da önemli kısmı yazar tarafından bulunup incelenen eski Türk taş heykellerinin tam tasviri bu monografyada verilmiştir” yazsa da, üç yıl sonra yayınlanan kitabı şu cümle ile başlamıştır:
“Altay’da MÖ. 7. – 3. asırlarda geniş yayılmış Pazırık kültürüne ait abideler bir çok aliminde dediği gibi Avropoid İran dilli boylara mahsustur”.
Aynı toprak üzerinde aralarında zaman farkı olsa da, aynı tipli Türk atlı ve bükülü gömme geleneği İran dilli etnosa nasıl ait olabilir? Görünen o ki, yazar Avropoid Sakaları Türk saymaya cesaret edemiyor, halbuki Kurgan ve At ile birlikte gömülen Saka Boyları, Altay’a Avrupa’dan değil, Ön Asya’dan giden Avropoid Proto-Türklerin bir kolu idi.
Cevahirlel Nehru’nun sözleri ile söylersek:
“ Sakalar Türklerin büyük göçebe boylarından idi.”
Arkeolojik-etnografik ve yazılı kaynaklar Taş Baba geleneğinin Türklere ait olduğunu açık gösterse de, Proto-Türklerin ata yurduna Altay teorisi ile bakan bazı yazarlar bu taş heykellerin Avrupa’da en eski İran dillilere, sonrakileri ise Türklere ait ediyorlar. Doğudaki Taş Baba geleneğini ise Moğollara ortak edenler vardır.
Halbuki , L.R.Kızlasov doğru olarak yazar ki, Moğolların mezarlarına taş heykel koyduğu hakkında belge yoktur.
Türk ve Moğol geleneklerini derinden bilen N.M.Yadrintsev’e göre, Moğollarla olan sohbetlerinde buralarda görülen Taş Baba ve Kurganların onlara ait olmadığını söylemişler.
Böyle de söylemeliydiler, çünkü Moğolların yas geleneğine göre, ölen adamı kazılan toprak mezara koyarak üstünü yeryüzü ile aynı seviyede dolduruyor, sonra üzerini at sürüsü ile sürerlerdi ki, toprak ezilsin, bastırılsın, mezar yeri başkaları tarafından bilinmesin. Mezar yerlerini yok etme geleneği ile yaşayan bir halkta, tekçe Taş Baba-Taş Nine bedizi değil, genel olarak mezarlara Bengütaş, Taş At, Taş Koç gibi dikilitaşlar da konulmazdı.
Taş Baba geleneğinin kaynağı ve onun yayılma yönleri Urmu Teorisi ışığında açıklanabilir. Güney Avrupa ve Güney Sibirya bozkır ve yaylalarına götürülen Taş Baba geleneği Ön Asya’daki Proto-Türk bölgelerinden MÖ. 4 bin yılın ortalarında başlayan göçlerle ilgilidir. Taş Baba’lara ancak Türk boylarının yerleştiği bölgelerde ve Türklerin o bölgelerde yaşadığı çağlarda rast gelinir.
Azerbaycan edebiyatında Nizami Gencevi “İskendername” eserinde : “Türk boylarının diktiği bu dikili taşlara secde edenler ona saygı duyar, yanından geçen her bir atlı Kıpçak buraya ok batırır, çobanlar ise sürüden ona bir kurbanlık koyun ayırırdı ” der.
Bu bölgelerde MÖ.6.yüzyıldan beri Saka-Kamer (Gamer—Gimmer-Kimmer) ,sonra Hun, daha sonra Bulgar, ondan sonra Hazar ve daha sonra Moğol akınlarına kadar Kıpçak (Kuman) boyları yaşamışlar, bu yüzden Rusya ve Ukrayna’nın güney bozkırlarına yayılmış yüzlerce Taş Baba başka halka değil, yukarıda adlarını verdiğimiz Türk Boylarına aittir.
Sicilyalı Diodor : “ Saka Boylarından biri, kendilerinin kadın hükümdarı Zarına (Sarıana) için geniş temel üzerine kurulan Kurgana onun büyük heykelini koymuşlardır ” der.
“Kumanlar (Kıpçaklar) ölülerin mezarına et ve kımız koyar, mezarın üstüne ev sayılan bir tepe kurarak, üzerine yüzü doğuya bakan ve elindeki kaseyi, kadehi göbeği üzerinde tutmuş bir insan heykeli dikerler.” Vilhelm de Rubruk -1253 (papanın elçisi)
Kurgan üzerindeki Taş Babalar , Rus ressamı N.K.Rerix in de gözünden kaçmamıştır.
Taş Babaların toplanıp listeye alınma işi 19.yüzyılda başlamış olsa da, sistemli incelenmesi 20.yüzyılın başlarında görülür. Sadece Don-Dinyepr nehirleri arasında 330 dan fazla Taş Baba ve başka dikili taşlar kayıt altına alınmıştır.
Doğudaki Türk yurtlarında; Altay, Tuva, Hakas; geniş olarak yayıldığı için oralarda daha çok sayıda kalmıştır. Kırgız elinin (yurdunun) Tokmak bölgesi ise (Burana köyü) bu Taş Baba geleneğini son zamanlara kadar sürdürmüştür. Türk geleneğinde yaygın olan balbal, Taş Baba örneklerinin en eskisi son yıllarda Hakkari’de bulunmuştur.
Türk inanç sisteminde ortaya çıkan ilk kültlerden biri de “taş kültü” olmuştur. Yağmur yağdıran “yada taşı” inancı son çağlara kadar devam ettiği gibi, ölen insana öbür dünyada gerekli olacağı inancı ile mezarın yanına konulan Taş Koç, Taş At, Taş Kaplum’Bağa heykelleri geleneği de bazı Türk bölgelerinde son yüzyıllara kadar devam etmiştir.
Piramitlerin gerçek sırrı açıldığında Göbeklitepe (Türkiye), Goşuntaş (Azerbaycan), Stonehenge (Britanya) gibi megalit abidelerin yapılma amacı da açığa çıkabilir. (Henge‘in anlamı henüz çözülememiştir) Herhalde Kurgan geleneği ile Piramitler arasında bir benzerlik vardır.
Kür-Aras arkeoloji kültürü ile ortaya çıkan mezar türleri içinde Kurgan mezarları Türklerin Ata yurdu olan Azerbaycan’dan civar bölgelere yayılmıştır.
İlk göçlerin MÖ. 4 bin yılın ortalarından kuzey ve doğu yönleri araba geleneği gibi, kurgan kültürünü de Orta Asya’nın bölgelerine ve Kuzey Kafkasya üzerinden Avrupa’nın güney doğusuna taşımıştır. Bazı bölgelerde ise 15.yüzyıla kadar devam etmiştir.
MÖ. 1.bin yılın başlarından başlayarak en Saka boylarının yaşadıkları bölgelerde ortaya çıkmıştır. Kırım’da Karadeniz’in kuzey bozkırları ve Azak denizi yakaları boyunca eski Gamer (Kimmer) ve Saka boylarından kalma bir çok kurgan vardır.
Zaporojye-Dneprepetrovsk bölgelerinde bu kurganlara Kazak, Herson’da Tatar, Kırım’da Türk mezarı denir.
Herson vilayetinin aşağı Serokoz kasabasında ise yüksekliği 20 metre olan Saka Kurganı OĞUZ Kurganı olarak adlandırılır.
MÖ. 5.- 4. Yüzyıllarına ait kabul edilen Issık Kurganından çıkan altın elbiseli kızın şahane elbisesinin görünüşü, çeşitli mitolojik sembollerle süslenmesi, mezara konulan kap-kaçak, üzerinde Türk Runik Yazısı olan gümüş Kap Türk (Saka) Kurgan geleneğinin bariz örneği gibi arkeolojinin Türkoloji ilmine verebileceği 20.yüzyılın en değerli armağanıdır.
Bazı Kurganların alanı 100 metre kareden, yüksekliği ise 15 metreden çok olur. Arkeolog A.İyessen Azerbaycan’da yüksekliği 13,17 ve 21 metre olan ÜÇTEPE Kurganlarını incelemiş ve Mil-Muğan bölgesindeki kurganların MÖ. 3 bin yıllarına ait olduğunu yazmıştır.
M.Kimbutasa göre MÖ. 4 bin yıllarından başlayarak Azerbaycan’da kurgan altı mezarları ortaya çıkarılmıştır.
Tunç çağı boyunca gelişen Kurganlardan bazısının etrafına dairevi şekilde büyük taşlar-kromlek, mezara yakın taş heykel (Taş Baba) koyulurdu. Mezara yiyecek-içecek ve emek aletleri, silah ve süs eşyaları ile birlikte, kült ve inançla ilgili araba figürleri konulması, ölünün baş tarafına da kase, kap sıralaması geleneği vardır.
Proto-Türk urukları (boyları) ölülerini kıvrılmış, bükülü şekilde mezara koyar, üzerine kırmızı ohra dökerlerdi. Bu gelenekleri göç ettikleri her yere de taşımışlardır.
Türk kurganlarında bulunan belge eserleri bugün dünya müzeleri süslese de, onları Kurgan mezarlara koyanların soyadını değiştirenler yalnız Kurgan yükseltenlerin ruhlarını incitmekle kalmaz, hem de tarih karşısında, gerçek ilmin sınağı karşısında ağır günah işlemiş olurlar.
Kurgan kültürünün yayıldığı alanlarda Taş Baba ve Taş Nine geleneğinin ortaya çıkması doğaldır, çünkü bunların Türk ile bağlılığı artık ilmi dairelerde de kuşku doğurmuyor.
Kür-Araz kültürü ile başlayarak 3-4 bin yıl devam eden bu geleneğin Orta Asya – Güney Sibirya ve Kuzey Kafkasya-İdil-Tuna- bozkırlarına ve ovalıklarına Ön Asya’dan göç eden urukların götürdüğü hiç kimsede şüphe yaratmıyor. Mesela; Etrüskler Ön Asya’dan İtalya’ya götürmüşlerdir.
Stonehenge yakınında olan Silberi Hill Kurganı (40 metre) Avrupa’nın en büyüğüdür ve Unesco himayesi altındadır.
Türk toplumunda mezar yerlerinde önemli şahısların kabri, sonraları pir-ocak sayılır, oraya parça-yaylık (bez-çaput) bağlanırdı. Bu gelenek şimdi de devam etmektedir.
Göbeklitepe tapınağını hangi boyların kurduğu sorusuna kesin cevap vermek mümkün olmasa da, Sümer (Kenger-Kingiiri) ve Akad dilli yazılı kaynaklar bu bölgede MÖ. 3 bin yıllarında SUBAR boylarının yaşadığını yazarlar.
Urmu Teorisine göre, iki nehir arasının Bağdat’tan kuzeyde Subartu adlanan arazisi Proto-Türk Subarların ülkesi idi ve burada son Subar beyliği de MÖ. 673- den sonra dağılmıştı. Göbeklitepe kronolojileri değiştirecek çetin sorunlar ortaya çıkarmıştır ve Subar Türk Boylarının burada olması çok önemlidir.
Türk dili glottogenezi, taihi gramer ve tarihi dialektoloji alanında ciddi araştırmaların olmaması, Proto-Türk dilinin ve Türk dili ailesinin hangi mekanda ve hangi çağda ortaya çıktığı, özellikle bu protodilin hangi çağda parçalandığına yönelik söylenen fikirlerin arkeolojik belgelere dayanmaması Türklerin etnogenezi hakkında Türkoloji ilminde çok farklı fikirler ortaya çıkarmıştır.
Vaktiyle bir teori olarak ortaya çıkan ve hala da ispat edilemeyen YANLIŞ “Altay dil ailesi” teorisi Türkolojide derin kök salsa da, Türk etnogenezi ilmini de çıkmaza sokmuştur. Bu nedenle bu yanlış teoriye karşı “URMU TEORİSİ” ileri sürülmüştür.
Bir çok protodiller MÖ. 4 bin yılda iklim değişiklikleri sebebi ile başlayan göçlerle çeşitli kollara ayrılmış, ayrı ayrı çağlarda bu kollardan yeni dialektler, diller türemiştir. Orta Avrupa’da ortaya çıkmış protohindavrupa, Ural’da ortaya çıkmış protofinuygur, Kuzey Kafkasya’da ortaya çıkmış protokafkas, Arabistan yarımadasında ortaya çıkmış protosami ve başka dil ailelerinin geçtiği bu yol TÜRK DİL AİLESİ için de geçerlidir.
Şöyle ki, Ön Asya’da ortaya çıkan Proto-Türk dili MÖ. 4 bin yılın ortalarında batı ve doğu kollarına ayrılmış, doğuya giden prototürk boyları Orta Asya’dan İdil yakalarına ve Altay’a kadar ayrı-ayrı bölgelerde İKİNCİ Atayurdlar kurmuştur.
Milattan önce 4 ile 3 bin yıllar arasında doğuya doğru göç etmiş Türk kolunun Altay’da kurduğu ikinci Atayurt Türkolojide YANLIŞ olarak Türklerin İLK Atayurdu gibi yorumlanmıştır.
Ancak Türk etnosunun tarihine kronolojik ardıcıllıkla değil, tarihin belirli sinkron kesiğinde ve diakroniyadan ayrı bakılmış, arkeolojik belgeler göz önüne alınmadan Ön Asya’nın dışında nerede Türk varsa, orası İKİNCİ DEĞİL, İLK Atayurd sayılmıştır.
Uzak Doğu, Mançurya, Hinkan Dağları (Ramstedt)
Baykal gölünün doğusu (Tomaschek)
Doğu Avrupa (Menges)
Mançurya ile Moğolistan’ın güneyi (Parker)
Baykaldan Gobi çölüne kadar (Gahz)
Amur çayı dolayları (Yavuz)
Altay’ın doğusu (Radlov,Liget)
Baykalın güneybatısı (Koppers)
Altay Dağları (Schott,Klaprothe, Hammer,Castren,Vamberi)
Altay-Kırgız Bozkırları (Menghin)
Tanrı Dağları (Tyan-Şan)
Asya’nın kuzeybatı bölgeleri (Stızygowsky)
Tanrı Dağları bölgesi (Almasy)
Tanrı Dağının kuzeybatısı sahaları ile Aral gölü bölgesi (Nemeth)
Ural-Altay arası (Rasonyi)
İrtış-Ural arası (Zichy)
Orta Asya (Poppe,Günaltay ve Türkiye’nin çoğu tarihçileri)
Görüldüğü gibi, Türklerin İlk Atayurdu (Anayurdu) Mançurya’dan Ural dağlarına kadar çeşitli bölgelerde gösterilmiştir.
Halbuki bu problemin çözülmesi tarihi göçlerin çağını ve yönünü belirlemeye çok sıkı bağlıdır. Ön Asya ve Güney Kafkasya’da MÖ. 4 binlerin ortalarında başlayan kuraklık sonucunda buradan kuzey ve doğu yönlere doğru ilk büyük göçler olmuştur.
Orta Asya’da yerleşen prototürk boyların bir kısmı kuraklığın artması sebebi ile MÖ.2 bin yıllarında daha ileri giderek Ural ve Kazakistan arası bozkırlara yerleşmişlerdir.
Türk boylarının toplu halde yerleştiği yeni bölgeler onların ikinci Atayurdu haline gelmiştir. Coğrafi durumuna göre MÖ. 4 bin ile 2 bin arasındaki dönemlerde artık Türk yurdu haline gelmiş olan Orta Asya sonralar Türk boylarının çeşitli yönlere göçleri yolunda köprü rolünü oynamıştır.
Prototürklerin Atayurdundan dışarıya doğru göçler olduğu gibi, dışarıdan da buraya ve komşu bölgelere başka dilli etnoslar göç etmiştir….Bölyece Sakaların MÖ.7.yüzyıln başlarında Ön Asya’ya dönüşüne kadar buranın etnik demografyası önemli derecede değişmiştir.
Türk halklarının sonraki Atayurdlarından köklü şekilde farklı olan prototürk etnosunun ilk Atayurdu problemi, Atayurdunun, tarihi-coğrafi sınırları antropoloji, arkeoloji, tarihi, coğrafi belgelerle birlikte dilcilik,folklor, etnografik ve mitolojik belgelerinin tarihi mukayeseli tahlili ve kompleksi analizi ile ortaya çıkar, alınan sonuç ise Urmu Teorisinin esaslarını teşkil eder.
Özellikle şunu da unutmamak gerekir ki, Güney Sibirya’da neolit çağı Ön Asya’dan tam 4 bin yıl sonra başlamıştır ve bu zaman farkını gözardı edenler Türk Tarihi hakkında fantastik masallar uydurarak, gerçek eski tarihin üstüne kara perde çekiyorlar.
Prototürk çağında Ön Asya’da birbirinin devamı gibi ortaya çıkmış arkeolojik kültürlerinin (Jarmo/Carmo MÖ.7000 , Halaf MÖ.6000 , Hasuna MÖ.5500 , Kür-Araz MÖ.4000 :Kür-Araz kültürü Güney Kafkasyada kurulmuş, Güney Azerbaycan ve Orta Asyanın güney-doğusu gibi geniş bir arazide yayılmıştır. ) dışarıdan geldiği hakkında bir belge yoktur, dışarıya taşındığı hakkında belge vardır.
Tanınmış Türkolog A. N. Samoyloviç kırk yıl Sovyet dilcilik mektebinin lideri olmuş, akademik N.Y. Marrin bu sözlerine yüksek değer vermiştir:
“Aralıkdenizi kıyılarında (sahillerinde) Türklerin tarihi varlığı Yunan ve Latin dillerinin yaranmasından, Yunan-Rum dünyasının ortaya çıkmasından evveldir”
Türk dillerinde ileri sözünün “doğu” anlamı, doğuya giderken yaranmıştır. Renk bildiren Türk sözleri ise ilkin Atayurdun çevresinde denizlerin hangi tarafta bulunduğunu gösteriyor:
Kara (kuzey), Kızıl (güney), Ak (batı), Gök (doğu).
Türk Atayurdundan güneyde Herodot Fars körfezinin de Kızıl/Kırmızı adlandırıldığını yazıyor. Doğuda ise iki Gökgöl vardı ve Kaspinin bir adı da Gökdeniz idi.
Göründüğü gibi, Ön Asya’nın denizleri de Türk Atayurdu’nun koordinatlarını sergiliyor.
Prof.Dr.Firudin Ağasıoğlu Celilov
TAŞBABA TÜRK’ÜN TAŞ YADDAŞI (HAFIZASI) kitabı ve
“Prototürk dilinin yarandığı ilkin Atayurd – Urmu Teorisi” makalesi