Son devir Türk şâirlerinden, 1898 yılında İstanbul’da doğdu. Babası Süleyman Nazif Bey; Hazîne-i Hassa Nezâreti başmüfettişi olup, annesi Fatma Rûhiye Hanım, Halıcılar Dergâhı Şeyhi Hacı Feyzullah-ı Nakşibendî’nin kızıdır.
Fâruk Nâfiz ilk tahsilini Bakırköy Rüşdiyesinde, orta tahsilini Meşveretİdâdisinde görmüş, yüksek tahsil için Tıbbiyeye devam etmişse de bitirmeden ayrılmıştır. Şâirliğe erken başlamış, 16 yaşlarında ilk şiirlerini neşretmiş, daha yirmi yaşında iken İleri Gazetesi’nin haftalık edebî nüshasına müdür olmuştur.
Tıbbiye’ye devam etmekteyken neşrettiği şiirleriyle dikkat çeken, kısa zamanda şiir ve sanat çevrelerinde tanınan ve îtibâr gören Fâruk Nâfiz’in ilk şiirleri; Peyâm-ı Edebî, Edebiyat-ı Umûmiyye Mecmûası, Yeni Mecmûa, Ümid Mecmûası, Şâir, BüyükMecmûa ve Nedîm Mecmûası’nda neşredilmiştir.
İki yıl Kayseri’de öğretmenlik yapan genç şâir, 1924’te Ankara’ya dönmüş, aynı yıl Ankara Erkek Lisesi, Ankara Kız Lisesi ve Ankara Lisesinde edebiyat okutmuş, hocalığı sırasında Hayat ve Türk Yurdu mecmûalarının müdürlüklerinde de bulunmuştur.
1932 yılında İstanbul Kabataş Lisesi edebiyat hocalığına getirilen Fâruk Nâfiz,AmerikanKız Kolejinde de uzun yıllar edebiyât derslerini yürütmüştür. 1946 yılında Demokrat Partiden İstanbul milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisine girmiş ve milletvekilliği aralıksız 27 Mayıs 1960 ihtilaline kadar devam etmiştir.İhtilâlden sonra bütün arkadaşları gibi o da Yassıada’ya gönderilmiş, 1960 Haziranından 1961 Eylülüne kadar, 16 aya yakın bir süre burada kalmış, mahkeme neticesinde berâat etmiştir. Artık siyâsî hayattan çekilen şâir, Yassıada’nın acı hâtıralarını, mânâsı derin ve ihâtâlı dörtlükler hâlinde dile getirmiş, neticede 1967 yılında Zindan Duvarları adıyla bir kitap neşretmiştir.
1968 yılından îtibâren İstanbul Fetih Cemiyeti ve Yahya Kemal Enstitüsünde görülen edebî faaliyet içine Fâruk Nâfiz de katılmış ve son şiirlerini Kubbealtı Mecmûası’nda “İsimsiz Kıt’alar” adıyla neşretmiş, 1973 yılı güzünde 75 yaşındayken vefât etmiştir.
Fâruk Nâfiz, çocukluk ve gençlik yıllarında devletin kötü günlerini yaşayan bir şâirdir. Bu devrin bedbaht hayatını ve hastalıklı hassâsiyetini şiirlerine işlemesini bilmiş, Servet-i Fünûn ve Fecr-i Âtî edebî ekollerinin dili ile ses vermiştir.
İlk zamanlar şiirlerini olgun ve kuvvetli bir arûzla CenâbŞahabeddin’in tesirinde kalarak yazmış ve eski şâirlerden Bâkî’nin sesi ile eserler vermiştir. Daha sonra Yahya Kemâl gibi söylemekten hoşlanmıştır. Fâruk Nâfiz, şiirlerinde,Tükçenin kudretini gösteren şâirdir.O, şiirin asırların ötesinden süzülerek işlenen Türkçeyle söylenmesi tarafındadır.Türkçe asıllı veya milletimizin değer verdiği yabancı kelimeleri seçen şâir, köklü bir dil zevkine sâhiptir.
O, millî şiirin vezin meselesi hâline getirilmesi, arûzdan heceye göçün başladığı bir zamanda beş hece şâirleri arasına katılmış, bilhassa hecenin 7 + 7 = 14 vezninde güzel şiirler söylemiştir. Fakat bunun yanında aruzu da bırakmayan Fâruk Nâfiz, bu vezni Türk aruzu hâline getiren Muallim Nâci,Mehmed Âkif, Ahmed Hâşim ve Yahyâ Kemâl gibi, şâirleri tâkib etmiş son usta şâirdir. Zâten Fâruk Nâfiz’in bu durumu, Yahyâ Kemâl’in:
Bir lübbüdür, cihânde elezz-i lezâizin
Her mısra-ı güzîdesi Fârûk Nâfiz’in
beyti ile de takdir edilmiştir.
Fâruk Nâfiz, pürüzsüz kullandığı nazım dilini git gide olgunlaştırmış, devrinin genç şâirlerini tesiri altına almıştır. Bütün bunları yaparken yabancı memleketlere âit şiirlere kapısını kapamış ve dâimâ kendi olmaya çalışmıştır. Bu îtibârla Fâruk Nâfiz’de yabancı tesiri görülmez. Şiirlerinde daha çok beşerî aşka yer vermiş, dil ve tabiat sevgisiyle vatan ve millet aşkını bir potada eritmesini bilmiştir. Zamanla şiire yeni duygu ve düşünceleri de getiren şâir, yerine göre, fakir ve dert sâhibi kimselerin derdini işlemiş, belki ana tarafından intikal eden bir duygu ile, Kıssas-ı Enbiyâ’nın kaynaklık ettiği bir ilhâm, onu duygu ve düşünce şiirleri söylemeye sevk etmiş, böylece kısmen eski şiirin çizgilerini yeni şiire getirmeye çalışmıştır. Ayrıca şiirinde İstanbul peyzajlarına da yer vermiştir.
Bütün bunlara ilâve olarak, Fâruk Nâfiz, memleket edebiyâtı fikriyle de şiirler yazmıştır. Bu yönüyle memleketi tanımış ve halk edebiyatının kaynaklığında yeni bir ses getirmiştir. Böylece bu yeni malzeme ile pekçok şiir söylemiştir. Şâir, aruz vezniyle ortaya koyduğu “Melekü’l-Mevt” “Kızıl Saçlar’’ gibi şiirlerinin yanında hece ile söylediği “Han Duvarları” “Çoban Çeşmesi” şiirlerinde de güzel bir söyleyişe ulaşmıştır.
Eserleri:
Fâruk Nâfiz, şiirin yanında roman ve tiyatro eseri hattâ okul temsilleri yazmıştır. Fakat, daha ziyâde şâir olarak tanınmaktadır. Târihî sıraya göre şiir kitapları şunlardır:
Şarkın Sultanları (1918),Gönülden Gönüle (1919), Dinle Neyden (1919), Çoban Çeşmesi (1926), Suda Halkalar (1928), Bir Ömür Böyle Geçti (1933), Elimle Seçtiklerim (1934), Akarsu, (1936, 1940),Tatlı Sert (1938), Akıncı Türküleri (1938, 1939), Heyecan ve Sükûn (1959), Zindan Duvarları (1967), Han Duvarları (1969).
Romanları:YıldızYağmuru (1936), Ayşe’nin Doktoru (1949).
Tiyatroları: Canavar (1925, 1965), Akın (1932, 1965), Özyurt (1932, 1965), Kahraman (1933, 1965), Yayla Kartalı (1965), Dev Aynası (basılmamıştır).
Okul temsilleri: Bir Demete Beş Çiçek (1933), Yangın (1933).
Han Duvarları’ndan
Yağız atlar kişnedi, meşin kırbaç şakladı,
Bir dakika araba yerinde durakladı.
Neden sonra sarsıldı, altımda demir yaylar,
Gözlerimin önünden geçti kervansaraylar...
Gidiyorum, gurbeti gönlümde duya duya,
Ulukışla yolundan Orta Anadolu’ya.
Çoban Çeşmesi’nden
Derinden derine ırmaklar ağlar,
Uzaktan uzağa çoban çeşmesi,
Ey suyun sesinden anlayan bağlar,
Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi?
Vefasız Aslı’ya yol gösteren bu,
Kerem’in sazına cevap veren bu,
Kuruyan gözlere yaş gönderen bu...
Sızmazdı toprağa çoban çeşmesi.