Cadı kazanı : Fesadın ve dedikodunun çok olduğu, herkesin birbirine düştüğü, türlü düşmanlıkların kaynaştığı, hile ve düzenlerin kurulduğu yer."Mahalle bir anda cadı kazanı gibi kaynamaya başladı."
Caka satmak : Çalım satmak, gösteriş yapmak."Caka satmayı bırak da işine bak."
Cambul cumbul : Pek sulu, suyu bol (yemek için)."Yemek cambul cumbuldu ama lezzetli olmuştu."
Cana can katmak : insanda yaşama sevincini artırmak; insana neşe, heves ve iç gücü vermek."Ah o cana can katan yaylaya bir daha çıkabilsem."
Can alacak yer (nokta) : Bir şeyin en önemli yeri, en temelli noktası."Meselenin can alıcı noktasına bir türlü ulaşamadık."
Cana minnet (bilmek) : ihtiyacı olduğu halde arayıp da bulamadığı şeylerden saymak."Yalnızca su mu ? Canıma minnet, çabuk ver."
Can atmak : Herhangi bir şeye sahip olmayı, ya da herhangi bir şeye erişmeyi çok istemek."Top oynamaya can atıyordu."
Can borcunu ödemek : Ölmek."Beni korkutamazsın, bir can borcum var, onu da öder kurtulurum."
Cana yakın : Sevimli, sokulgan, insana pek sıcak davranan."Ne cana yakın bir insanmış meğer."
Can baş üstüne : istenilen, arzu edilen şeyin büyük bir memnunlukla yapılacağını anlatır."Can baş üstüne efendim, kasabaya varınca onu hemen göreceğim."
Can çekişmek : Ölmek üzere bulunmak."Yanına vardığımızda hayvan can çekişiyordu."
Can damarı : Bir şeyin en önemli noktası, en mühim unsuru; bir şeyin yaşaması için en önemli araç."Babam evin can damarıdır."
Can damarına basmak : Bir işin en önemli noktası üzerinde durmak, ya da bir şeyin en duyarlı noktasını açığa çıkarmak."Adamın en sonunda can damarına bastılar, zararı da kendileri gördüler."
Can dayanmamak : Bir acı, üzüntü, sıkıntı ve istek karşısında direnme gücü kalmamak; dayanıklılığı yitirmek."Yıllarca uğraşıp didinip yaptığı ev bir anda kül oldu, buna can mı dayanırdı ? "
Can düşmanı : Öldürmeyi bile düşünen, aşırı kin ve düşmanlık besleyen, dost olmayan."Can düşmanları etrafında cirit atıyorlardı."
Can evi : 1. Yürek. 2. En duyarlı bölge."Onları can evlerinden vurmaya yemin etti."
Can evinden vurmak : En etkileyici, en can alıcı yönden saldırmak; bir daha yaşama imkanı kalmayacak şekilde vurmak."Onları can evinden vurmalıyız ki bir daha bellerini doğrultamasınlar."
Can havli ile : Ölüm korkusundan kaynaklanan güçlü bir tepkiyle (bir eylem yapmak)."Silah sesini duyunca can havli ile yerinden fırladı."
Canı burnuna gelmek : Bir şey yaparken çok zorluk çekmek, bunalmak."Kömürü taşıdım ama canım da burnuma geldi."
Canı (gönlü) çekmek : Bir şeyi istemek, istek duymak, çok arzulamak."Şimdi o yeşil eriklerden olsa da yesek, öyle de canım çekti ki."
Canı çıkmak : 1. Ölmek. 2. Çok yorulmak. 3. Çok yıpranmak."Onu razı edinceye kadar canım çıktı."
Canı gitmek : Önem ve değer verdiği, beğendiği bir şeye zarar gelecek diye çok korkmak, kaygılanmak."Araba çizilecek diye canı gidiyor."
Canına değmek : 1. Çok hoşlanmak, yararına yapılan işten ötürü çok sevinmek. 2. Ruhu şad olmak."Büyük annenin canına değsin, ikramın bizi oldukça sevindirdi"
Canına kıymak : 1. intihar etmek, kendini öldürmek. 2. Acımadan öldürmek. 3. Kendini yoracak, yıpratacak kadar iş görmek."Komşunun kızı canına kıymış."
Canına okumak : 1. Bir kimseye büyük bir zarar vermek, kötülük etmek. 2. iyi bir şeyi kötü hale getirmek, heder etmek, harcamak."Yeni aldığım oyuncağın canına okudu bir günde."
Canına tak demek : Sabrı kalmamak, bir sıkıntıya dayanamaz duruma gelmek."Canıma tak dedi artık, ya yaptıklarına son verirsin ya da burayı terkedersin!"
Canına yandığım (yandığımın) : Kimi zaman sevgi ve hayranlık, kimi zaman da kızgınlık ve öfke gibi duyguları anlatmak için kullanılır."Canına yandığımın adamı, bizi saatlerce bekletti bu soğukta."
Canına yetmek : Bezmek, bıkmak, bir zorluğa dayanamayacak duruma gelmek."Canıma yetti artık bu işi yapmayacağım."
Canından bezmek : Çektiği sıkıntılar yüzünden içinde olduğu hayatı artık istemeyecek bir duruma gelmek."Ne yapayım böyle hayatı, beni canımdan bezdirdi!"
Canını almak : Öldürmek."Allah canını alsın da kurtulalım senden!"
Canını bağışlamak : Öldürebileceği bir kişiyi öldürmekten vazgeçmek."Ona kıyamadı ve canını bağışladı."
Canını dişine takmak : Büyük sıkıntıları, tehlikeleri göze alarak bir işi başarmaya çalışmak."Canını dişine takıp koca kayayı parçalamaya devam etti."
Canını sokakta bulmak : Sağlığını koruması, kendini yıpratmaması ve tedbir alması gerektiğini anlatmak için kullanılır."Biraz soluk almama izin ver. Ben canımı sokakta bulmadım."
Canının içine sokacağı gelmek : Birine karşı büyük ölçüde sevgi duymak, birinden çok hoşlanmak."Öyle ki o yavrucağı canımın içine sokacağım geliyor!"
Canını vermek : 1. Hiçbir şey esirgememek. 2. Bir şey uğrunda en değerli varlığını feda etmeye, hatta ölmeye hazır olmak. 3. Bir şeye aşırı ölçüde düşkün olmak."Vatan uğruna kim can vermez ki ? "
Canını yakmak : 1. Fiziki acı vermek. 2. Bir kimseyi zarara ya da sıkıntıya sokmak; üzmek, kaygılandırmak."Lütfen canını yakma çocuğun."
Canı tatlı : Acıya, üzüntüye ve sıkıntıya katlanmayan."Öyle de canı tatlı ki ne zaman bir şey taşınacak olsa bir bahane bulup ortadan kayboluyor."
Canı tez : Sabırsız, beklemeye tahammülü olmayan, ivecen."Bekle de gör, ne canı tez adamsın sen öyle!"
Canı yanmak : 1. Fiziki bir acı duymak. 2. Bir işte zarar görmek, manevi bir üzüntü duymak."Canını yakmadan ver o elindekini bana!"
Can kalmamak : Gücü, kuvveti kesilmek; bitkin bir duruma düşmek."Daha fazla yürüyemeyeceğim, can kalmadı bende, siz gide durun."
Can kaygısına düşmek : Her şeyi bırakıp, içine düştüğü tehlikeden varlığını kurtarma ve koruma çabasında olmak."Ortalık birbirine girip silahlar patlamaya başlayınca can kaygısına düştü zavallı kadın."
Can kulağıyla dinlemek : Kendini vererek, büyük bir dikkatle dinlemek."Babasının söylediklerini can kulağıyla dinlemeye başladı."
Canla başla : Seve seve, her türlü zorluğa göğüs gererek, var gücüyle, hiçbir fedakarlıktan kaçınmayarak."Hepsi canla başla çalıştı."
Canlı cenaze : Çok zayıf, güçsüz, zayıflıktan kemikleri çıkmış kimse."Adam canlı cenaze gibiydi."
Canlı yayın : Kişilerin ses ve davranışlarını o anda ve doğrudan doğruya veren radyo ve televizyon yayını."Parti temsilcileri bu akşam televizyonda canlı yayında tartışacaklar."
Can pazarı : Herkesin kendi canının kaygısına düştüğü ve kendi canını kurtarmaya çalıştığı tehlikeli bir durum, yer."Ortalık toz dumandı; haykırışlar, inlemeler ortalığı çınlatıyordu; insanlar can pazarının tam ortasındaydılar."
Can sağlığı : Esenlik, kişinin sağlıklı olması."Ne demeli canım kardeşim, inan bundan ötesi can sağlığı."
Can sıkıntısı : Yapılacak iş ve bir şeyle oyalanma imkanı bulamamaktan duyulan tedirginlik, içine düşülen bunalım."Bütün gün evde oturuyor, can sıkıntısından ne yapacağımı bilemiyordum."
Can vermek : 1. Ölmek. 2. Ruha güç vermek, yaşar duruma getirmek. 3. Bir şeyi çok ister olmak."Adam bir kurşunda can verdi."
Can yakmak : 1. Üzmek, acı vermek. 2. Zulmetmek, eziyet etmek. 3. Bir kimseyi büyük zarar ve ziyana sokmak."Şu hareketlerinle canımı yakıyorsun."
Can yoldaşı : Yalnızlıktan kurtulmak için birlikte yaşanılan kimse."Her insanın bir can yoldaşına ihtiyacı vardır."
Cart curt etmek : Göz dağı vermek ya da övünmek amacıyla abartılı konuşmak."Karşımda cart curt edip durma."
Cart kaba kağıt : Yüksekten atan, yapamayacağı şeyleri yapar gibi konuşan, çalım satan kimselere karşı söylenen küçümseme ünlemi.
Cebi delik : Parasız, cebinde para tutmasını bilmeyen."Daha ne kadar cebi delik dolaşacaksın."
Cebini doldurmak : Karşılaştığı fırsatları değerlendirerek bol para kazanmak."Cebini doldurmaktan başka bir düşüncesi yok adamın."
Cehennem azabı : 1. Çok büyük sıkıntı, eziyet. 2. iman etmeyenlerin, kafirlerin, günahkarların cehennemde çekecekleri ceza."Allah bizi cehennem azabından korusun."
Cehennem olmak : Defolup gitmek."Çabuk cehennem ol yanımdan."
Cemaziyülevvelini bilmek : Bir kimsenin herkesçe bilinmeyen, geçmişteki kötü bir yönünü veya kötü durumunu bilmek."Sakın güvenme ona, ben onun cemaziyülevvelini bilirim."
Cendereye sokmak : Çok sıkıştırmak, manevi baskı altına almak."Adamı cendereye almayı iyi beceriyorsun."
Cevabı yapıştırmak : Karşısındakinin, beklemediği, ters, güç duruma düşürücü bir cevap vermek."Öyle bir cevap yapıştırdı ki hasmı donakaldı."
Ciğeri beş para etmemek : Değersiz, kendisine güvenilmez, korkak, aşağılık (bir kimse olmak)."Bırak, ondan söz etme bana, ciğeri beş para etmez adamlarla işim yok."
Ciğerimin köşesi : 1. Çok sevdiğim. 2. Sevgili evladım."O, hala benim ciğerimin köşesidir."
Ciğerini okumak : Karşısındakinin gizli düşüncelerini bilmek, aklından geçenleri anlamak."Bizimi düşünüyormuş ? Ben onun ciğerini okurum; o kendinden başkasını düşünmez."
Ciğerini sökmek : Bir kimseyi büyük ölçüde zarar ve ziyana uğratmak."Söyle ona, beni oraya getirmesin, gelirsem ciğerini sökerim onun."
Cin çarpmışa dönmek : Neye uğradığını anlayamayacak kadar kötü duruma düşmek."Bir tokatta cin çarpmışa döndürdü adamı."
Cin fikirli : Zeki, çok kurnaz, her zaman kendi çıkarını kollayan, çok anlayışlı."Endişelenmeyin; o cin fikirli, o işin de üstesinden gelecektir."
Cinler cirit (top) oynamak : Bir yerin ıssız, ürküntü verir olduğunu anlatmak için kullanılır.
Cinleri başına toplamak : Öfkelenmek, kızmak, çok sinirlenmek."Zorla cinleri başıma topladınız."