Matrix filminin bir sahnesinde isyancılara ihanet ederek Matrix'e yani aslında varolmayan dünyaya dönmek isteyen Cypher Ajan Smith ile yediği sanal akşam yemeğinde şöyle der: "Aslında bu bifteğin gerçek olmadığını biliyorum. Ben onu ısırdığımda Matrix beynime vereceği elektrik sinyalleri ile bana onun sulu ve lezzetli bir şey olduğunu hissettirecek. Dokuz yıldan sonra ne öğrendim biliyor musun? Cehalet mutluluktur."
Gerçekten cehalet mutluluk mudur?
Belki de ondan da önce sorulması gereken soru yukarıdaki iki sözcüklü tanımlamanın aslında cehalete mi yoksa mutluluğa mı ait olduğudur.
Çocukken mahalle arasında oynadığımız bildik oyunların yanı sıra kimin icadı olduğu bilinmeyen bir kelime anlamsızlaştırma oyunu vardı. Zaman zaman zihnimi boşaltmak için hâlâ oynarım.Oyun çok basit: Bir kelime seçeceksiniz örneğin "mutluluk" ve sonra o kelimeyi yüksek sesle tekrarlayacaksınız tâ ki anlamını unutana kadar. Daha doğrusu kelimeyi anlamsızlaştırana kadar.
"Gerçekten cehalet mutluluk mudur?" cümlesini anlamaya çalışırken de aynı tehlike söz konusu yani kelimelerin anlamsızlaşması.
Düşününce Cypher'e hak vermiyor değilim. Bugüne kadar tanıdığım insanlar içinde cahil olduklarını düşündüklerimin hemen hepsi hayatından çok memnun. Bu insanlarfazlaca düşünmeyen etrafındaki çoğu şeye kafa yormayan hemen hiç bir şeyi sorgulamayan yaşamdan kendine dair çok fazla beklentisi olmadan hayatlarını sürdürüyorlar. Ama tabi burada başka bir sorun ortaya çıkıyor. "Hayatından memnun olan kişi aslında mutlu mudur?"
Bu sorunun yanıtı hakkında da çelişkideyim ama sanırım hayır.
Bana öyle geliyor ki hayattan genel olarak memnun olmak başka bir şey mutlu olmak başka bir şey. Sanki biri bir ruh hali diğeri ise duygu. Bu yargıya nasıl mı vardım? Zaman zaman çoğu insanın yaptığı gibi acaba beni neler mutlu ediyor diye düşündüm. Ve aslında mutluluğun süreli değil de anlardan oluşan bir duygu yoğunlu olduğunun farkına vardım.
Hangi anlar mı?
Mesela güneşli bir Pazar öğle sonrasındayım. Başucumdaki camdan esen rüzgâr bembeyaz tülleri odanın içinde hayalet gibi dans ettiriyor. Başımı göğsüne yasladığım kocamderin ve düzenli nefes alışından belliki az önceki yorgunluğa teslim olmuş bile. Ben ise kulağımda kalbinin ritmi göğsündeki söğüt acanının yapraklarını okşayıp sayarak uykuya dalıyorum. Ve bu beni mutlu ediyor.
Mesela küçük kızım minicik kollarını boynuma doluyor ve ben yüzümü ensesine gömüyorum. Ardından onun o hiç bir yerde bulunmayan hiç kimsede olmayan kokusunu; biraz sevgi biraz aşk biraz geçmiş ve çokca gelecekten formülünden oluşan o kokuyu evlat kokusunu içime doyasıya çekiyorum. Ve bu beni mutlu ediyor.
Mesela salonumuzdaki üçlü koltukta ayaklarımızı uzatmış yarı yatar vaziyette oturuyoruz. Ben kocamın kızım benim kucağımda. Kocam her ikimizi de dünyanın tüm tehlikelerinden uzak olduğumuz hissini veren bir şekilde sarmalamış. Tom ve Jery'i izleyerek kıkırdıyoruz. Ve bu beni mutlu ediyor.
Mesela sabah erkenden işe gelmişim ortalarda daha kimseler yok. Önümdeki aralık camdan giren sabah serinini içime çekip adalara ve mavi enginliğe şöyle bir bakıyorum. Sonra az önce demlenmiş çayı ince belliden içerken kimisi yan masadan kimisi binlerce kilometre uzaktaki sevilen ve sevenlerden gelen elektronik postaları okuyorum. Ve bu beni mutlu ediyor.
Mesela ile başlayan ve bunlara benzeyen onlarca paragraf yazmak mümkün. İnsan düşününce ne çok mutluluk anı resmediyor zihninde. Ve ben şimdi başta Cypher'e hak verdiğim için kendimle çelişiyorum.
Mutlu olmak için düşünmek gerekiyor. Düşünmemek ise beraberinde sükuneti ve halinden menun olma ruh halini getiriyor.
Şimdi sıra sizde söyleyin bakalım siz hangi gruptasınız; mutlulardan mı yoksa halinden memnun olanlardan mı?