Annem gazeteci olmamı asla istemedi. Babam gibi avukat olmamı istiyordu.
Ben gizlice yazıp Basın Yayın’ı kazandığımda babam annemin önüne yattı.
Sonra ben okulu bitirip İstanbul’da yaşamak isteyince annem yine karşı çıktı.
Babam annemin önüne yattı.
Kardeşim Adapazarı’nda okuyup okul sonrası İstanbul’a yerleşmek isteyince bu sefer ben annemle babamın önüne yattım.
Tabii her zaman birinin bir şey yapmasına engel olmak anlamında kullanılmıyor bu deyim. Başkalarının zarar vermesini önlemek için bir kimsenin önüne yatmak manasında da kullanılabiliyor.
Mesela hepimizin bildiği üzere bir bakanımız Reza Zarrab’ın önüne yattı.
Bizim ailede herkes yıllardır birinin önüne yattı ama aklımızdan ensest bir gönderme (ay Allah korusun) geçmedi.
Bakan Bey, Zarrab’ın önüne yattığında da kimsenin aklından cinsellik üzerine bir gönderme geçmedi.
Türkçe’yi doğru kullandığını düşünen her insan gibi “önüne yatmak” ve kahrolası ****ist “altına yatmak” deyimlerini birbirinden ayırabiliyorum Allah’a şükür.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da bunu ayırt edebilen bir insan olarak bir bakana, hem de bir kadın bakana cinsellik üzerine kurulu olan altına yatmak değil, yukarıda örneklerini verdiğim tarzda bir gönderme yaptı. Ama tabii en çok da Reza Zarrab’ın önüne yatan bakana gönderme yapmak istemişti.
Malum, bölündük ey sevgili okur.
Herkes kendi tarafından, kendi penceresinden bakıyor dünyaya.
Bu normal. Kimseyi hayata başkasının penceresinden bakmaya zorlayamayız.
Ama ortak mantık ve akıl arayışına da son veremeyiz.
Ama bizim durduğumuz yerde sorgusuz sualsiz biat yok.
Kılıçdaroğlu’nun cinsel gönderme yaptığına inansam kalemimi onu kıyasıya eleştirmek için de kullanmaktan korkmazdım. Çünkü kimsenin kadın cinselliği üzerinden çirkin bir üslupla siyaset yapmaya hakkı yok.
Ama kimsenin bir siyasetçiyi kullandığı Türkçe deyimi anlamamış gibi yapıp çarptırarak linç etmeye, sapık ilan etmeye de hakkı yok.
Hele de bu insanların neredeyse tamamı 45 çocuğun kanına girmiş bir öğretmenin çalıştığı kuruma zeval gelmesin diye o kurumun önüne yatmışken!
Alaçatı Ot Festivali başlar…
Ne çirkin bir kış geçirdik.
Sonbaharda yaşadıklarımızı saymıyorum bile.
Boğuluyorum gündemden. Hepimiz gibi. Bu ülke için endişe eden, yaşam tarzını kaybetme endişesi taşıyan, akan kandan bunalan, siyasetin öfkeli dilinden zehirlenen herkes gibi.
Alaçatı’da bambaşka bir sabaha uyandım bugün. Michelin’in davetlisi olarak Alaçatı Ot Festivali’ne geldim.
Burada sanki başka bir ülkede uyanmış gibiyim.Umudun mümkün olduğu, Ege’nin şefkatli kollarındayım.
Bize umut veren İzmir’in kollarında.
Otları, yemekleri anlatmak bizim Nilay’ın işi. Ama hafta sonu yaşadıklarımı ben de bir sonradan gurma olarak paylaşacağım sizinle.
Sizin kadar yoruldum çünkü bu zehirli gündemden…